Ana içeriğe atla

Bir oyunu değerli kılan kentli izleyicilerdir

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin (İPM) İstanbul kültür-sanat hayatının şekillenmesinde etkin rol oynamış aktörlerle izleyicileri buluşturan "İstanbul Perspektifleri"  söyleşi serisinin yedincisine yönetmen, oyuncu, akademisyen Mehmet Birkiye konuk oldu. Birkiye, tiyatro ile kentlilik arasındaki ilişkiye dikkat çekti.

Mehmet Birkiye 

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin (İPM) İstanbul kültür-sanat hayatının şekillenmesinde etkin rol oynamış aktörlerle izleyicileri buluşturan "İstanbul Perspektifleri Söyleşi Serisi"nin yedincisinde yönetmen, oyuncu, akademisyen Mehmet Birkiye ağırlandı. 

2018-2019 döneminde düzenlenen söyleşilerin amacı, İstanbul’un kültürel dokusunun 1980’lerden bu yana nasıl şekillendiğini ve dönüştüğünü öznel hikayeler üzerinden anlamlandırabilmeyi mümkün kılacak bir tartışma platformu yaratmak. Söyleşilerde; kentin kültürel dokusunun dönüşümü, mimarlık, görsel sanatlar, sanat piyasası, festival kültürü, sahne sanatları boyutlarını içeren farklı perspektiflerden ele alınıyor. 

Oyuncunun varolması için insanı yaşatmamız gerekiyor

Asuman Suner’in moderatörlüğünü yaptığı "Sahne Sanatları Perspektifinden İstanbul'un Dönüşümü" başlıklı yedinci İstanbul Perspektifleri buluşmasında Birkiye, şöyle konuştu:

“İzleyicinin bakış açısı tiyatro için vazgeçilmezdir. İyi bir metin seyircinin kafasında tamamlanır. Oyuncu sadece bir iletkendir. Oyunu değerli kılan sonrasında arkadaşınızla yaptığınız değerlendirmedir. Bu da kentli olmayı gerektirir. AVM tiyatroları bu anlamda hayal gücü ve paylaşımda bir daralma yaratmıştır.

Birkiye, oyuncu aurası ve gizeminin kaybolduğunu ifade ederek, “Gizemin esas olduğu eski tiyatro alışkanlığı yerini ya çok sıradanlaştı ya da yerini sahte bir büyüye bıraktı” dedi.

Mehmet Birkiye Kimdir? 

Mehmet Birkiye, 1969 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne girdi. Aynı tarihlerde girdiği İstanbul Belediye Konservatuvarı’nı 1974’te, İktisat Fakültesini 1975’de bitirdi. 1977’de İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda sahne tekniği ve oyunculuk dersi verdi. 1986’dan 2011'e kadar İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda sahne hocası olarak çalıştı. Sanatta yeterliliğini aynı üniversitede yaptı. Aynı üniversitede Doçent ve Profesör oldu. 1973 yılından 2011 yılına kadar Kent Oyuncuları’nda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. Kent Oyuncuları, Tiyatro Gerçek, İstanbul Devlet Tiyatrosu, Tiyatro Pangar gibi ödenekli ve özel tiyatrolarda oyunlar yönetti.. Birçok oyunda Yıldız Kenter’in yönetmen yardımcısı olarak çalıştı. İş Sanat’da düzenlenen ve halen sürmekte olan Şiir ve Müzik dinletilerini yönetti. Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde “Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi” bölümünü kurdu, programını yaptı ve yönetti. 2008 yılında İstanbul Aydın Üniversitesi, Tiyatro Bölümü'nü, bölüm başkanı olarak kurdu. Halen, İstanbul Aydın Üniversitesi Tiyatro bölüm başkanlığını sürdürmektedir. 1973 yılında Kent Oyuncuları’nda profesyonel olarak başlayan oyunculuk, yönetmenlik kariyeri devam etmektedir.

Sabancı Topluluğu İleri Veri Analitiği Akademisi 2. Grubu Başlıyor!

Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi, EDU tarafından Sabancı Holding için hayata geçirilen İleri Veri Analitiği Akademisi 2. Grubu açılışı gerçekleşti.

İleri Veri Analitiği Akademisi’nde, Sabancı Topluluğu’na ait farklı grup şirketlerden gelen katılımcılar, Data Scientist ve Business Translator rolleri için tasarlanmış eğitimler alacaklar. Akademi kapsamında teknik ve ortak eğitimler dahil olmak üzere Data Scientist Programı 37 gün; Business Translator Programı 22 gün sürecek. Akademide, sınıf içi eğitimin yanı sıra İleri Veri Analitiği alanında farklı uygulamaları görebilmek için tasarlanan şirket saha ziyaretleri, online öğrenme araçları, değerlendirme sınavları ve “hackathon” yarışması yer alacak.

İleri Veri Analitiği Akademisi 2. Grup Lansmanı’nda, Sabancı Holding İnsan Kaynakları Grup Başkanı Hakan Timur, SabancıDx CEO’su Burak Aydın, EDU Direktörü Cüneyt Evirgen, İleri Veri Analitiği Akademisi program koordinatörü Sait Ölmez ve Akademi katılımcıları yer aldı. Lansmana ayrıca Sabancı Üniversitesi Genel Sekreteri Haluk Bal, Rektör Yardımcısı Cem Güneri, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekanı Canan Atılgan, Mühendislik Fakültesi öğretim üyeleri ve Sabancı Holding grup şirketlerinden direktör ve yöneticiler katıldı.

Cüneyt Evirgen

Açılış konuşmasında EDU Direktörü Cüneyt Evirgen, akademinin ikincisini düzenlediklerine dikkat çekerken, akademinin sürekli hale gelmesinin önemini vurguladı. Evirgen “Türkiye’den Financial Times Kuruma Özel Programlar Dünya Sıralaması’nda yer alan tek kurum olan EDU, Türkiye’nin en yenilikçi ve girişimci üniversitesi unvanına sahip Sabancı Üniversitesi ve Sabancı Holding’in bir araya geldiği bu yolculuk dolayısıyla çok heyecanlı ve mutluyuz” dedi.

Hakan Timur

Sabancı Holding İK Grup Başkanı Hakan Timur, “Yeni Neslin Sabancı’sı vizyonu doğrultusunda, Sabancı Topluluğu’nun en önemli stratejik önceliklerinden biri “Teknoloji ve İleri Veri Analitiği”dir. Bu alandaki vizyonumuzu “Rekabet avantajı yaratmak için 2022 sonuna kadar Topluluk bünyesinde tüm fonksiyonlara ileri veri analitiği bakış açısını yerleştirmek” olarak tanımladık. Bu alanda çalışanlarımızı bu dönüşüme en iyi şekilde yetiştirmek için Sabancı Üniversitesi, EDU ortaklığında kurduğumuz İleri Veri Analitiği Akademisi’nin ikincisini hayata geçirmekten gururluyuz.” dedi.

Burak Aydın

SabancıDx CEO’su Burak Aydın, akademi katılımcılarının Sabancı Holding’in Yeni Neslin Sabancı’sı vizyonunu yansıtan elçileri olduklarını belirtirken “SabancıDx, mevcut vizyonumuz ve İleri Veri Analitiği Akademisi ile birlikte ulaşacağımız sonuçlar çerçevesinde Türkiye’nin kuzey yıldızı olmak istiyoruz.” dedi.

Açılış Programı, İleri Veri Analitiği Akademisi program koordinatörü ve eğitmenlerinden Sait Ölmez’in program akışını katılımcılara aktarmasıyla sona erdi.

Yuda Yürüm anısına...

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi “Emeritus” Öğretim Üyemiz Yuda Yürüm anısına, 2013 yılında gazeteSU'da yayınlanan Yuda Yürüm röportajını yeniden yayınlıyoruz. 

-

Yuda Yürüm: “Sabancı Üniversitesi’ndeki günlerim hayatımın en üretken ve en güzel yılları. Öğrencilerim var, bir sürü yayın yapıyoruz, bir çok proje yönetiyorum, yani Sabancı Üniversitesi’nde olmaktan çok mutluyum. Öğrencilerime sahip çıkarım, çünkü kendi oğullarım, kızlarım gibi görürüm.Öğrencilerim benimle çalışmaya başladıktan sonra ömürleri boyunca adeta benimle bir kontrat imzalamış olurlar.”

Yuda Yürüm, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyelerimizden. Fakültenin en eski hocalarından biri. Yuda Bey’i kazandığı bir uluslararası başarısı ile ilgili hakkında basın bülteni yaptığımız ilk öğretim üyemiz diye hatırlıyorum. 2000 yılının başlarında İngiltere’deki The Royal Society of Chemistry’ye Fellow (kıdemli üye  diyebileceğimiz) unvanı ile Türkiye’den kabul edilen ilk kişinin Yuda Bey olması, eğitime kapılarını açalı henüz biryıl bile olmayan çiçeği burnundaki üniversitemizde heyecan yaratmıştı. Yuda Bey’in uluslararası başarıları bununla sınırlı değil. ABD’nin dünya çapında verdiği önemli bir araştırma bursu Fulbright Bursu’nu  Türkiye’den alan ilk biliminsanı olmasının yanı sıra bu bursa iki defa hak kazanan tek kişi. Yuda Bey ile biliminsanı nasıl olunur, öğrencileri ile ilişkileri, aile hayatına verdiği önem gibi konularda konuştuk. Söyleşinin ilk bölümü bugün devamını da haftaya okuyabilirsiniz. 

Türkiye'nin yetiştirdiği dünya çapında bilim insanı 
 Nesrin Balkan ile Çarşamba Sohbetleri'nin konuğu Yuda Yürüm

Nesrin Balkan ile Çarşamba Sohbetleri

Yuda Bey sohbetimize baştan başlasak? Nerede, ne zaman doğdunuz? Çocukluğunuz nasıl geçti?

1946’da Ankara’da doğdum. Çok eski bir Ankaralı ailenin çocuğuyum, bütün ailem Ankaralı. Doğduğum yer Samanpazarı, Ankara’daki Yahudi mahallesi. 50’lerin ilk yıllarında Yenişehir’e göçmüşüz, orada büyüdüm. Samanpazarı’nı hayal meyal hatırlıyorum  ama, esas çocukluğumun geçtiği, büyüdüğüm yer Ataç Sokağı.

Ataç Sokağı?

Evet Ataç Sokağı, çok ünlüdür Ankara’da, bir sürü de ünlü insan çıkmıştır o sokaktan. 2002 yılında Ataç Sokak çocukları olarak, yıllar sonra bir araya geldik. Olgun yaştaki Ataç Sokak çocukları olarak toplanmıştık. Yani kimler yoktu ki orada.

Kimler vardı?

Hemen aklıma gelen, Garanti Bankası Genel Müdürü Akın Öngör vardı. Mahalle arkadaşımdır kendisi, iki ev üstümüzde otururdu. Onun ağabeyleri vardı, Gürol, Birol. Ayrıca ünlü ortopedist Behçet Sepici vardı. O da şimdi emekli oldu. Benden biraz büyüktür. Hepimiz aynı mahallenin çocuklarıyız. Bir de evimizin karşısında Selçuk Güçeri otururdu. Şu anda Worcester Potythechnic Institute Mühendislik Fakültesi Dekanı. Ablası Profesör Ülkü Öktem (Wharton School of the Pennsylvania University) bizim Profesör İbrahim Tekin’in kayınvalidesidir. Hepimiz Ataç sokağında büyüdük. Evlerin tek katlı olduğu, insanların birbirini tanıdığı, yaz aylarında gün boyu dışarıda bahçelerde oynadığımız, akşamları sokağa çıktığımız bir mahalleydi. Eski Ankara’nın güzel günleri yani. Kızılay’a Bulvara çıktığınızda herkesin birbirini tanıdığı, birbirine selam verdiği, çok güzel bir ortamdaydık o zamanlar. Ankara’nın seçkin okullarından bir tanesi olan Atatürk Lisesi’nden iyi bir derece ile mezun oldum. Ondan sonra ODTÜ günlerim başladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin mensubu olmaktan gurur duyduğum Kimya Mühendisliği Bölümünden 1969 yılında mezun oldum. Bu arada ilk defa size söylüyorum;  Orta Doğu Kimya Mühendisliği Bölümünün başarılı eski mezunlarına verdiği ödülü bu yıl Mayıs ayında bana verecekler.

Bunu yazabilir miyim? Haber atlatmış oluyoruz sayenizde.

Tabii yazabilirsiniz. Henüz kimseye söylemedim ama, sonuç itibariyle Mayıs ayında Ankara’ya gidip o ödülü alacağım. Daha önce bu bölümden mezun olup başarılı olmuş biliminsanlarına, başarılı sanayicilere,  o bölümün en başarılı mezunlarına verdikleri ödülü bu sene bana verdiler. Bu da, tabii benim için çok büyük bir gurur vesilesi. Orta Doğu’da lisans ve yükseklisansımı yaptım. Doktoramı Hacettepe’den aldım. 1970’de başladığım dört yıllık doktora çalışmamda bir İngiliz hoca, Prof. Alec F. Gaines danışmanlık yaptı ki halen yazışıyoruz. Türkiye’deki ilk doktorantlarından birisi benim. Hocam şu anda İskoçya’da oturuyor, emekli. Kendisinden çok şey öğrendim. Orta Doğu’dan aldığım eğitimin üstüne doktoram sırasında bilimsel anlamda gerçekten çok büyük kazancım oldu. O yıllar Hacettepe’deki Kimya Fakültesi çok küçüktü. Asistanlar, hocalar dahil olmak üzere 18 kişi vardı. Doktora yeterlilik sınavını alır almaz, Bölüm Başkanımız hemen bir ders verdi bana. Yükseklisansımın üzerinden 2 sene geçmiş ve henüz doktoramı almamışken, 1972’den itibaren Hacettepe’de ders vermeye başladım. Ondan sonra yıllar birbirini kovaladı.

Özel hayatınıza gelirsek, ne zaman evlendiniz?

1971’de evlendim. 42 senedir evliyiz ama beraberliğimiz 47 seneyi buldu. 74 yılında iki önemli ürünüm oldu; bir tanesi büyük oğlum Kemal, ikincisi de doktoram. Doktoradan sonra bir yıl İngiltere’ye  National Coal Board’a gittim doktora sonrası çalışması için. O zamanki tabiriyle İngiltere Ulusal Kömür Kurumuydu ismi, ama tamamıyla araştırmaya dönük bir kurumdu. Orada bir sene geçirdim. Daha önce de gitmiştim, hocam yollamıştı, yaz aylarında gidip çalışmıştım. 1975-76 yılları arasında oradaydım. 1976’da yurda döndük. O sırada doçentlik çalışmasına başladım. Doçentliği de 1979 yılında aldığımda bu sefer ikinci oğlum Alp dünyaya geldi. 1980 yılında da ABD’nin dünya çapında verdiği önemli bir araştırma bursu olan Fulbright bursunu alarak bir sene için misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak Amerika’ya gittim. Aynı bursu 2007’de bir kez daha aldım. Türkiye’de ilk defa oldu bu, yani iki defa Fulbright alan ilk kişiyim.

Türkiye’de Fulbright’tan ikinci kez burs alan tek kişi sizsiniz.

Evet, bildiğim kadarıyla öyle. Amerika’ya, bir sene için gitmiştik, iki sene kaldık. Amerika’da Knoxville şehrindeki Tennessee Üniversitesinde ve Oak Ridge National Laoratuarında çalıştım. Amerika’nın en parlak beyinlerinin çalıştığı çok ünlü bir ulusal laboratuardır Oak Ridge. O sıralarda da YÖK çıktı, bir sene daha Amerika’da kalmak için izin istedim ama vermediler ben de istifa ettim Hacettepe’den. Amerika’dayken İsrail’deki Weizmann Enstitüsünden kömürle ilgili olarak laboratuvar kurmamı istediler, oraya gittim. İsrail’de üç sene kaldım. Weizmann Enstitüsü, dünya çapında çok ünlü bir enstitüsüdür. Nobel almış çok sayıda araştırmacısı var. Üç sene de orada kaldım. Yani sonuçta 80’de yurt dışına çıktım. İki sene Amerika, üç sene Weizmann’da olmak üzere beş sene yurtdışında kaldık. Böylece 1985 yılına geldik. Bu arada benim de profesörlük sürem dolmuştu. O sıra tekrar Hacettepe’ye başvurdum, dosyalarımı incelediler ve kabul ettiler.

Türkiye’nin en karışık döneminde başlamışsınız akademik kariyerinize.

Doğru, 1980 yılının 5 Eylül’ünde Amerika’ya gittim, bir hafta sonra Türkiye’de ihtilal oldu. O sırada Hacettepe’de genç bir öğretim üyesiydim, o dönemin bütün olumsuzluklarını, bütün sıkıntılarını yaşadık. Kurşunlar altında ders verdik. Öğrenci kavgaları vesaire, bütün o kötü günleri yaşadık.

SORU- Kaos ortamını yaşadınız öğretim üyesi olarak.

1985 Ağustos’unda da Hacettepe’deki profesörlük kadrom açıldı, 39 yaşında  profesör oldum. 28 senedir profesörüm. Akranlarım arasında en genç profesör olan benim.

Türkiye’de kendi dönemi içinde en genç profesör olan kişilerden biri

39 yaşında profesör oldunuz.

39 yaşında. Ondan sonra Hacettepe’de öğretim üyeliği. Tabii insan üstüne yük ve sorumluluk almaya başlayınca bir sürü idari görevler, dekan yardımcılığı, dekan vekilliği, ondan sonra 93’ten 99’a bölüm başkanlığı yaptım. Hacettepe Üniversitesi Kimya Bölümü 500 öğrencisi ve 50’yi aşkın öğretim kadrosu ile fakülte gibi koskocaman bir bölümdü. 6 sene bölüm başkanlığı yaptım. Bu arada Sabancı Üniversitesi’yle temaslarım başlamıştı. 1997’de Ali Alpar,  Burak Erman ve Zehra Sayers ile Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nin Science of Nature dersinin programlarını oluşturmaya başladık. Bu nedenle Sabancı’ya gidip geliyordum. 1999’da da  Sabancı’ya katılmak istediğimi Tosun Bey’e söyledim. Sabancı Üniversitesi’nin kurucu rektörü Tosun Terzioğlu daha sonra bir mektupla öğretim üyeliğine  kabul edildiğimi haber verdi bana. Ondan sonra 1999’un 1 Eylül’ünde Karaköy’deki binada işe başladım.

Evet o dönemde henüz kampüs bitmemiş olduğu için herkes üniversitenin Karaköy’deki binasındaydı.

O zamandan beri burada, Sabancı’dayım. Burada geçirdiğim ve geçirmekte olduğum zaman hayatımın en üretken ve en güzel yılları diyebilirim. Hacettepe’de de çok güzel günler geçirdim, ODTÜ’de de keza. Yani eğitimimi aldığım bütün yerler benim için gerçekten çok önemli, çok kutsal. Orta Doğu Teknik Üniversitesi de, Hacettepe Üniversitesi de, ondan sonraki yıllarda yurt dışında bulunduğum yerler de benim için önemli. Her bulunduğum yer bana bir şeyler kattı.Hepsi ufkumu geliştirdi. Simdi Sabancı’dayım ve burada olmaktan doğrusu çok mutluyum. Burada çok üretken bir durumdayım, birçok öğrencim var. Bir sürü yayın yapıyoruz, birçok proje yönetiyorum.

Anladım. buna; hani ODTÜ, Hacettepe, Sabancı geçmişinize baktığımızda, kariyerinizde çıraklık, kalfalık, ustalık dönemleri diyebilir miyiz?

Öyle değil de, ustalık dönemine Hacettepe’de ulaşmıştım sanıyorum. Çünkü orada hem tanınan bir hocaydım, hem de orada bir çok öğrenci yetiştirdim.

Doğru, orada profesör oldunuz.

Orada profesör oldum. Yani oradaki doktora öğrencilerimin bir çoğu şimdi profesör, yani benden doktora alan öğrencilerim şimdi profesör, doçentler ve araştırma kurumlarında araştırmacı. Sabancı’yı çok güzel yıllarımın geçtiği bir yer olarak düşünüyorum. Ama diğer üniversitelerim de benim için çok çok önemli, çok sevdiğim yerler. Kendimi oralara gittiğimde yine evde hissediyorum. Yani gerek Orta Doğu’da, gerek Hacettepe’de. Oralarda büyüdüm sonuçta. Orta Doğu’ya girdiğimde çocuktum. Çocukluktan neredeyse  emeklilik çağına gelmiş bir insanız artık. O nedenle yani her kurumun benim hayatımda çok önemli bir yeri var tabii ki. Orta Doğu öğrenciliğimin, Hacettepe hem doktora öğrenciliğimin ve hem de öğretim üyeliğimin başladığı yer. Yani bu üniversitelerde yetiştik, yurt dışına gittik, bir sürü şeyler öğrendik, tekrar yurda geldik, hocalık, bir sürü güzel olay. Zaman zaman sıkıntılı dönemlerimiz de oldu tabii ki. Tabii herkes için normaldir bu.

Tabii.

Ama genelde şöyle bakıyorum geriye doğru, oldukça verimli bir öğretim üyelik dönemim olmuş. Verdiğim derslerde öğrencilere gerçekten bildiğim her şeyi öğretmek isteyen, derslerini her sene yenileyen, geçen senelerde anlattığının üstüne mutlaka birkaç bir şey ilave ederek anlatan birisiyim. Eski öğrencilerimizle zaman zaman bir araya geliriz. Birçoğuyla temastayım yani. Doktora ve yüksek lisans öğrencilerimle temastayım. Zaman zaman yıllık toplantılarına halen çağırırlar.

Meslektaşlarınıza sizi sorduğumda aldığım yorumların bazıları şöyle oldu: “Çok iyi bir hoca, her zaman görüşüne başvurulan, akıl danışılan bir kişidir. Gerçek anlamda bilim insanı diyebileceğimiz birkaç kişiden biridir, bir baba gibidir. Öğrencilerine sahip çıkar ve onların çalışmalarını her zaman takip eder”.

İltifat etmişler, çok teşekkür ediyorum. Yani öğrencilerime sahip çıkarım, çünkü kendi oğullarım, kızlarım gibi görürüm. Öğrencilerim benimle çalışmaya başladıktan sonra ömürleri boyunca adeta benimle bir kontrat imzalamış olurlar. Yani karşılaştıkları her türlü bilimsel sorunda onlara mutlak yardımcı olurum. Eğer ki imkan verirlerse sosyal hayatlarına da bir katkım olursa onu da veririm. Onlar artık benim ailemin parçası sayılırlar.

Tosun Bey’le konuştum. Çok iyi bir bilim insanı, mentor, beyefendi, güler yüzlü, çok centilmen olduğunuzu söyledi.

Tosun Bey, benim de çok takdir ettiğim, çok sevdiğim bir büyüğüm, yani bir ağabeyim gerçekten, onun ayrı bir yeri var hayatımda gerçekten, çok sevdiğim bir insan tabii ki.

Yuda Bey uzaktan size bakınca çok ciddi bir yüz ifadeniz var. Sizi tanımayan insan ne kadar sert bir kişi diye düşünür.

Evet, insanlar öyle zannediyorlar.

Evet, “aman Yuda Bey geliyor, kaçın” diye espri yapmak istemişimdir hep.

Görünümüm belki öyle ama sert bir insan değilim. Elbette ki işimde, yaptıklarımda ciddiyim. Ama sosyal ilişkilerimde beni tanıyanlar ne kadar samimi ve sevecen olduğumu gayet iyi bilirler.

Katılıyorum, kesinlikle öylesiniz.

Sevdiklerime tabii ki sonuçta.

Elbette. Ben de zaten sonradan, yani bir sosyal ortamda bulundum, öğretim üyelerimizden Uluğ Çapar’ın veda yemeğinde eşiniz ve sizinle aynı masada oturduk ve sizin ne kadar güleryüzlü, esprili hoşsohbet bir insan olduğunuzu gördüm

Ben gayet iyi hatırlıyorum o geceyi.

Çok iyi vakit geçirilen, sohbetinden büyük keyif alınan bir şahsiyetsiniz.

O ciddiyet, herkes  öyle söylüyor ama, yani vitrin belki. O vitrini geçenler, arkadaki gerçek Yuda’yı görürler.

Gerçek yüzünüzü görüyorlar değil mi?

Yani o benim için bir yerde, koruma mekanizması herhalde. Belki de yılların idareciliğinin verdiği bir şey belki o yani, üstüme yüklediği bir tarz. Arkadaşlarıma, öğrencilerime karşı işte öyle bir sert yüzüm yoktur. Ama diğer taraftan benimle çalışan yüksek lisans ve doktora öğrencilerimin iyi çalışmasını isterim. Yani verdiğim işlerin yerine getirilmesini isterim. Eğer getirilmezse tabii onu belli ederim bir şekilde. Yani sert bir şekilde belli etmem, gerçi ağzımdan sert bir şey çıkmaz ama, hallerim onu belli eder. Öğrencilerim de herhalde takdir ederler, severler beni. Hala ilişkilerim birçoğuyla medeni bir şekilde sürdüğüne göre demek ki beni bir yerde takdir ediyorlar diye düşünüyorum.

Evet evet, haklısınız. Bir de,  Tosun Bey’in söylediği bilge kişidir dedi, yani o akil insan.

O beni gerçekten yüceltmiş, çok gururlandım yani. Tosun Bey’den böyle bir yorum almaktan.

Tosun Bey'den sizinle ilgili aldığım bir bilgi daha, bilimin ticarileşme kısmıyla ilgilenmez, bundan hoşlanmaz dedi.

Çok doğru söylemiş. Zaten yıllardan beri bilimi bilim için yapmayı tercih ettim her zaman. Bilimden bir maddi kazanç üretilebilir tabii sonuçta. Ama bu benden hep uzak oldu. Yani hep bilimi bilim için kullanmaya çalıştım her zaman. Ürettiğim her şey bilimsel amaçlar için oldu. Yani maddi kazanç peşine gitmedim hiçbir zaman bilimi kullanarak. Ama yani bu demek değildir ki ürettiğimiz bulgular sanayide kullanılmıyor. Kullanılıyor tabii ki aslında. Ama doğrudan bunu ticari bir kazanç için yapmayı hiçbir zaman düşünmedim. Yani benim için önemli olan bilim. Bir üniversite hocası nedir? Derslerine gerekli önemi verecek, ciddiyeti verecek, öğrencilerine en iyi şekilde bu bilgileri aktaracak, öğretecek, eğitecek. Onun dışında da bilim insanınıı öğretmenden ayıran şey bilimsel araştırmaları. Bilimsel araştırmalara önem verecek, bilimsel araştırmalardan elde ettiği verileri saygın dergilerde yayınlayacak. Tabii dürüst olarak, bu çok önemli. Ve de bu bilginin daha sonraki nesillere aktarılması için elinden gelen her şeyi yapması lazım. Benim açımdan bilim insanı nedir? Doktora öğrencileri, yüksek lisans öğrencileri bir yerde bizden sonraki nesillere bilgi aktarımımızın bir yolu oluyor, köprüsü oluyor onlar. Onlar bizden aldıklarını bizden sonraki nesillere verecekler.

Bilimsel dürüstlük, bilimsel üretkenlik, bir de sonuç itibariyle insan ilişkilerinin çok iyi olması lazım öğrenci-hoca arasında. Ben bunu doktora hocamdan öğrendim. Aynı davranışları da elimden geldiğince öğrencilerime aktarıyorum. Bilim insanının gerçek amacı, bilimsel araştırmalar yapmak, öğrencilerini iyi yetiştirmek ve bilimsel araştırmalardan elde ettiği bilgileri paylaşmak. Benim hep öğrencilerime vermek istediğim mesajlar bunlardır. Öğrencilerime elde ettiğiniz verilerin üstüne kuluçkaya yatmayacaksınız. Bunları yayımlamanız gerekir, bu aslında sizin görevinizdir derim.

Paylaşmak.

Tabii, dünya kamuoyuyla paylaşmak bunu. Eğer bilimsel olarak bir şey üretirseniz bunu mutlaka duyurmanız lazım.

Bir anlamda insanlığa hizmet gibi.

Aynen öyle.

Bilim insanı, hani…

Amaç o olması lazım.

Ticarileştirmek kısmı…

Ticarileştirmek için de yapılabilir, ama benim tarzım değil.

Sizin alanınıza girmiyor, sizin önceliğiniz değil.

Yani bunu yapan insanlar var, bunu yapan arkadaşlarımız var, ama benim tarzım hiç olmadı yani.

Tabii tabii, mesele doğru-yanlış meselesi değil zaten, sizin tarzınız o değil.

Zaten bunu yapmak isteseydim akademisyen olmazdım, doğrudan doğruya işte mastırımı aldıktan sonra kimya mühendisi olarak gider endüstride çalışırdım.

Hani iş de bulurdum, çok daha fazla maaşlar da alabilirdim… Zengin de olabilirdim. Üniversitenin birinci sınıfında, hatta lisede bile bir gün gelecek üniversitede hoca olacağım diye bir idealim vardı; buna da kavuştum, bundan da çok mutluyum yani. Benim için hayattaki en güzel mesleklerden bir tanesi. Sürekli olarak her sene yeni bir ekip geliyor karşımıza… Onlara bir şeyler öğretiyorsunuz. O sizi bir yerde dinamik tutuyor. O bakımdan çok, çok önemli benim için.

 

Akademisyenlik. Hem bilimi ilerletmek, hem de yeni nesilleri eğitmek, onlara bir şeyler öğretmek; temel amacınız bu.

Evet, onlara bir şeyler öğretmek, amacım o. Amacım hiçbir zaman ticarileşmek olmadı. Yani bundan maddi kazanç elde etmek. Hani eğer isteseydim dediğim gibi başka başka işlerim olurdu, ama bunu düşünmedim. Oğullarımın her ikisi de kimya mühendisi oldu, onu zaten biliyorsunuz. Büyük oğlum şu anda endüstride çalışıyor. Küçük oğlum doktorası dahil tüm eğitimini, benim de mezun olduğum okulda yaptı. ODTÜ Kimya Mühendisliğinde. Şimdi bizim Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi SUNUM’da araştırmacı olarak çalışıyor. Onunla beraber araştırmalar yapmak da ayrı bir gurur vesilesi benim için tabii ki.

Ailedeki bütün erkekler meslektaşınız mı? Bir oğul ve baba olarak anne ve babanız ve çocuklarınız ile ilişkinize ilişkin ne söylemek istersiniz?

Babamın elektrik malzemesi sattığı bir dükkanımız vardı. Yazları oraya babama yardım etmeğe giderdim. Yalnızca öyle bir ticari deneyimim oldu yani, ama hep bunlar üniversite öncesindeydi. Babamı çok genç yaşta 59 yaşında kaybettik. Ondan sonra aile yükü o zamandan beri üstüme bindi diyebilirim. Annem Ankaralı, fakat o İstanbul’da okumuş, İtalyan Koleji mezunu bir hanımdı. Yani ondan çok şey öğrendim tabii ki. İyi bir insan olmayı annem-babam öğrettiler bana. Ben de onlardan öğrendiklerimi çocuklarıma aktarıyorum. İşte sizin de bildiğiniz gibi iki oğlum var. Bir de çok sevdiğim gelinim Betsi, yani kızım. Ama bir torunum var Lavi, minnacık, 15 aylık.

 

Allah bağışlasın.

Perla ve ben onları çok seviyoruz tabii ki.

Evet, 15 aylık büyükbaba olmak nasıl bir şey?

O müthiş, müthiş, o hakikaten başka bir şey yani, kalbinizin ağrıdığını hissediyorsunuz gerçekten. Çok hoş bir duygu o. Bu akşam aile yemeğimiz var onun heyecanı içimde.

Oğlunuz Alp ile konuştum. Büyükbaba olmaktan büyük keyif aldığınızı, imkan olsa sürekli torununuzla birlikte olacağınızı söyledi.

Evet istiyorum ama, vaktim müsait değil ne yazık ki. Ama haftada mutlaka iki-üç defa gidip görüyorum torunumu. Elinden tutup gezdiriyorum. Şimdi yürümeye de başladı. O benim için büyük mutluluk oluyor tabii ki.

Çok güzel, Allah bağışlasın.

Teşekkür ederim. Hepimizinkini.

Devamı için lütfen tıklayın.

Turquality Yönetici Geliştirme Programı 16. Dönem katılımcıları mezun oldu!

Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi, EDU tarafından 2006 yılından beri sürdürülen, T.C. Ticaret Bakanlığı himayesindeki Turquality Yönetici Geliştirme Programı’nın 16. dönem katılımcıları mezun oldu. 16. Dönemde, 17 farklı markadan 36 katılımcı, 22 hafta süren zorlu maratonu başarıyla tamamladı.

Turquality Yönetici Geliştirme Programı

TURQUALITY Nedir?

Türkiye’den dünya markaları yaratmak amacıyla oluşturulan, dünyada devlet destekli ilk ve tek markalaşma programı TURQUALITY, uluslararası arenada yer almak isteyen şirketlere, güçlü markalar yaratma konusunda destek sağlayarak; markaların uluslararası arenada daha fazla katma değer ve daha fazla pazar payı sağlamalarını hedeflemektedir.

T.C. Ticaret Bakanlığı himayesindeki Turquality Yönetici Geliştirme Programı eş zamanlı olarak Sabancı Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi'nde yürütülmektedir.

Trendleri takip ederek farklılaşmak önemli

#AkademisyeneSor'un yeni konuğu Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Tonguç Ünlüyurt oldu.

“Sevdiğiniz şeyler üzerinde yoğunlaşıp trendleri takip ederek

farklılaşmak önemli”

Akademisyene Sor Tonguç Ünlüyurt

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Tonguç Ünlüyurt

MÜ-ED: Merhaba, Amerika’daki doktora deneyiminiz nasıldı, zorlandığınız bir şey oldu mu?

TÜ: Aslında Amerika’daki sistemle, Bilkent (ben Bilkent mezunuyum), Boğaziçi, Koç, Sabancı’nın sistemleri benziyor, o yüzden zorlanmadım hatta Bilkent’te kalmışım da orada devam ediyormuşum gibiydi. Çünkü gereken dersleri almıştım ve kredi tarzları da benzerdi. Türkiye’deki iyi okullardan mezun olduktan sonra Amerika’daki sisteme alışmak kolay oluyor açıkçası. Tabi şunu görüyorsunuz, dünyanın en iyi öğrencileri oraya gelmiş oluyor, birdenbire herkesin iyi olduğu bir ortama giriyorsunuz. Bu biraz zorlayıcı oluyor. Onun dışında sistem olarak; derslerin veriliş tarzı, ödev/projeler falan Türkiye ile çok uyumlu aslında.

MÜ-ED: Çalışma alanınıza nasıl karar verdiniz?

TÜ: Aslında üniversite 2.sınıfta karar verdim. Sizin burada aldığınız Math 204 dersi var. Biz Bilkent’te ya 1.sınıfta ya da 2.sınıfta almıştık. Macar bir hocamız vardı ve o dersi aldıktan sonra çok sevdim. Doktora yapmaya karar verdim. İşin doğrusu o hocamızla 3. ve 4. sınıfta da çalıştım, bir şeyler yaptık. Bunlar çok önemli araştırmalar değildi ama mesela bana ders dışında soru verirdi ve ben onları çözmeye çalışırdım. Daha sonra onun da tavsiyesiyle Rutgers Üniversitesi'ne gittim, onun da tanıdıkları vardı bağlantıyı kurmuş oldu. O yüzden hocalarla olan bu tip ilişkiler işe yarıyor. Şu anki çalışma alanım da hala o derste aldığım şeylere uygun, halen onları yapıyorum diyebilirim.

MÜ-ED: Sabancı Üniversitesi’ne gelişiniz nasıl oldu?

TÜ: Buraya geldiğimde Sabancı Üniversitesi kuruluyordu. 1999’da başvurdum ilk defa. Doktoramı aldıktan sonra 1 yıl ulaşım üzerine raylı sistemler alanında bir danışmanlık şirketinde çalıştım. Daha sonra kişisel sebeplerden ötürü Türkiye’ye dönme fikrim oluştu. Sonrasında kurulum aşamasında Sabancı Üniversitesi’ne başvurdum. Tabi o zamanlar kampüs de yoktu, şimdi başvuran bir aday kampüse gelerek sunum yapıyor. Ben o zaman Gündüz Hoca ile Amerika’da bir yerde buluştum, görüştük. Bana çok heyecan verici geldi açıkçası. Ayrıca Ankara’ya gitme durumu da vardı ama İstanbul’da olması da bir etken oldu ve böylece buraya geldim.

“Sevdiğiniz şeyler üzerinde yoğunlaşıp trendleri takip ederek

farklılaşmak önemli”

MÜ-ED: Endüstri mühendisliği okuyan lisans öğrencilerine tavsiyeleriniz nelerdir?

TÜ: Endüstri mühendisliğinde eskiden farklı olarak sayı çok fazla. Bizim üniversitemizde de en çok tercih edilen program. Biz 200 küsur, Bilkent 160, Boğaziçi 80, ODTÜ 80-90, Özyeğin 110 civarlarında mezun veriyor. Bu kadar mezuna yetecek kadar insanın içine sinen iş olmayabilir. Bu yüzden bu kalabalığın arasında kendinizi farklılaştırmanızı tavsiye ederim. Bunu yaparken de ben bugün bir şey yapmadım hadi yapayım mantığıyla değil de içinizden ne geliyorsa, neyi seviyorsanız, neye ilginiz varsa bunları bir de geleceği düşünerek “Dünya nereye gidiyor?” diye birleştirerek hareket etmelisiniz. Örneğin 3 şeyi seviyorsunuzdur ama 3.sü ileride daha çok işine yarayacaktır ve bunu seçersin.

Yani sevdiğiniz şeyler üzerinde yoğunlaşıp trendleri takip ederek farklılaşmak önemli burada. Çünkü çok mezun var. İş buluyorsunuz aslında o konu zor değil ama gerçekten iyi iş sayısı az. Yurtdışına master talebi çok arttı şu an da. Çünkü “iş heyecanlandırmıyor, bari yurtdışında master yapayım” a dönüyor. Anlatabiliyor muyum? İş, bir sebeple heyecanlandırmıyor çocuğu. İş yok değil, ama iyi iş önemli aslında; sizi geliştirebilecek, okul gibi yerler bir anlamda. 22 yaşındasınız, “30 yaşına kadar okul” diyorum ben hep. İlk 3-4 sene belki zaten okulda geçecek master ile falan ama onun dışında ilk şirkete girdiğinizde, Koç Holding gibi, okul gibi yerler var mesela. Oralar önemli. Sizi geliştirecek yerler. Yoksa gider şirketin işini yaparsınız, siz gelişemezsiniz mesela. Onlar da yapılır, yapılmaz değil; para kazanmanız lazım ama o ilk birkaç sene okulun devamı aslında. Biz burada iki sene ders veriyoruz size meslek ile ilgili. Gerisi matematik neticede.

MÜ-ED: Okulumuzda verdiğiniz derslerden bahsedebilir misiniz?

TÜ: Okulda genel olarak optimizasyon ile ilgili dersler verdim son zamanlarda. Hem lisans hem yüksek lisans seviyesinde. Daha önceki yıllarda bu kadar hocamız yokken çok daha farklı dersler verdim aslında. Şu anki öğrenciler hiç bilmez aslında, Decision Economics dersini, simülasyon dersini ben veriyordum. Zaten endüstri mühendisliğinde biz şöyle yapıyoruz: bir hoca 3-4 yıl verdikten sonra mümkünse başka bir derse değişsin; hem derse yeni bir kan gelsin, değişik bir bakış açısı olsun diye böyle yapıyoruz. Ama tipik olarak ben, araştırmalarımla da paralel olarak optimizasyon dersi verdim.

“Sabancı Üniversitesi’ndeki esnekliği sizin de kendi avantajınıza kendinizi geliştirmek için kullanmanız lazım”

“Sabancı Üniversitesi’ndeki esnekliği kendinizi

geliştirmek için kullanmanız lazım…”

MÜ-ED: Sizce neden Sabancı Üniversitesi?

TÜ: Sabancı Üniversitesi’nin en büyük artısı esnekliği açıkçası. Ben Bilkent’te okudum, iyi bir okul neticede ama mesela programımız çok belirli idi. Mesela seçmeli derslere bile, biz mecbur seçmeli derdik, programı öyle bir ayarlarlardı ki işte endüstrilerin alabileceği seçmeli ders o olurdu; onu almaya çalışırdık.

Hatta benim şöyle bir anım vardır, uluslararası ilişkilerle ilgili bir derse gittim, bir arkadaşımla. Neticede, seçmeli ve alabilirim hani. Burada siz alıyorsunuz değil mi? Alanlar vardır mutlaka, Cultural Studies’den Psikoloji’den ders alanlar vardır. Gittik, dersi uydurduk bir şekilde saatini, uyan bir ders bulduk. Hoca kabul etmedi. Aslında normalde etmeme gibi bir durumu da yok ama yok dedi. Bu endüstri mühendislerine değil, onların seçmeli dersi başka bir ders. İşte Industrial Psychology gibi bir ders alınırdı. O çok sert, buradaki esneklik çok iyi. Ama bu esnekliği sizin de kendi avantajınıza kendinizi geliştirmek için kullanmanız lazım. Bu en büyük artısı. Programı sonradan seçmek iyi bir şey. O tabi sadece burada olan bir şey. Ama onun da dışında, dersleri seçebilmek daha da önemli. Endüstrici olursunuz ama bir miktar bilgisayar dersi alırsınız, bir miktar Marketing dersi alırsınız gibi şeyler daha da önemli bence mezun olacağınız programı seçmek dışında.

“Sabancı Üniversitesi’nin tam burslu yüksek lisans ve doktora kontenjanları var, Mayıs’ta bitiyor başvurularımız; onu da mutlaka düşünün”

MÜ-ED: Sizce öğrenciler yüksek lisansı hemen mi yapmalı, yoksa biraz çalışıp mı yapmalı?

TÜ: Tabii bizim mezunlara baktığınız zaman, epey bir kişi endüstride çalışıyor değişik sektörlerde çalışıyor. Epey bir kısım da yine yüksek lisans yapıp daha sonra çalışıyor. Eğer bu şekilde bir yol izleyecekseniz aslında birkaç yıl çalışıp daha sonra bu yüksek lisansı yapmak daha mantıklı. Çünkü iş ortamını görmeden o yüksek lisans çok anlamlı olmayabiliyor bazen. O iş ortamındaki problemleri görüp, gerçekleri yaşayıp sonradan onlarla ilgili ders almak daha mantıklı. Tabi daha azınızın tercih ettiği bir akademisyenlik tarafına doğru giden, endüstri mühendisliğinde master/ doktora yolunu seçenler de var. Onlar için de şunları söyleyeceğim, öncelikle Sabancı Üniversitesi’nin tam burslu yüksek lisans ve doktora kontenjanları var, Mayıs’ta bitiyor başvurularımız; onu da mutlaka düşünün.

Akademisyene Sor: Tonguç Ünlüyurt

Tonguç Ünlüyurt kimdir?

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Tonguç Ünlüyurt hakkında detaylı bilgi edinmek için lütfen tıklayın.

#AkademisyeneSor nedir?

Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi Merve Üre ile Yönetim Bilimleri Fakültesi 4. sınıf öğrencisi Ecem Dinçdal tarafından hazırlanan Akademisyene Sor serisinde, öğretim üyelerimiz kendileri hakkında merak edilen soruları yanıtlıyor. Akademisyene Sor, öğretim üyelerimiz ile öğrencilerin sorularını buluştururken, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi’nin değerlerinin tanıtılmasını ve dışarıdan daha iyi anlaşılmasını amaçlıyor. 

#AkademisyeneSor videolarını Instagram hesabımızdan izleyebilir, öğretim üyelerimize merak ettiklerinizi sorabilirsiniz.

CDP Türkiye 2019 Eğitimi Özel Sektörden Yoğun İlgi Gördü

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından, Garanti Bankası’nın sponsorluğunda yürütülen CDP Türkiye 2019 Eğitimi, raporlama yapacak şirketlerin temsilcilerinin katılımıyla, 18 Nisan 2019, Perşembe günü Mövenpick Hotel’de gerçekleşti. 2019 yılında CDP’ye raporlama yapacak şirketlerin sorularını yanıtlamak üzere düzenlenen eğitime, raporlama yapacak şirketlerin temsilcileri ve sahadaki yardımcılar olarak da danışmanlık şirketleri katıldı.

Türkiye’de Bilime Dayalı Hedeflerle ilgili detaylı bir oturuma sahip olan ilk etkinlik olan eğitim programının moderatörlüğünü Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu CDP Türkiye Projeler Yöneticisi Mirhan Köroğlu Göğüş yaptı.

Eğitim programı ilk olarak CDP Teknik Raporlama Direktör Yardımcısı Faye Bennett-Hart'ın sunumuyla başladı. Bennett-Hart konuşmasında, CDP'ye yanıt vermeni şirketler için olası faydalarına değindi ve CDP hakkında genel bilgiler verdi. Ayrıca kendisi iklim değişikliği ve suyun yarattığı zorluklara yanıt verme konusunda Türkiye'den şirketlerden de örnekler verdi.

CDP İklim Değişikliği ve Su sorularına genel bir bakış sunan Bennett-Hart ikinci oturumunda geçen yıl değişen metodolojiden bahsetti ve şirketlerin yanıt verirken dikkat etmeleri gereken noktalara değindi.

Ardından CDP'nin akredite çözüm ortağı EcoAct'ten Danışman Arnaud Lanfranconi Bilime Dayalı Hedef Belirleme konulu sunumunda düşük karbonlu ekonomiye katkı sağlamanın toplumsal ve özel sektöre olan faydalarından söz ederek özel sektörün sürece dahil olmasının önemine değindi. Karbon nötrlüğünü sağlamaya yönelik bir strateji geliştirmenin iş dünyası için yatırımcıların güvenini kazanma, marka bilinirliğini ve inovasyonu artırma gibi faydalarından bahseden Lanfranconi, bu stratejinin yeni düzenlemelere uyum sağlamayı kolaylaştırdığını vurguladı.

Son olarak, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İklim Değişikliği Departmanı Şube Müdürü Tuba Seyyah Politika Oturumunu gerçekleştirdi. Oturumda Seyyah Karbon Piyasalarına Hazırlık Ortaklığı Programının (PMR) detaylarını açıkladı ve en ekonomik karbon azaltımı çalışmalarından birinin karbon fiyatlandırması olduğunu belirtti.

 

“Sabancı Üniversitesi öğrencilerinin önünü açan bir üniversite”

Sabancı Üniversitesi öğrencileri tarafından kurulan ve SUAssset programı kapsamında hibe desteği alan Molecs, yeni nesil RNA dizileme veri analizi platformu geliştirdi.  

SUASSET Molecs ekibiSoldan sağa: Veysel Oğulcan Kaya, Ümit Akköse, Bora İkizoğlu

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi (MDBF) Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği programı öğrencisi Bora İkizoğlu, Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği ve Moleküler Biyoloji, Genetik ve Biyomühendislik programı çift ana dal öğrencisi Ümit Akköse ile Moleküler Biyoloji, Genetik ve Biyomühendislik programı öğrencisi Veysel Oğulcan Kaya’dan oluşan Molecs ekibinin geliştirdiği bulut tabanlı platform, hekimlerin hastalarını mümkün ek tedavi opsiyonları ile eşleştirmesine yardımcı olmak için RNA verisinin analizini yapıp, hekimlere analiz sonucu sunuyor. Geliştirdikleri yazılım ile SUAsset programından 20.000 TL tutarında destek alan Molecs, ayrıca Bayer firması tarafından düzenlenen Grants4Apps programında 215 proje arasında ilk 4’e girerek hibe ve Bayer hızlandırma programına katılım hakkı kazandı. Ayrıca TÜBİTAK tarafından düzenlenen 4500 başvurunun olduğu BiGG hibe programında 146 proje arasından seçilerek 200bin TL hibe almaya hak kazandı.

Molecs ekibinden Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği programı öğrencimiz Bora İkizoğlu, gazeteSU’nun sorularını yanıtladı.

MY: Merhaba, öncelikle sizleri tebrik ederiz. Molecs firmasının kuruluş hikayesini bizlere anlatır mısınız?

Bİ: Molecs firması, Ümit’in ENS492 dersinde yapmış olduğu bitirme projesinde temelleri atılan bir firma aslında. Yani aynı anda hem bilgisayar mühendisliği hem moleküler biyoloji ve genetik programlarında okuması bitirme projesini hayata geçirebilmesine oldukça katkı sağladı çünkü projede hem biyoloji hem bilgisayar bilimleri bilgisi çokça gerekiyor. Bu projenin iyi bir potansiyel taşıdığını ve sektördeki bir eksikliğini kapatabileceğini fark ettik. Projeyi daha da geliştirip otomatize bir hale getirerek şirket kurmaya karar verdik.

“Şirketimizin kazandığı hibelerde Instagram büyük rol oynadı:)”

MY: Sabancı Üniversitesi lisans ve lisansüstü öğrencilerinin başvurularına açık olan ve yenilikçi projeleri destekleyen Arts, Social Sciences, Entrepreneurship and Technology (SUAsset) programından destek aldınız. SUAsset’e başvuru sürecinizi anlatır mısınız? Şirketiniz bu programdan aldığınız destek ile mi kuruldu yoksa öncesinde mi çalışmalarınıza başlamıştınız? Collaboration Space’in ve SUAsset programının şirket oluşumunuzdaki katkısını nasıl aktarırsınız?

Bİ: SUAsset programına ve diğer programlara başvurma süremiz ilginç aslında. Komik gelebilir ama bütün programlara Starbucks’ta kahve içip Instagram’da gezinirken rast geldik. Nasıl olduğunu anlatayım. SUAsset başvurduğumuz tek proje değil. SUAsset programı, TÜBİTAK BiGG 1512 programı ve Bayer Grants4Apps hızlandırma programlarına başvurduk. TÜBİTAK programında son aşamaya kaldık ve geçtiğimiz günlerde final jürisine Ankara’da sunum yaptık. Sunumumuz gayet pozitif geçti. TÜBİTAK programını Sabancı Üniversitesi’nin bir parçası olan SUCool’un Instagram hesabının attığı hikayede Starbucks’ta kahve içtiğimiz sırada gördük. Başvuru için son gündü. Hadi başvuralım dedik ve 500 başvurunun olduğu TÜBİTAK BiGG hibe programında 146 proje arasından seçilerek 200bin TL hibe almaya hak kazandık

Aynı şekilde yine bir gün Starbucks’ta kahve içerken Sabancı Üniversitesi instagram hesabından paylaşılan SUAsset programıyla alakalı bir postu gördük ve buna da başvuralım dedik. Başvurduk ve kazandık.

CEO’larda çay sohbetleri kulübünün paylaştığı bir Instagram postundan kulübün Bayer CEO’sunu kampüsteki sinema salonunda ağırladığını gördük. Projemiz ilaç sektöründe kullanılabilecek bir yazılım olduğu için hemen sinema salonuna gidip, etkinlik bitişinde kendisine projemizi anlattık. Kendisi bizi Grants4Apps programına yönlendirdi. Daha sonra programa başvurduk ve birkaç aşamayı geçtikten sonra 215 proje arasından ilk 4’e kalarak seçildik.

Yani diyebilirim ki şirketimizin kazandığı hibelerde Instagram büyük rol oynadı :)

MY: SUAsset’ten ne kadarlık bir destek aldınız ve bunu hangi amaçla kullandınız veya kullanmayı düşünüyorsunuz?

Bİ: Şirketimiz için SUAsset projesinden önce çalışmalara başlamıştık. SUAsset’den 20bin TL’lik bir destek aldık. Gerekli yazılım, donanım ve diğer masraflar için bu parayı harcamaktayız.

MY: Bayer ilaç firması tarafından düzenlenen Grants4Apps programında 215 proje arasında ilk 4’e girmeniz büyük bir başarı. Sizce bunda etken neler oldu? 

Bİ: Bayer Grants4Apps programına başvuru sürecimizden az önce bahsetmiştim. Kazanmamızda etkili olan şey geliştirdiğimiz yazılımın ilaç geliştirme süreçlerinde kullanılabilecek olması ve diğer yazılımlardan çok daha kolay kullanımlı ve hızlı olması Bayer programına seçilmemizde etkili oldu. Yani aslında geliştirdiğimiz yazılımın potansiyel müşterilerinden biri de Bayer firmasının kendisi.

Bayer Grants4Apps yarışmasında ilk 4'te Molecs

MY: Bayer firmasından aldığınız hibeyi hangi amaç ile kullanacaksınız?

Bİ: Bayer programından 60bin TL hibe aldık. Bayer programından aldığımız hibeyi platformumuza yeni özellikler eklemeyi düşündüğümüz süreçte harcamayı planlıyoruz. Bayer’in verdiği hibe dışında bize sağladığı en büyük katkı bizi bu alandaki uzmanlarla bir araya getirmesi. Daha programın yeni başlamasına rağmen Bayer’in bu alandaki uzmanlarıyla yaptığımız ilk toplantılardan sonra ürünümüz için yepyeni bir yol haritası çizmeye başladık. Bayer programının da desteğiyle projeye başladığımızdan çok ileri bir noktada olduğumuzu düşünüyoruz.

“Değerlendirmek isteyip fırsatları takip edince

Sabancı Üniversitesi’nde fırsatlar inanılmaz fazla…”

MY: Sabancı Üniversitesi’nde olmanızın çalışmalarınızda ne gibi katkıları oldu sizce?

Bİ: Değerlendirmek isteyip fırsatları takip edince Sabancı Üniversitesi’nde fırsatlar inanılmaz fazla. Bunu Sabancı Üniversitesi’ne girdiğim ilk günden beri hissediyorum. Mesela bu projemiz özelinde konuşursak SUAsset programından destek almamız, SUCool sayesinde TÜBİTAK Bigg programından haberdar olup başvurmamız ve Bayer’in Türkiye CEO’su ile okulda karşılaşıp projemizi anlatabilmiş olmamız hep Sabancı Üniversitesi’nin katkısı olan fırsatlar.

MY:  Eklemek istedikleriniz şeyler var mı? Lisans aday öğrencilerine bir tavsiye vermek isterseniz sizce neden Sabancı Üniversitesi?

Bİ: Sabancı Üniversitesi’ni tercih etmeleri durumunda hiç pişman olmayacaklarını düşünüyorum. Bölüm seçme özgürlüğü, her öğrencinin her bölümdeki her dersi özgürce alabilmesi, çift ana dal yapabilme gibi özgürlükler yani kısaca özgür bir üniversite olması Sabancı Üniversitesi’ni çok farklı kılıyor. Örneğin ekibimizde Ümit’in özgürce çift anadal yapabilmiş olması, benim Erasmus staj hareketliliği programıyla İngiltere’ye gidip orada yazılım mühendisi olarak çalışıp kendimi geliştirebilmem, şirketimizin kurulmasına çok büyük bir katkı sağladı. Sabancı Üniversitesi bu tarz fırsatlarla öğrencilerinin önünü açan bir üniversite.

https://molecs.com

Röportaj: Meltem Jale Yaman

Sürdürülebilir moda mı?

18-24 Nisan Dünya Geri Dönüşüm haftasıydı. Gelin hep birlikte Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi 2018 mezunumuz Aybike Tombak'ın "Sürdürülebilir Moda" konulu yazısını tekrar okuyalım.

Yazan: Aybike Tombak / Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi 2018 mezunu

İçinde bulunduğumuz 18-24 Nisan haftası Dünya Geri Dönüşüm haftası. Moda dünyası, duyarlı çevreler sürdürülebilir ve yeşil modanın önemine dikkat çekiyor. Peki nedir sürdürülebilir moda ve neden gerekli?

World Recycle Week

Günümüz dünyasında tüketim ve lüks çılgınlığı hızla yayılıyor ve yaşam biçimimiz haline geliyor. Moda sektöründe her marka, her sezona birer tane olmak üzere yılda dört tane kreasyon çıkarıyor, bu sayı mikro sezonlarla birlikte altıya çıkıyor.Kadın ve erkek modası her sezon büyük bütçelerle hazırlanıyor kitlelere sunuluyor. Milyonlarca üretim yapılıyor; o sezon geçtiğinde hepsi çöpe gidip yenileri yapılıyor. Bu kısır döngü artarak bu şekilde devam ediyor.

Moda endüstrisi petrol endüstrisinden sonra dünyada en çok kirliliğe yol açan ikinci endüstri!

Tüketim çılgınlığı bu raddede devam ederken dünya göz ardı edilemeyecek bir problemle karşı karşıya kalıyor;kirlilik. Moda endüstrisi petrol endüstrisinden sonra dünyada en çok kirliliğe yol açan endüstri. Yalnızca bir tişört üretiminde 2720 litre su kullanılıyor ki bu miktar normal şartlar altında bir  kişinin üç yılda içtiği su miktarına tekabül ediyor. Buna boya tekniklerinden kaynaklanan su kirliliği ve ekosisteme zarar veren hammadde üretim bilgileri de eklenince dünyaya ve çevreye verilen hasarın boyutu çok büyük oluyor.

Bu konu dünyada da yavaş yavaş yankı uyandırmaya başladı. Çözüm ise şu:“Green fashion”. Bu mottoyla vakıflar kuruluyor, farkındalık çalışmaları yürütülüyor. Moda dünyasında son zamanlarda “eco-friendly”(çevre dostu) tasarımcılar ve markalar türedi. Dahası Nike, Adidas, H&M ve Stella McCartney gibi rantı yüksek markalar da kampanyalar yürütmeye ve şirket mottolarını bu yönde değiştirmeye başladılar. Üretim şekillerini ve boyama tekniklerini doğaya en az zarar verecek şekilde değiştirdiler.Pamuk gibi su düşmanı veya polyester gibi doğal kaynakları sömüren kumaşlar hammaddeleri yerine; bambu, keten, kenevir gibi daha az su tüketen bitkileri kullanmaya başladılar. Dünyanın bu aslında “Küresel Isınma” kadar önemli ve tehlike arz eden konuyla ilgili adımlar atmaya başlaması durumun ne kadar ciddi olduğunun göstergesi.

İşin alım gücü boyutu: Bundan 20 yıl sonra 1.000 liraya aldığınız bir çantayı 100.000 liraya almak hayal olacak.

Durumun çevresel olduğu kadar ekonomik ve sosyal boyutu da var. Tüketim bu hızla devam ederse yalnızca doğa ve kaynaklar değil endüstri de buna bir yere kadar cevap verecek. Üretimde maaliyeti düşürmek için ucuz işçi ve çocuk işçi çalıştırılması dünyanın göz ardı edilemeyecek bir sorunu. 3. Dünya ülkelerindeki tekstil işçileri fabrikaların iyileştirilemeyen koşullarında neredeyse bedavaya çalıştırılıyor. 3 sene önce Bangladeş’te bir fabrikanın kötü koşullar sebebiyle çökmesiyle 1133 kadın işçi hayatını kaybetti. Tarihe 24 Nisan Rana Plaza olarak geçen bu olay 2013’ten beri ‘Moda Devrimi’ günü olarak anılıyor. Moda devrimi olarak başlatılan bu harakette duyarlı çevreler büyük markalara şu soruyu soruyor: Who made my clothes? 

Kasa Galeri’de yeni sergi: “Çiçek Yarası”

Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri’de açılan yeni sergi “Çiçek Yarası”, Neriman Polat ve Nurcan Gündoğan’ın “mağdur/öteki/kadın” olanın ortak hikâyeleri çerçevesinde ve kolektif üretimleri ile ortak bir itiraz alanı oluşturuyor. Sergi 27 Nisan tarihine kadar Kasa Galeri’de izlenebilir.

Kasa Galeri sergi: Çiçek Yarası 

İçinde yaşadığı toplumun ürettiği acıyla/kötüyle yüzleşebilme cesaretine sahip olan sanatçılar, “yara”nın tüm yapıya nüfuz ettirilmesi, genişletilmesi ile bilincin daha derin ve yaratıcı boyutlarına varılabileceğiyle ilgileniyor. Yaranın bedenin bütünlüğünü sorgulaması gibi sanatçılar da toplumların kendilerini korumaya adadıkları statükoları söylem ve pratikleri aracılığıyla sorgulayabilir. Çünkü gerçek hastalık olmadan, gerçek iyileşme olmayacaktır. Toplumsal yaşamda kötünün / acının / yaranın varlığı, süregidene düşürülen bir şüphe, bir tehdittir ve toplumun gövdesinde, dünyanın enfeksiyonlarına maruz kalan bir yara, acır, kanar, kabuk bağlar. “Çiçek Yarası” başlığındaki sergi, bunu ortaya çıkarma, inceleme ve kabuğu kaldırma cesaretine odaklanıyor. Sergi, Neriman Polat ve Nurcan Gündoğan’ın “mağdur/öteki” olanın ortak hikâyeleri çerçevesinde ve kolektif üretimleri ile ortak bir itiraz alanı oluşturuyor. 

Nurcan Gündoğan’ın “Sessiz Ağıt” ve “Flormar” isimli video/yerleştirmeleri ile  Neriman Polat’ın “Çiçek Yarası” ve “Barikat” isimli fotoğraf/enstalasyon çalışmaları dışında, sanatçıların galeri mekanının son odasında, bir hikayenin hem sonu hem de başlangıcı olarak inşa ettikleri kuyu, toplumsal yaranın/acının kaynağını, kötücül ve dipsiz bir karanlığı, korkulu rüyaları, yaşamın sancılı hakikati ölümün bir metaforu, bir iması olarak beliriyor. Ancak, tıpkı içinde su olmasının çevresindeki yaşama, hayata olanak vermesi gibi “Kuyu”da, yaşamın kaynağı olarak dişil gücü, mücadeleyi ve umudu da yankılıyor. 

Neriman Polat kimdir?

(1968, İstanbul) Mimar Sinan Üniversitesi, Resim Bölümünden mezun oldu. 1990’lı yılların ortalarından itibaren, fotoğraf, video, text, yerleştirme alanlarında işler üretiyor. Çalışmalarında şehir, kentsel dönüşüm, toplumsal cinsiyet, gündelik hayatın iktidar mekanizmaları ve şiddeti konu alıyor. Şeçili sergileri arasında “Şefkatsiz”, kişisel sergi, Merdiven Art Space, 2018, “İlk Raunt”, Galata Rum Okulu, 2018, “Kayıpta Saklı”, Karşı Sanat, 2016, “ İflah Olmaz”, Ark Kültür , 2016,  “Ev Nöbeti”, kişisel sergi, Depo, 2013, “Mütevazı Manzara” , kişisel sergi, C.A.M. Galeri, 2010,  Babaevi Apt. Kişisel sergi, Pi Art Works, 2008, 50.Venedik Bienali,”Düşler ve Çatışmalar”, “İnlimbo” Türkiye Pavyonu, 2003, 6.İstanbul Bienali ,”Tutku ve Dalga”,1999 bulunuyor. Sanatçının eserleri ayrıca uluslararası birçok sergide yer aldı. www.nerimanpolat.com 

Nurcan Gündoğan (1976, İstanbul). Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat Tasarım Fakültesi, Bileşik Sanatlar programından mezun oldu. Genellikle enstalasyon işleri üretiyor. Çalışmalarını çoğunlukla kadınlar, çocuklar, militarizm, toplumsal şiddet vb. konular üzerine şekillendiriyor. Katıldığı sergiler arasında “Yüz Körlüğü” (Bayan Yanı,2018) “Ütopya”(Tüyap,2017), “Kendine Ait Bir Oda” (Ark Kültür 2017), “İflah Olmaz” (Ark Kültür 2016), “Ateşin Düştüğü Yer” (Depo, 2011) adlı sergiler sayılabilir. 

“Çiçek Yarası” 

Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri

13 Mart -27 Nisan  2019

 

Adres: Bankalar Caddesi No:2, Minerva Han, Karaköy

http://kasagaleri.sabanciuniv.edu/

 

İstanbul Perspektifleri Söyleşi Serisi’nin yeni konuğu Mehmet Birkiye

İstanbul Perspektifleri Söyleşi Serisi’nin yedincisi, yönetmen, oyuncu ve akademisyen Mehmet Birkiye’nin katılımı ve Asuman Suner’in moderatörlüğüyle “Sahne Sanatları Perspektifinden İstanbul’un Dönüşümü” başlığı altında 25 Nisan’da İPM Karaköy’de gerçekleşecek.

İstanbul Perspektifleri Söyleşi Serisinin konuğu Mehmet Birkiye

2018-2019 döneminde düzenlenen söyleşilerin amacı, İstanbul’un kültürel dokusunun 1980’lerden bu yana nasıl şekillendiğini ve dönüştüğünü öznel hikayeler üzerinden anlamlandırabilmeyi mümkün kılacak bir tartışma platformu yaratmak. Söyleşilerde; kentin kültürel dokusunun dönüşümü, mimarlık, görsel sanatlar, sanat piyasası, festival kültürü, sahne sanatları boyutlarını içeren farklı perspektiflerden ele alınıyor.

Etkinlik Türkçe gerçekleşip çeviri yapılmayacaktır. Kayıt yaptırmak için lütfen tıklayınız.

İSTANBUL PERSPEKTİFLERİ SÖYLEŞİ SERİSİ

"Sahne Sanatları Perspektifinden İstanbul'un Dönüşümü"

Katılımcı: Mehmet Birkiye, Yönetmen, Oyuncu, Akademisyen

Moderatör: Asuman Suner

Tarih: 25 Nisan 2019, Perşembe

Saat: 17:00-19:00

Yer: Sabancı Üniversitesi Minerva Palas, Bankalar Caddesi No:2 Karaköy

  

Mehmet Birkiye Hakkında: 

Mehmet Birkiye, 1969 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne girdi. Aynı tarihlerde girdiği İstanbul Belediye Konservatuvarı’nı 1974’te, İktisat Fakültesini 1975’de bitirdi. 1977’de İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda sahne tekniği ve oyunculuk dersi verdi. 1986’dan 2011'e kadar İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda sahne hocası olarak çalıştı. Sanatta yeterliliğini aynı üniversitede yaptı. Aynı üniversitede Doçent ve Profesör oldu. 1973 yılından 2011 yılına kadar Kent Oyuncuları’nda oyuncu ve yönetmen olarak çalıştı. Kent Oyuncuları, Tiyatro Gerçek, İstanbul Devlet Tiyatrosu, Tiyatro Pangar gibi ödenekli ve özel tiyatrolarda oyunlar yönetti.. Birçok oyunda Yıldız Kenter’in yönetmen yardımcısı olarak çalıştı. İş Sanat’da düzenlenen ve halen sürmekte olan Şiir ve Müzik dinletilerini yönetti. Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde “Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi” bölümünü kurdu, programını yaptı ve yönetti. 2008 yılında İstanbul Aydın Üniversitesi, Tiyatro Bölümü'nü, bölüm başkanı olarak kurdu. Halen, İstanbul Aydın Üniversitesi Tiyatro bölüm başkanlığını sürdürmektedir. 1973 yılında Kent Oyuncuları’nda profesyonel olarak başlayan oyunculuk, yönetmenlik kariyeri devam etmektedir.

Abone ol