24/06/2019
Mezuniyet günleri için geri sayım başladı.
21-22 Haziran 2019 tarihlerinde gerçekleşecek Mezuniyet Günleri Programı'nın tüm detayları için commencement.sabanciuniv.edu web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
24/06/2019
Mezuniyet günleri için geri sayım başladı.
21-22 Haziran 2019 tarihlerinde gerçekleşecek Mezuniyet Günleri Programı'nın tüm detayları için commencement.sabanciuniv.edu web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
24/06/2019
Sabancı Üniversitesi Vakıf Üniversiteleri arasında birinci sırada yer aldı
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) öncülüğünde oluşturulan "2018 Yılı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi" sonuçları Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank tarafından açıklandı.
Buna göre "2018 Yılı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi"ne 85,49 toplam puan ile üçüncü sıradan giren Sabancı Üniversitesi vakıf üniversiteleri arasında birinci sırada yer aldı.
"2018 Yılı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi"nde ilk onda yer alan üniversiteler ve puanları şöyle: Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) 93,16 puan, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) 90,16 puan, Sabancı Üniversitesi 85,49 puan, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi 84,42 puan, Boğaziçi Üniversitesi 83,33 puan, Yıldız Teknik Üniversitesi 81,40 puan, Gebze Teknik Üniversitesi 77,82 puan, Hacettepe Üniversitesi 75,93 puan, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü 75,64 puan ve Ege Üniversitesi 70,66 puan.
Bu yıl endeks metodolojisinde üniversite performanslarının daha etki ve çıktı odaklı bir yaklaşımla ölçülebilmesini sağlamak amacıyla çeşitli değişikliklere gidilmiş. 2018 sıralamasındaki metodolojik değişiklikler şöyle:
Önceki yıllarda sadece öğretim üyesi sayısına bölünerek verimlilik odaklı olarak yapılan hesaplamaların, bu yıl salt değerlerin (büyüklük) de eşit oranda dahil edilerek yapılması toplam bilimsel girdi ve çıktının büyüklük olarak da dikkate alınmasını; dolayısıyla yapısal olarak görece büyük üniversitelerin sıralamada ön sıralarda kendilerine yer bulmasına sebep olmuş.
Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi Metodolojisi Nedir?
2018 yılı değerlendirmesi “Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Yetkinliği”, “Fikri Mülkiyet Havuzu”, “İşbirliği ve Etkileşim” ve “Ekonomik Katkı ve Ticarileşme” boyutlarından ve bu boyutların altında yer alan 19 göstergeden oluşan GYÜE’de, en güçlü olduğumuz boyut “İşbirliği ve Etkileşim” oldu.
Üniversitelerin toplam bilimsel ve teknolojik çıktılarının salt değerleri ilk kez hesaplamalara dahil edildi
Üniversite sıralama sistemleri ile ilgili yıllardır en çok tartışılan konulardan biri, bilime yapılan toplam katkının mı yoksa verimlilik odaklı olarak öğretim üyesi başına yapılan katkının mı dikkate alınması gerektiği konusu.
Üniversitelerin kapasite olarak büyüklüğünden etkilenen toplam araştırma çıktısı göstergeleri, sıralamalardaki performans üzerinde önemli etkiye sahip oluyor. Bundan önceki yıllarda sadece öğretim üyesi değerine bölünerek verimlilik odaklı olarak yapılan GYÜE hesaplamasında bu yıl gösterge değerlerinin hem salt değerleri (büyüklük) hem de öğretim üyesi değerine bölünerek (normalize) elde edilmiş değerleri hesaplamaya eşit oranda dahil edildi. GYÜE’de daha önce hiç hesaba katılmamış olan büyüklükle doğru orantılı bir etmenin sisteme dahil edilmesinin sıralamada ciddi değişikliklere yol açmasına rağmen Üniversitemizin ilk üç sırada yer alması önemli bir sonuç olarak değerlendirilmektedir.
“Türk üniversiteleri girişimcilik ve yenilikçilik kültürü konusunda beklenen gelişmeyi yakaladı”
Önceki yıllarda girişimcilik ve yenilikçilik ile ilgili verilen dersler, kurum dışından katılımcılara yönelik düzenlenen eğitimler, Teknoloji Transfer Ofisi (TTO) çalışan sayısı ve TTO’nun ilgili modülleri yerine getirdiğine dair kanıtlar TÜBİTAK’a sunuluyor, böylelikle üniversitelerin girişimcilik ve yenilikçilik kültürü değerlendiriliyordu. Üniversiteler tarafından bu boyuta dair veri geçtiğimiz yıl da sunulmuş olmasına rağmen üniversitelerin gelişim düzeyi dikkate alınarak ve aynı zamanda üniversite performanslarının daha fazla etki ve çıktı odaklı bir yaklaşımla ölçülebilmesini sağlamak amacıyla bu boyutun değerlendirmeden çıkarıldığı ifade edildi. Geçtiğimiz yıllarda öğretim üyesi sayısına göre normalize edilmeyen yani kapasite açısından üniversite büyüklüğünün etkisini barındıran tek boyut olan girişimcilik ve yenilikçilik kültürü boyutunun bu yıl sistemden çıkarılmış olmasının, yukarıdaki paragraflarda anlatılan salt değerlerin dahil edilmesine yönelik metodolojik değişikliğin etkilerini azaltıcı ve dengeleyici rol oynamış olabileceği söylenebilir.
Göstergeler önemine göre farklı ağırlıklandırıldı
İlk kez bu yıl açıklanan bilgiden hareketle, TÜBİTAK’ın önceki yıllarda boyut puanlamalarında her bir boyut içindeki göstergeleri eşit ağırlıklandırdığını öğrendik. Bu yıl ise, yapılan değerlendirmeler sonucunda 19 göstergenin birbirinden farklı oranlarda ağırlıklandırılmasına karar verilmiş. Bu sene kullanılan farklı ağırlıklandırmaya göre, en önemli göstergeler %12,5 ağırlık ile “Üniversite öğrencilerinin ya da son beş yıl içinde mezun olanların teknoparklarda, kuluçka merkezlerinde, TEKMER’lerde ortak veya sahip olduğu faal firma sayısı” ve %8,5 ağırlık ile “Akademisyenlerin teknoparklarda, kuluçka merkezlerinde, TEKMER’lerde ortak veya sahip olduğu faal firma sayısı” göstergeleri. Bu göstergeleri %7 ağırlık ile “uluslararası işbirliği ile yapılan projelerden elde edilen fon tutarı” ve “sanayi işbirliği ile yapılan projelerden elde edilen fon tutarı”, %6,88 ağırlık ile “uluslararası patent başvuru sayısı” ve “patent belge sayısı” izliyor. Ağırlığı geçtiğimiz yıllarda %6,25 olan Öğrenci/mezun firma sayısı göstergesinin ağırlığının geçtiğimiz yıla kıyasla iki katına çıkması ile bu göstergenin puanlamaya olan etkisi daha büyük önem kazandı.
20/06/2019
Yazar: Ergi Şener / Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Mikroelektronik Mühendisliği 2005 lisans, Sanayi Liderleri Elektronik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimi 2007 yüksek lisans mezunu. MBA/EMBA Öğretim Görevlisi
Son yıllarda, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de alışveriş şekli önemli ölçüde değişmiş durumda. Alışveriş merkezlerine gidip de saatlerce vitrinlere bakıp, mağazalara girip bir şeyler alma, artık yerini; zevkleriniz, istekleriniz ve harcama/alışveriş geçmişinizden yola çıkarak size öneriler sunan yapay zeka tabanlı öneri sistemlerine ve tüm sürecin mobilden ya da sosyal medya hesaplarından tamamlanabildiği uygulamalara bırakmakta.
Bu değişimin temelinde, perakende sektörünün dijital dönüşümden en başta etkilenen sektörlerden biri olması, bu alanda yeni teknolojilerin, rekabette öne geçmek adına oldukça hızlı benimsenip kullanılması ve artan müşteri talepleri yer almakta. Yeni teknolojiler ile değişen ve dönüşen süreçte, öne çıkan bir kavram yine müşteri deneyimi oluyor. Müşteri deneyiminden yola çıkan ve uçtan uca müşteri deneyimini doğru kurgulayan firmalar, uygulamalarında ciddi başarı sağlayarak, fark yaratmayı başarıyorlar. Forbes’da yayınlanan bir makaleden yola çıkarak, perakende de yaşanan değişimi ve bu değişimdeki müşteri deneyiminin önemini önde gelen firmaların tahminleri ve araştırmaları doğrultusunda paylaşmak istedim.
- “Multi-channel expectation” (çoklu kanal beklentisi): Tüketicilerin %73’ü, alışverişlerinde birden fazla kanaldan yararlanıyor. (Harvard Business Review)
- Omni-channel stratejisini oluşturmak önemli: Tüketicilerin% 61'i alışveriş yapmaya başladıkları cihazdan farklı bir cihazda alışverişlerini tamamlamaktalar. (Think With Google)
- Hala fiziksel kanallar önde: Her yaştan tüketici, alışverişlerini fiziksel mağazalardan yapmanın ilk tercihleri olduğunu belirtiyor: Baby Boomers olarak adlandırılan X jenerasyonunda bu oran %62’yken, Z Jenerasyonunda bile %58. (Salesforce)
- Aynı gün teslimat artık standart biz özellik haline geliyor: 2018’de, e-ticaret firmalarının % 51’i aynı gün teslimat opsiyonunu sundular. Bu oran, 2017’de sadece %16’ydı. Uzmanlar, önümüzdeki iki yıl içinde perakendecilerin %65'inin aynı gün teslimat opsiyonunu sunacağını tahmin ediyor. (BRP Consulting) Tüketicilerin %88'i aynı gün veya daha hızlı teslimat için daha fazla ödeme yapabileceklerini söylüyor. (PwC)
- Instagram üzerinden alışverişler hızla artmakta: E-ticaret markalarının %41'i artık Instagram gönderileri üzerinden direkt olarak alışveriş yapılmasını sağlayan süreçleri entegre etmekte. (Digital Commerce 360)
- “Digital first” - Önce dijital: Tüketicilerin %87’si alışveriş süreçlerine dijital kanallardan başlıyor. Bu oran 2017’de %71’di. (Salesforce) Tüketicilerin % 53'ü tüm indirim kuponlarının dijital olmasını istiyor. (Inmar)
- Marka tercihleri çok kısa sürede değişmiyor: Tüketicilerin %77’i (bunların %60’i Millennials olarak adlandırılan Y jenerasyonu) belirli markaları 10 yıldan fazla süre tercih etmekteler. (InMoment)
- İndirimler karar mekanizmalarını etkiliyor: Tüketicilerin% 77'si indirimlerin, nereden alışveriş yapacaklarını belirlediğini söylüyor. % 48 oranında da indirimlerin karar alma sürecini hızlandırabileceğini belirtiliyor. (eMarketer)
- Alışverişlerde “personalization” (kişiselleştirme) beklentisi artıyor: Tüketicilerin %80’i kişiselleştirilmiş deneyimler sunan bir firmadan alışveriş yapmaya eğilimli olduklarını belirtiyorlar. (Edelman) %76 ‘lık oldukça geniş bir kesim de satın alma geçmişine göre kişiselleştirilmiş indirimler almak istiyor. (Loyalty) Perakendecilerin de %88'i kişiselleştirmenin, pazarlama etkinliğini arttırdığını belirtiyor. Ancak, tüketicilerin %64'ü perakendecilerin onları gerçekten tanımadığını düşünüyor. (Salesforce)
- Kişisel bilgiler paylaşılmak istenmiyor… Tercih opsiyonu durumunda, tüketicilerin %87’si, firmalardan kişisel verilerini kaldırmasını istiyor. (Marketing Dive) Ancak, tüketicilerin% 57'si firmalar kişiselleştirilmiş teklifler sağlıyorsa, kişisel bilgilerini paylaşmaya istekli olduklarını belirtiyorlar. (Salesforce)
- Lokasyon tabanlı kampanyaların önemi artıyor: Mobil pazarlama uzmanlarının %87’si, lokasyon tabanlı kampanyaların daha fazla katılım ve daha iyi müşteri geri bildirimine yol açtığını söylüyor. (Marketingland)
- Ücretsiz teslimat beklentisi: Müşterilerin çoğunluğu (% 58) alışveriş sürecini tamamlamadan ayrılma nedenlerini yüksek kargo maliyeti olarak belirtiyor. (PRWeb)
- Güvenlik endişesi hep ön planda: Tüketiciler bir web-sitesini güvenli bulmadıkları durumda, %84 oranında alışverişe devam etmemekteler. (Global Sign)
- “Phygitalization”: Tüketicilerin %82’si fiziksel bir mağazadayken bile, ne alacaklarına karar verme noktasında, cep telefonlarından destek almaktalar. Bu tüketicilerin de %10’u ilk karar verdiğinden farklı bir ürün ile mağazadan ayrılmakta. (Think With Google)
- Mesaj önemli: Online müşterilerin %69’u, bir markanın mesajının kalitesi ya da uygunluğunun marka algısını etkilediğini düşünmekte. (Think With Google)
- Çağrı merkezlerinden “chatbot”lara: Müşteri hizmetleri operasyonlarının % 25'i, 2020 yılına kadar sanal müşteri asistanları ile gerçekleşecek. (Gartner)
- Yapay zeka yatırımları artıyor: Perakendecilerin 2022 yılına kadar AI’a $7,3 milyar harcaması bekleniyor. AI kullanan perakendeciler iki yıl içerisinde %4’den, %28’e sıçradı. (Capgemini)
- Mobil sitenizin açılması, üç saniyeden uzun sürüyorsa, müşterilerinizin %53’ünü kaybettiniz demektir… (Think With Google)
- Deneyim her şey: Müşteriler mükemmel bir deneyim ile karşılaştıklarında, %16 daha fazla ödemeyi göze alıyor. (PwC) Tüketicilerin %48’i ise, kötü bir deneyim nedeniyle, bir firmadan başladıkları alışverişi sonlandırmayıp, rakibe yöneldiklerini belirtiyorlar. (Marketing Dive) Bu nedenle, 2020 yılına kadar, veri analitiği projelerinin %40'ından fazlası müşteri deneyimiyle ilgili olacak. (Gartner)
20/06/2019
Sabancı Üniversitesi mezuniyet etkinlikleri kapsamında, 21 Haziran 2019, Cuma günü, “Akademik Yıl Kapanış Konferansı” düzenlenecek. Mezuniyet Sınıfı, aileleri ve tüm Sabancı Üniversitesi mensuplarına yönelik olarak düzenlenen “Akademik Yıl Kapanış Konferansı”nın bu yılki konuşmacısı Ahmet Ümit olacak.
Ahmet Ümit Kimdir?
Ahmet Ümit 1960 yılında Gaziantep’te doğdu. 1983 yılında Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünü bitirdi. 1985-86 yıllarında Moskova’da Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde eğitim gördü. Dünyaca tanınan en önemli polisiye ve suç yazarımızdır.
İlk öyküsünü 1982 yılında kaleme aldı. Bu öykü 40 dilde yayınlanan bir dergide basıldı.
İlk kitabı Sokağın Zulası (Şiir) 1989 yılında yayınlanmıştır. Bu kitabı, Çıplak Ayaklıydı Gece (Öykü), Masal Masal İçinde (Masal), Bir Ses Böler Geceyi (Roman), Sis ve Gece (Roman), Kar Kokusu (Roman), Agatha’nın Anahtarı (Roman), Patasana (Roman), Kukla (Roman), Şeytan Ayrıntıda Gizlidir (Roman), Beyoğlu Rapsodisi (Roman), Aşk Köpekliktir (Roman), Kavim (Roman), Ninatta’nın Bileziği (Destan), İnsan Ruhunun Haritası (Deneme), Olmayan Ülke (Masal), Bab-ı Esrar (Roman), İstanbul Hatırası (Roman), Sultanı Öldürmek (Roman), Beyoğlu’nun En Güzel Abisi (Roman), Elveda Güzel Vatanım (roman) ve son olarak Kırlangıç Çığlığı (roman) adlı eserleri izlemiştir.
Hikayelerinden Başkomser Nevzat Çiçekçinin Ölümü, Başkomser Nevzat Tapınak Fahişeleri ve Başkomser Nevzat Davulcu Davutu Kim Öldürdü? adlı üç çizgi roman yapılmıştır.
Yetmişe yakın kitabı yirmi altı dile çevrilen Ahmet Ümit’in masalları ve bazı romanları okullarda yardımcı ders kitabı olarak okutulmaktadır.
Sis ve Gece adlı romanı Turgut Yasalar tarafından, Bir Ses Böler Geceyi adlı romanı ise Ersan Arsever tarafından uzun metrajlı filme uyarlanmıştır.
Öykülerinden Uğur Yücel tarafından, Karanlıkta Koşanlar, Cevdet Mercan tarafından Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı iki ayrı dizi film yapılmıştır.
Aşk Köpekliktir adlı hikayesi oyunlaştırmış ve Akla Kara Tiyatrosu tarafından sahneye konulmuştur.
Şehirlilik bilincini uyandırmak, tarihi kentlere duyarlılığı artırmak ve çok kültürlülüğü geliştirmek Yaşadığın Şehir adlı bir TV programı, iki yazar arkadaşıyla birlikte “Önce Söz Vardı adında bir edebiyat TV programı yapmıştır.
20/06/2019
Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi, EDU Financial Times Kuruma Özel Program Sıralamasında bu yıl 20 basamak yükselerek 58. sırada yerini aldı.
EDU ayrıca, bu sene de İtalya ve Hindistan arasındaki bölgede listeye giren tek eğitim kurumu oldu.
Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi - EDU, Financial Times tarafından düzenlenen “Executive Education – Customised Programs” (Kuruma Özel Programlar) sıralamasına bu yıl da Türkiye’den giren tek okul oldu. Sıralamaya Türkiye’den ilk giren eğitim kurumu olan Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi, EDU, ayrıca büyük bir başarı göstererek geçen seneye göre 20 sıra birden yükseldi ve dünyada en hızlı yükselişi yapan eğitim kurumu oldu.
Financial Times’ın iş dünyasına yönelik kuruma özel programlar alanında tüm dünyada AACSB veya EQUIS akreditasyonuna sahip okulların başvurabildiği ve bu sene sadece 80’inin yer aldığı listede, Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi, EDU 58. sırada yer aldı.
Financial Times, küresel olarak yürütülen sıralama çalışmasında başvuru sahibinin faaliyetlerine dair bilgileri kullanıyor ve hizmet verdiği kurumsal müşterilere anket ile sorular yöneltip değerlendirme yapıyor. Kurumsal müşterilerin değerlendirmesine baz olan kriterler arasında ise yapılan hazırlık çalışmaları, program tasarımı, eğitmenler, yeni beceri ve öğrenimler, kullanılan öğretim yöntemleri, program sonrası takip çalışmaları, şirket hedeflerine ulaşma, tesis imkanları, ödenen paraya değmesi ve gelecekte hizmet alma niyeti yer alıyor. Ayrıca, hizmet verilen uluslararası müşteriler, yurtdışı programlar, büyüme oranı, işbirliği yapılan okullar ve öğretim üyesi çeşitliliği de kriterler arasında yer alıyor.
19/06/2019
İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi’nin (IICEC) son raporu açıklandı:
Türkiye, ‘fiziksel bir doğal gaz ticaret hub’ı için eşsiz bir konumda yer alıyor
IICEC Enerji ve İklim Araştırmaları Serisi kapsamında MNCM Danışmanlık Kurucu Ortağı Kerem Topuz tarafından hazırlanan “The Missing Piece in the Turkey’s Gas Hub Ambitions” (Türkiye'nin Gaz Hub’ı Olma Hedefindeki Eksik Parça) başlıklı rapor kamuoyu ile paylaşıldı. Raporda, Türkiye’nin “Fiziksel Bir Doğal Gaz Ticaret Hub’ı için eşsiz bir konuma sahip olduğuna dikkat çekildi. Kerem Topuz’un sunumunun ardından IICEC Direktörü Prof. Carmine Difiglio moderatörlüğünde gerçekleştirilen panele ENGIE Türkiye CEO’su Gökalp Özkök ve Emekli Büyükelçi Mithat Rende konuşmacı olarak katıldı ve değerlendirmelerini paylaştı.
Enerji ve iklim konularında kilit paydaşları bir araya getiren ve sektörde öne çıkan konularda analitik ve nesnel araştırmalar, fikir alışverişi ve bilgi paylaşımı için seçkin bir platform sağlayan Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC), bu hedef doğrultusunda sektörün önemli isimlerine ev sahipliği yapmaya ve yeni araştırmalar açıklamaya devam ediyor.
IICEC Enerji ve İklim Araştırmaları Serisi kapsamında MNCM Danışmanlık Kurucu Ortağı Kerem Topuz tarafından hazırlanan “The Missing Piece in the Turkey’s Gas Hub Ambitions” (Türkiye'nin Gaz Hub’ı Olma Hedefindeki Eksik Parça) başlıklı rapor kamuoyuna açıklandı. Raporda, arzda kaynak çeşitlendirmesi ve gelişen tedarik altyapısı ile Türkiye’nin Fiziksel Bir Doğal Gaz Ticaret Hub’ı için konum olarak eşsiz fırsata sahip olduğu ifade ediliyor. Araştırmada Türkiye’nin bir gaz hub’ı olması durumunda Türkiye ekonomisi ve enerji sektörü için kazanımların yanısıra, bölgedeki gaz tedarikçileri ve Avrupa enerji piyasaları için sağlanabilecek kazanımlar da detaylı olarak ele alınıyor.
Raporu hazırlayan Kerem Topuz, “Türkiye’nin doğal gaz arzını farklı ülke ve kaynaklardan karşılamakta oluşu ve arz seçeneklerini ve çeşitlendirmeyi artırmaya yönelik hedefleri, özellikle son dönemde oldukça gelişen doğal gaz tedarik altyapısı ile birlikte dikkate alındığında, Türkiye konum olarak bölgesel bir doğal gaz ticaret hub’ı olmak için eşsiz avantajlara sahip durumdadır” dedi. Kerem Topuz, araştırmasının; doğal gazda arz, talep, ticaret ve fiziksel altyapı konularına dair mevcut durum ve gelecek perspektiflerinin analitik bir bakış ile analizi çerçevesinde, Türkiye’nin doğal gaza ilişkin resmini, bölgedeki durum ve gaz piyasalarındaki son gelişmeler çerçevesinde detaylı olarak irdelediğini belirtti. Topuz, bu önemli hedefe gidecek yolda özellikle ticari konular ve piyasa gelişimi ile ilgili atılması gereken adımlara dikkat çekti.
Gaz Hub’ı olmanın Türkiye’ye enerjide ve ekonomide önemli kazanımlar sağlayacağı vurgulanan araştırmada, bu kazanımlar şöyle sıralanıyor: “Enerji güvenliğinin güçlenmesi, eenerji verimliliğinin iyileşmesi, toplam enerji ithalat faturasında petrol fiyatlarına olan duyarlılığın azaltılması, ‘Gaz hub’ının gelişimi ile oluşabilecek yeni iş alanları sayesinde katma değeri yüksek hizmetler, istihdam olanakları yaratılması.”
Rapordaki, gaz hub’ı olma perspektifinin hayata geçirilmesine yönelik olarak BOTAŞ’ın bazı alanlarda önemli rolüne vurgu yapılırken, aynı zamanda daha rekabetçi bir piyasaya geçişin zamanlamasına ve önemli potansiyel kazanımlara dikkat çekiliyor.
Rapor, iyi işleyen bir fiziksel gaz ticaret piyasasının oluşumu için somut öneriler sunuyor. Bu öneriler arasında mevcut ithalat sözleşmelerinin yeniden müzakeresi yoluyla satılabilir pazar kısıtlarının kaldırılması, esnekliğin artırılması, al- ya da-öde yükümlülüklerinin yeniden ele alınması, bölgesel piyasalardaki dinamikler ile uyumlu fiyat düzenlemeleri sağlanması; Türkiye doğal gaz piyasasında fiyatlandırm konularında öngörülebilirliğin güçlendirilmesi, risk yönetimini geliştirecek adımların atılması, arz, talep ve maliyetleri yansıtan piyasa yapısına geçişin sağlanması, BOTAŞ’ın iletim sistemi işletmeciliği ile ithalatçı ve toptan satış fonksiyonlarının ayrıştırılması öne çıkıyor.
Raporu hazırlayan Kerem Topuz’un sunumunun ardından ise raporun ele alındığı panele konuşmacı olarak ENGIE Türkiye CEO’su Gökalp Özkök ve Emekli Büyükelçi Mithat Rende katıldı.
ENGIE Türkiye CEO’su Gökalp Özkök, yeni sözleşmelerde esnekliğin artırılması ve piyasada rekabetin güçlenmesi alanlarına işaret ettiği konuşmasında şu noktalara dikkat çekti:
“Doğalgaz altyapımız Avrupa’daki pek çok örneğe göre oldukça yeni ve yatırımlar da devam ediyor. Bu konuda oldukça avantajlıyız. Ancak bölgede aynı hedefe yönelik olarak var olan rekabette Türkiye’nin rekabetçi avantajlarıyla daha fazla öne çıkabilmesi gerekiyor. Alım sözleşmelerinde daha kısa süreli, esnek kontratlara odaklanılmasını önemli bir unsur olarak değerlendiriyorum. Piyasada fiyatlandırma ve öngörülebirlilik önemli konular. Genel olarak piyasa dinamikleri ve doğal gaz piyasasının daha rekabetçi yönde gelişimi önem taşıyor.”
Türkiye’nin konumu, halihazırda büyük bir gaz tüketicisi oluşu ve gelişen fiziksel altyapısı ile bir gaz hub’ı olarak konumlanmakta önemli avantajları olduğuna dikkat çeken Emekli Büyükelçi Mithat Rende de, görüşlerini şöyle dile getirdi:“Komşularımız arasında da aynı hedefe sahip ülkeler var. Türkiye, fiziksel altyapının güçlenmiş olması ve konumu bakımından bölgesel bir Gaz Hub’ı olabilmek için büyük avantajlara sahip, ancak geliştirilmesi gereken yönler de var. Bu bir gecede olabilecek bir iş değil, bu alanda ülkemiizki tüm paydaşların birlikte çalışması gerekiyor. ı. Türkiye’nin gaz ticaretinin önü açılmalı..Fiyatların piyasa ortamında oluşabilmesi önem taşıyor. Piyasa işleyişi, öngörülebilirlik ve şeffaflıkbu hedefe ulaşılması için büyük öneme sahip.”
IICEC Direktörü Profesör Carmine Difiglio ise, Türkiye’nin fiziksel bir gaz ticaret hub’ı olmak yönünde çok önemli fırsata sahip olduğunu belirterek, bunun Türkiye, Avrupa ve Türkiye’nin gaz tedarikçisi ülkeler için “kazan-kazan-kazan” durumu sunduğunu belirtti. Difiglio, rekabetçilik, ekonomi ve tüketici perspektifleriyle daha rekabetçi bir piyasaya geçişin planlanmasına ve özel sektörün bu hedefe ulaşılmasında önemli rolüne dikkat çekti.
Doğal gaz piyasalarının arz tarafında gelişen yeni fırsatlar var:
Türkiye, Avrupa ve Türkiye’nin Gaz Tedarikçileri için “Kazan-Kazan-Kazan” fırsatı var.:
İyi işleyen bir fiziksel gaz ticaret hub’ı için sözleşmeler, fiyatlandırma ve piyasa gelişimi konuları öne çıkıyor:
Gaz Hub’ı olma perspektifini hayata geçirmek için yaklaşım önerisi
İyi işleyen bir gaz ticaret hub’ı için kapsamlı durum değerlendirmesi ve öneriler :
Mevcut Sözleşmeler : Mevcut ithalat sözleşmelerinin yeniden müzakeresi yoluyla satılabilir pazar kısıtlarının kaldırılması, esnekliğin artırılması, al- ya da-öde yükümlülüklerinin yeniden ele alınması, bölgesel piyasalardaki dinamikler ile uyumlu fiyat düzenlemeleri sağlanması,
Doğal Gaz Piyasası Gelişimi: Piyasa oyuncularının sayısının ve BOTAŞ dışında kalan özel sektör hacimlerinin artırılması, doğal gaz toptan satış piyasasının geliştirilmesi, doğal gaz piyasası ile elektrik piyasası arasındaki bağlantıların güçlendirilmesi, yeni ithalat lisansları,
Öngörülebilirlik: Fiyatlandırma stratejilerinin öngörülebilirliğinin sağlanması, maliyetleri doğrudan veya dolaylı olarak yansıtmayan fiyatlandırma yapılarının gerçekçi bir zaman planı çerçevesinde, aynı zamanda makro ekonomi ve tüketici perspektifleri de gözetilerek ortadan kaldırılması,
Piyasalarda Çeşitlilik ve Derinlik: Vadeli piyasalar ve finansal hedging gibi, risk yönetimi ve ticaret için önem taşıyan konularda gelişme sağlanması,
BOTAŞ: BOTAŞ’ın iletim sistemi işletmeciliği ile ithalatçı ve toptan satış fonksiyonlarının ayrıştırılması.
Gaz Hub’ı olmak Türkiye için enerjide ve ekonomide önemli kazanımlar sağlar:
Enerji verimliliğinin iyileşmesi,
18/06/2019
Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği programı 2008 mezunumuz Özgün Demir, 2018 yılında Amerika’nın sağlık sektörünü kökten değiştiren ilk 40 kişisi arasına seçildi.
Sabancı Üniversitesi’ndeki lisans eğitiminin son iki yılında Eczacıbaşı’nda staj yapan, ardından Pfizer firmasında part time olarak çalışmaya başlayan Özgün Demir henüz mezun olmadan Pfizer’den iş teklifi aldı. İki yıl içinde Gelişen Pazarlar Avrupa Çözüm Yöneticiliği’ne getirilen Demir, 2012 yılında Bayer firmasında Avrupa, Afrika ve Ortadoğu Bölgesi Dijital Pazarlama Müdürü olarak göreve başladı. 2014 yılında Bayer Amerika Dijital Pazarlama Direktör Yardımcılığı görevine getirilen mezunumuz Özgün Demir, 2017 yılından bu yana Novartis firmasında Dijital Strateji Direktörü olarak çalışıyor. Aynı zamanda Centenary Üniversitesi’nde dijital pazarlama, sosyal medya ve analitik dersleri veriyor, hem de üniversitenin yönetim kurulunda görev alıyor.
2018 yılında Amerika’nın sağlık sektörünü kökten değiştiren ilk 40 kişisi arasına seçilen mezunumuz Özgün Demir ile Sabancı Üniversitesi’ndeki öğrencilik dönemi, mezun olduklarından sonraki çalışmaları üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
“Sabancı Üniversitesi’nde sadece derslere gidip konular öğrenmedim. Birçok konuya eleştirel yaklaşmayı, dünya insanı olmayı, yaptıklarımın veya yapmadıklarımın sorumluluğunu almayı da öğrendim.”
Merhaba, Sabancı Üniversitesi’ni tercih etmenizde belirleyici etkenler neler oldu? Sabancı Üniversitesi’nde nasıl bir öğrencilik dönemi geçirdiniz, biraz anlatır mısınız?
Küçük yaşlardan beri bilgisayarlar ile ilgiliydim, fakat iş dört yıllık bir üniversite okumaya gelince, o genç yaşta bunu bir iş olarak yapmak istediğimden ya da 4 yıl bu bölümü okumak istediğimden emin değildim. Sabancı Üniversitesi’nin programlar arası verdiği geçiş esnekliği çok ilgimi çekmişti. Aynı zamanda ilk iki sene okutulan derslerin sadece o bölümü çok iyi bilen bir mezun değil, birçok konuda bilgisi olan kültürlü insanlar yetiştirdiğini düşündüm. Kampüsü ve özellikle de kütüphaneyi görünce de emin bir şekilde Sabancı Üniversitesi’ne girme kararı verdim.
Öğrencilik yıllarım çok keyifliydi. Erasmus programı ile Budapeşte’ye gittim. Üniversiteye ilk girdiğim sene Futbol takımına seçildim ve mezun olana kadar bu takımın ve ailenin bir parçası oldum. Üniversite hayatı süresince birçok dost edindim ve resmen hayatlarımızı birlikte geçirdik. Okul bittikten sonra da onlarla çok yakın olmaya devam ettim.
Sabancı Üniversitesi’nde sadece derslere gidip konular öğrenmedim. Birçok konuya eleştirel yaklaşmayı, dünya insanı olmayı, yaptıklarımın veya yapmadıklarımın sorumluluğunu almayı da öğrendim.
“Erasmus programına katılmak verdiğim en iyi kararlardan biriydi”
Erasmus deneyiminizden biraz bahseder misiniz?
Erasmus programına katılmak verdiğim en iyi kararlardan biriydi. Budapeşte’de kaldığım 4 ay içerisinde birçok farklı kültürden birçok farklı insanla tanıştım. Onların kültürlerini, yaşam stillerini, farklı düşüncelerini öğrendim. Aynı evde bir Türk, bir Amerikalı, bir Alman ve bir Macar kalıyorduk, resmen bir fıkra gibiydi. O dönem içerisinde hem ufkum genişledi, hem network’üm genişledi, hem de dil hâkimiyetim arttı. Öğrencilere bu programı kesinlikle öneririm. En büyük tavsiyem de bir Türk grubu olarak gitmemek. Tek başınıza gidin ve başka milletten insanlarla vakit geçirin.
“Sabancı Üniversitesi’nde kazanmış olduğum farklı konularda yoğun okuma alışkanlığım bana kariyer geçişlerimde ve aynı firma içinde ilerlememde çok yardımcı oldu.”
Mezun olduktan sonraki çalışma hayatınızdan biraz bahseder misiniz? Sabancı Üniversitesi’nde almış olduğunuz eğitimin çalışma hayatınızda size ne tür katkıları oldu?
Mezun olduktan 1 gün sonra Pfizer’de çalışmaya başladım. Son senemde orada stajımı yapıyordum ve iş teklifini henüz mezun olmadan aldım. Pfizer bir Sabancı mezunu olarak kendilerine katkıda bulunabileceğimi anlamış olmalı. Sabancı Üniversitesi’nde okumanın en büyük avantajı içinde bulunduğunuz durumu hızlıca kavramanızı sağlayacak, bilmediğiniz bir konu olsa bile zaman baskısı altında onu hızlıca öğrenebileceğiniz araçları size kullanmayı öğretmiş olması.
Yüksek lisansımı bitirdikten sonra Bayer firmasına Gelişen Pazarlar Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’da ki 73 ülkeden sorumlu Dijital Pazarlama Müdürü olarak geçtim. Sabancı Üniversitesi’nde kazanmış olduğum farklı konularda yoğun okuma alışkanlığım bana kariyer geçişlerimde ve aynı firma içinde ilerlememde çok yardımcı oldu. Bayer İstanbul ofisinde çalışıp aynı zamanda pazarlama alanında doktoramı yaparken, aynı firmanın Amerika ofisinden bir teklif aldım ve bu fırsatı değerlendirdim. Aldığım eğitim ile birlikte Erasmus tecrübesi sayesinde yeni bir ülkeye adapte olmak hiç zor olmadı ve ilk seneden fark yaratmaya başladım. Yaklaşık iki sene önce Novartis firmasına Dijital Pazarlama Direktörü olarak geçtim ve Onkoloji departmanının Dijital Stratejilerini ve bütçelerini yönetmekle sorumluyum.
“Dijital Pazarlama şu an en heyecan verici ve bir o kadar da uzmanlık isteyen çok geniş ve sürekli değişen bir konu”
Şu anda özel sektörde çalışmanın yanı sıra Centenary Üniversite'sinde ders veriyorsunuz ve aynı zamanda yönetim kurulundasınız. Bu süreçlerden biraz bahseder misiniz?
Dijital Pazarlama şu an en heyecan verici ve bir o kadar da uzmanlık isteyen çok geniş ve sürekli değişen bir konu. Neredeyse her şirket bu işin uzmanını arıyor. Bu yüzden üniversiteler de artan taleplere karşılık vermek için sınıflar, bölümler ve departmanlar açıyor. Kariyerim boyunca iş arkadaşlarıma bildiklerimi öğretmekten çok hoşlandım. Arada konferanslara gidiyorum ve konuşmalar yapıyorum. Aynı zamanda şirket içinde eğitim seansları düzenliyoruz. Hem kendimi taze tutmak hem de bilgilerimi genç beyinlere aktarabilmek için bir üniversitede ders verebilir miyim diye düşündüm ve yaklaşık 1 hafta içerisinde de şirkete yakın bir üniversite ile anlaştım. Dersleri vermeye başlayıp, toplantılara katılmaya başladığımda ise üniversite onlara dijital işe alım ile dijital stratejileri konusunda benden yardım istediler ve yönetim kurullarına davet ettiler. An itibariyle ders hazırlamaktan, öğrencilerle etkileşime girmekten çok keyif alıyorum ve bu işi yapmaya devam etmek istiyorum.
Geçtiğimiz sene Amerika’nın sağlık sektörünü değiştiren ilk 40 kişisi arasına seçildiniz. Öncelikle tebrik ederiz. Bu sıralamadan bahseder misiniz? Hangi kriterler göz önünde bulundurularak seçimler yapılıyor? Siz hangi çalışmalarınızla bu sıralamada yer almaya hak kazandınız?
Her sene yapılan bu seçim sürecinde sağlık sektörünü en yeni teknoloji trendleriyle birleştirip daha önce hiç girilmemiş alanlara girme cesaretinde bulunan ve elle tutulur sonuçlar elde etmiş olan girişimciler ve liderler aranıyor. Bu aramayı yaparken cesur, alanında uzman ve bir sonuca ulaşmış adaylara bakıyorlar.
Beni seçerken daha önce sonuca ulaştırdığım birçok programı hesaba kattılar, fakat bunlardan en önemlisi Facebook şirketi ile bir ortaklık yaparak sağlık sektörü adına yepyeni bir reklam ünitesi oluşturmamdı.(https://www.fiercepharma.com/marketing/bayer-s-first-facebook-ad-campaign-features-first-scrolling-isi-a-pharma-ad-facebook-ad) Bu reklam ünitesini Philadelphia’da bir kongrede sundum ve o günden beri birçok sağlık firması için reklam alanında çığır açtı. Aynı zamanda bir başka Sabancı mezunu olan Serdar Kadıoğlu’nun ders verdiği Brown Üniversitesi’ne de onun misafiri olarak Yapay Zekâ konusunda verdiğim bir ders de bu ödülü almama yardımcı oldu. https://www.mmm-online.com/home/channel/features/top-40-transformers/ozgun-demir-novartis/
“Vakit iş vakti olduğunda da elinizden gelenin en iyisini yapın”
Öğrencilerimize ve yeni mezunlara neler önerirsiniz?
Globalleşme ve dijital teknolojilerin hızından dolayı bir dünya insanı olmak gerekiyor. Farklı kültürlerden insanlarla tanışın, etkileşime girin, katılmadığınız konularla ilgili kitaplar okuyun, kendi düşüncelerinizi sorgulayın ve önyargılarınızın farkında olmaya çalışın. Dengeli olun, hayat sadece iş veya kariyer değil, kendinize, sağlığınıza ve hobilerinize değer verin. Vakit iş vakti olduğunda da elinizden gelenin en iyisini yapın. Pratik olun, ama her şeye bir kısa yol aramayın, hayatta istediğimiz çoğu şey çok çalışmayla oluyor. Bir konuda uzman olun fakat bildiğiniz tek şey o olmasın, bol bol kitap okuyun, tarih, bilim, sanat, politika, teknoloji, sosyoloji okuyun. İmkânınız varsa bol bol gezin, gözlemleyin. En önemlisi nazik ve saygılı olun. Küçük şeylerden şikâyet etmeyin, ya değiştirin ya kabullenin. Hayat güzel, keyfini çıkarın.
“Sabancı Üniversitesi'nden mezun olduğunuzda öğrenmesini bilen, bir dünya insanı olarak akademik veya iş hayatına hazır olursunuz”
Bu güzel önerileriniz için çok teşekkürler. Lisans aday öğrencileri de düşünürseniz, sizce neden Sabancı Üniversitesi?
Sabancı Üniversitesi sürekli değişen, globalleşen ve belirsizleşen bu zorlu dünyada öğrencilere nasıl başarılı olunacağını gösteren araçları sağlar. Sabancı Üniversitesi'nden mezun olduğunuzda öğrenmesini bilen bir dünya insanı olarak akademik ve iş hayatına hazır olursunuz.
Çok teşekkürler...
17/06/2019
Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi (EDU), Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi ve Yönetim Bilinleri Fakültesi Tezsiz Yüksek Lisans programlarının Sabancı Holding şirketlerinin" İnsan Kaynakları" yöneticilerine tanıtıldığı toplantıda, kurumların ve profesyonellerin gelecek değeri oluşturmasına önemli değer katan programlar hakkında görüş alışverişinde bulunuldu.
Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi (EDU) direktörü Dr. Cüneyt Evirgen’in açılış konuşmasını yaptığı toplantıda, Yönetim Bilimleri Fakültesi öğretim görevlisi Dr. Yusuf Soner, Yöneticiler için Yönetim (Executive MBA), Profesyoneller için Yönetim (Professsional MBA), Finans Yüksek Lisans (Masters in Finance), Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’ dekan yardımcısı ve öğretim üyesi Dr. Murat Kaya Enerji Teknolojileri ve Yönetimi (ETM), öğretim üyesi Prof. Dr. Erkay Savaş Siber Güvenlik (CYSEC), öğretim görevlisi Ahmet Demirelli, Bilişim Teknolojileri (IT) ve Veri Analitiği (DA) programlarını tanıttı.
17/06/2019
Yusuf Leblebici: “güzel şeyler yapabilmek için mutlaka içinizde bir itici güç olması lazım, o da tutkudur”
“Nesrin Balkan ile Çarşamba Sohbetleri”nin konuğu Rektörümüz Yusuf Leblebici oldu. Kendisi ile uzun yıllar görev yaptığı İsviçre ve ABD gibi ülkelerdeki üniversite yaşamı ile Türkiye’deki üniversite yaşamını nasıl bulduğunu konuştuk. Yusuf Leblebici ile ayrıca; “Hoca” olmak nedir? Üniversite öğretim üyeliğinin sorumlulukları nedir? Nasıl ders anlatır? Sabancı Üniversitesi’ne ilişkin ileriye dönük planları nedir? Yaşama nasıl bakıyor? Tatillerde ne yapar? Mutluluk nedir? gibi geniş bir yelpazede sohbet ettik. Keyifle ve merakla okuyacağınızı düşünüyorum.
Çarşamba sohbetlerine hoşgeldiniz. 1999-2002 yılları arasında Sabancı Üniversitesi’ndeydiniz, sonrasında İsviçre Lozan’a gittiniz, Lozan Federal Teknoloji Enstitüsü’nde (EPFL) Kürsü Başkanı ve Mikroelektronik Sistemler Laboratuvarı’nın Direktörü olarak görev yaptınız. İsviçre’deki üniversite yaşamı ile Türkiye’dekini karşılaştırır mısınız?
Uzun süre İsviçre’de bulundum, 18 seneye yakın bir süre. Ondan evvel de uzunca bir süre Amerika’da çalıştım, o da aşağı yukarı on seneyi geçen bir zaman dilimini oluşturuyor. Tabii yurt dışındaki üniversite deneyimlerini Türkiye ile kıyasladığımızda çok büyük farklar da oluyor, bazen benzerliklerle de karşılaşıyoruz.
Şöyle başlayayım isterseniz: İstanbul Erkek Lisesi mezunuyum, o nedenle ilk yurt dışı deneyimim de Almanya’yla başladı. Liseyi bitirdikten sonra ilk üniversite yıllarımda Almanya’ya gittim, Aachen Üniversitesi’nde öğrenci olarak üniversiteyle tanıştım. Hem annemin, hem babamın zaten İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesi olmaları sebebiyle, aslında üniversite benim için çok yabancı bir yer değildi, hatta çocukluğumdan itibaren üniversitede neler olup bittiği hakkında epeyce bir fikrim vardı. Ama benim üniversiteye girişim 1980 senesinde Almanya’da gerçekleşti. Tabii bu benim için ilginç bir deneyim oldu, çünkü biliyorsunuz üniversite insanın hayatını şekillendiren bir deneyim. Türkiye’deki ortamla karşılaştırma imkanını ancak 1982’de Türkiye’ye, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne döndükten sonra bulabildim. O zamanlar öğrenci olarak Almanya’daki deneyimimle Türkiye’deki üniversite deneyimim arasında epeyce bir fark olduğunu görmüştüm. Yüksek lisansın sonuna kadar İstanbul Teknik Üniversitesi’nde kaldım. 1986 senesinde bu sefer Amerika’ya doktoraya gittim. Amerika deneyimim çok daha uzun ve kapsamlı oldu, doktorayı orada bitirdim ve devamında bir süre orada çalıştım. Daha sonra da bu kez çalışmak için tekrar Amerika’ya geri döndüm.
“üniversite insanın hayatını şekillendiren bir deneyim”
İlk önce Türkiye’deki ile Amerika’daki akademik ortamı karşılaştırayım isterseniz. Sabancı Üniversitesi’nden önce Türkiye’deki yegane üniversite deneyimim İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğrencilik ve daha sonra doçentlik şeklinde oldu. Bir devlet üniversitesiyle Amerika’daki üniversite ortamını karşılaştırdığımda, işlerin yapılma hızı konusunda çok büyük bir fark olduğunu gördüm. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde Illinois Üniversitesi’nde o senelerde araştırma projelerinin yürütülmesi, sonuç alınması, bu sonuçların yayınlanması ve kişilerin herhangi bir talebe hangi süratle cevap verdikleri gibi konularda gördüklerim, yaşadıklarım, gerçekten gözümü açan bir deneyim oldu.
Bunun yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nde tam anlamıyla dünyanın 72 milletinden insanla birlikte çalışıyorsunuz, bu da benim için güzel bir ilk deneyim oldu. Ondan sonraki bütün kariyerimde de hep başka kültürlerden, başka ülkelerden insanlarla birlikte nasıl çalışabilirim, onlarla en verimli şekilde nasıl işbirliği yapabilirim, bunu da öğrenmiş oldum. Bu da Türkiye ortamında yapamayacağım bir şeydi.
Kariyerimin daha sonraki döneminde, Sabancı Üniversitesi’nin kuruluşunda görev aldıktan sonra, 2002 senesinin başında İsviçre’ye gittim ve uzun süre orada kaldım. Bu da sorunuzun ikinci kısmına geliyor. İsviçre’yle Türkiye arasındaki farklar nedir diyecek olursak, aslında karşılaştırma yapmak çok zor, çünkü İsviçre ülke olarak da çok küçük bir yer. Toplam nüfusu 8 milyon, İstanbul’un yarısı kadar. Benim yaşadığım Lozan kentinin nüfusu ise 300 bin…
Minicik bir kasaba gibi.
Evet. Ama üniversite gerçekten çok yoğun, etkin çalışmaların yapıldığı güzel bir ortam. İlginç bir şekilde İsviçre’de de epeyce bir bürokrasi olduğunu öğrendim ilk önce. Bu, Amerika deneyiminde pek karşılaşmadığım bir durumdu. İsviçre’de bürokratik bir ortamda da nasıl verimli olunabileceğini öğrendim, işte benim için asıl deneyim bu oldu. Çünkü Türkiye’de biz hep bürokrasinin varlığından şikayet ederiz ve bürokrasinin verimliliğimizi kısıtladığını düşünürüz, ki öyledir. İsviçre gerçekten çok bürokratik bir ortamdır, Amerika’ya göre kıyas kabul etmeyecek kadar. Halbuki bürokratik bir ortamda bile, çok verimli sonuçlar alınabileceğini gördüm, bu da benim oradaki deneyimim oldu. Bu şekilde özetleyebilirim.
Bu deneyim Türkiye’ye adapte etme konusunda epey faydalı olmuştur.
Ümit ederim.
Mutlaka olacaktır. Peki, niye Amerika ya da Kanada değil de İsviçre’ye gittiniz?
Dediğim gibi zaten Amerika’da uzun süreler kalmıştım, 10 seneye yakın bir süre Amerika’da çalışmıştım, oradaki çalışma ortamını gayet iyi biliyordum. Bir miktar Türkiye’ye daha yakın olmak istedim, İsviçre’nin benim için çekici olan tarafı yakınlığıydı aslında. Çünkü o noktada zaten Sabancı Üniversitesi’nin de ilk kuruluşunda rol almıştım 1999-2001 arasında. 2002’nin başında İsviçre’ye gitme kararını verdiğimde Türkiye’de güzel bir şeylerin olduğunun çok iyi farkındaydım ve Türkiye’den de çok uzaklaşmamayı tercih ettim, bir şekilde içgüdüsel olarak belki. Bu nedenle kariyerimin o noktasında artık tekrar uzak diyarlara gitmektense, Avrupa içinde kalmayı tercih ettim.
Bunun yanı sıra, İsviçre’deki ortamı da daha önceki bağlantılarım sebebiyle gayet iyi biliyordum. Tanıdığım bir ortamdı, yapılan çalışmaların hangi düzeyde olduğunu biliyordum. O ortamda mutlu olabileceğimi görebiliyordum, bunun için de tercih ettim İsviçre’yi.
Şimdi 17 yıllık İsviçre deneyiminden sonra Türkiye’ye dönmenize sebep olan etken nedir, neden Sabancı Üniversitesi?
Bu çok kolay bir soru, çünkü Sabancı Üniversitesi benim zaten ilk göz ağrım. Ama en önemlisi, ben burada yapılabilecek, yapılması gereken işler olduğunu görüyorum ve bunları yapmak için de enerjim olduğu sürece, elimden geldiği kadar katkı yapmak istiyorum, onun için döndüm.
Yusuf Leblebici, Nesrin Balkan
“insanı yeni heyecanlara sürükleyen bir yere, yani Sabancı Üniversitesi’ne gelmeyi tercih ettim”
Çünkü uzun süre belli bir ortamda, İsviçre’de kaldığım gibi, sisteminizi kurup zaten verimli olmaya başladığınızda, bir yerden sonra bu hem tatmin edici, ama aynı zamanda kendini tekrarlayan bir işlev haline dönüşüyor. Öğrencileriniz var, projeleriniz var, büyük bir çark dönüyor ve bu çarkın her sene aynı şekilde dönmesini sağlıyorsunuz, ama bir yerden sonra bu bir çevrime dönüşüyor. Bunun yerine, gerçekten insanı yeni heyecanlara sürükleyen bir yere, yani Sabancı Üniversitesi’ne gelmeyi tercih ettim, çünkü burada da yapılacak bir şeyler olduğunu gördüm.
Sabancı Üniversitesi Rektörü olalı 6 ay oldu…
6 aydan da daha az aslında.
Evet, doğru, 17 yıldan sonra Sabancı Üniversitesi’ne ilişkin ilk düşünce ve izlenimleriniz neler oldu? Bilmediğiniz ne öğrendiniz?
Sabancı Üniversitesi hakkında tabii uzun zamana dayanan çok olumlu düşüncelerim zaten hep vardı. Hatta İsviçre’de bulunduğum zaman dilimi içinde Sabancı Üniversitesi’nden de çok sayıda öğrenci benim yanıma geldi, dolayısıyla Sabancı Üniversitesi’nin ortaya çıkarttığı öğrenci profilini de yakından izledim, hatta 7-8 Sabancı Üniversitesi öğrencisine de doktora verdim bu arada. Toplam 45 doktora öğrencim oldu bugüne kadar, bunlardan sekizi Sabancı Üniversitesi’nden gelen öğrenciler. Üniversiteyi o yüzden çok içinden biliyorum. Ama göreve başlama tarihinden bugüne kadar bilmediğim ne öğrendim diyecek olursak, soruyu biraz öyle çeviriyorum, şunu görüyorum: Benim bıraktığım kurum, yani 2002’nin başında bıraktığım kurum çok daha olgunlaşmış gayet tabii ki. 2002’de İsviçre’ye giderken bırakmış olduğum Sabancı Üniversitesi artık çok güzel kendi ayakları üzerinde durabilen ve dünya çapında da bir yeri olan bir üniversite haline gelmiş, kurumsal olarak da bu böyle; bu beni çok mutlu ediyor gayet tabii ki. Kurumun artık o erken gençlik dönemini atlatıp, bundan sonra gerçekten serpilip büyümeye hazır hale gelmiş olduğunu görüyorum. O yüzden göreve başladığımdan bugüne kadar Sabancı Üniversitesi’nde ne gördüm derseniz, en fazla kurumun olgunlaşmış olmasını mutlulukla izlemiş oldum, o da hoşuma gidiyor gayet tabii ki.
Bebekken bıraktınız…
Evet, küçük çocukken bıraktım…
Biraz böyle ergen gibi, genç, daha da olgun...
Ergenliği de aşmışız aslında, artık gerçekten yetişkin bir üniversite oluyoruz.
“Sabancı Üniversitesi şu anda zaten Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birisi, hatta birçok konuda en iyi üniversitesi.”
Peki, Sabancı Üniversitesi’nde neler yapmayı düşünüyorsunuz, yakın dönemdeki planlarınızdan, düşüncelerinizden söz eder misiniz?
Dediğim gibi burada gerçekten güzel bir şeyler yapılabileceğini gördüğüm için geldim. O da şu: Üniversiteyi Türkiye’nin en iyi üniversitesi yapmaktan artık dünya üniversitesi haline dönüştürmeye yönelik bir adım atmak zorundayız. Çünkü Sabancı Üniversitesi şu anda zaten Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birisi, hatta birçok konuda en iyi üniversitesi. Bu konumumuzu gayet tabii ki korumak istiyoruz, ama artık bundan sonraki hedefimiz bizim dünya çapında söz sahibi bir üniversite haline gelmemiz, bunu sağlamamız lazım. Bunu nasıl sağlayacağız? Bunun için öncelikle hem yurt içinden, hem yurt dışından mümkün olabilecek en iyi öğretim kadrosunu bir araya getirmek istiyoruz ve de öğrenci kalitemizi şu anda ki seviyesinin daha da üzerine çıkartabilmemiz gerekecek. Bu, görünürlüğümüzü artırmamız anlamına geliyor. Türkiye çapında çok iyi bir görünürlüğümüz var, yurt dışında da bu görünürlüğümüzü katlayarak artırmamız lazım. Bunu sağlayabilirsek, o zaman amacımıza ulaşmış oluruz. Tabii kolay bir hedef değil bu, 2-3 senede gerçekleşmesi zor, daha uzun bir zaman dilimine ihtiyacımız var. Önümüzdeki 2-3 senede sadece bunun temelini atıp, mayasını oluşturup yola çıkabiliriz. Devamında kurum zaten dediğim gibi belli bir olgunluğa da ulaşmış olduğu için o yolda başarıyla yürümeye devam edebilir diye düşünüyorum.
Rektörlük yoğun mesai isteyen bir görev. Bu tempoda ders vermeye fırsatınız olacak mı?
Çok isterim, ders vermek benim için çok keyifli işlerden bir tanesidir. Çok da severim ders vermeyi, hatta derslerimin çoğunu da hala kara tahta ve tebeşirle veririm. Hatta Mühendislik Doğa Bilimleri Fakültesi'nin alt katında G035 amfisinde, kara tahta demeyelim ona, yeşil tahta vardır ve dikkat ederseniz o binada, mühendislik binasındaki diğer dersliklerin hiç birisinde klasik “kara tahta” yoktur. G035’deki tahtayı rahmetli Tosun Hoca'ya ben söylemiştim. Bina yapılırken bütün sınıflara “whiteboard” beyaz tahta koyuluyor. O beyaz tahtaları ben oldum olası sevemedim, tebeşiri çok severim. Hiç değilse bir dersliğe bir “kara tahta” koyalım diye Tosun Hoca'dan rica etmiştim. O G035’teki kara tahta onun hatırasıdır. Tosun Hoca beni kırmadı, kendisini rahmetle anıyoruz ve oraya bir kara tahta koyuldu. Ve ben gerçekten derslerimi hem burada, daha sonra tabii İsviçre’de verdiğim derslerimin de çok çok büyük çoğunluğunu sürekli olarak tebeşirle verdim ve büyük bir keyiftir benim için.
“bütün üniversite öğretim üyelerinin misyonu öğrenci yetiştirmektir”
Çok güzel.
Şu anda çok yoğunum, yani şu anda ders vermeyi hayal bile edemiyorum, ama bu ders vermeyeceğim anlamına gelmiyor. İşler biraz yoluna otursun, mutlaka ders vermeye de başlamak isterim.
Evet, öğrenciler de bundan çok mutlu olacaktır.
Bu konuda şunu söylemek isterim. Biliyorsunuz, akademik dünyada aslında bazı hocalar araştırmaya çok ağırlık verip ders vermeyi ikinci plana itebiliyorlar. Altını çizerek söylüyorum, ben bunu katiyen doğru bulmuyorum. Ne kadar yoğun araştırma yapıyor olsa da, üniversite öğretim üyelerinin hepsinin bir taraftan da o bilgisini öğrencilere ders vererek aktarması lazım. Ders vermenin iki farklı boyutu var. Birincisi, zaten bu sizin misyonunuzdur. Bütün üniversite öğretim üyelerinin asil görevi öğrenci yetiştirmektir. Ama onun ötesinde ders vermenin doğrudan doğruya öğretim üyesinin kendisine de katkısı olur. Yani bildiklerinizi öğrencilere aktarırken siz de öğrenirsiniz, bildiklerinizi daha da pekiştirirsiniz.
Karşılıklı bilgi alış verişi, karşılıklı öğrenme süreci oluyor.
Kesinlikle. Ders verme süreci zaten kişinin de kendi kendine öğrendiği bir süreçtir. O yüzden muhakkak ders vermenin araştırma kadar önemsenmesi gerektiğini düşünürüm.
Buna göre üniversitede öğretim üyesinin faaliyet alanını tanımlamak istersek araştırma ve eğitim diyoruz, başka alan var mı?
Bir de bizim “servis” dediğimiz çalışmaları eklemek lazım.
Servis kavramını biraz açar mısınız?
Kurumsal hizmet. Servisten kast ettiğimiz kuruma hizmet etmeniz. Bu üniversitenin değişik kurullarında görev almak şeklinde olabilir.
Üniversite öğretim üyesinin faaliyet alanı kabaca yarı yarıya araştırma ve eğitimdir. Kiminde araştırma daha ağır basar, kimisinde eğitim daha ağır basar. Ama mutlaka ikisi de olmalı. Eğitim ve araştırmanın yanı sıra bir de üçüncü konu var. O da işte servis dediğimiz alan oluyor, yani kuruma hizmet etmek. Bütün öğretim üyelerinin kuruma da bir katkı vermeleri lazım. Diyelim ki, ders programlarının yeniden düzenlenmesi için bir fikir jimnastiği yapılması gerekiyor, sizin de orada bulunmanız lazım. Öğrencilere yeni bir konu öğretilecek, yepyeni bir konuda bir ders açılacak, bu ders nasıl olmalı? Ya da diyelim ki yurt dışından bir üniversite ile bağlantı kurulacak. O üniversiteyle o bağlantı nasıl kurulmalı. Bütün bu fikir jimnastiklerinde öğretim üyelerinin bir katkısının olması lazım. İşte o katkı üniversiteye servis oluyor. Bunun çok farklı örnekleri olabilir, bu uluslararası ilişkiler olabilir, çünkü hepimizin uluslararası bağlantıları var. Hepimiz daha önce başka yerlerde, başka şeyler görmüşüz geçirmişiz o birikimi kuruma bir şekilde verebilmemiz lazım. Bir şey yapılacaksa bunu nasıl yapalım arkadaşlar? Oturup konuştuğumuzda bunu şöyle yapalım ya da böyle yapalım diye hep birlikte fikir yürütmemiz, katkı vermemiz lazım. Kuruma servis dediğim bu, bilgi birikimini, deneyimini sunmak, bunu masaya koymak.
Yani “Birlikte yaratmak ve geliştirmek” Sabancı Üniversitesi’nin şiarı.
Aynen, yoksa elimize böyle bir reçete alıp da “tamam, bu işler böyle böyle yapılacak, ben şimdi gideyim araştırmamı yapayım, sonra da gideyim sınıfta dersimi vereyim, görevim bu kadar”. Bitti mi? Yok hayır. Bunların yanı sıra üniversiteyi ilgilendiren, üniversitenin gelişimine yardımcı olacak başka alanlarda da öğretim üyelerinin katkısının olması lazım. Sadece yönetimden, yukarıdan bir iki kişinin karar verip de “arkadaşlar bundan sonra böyle olacak” seklinde bir uygulama doğru değil, öğretim üyelerinin hepsinin çorbada tuzunun olması lazım, onu kast ediyorum.
Şimdi bilimsel çalışmalarınızdan kısaca söz eder misiniz? Ben böyle soruyorum ama kısaca olur mu bilemiyorum…
Kısaca mümkün olsa keşke. Çok kısa bir özet yapmaya çalışayım. Benim alanım Mikroelektronik, daha genel geçer tabirle “çip tasarımı” olarak da isimlendirebiliriz. Bugün kullanılan bütün elektronik cihazların, cep telefonlarından bilgisayarlara, bunların içindeki çiplerin tasarımıyla ilgili çalıştım yıllar boyunca. Çok çeşitli alt alanları var gayet tabii ki, yani kendi başına tek bir araştırma alanı değil, onun içinde de çok fazla bölümlenmiş, her biri uzmanlık gerektiren alt alan var. Benim şansım şu oldu: Kariyerim boyunca aşağı yukarı 35 senedir mikroelektroniğin birçok alt alanında araştırma yapma imkanı buldum. Tek bir alana saplanıp kalmamak gibi bir lüksüm oldu. Tek bir alanda da insan çok üretken olabilir, ama benim o süre boyunca epeyce farklı konuya da dokunabilme şansım oldu. Problemleri farklı açılardan görmek, deneyimlemek şansına sahip oldum. Öğrencilerimi de yine bu geniş perspektifle yetiştirme şansına sahip oldum.
Mesleğinizi nasıl seçtiniz, bu seçimde kim ya da ne etkili oldu? Hep bu mesleği mi istediniz, yoksa fikir değiştirdiniz mi?
İlginç bir şekilde annem ve babamın, her ikisinin de elektronik öğretim üyesi olmalarının bunda bir rolü olmuş olması gerekir. Çünkü elektronik, benim çocukluğumdan itibaren içinde olduğum bir konu. Ama meslek seçimine sıra geldiğinde, daha doğrusu üniversite seçimine sıra geldiğinde lisenin son yıllarında, kafam o kadar da net değildi, onu söyleyebilirim; uzunca bir süre tıp, biyokimya, genetik gibi konulara yönelsem mi diye epeyce düşündüğümü hatırlıyorum. Hatta üniversite seçimini yaptığım son ana kadar bile kafamda bu sorunun cevabı tam netleşmemişti. Bizim üniversite sınavına girdiğimiz dönem son tek sınav dönemiydi. 1980 Haziran üniversite giriş sınavı, tek sınav yapılan son dönemdi, ondan sonra hep iki aşamalı sınav yapıldı.
1980’de mi girdiniz üniversite sınavına?
Evet 1980 senesinde üniversite sınavına girdim. Haziran 1980’de biz sınava girdiğimizde, seçiminizi de aynı anda yapıyordunuz, yani sınava girerken seçiminizi zaten yapmış oluyordunuz, listenizi yapıp giriyordunuz. Son ana kadar benim kafam çok da net değildi, ama son anda ben yine elektroniği başa yazdım ve İstanbul Teknik Üniversitesi elektronik olarak yazdım, pişman da olmadım.
Ne güzel, şanslısınız, yani mutlu, mesleğini gönülden seçmiş kişi olarak şanslısınız…
Evet evet.
Rol modeliniz oldu mu?
Çok. İlk rol modelim tabii babam. Babamın haricinde, yıllar boyunca birlikte çalıştığım ve benim büyüğüm olarak kabul ettiğim çok sayıda rol modelim oldu. Özellikle de master ve doktora süreçlerinde, bilhassa da Amerika’ya gidip doktora çalışmamı yaparken orada birlikte çalıştığım kişilerden çok şeyler öğrendim. Bu sadece çalışma disiplini ya da belli konulara yaklaşım tarzı ile sınırlı değil, genel olarak insan ilişkileri, öğrencilerle olan ilişkiler, ders verme teknikleri, belli bir konu nasıl anlatılır veyahut da araştırma için en isabetli konu nasıl seçilir ve sonuca nasıl ulaşılır gibi birçok konuda hakikaten çok takdir ettiğim rol modellerim oldu.
Yani gerçekten ders nasıl verilir? Mesela akademisyenlerin çok büyük bir kısmı çok iyi konuşuyor. Çok iyi konuşmak zorunda, çünkü ders anlatıyorlar. Yani öğrenciye, genç beyinlere sesleniyorlar ve onların ilgisini toplamaları lazım. Bu nedenle bir kısmı, tabii herkesin tarzı farklıdır ama, bir kısmı stand-up yapar gibi ders anlatıyor. Bu şekilde öğrencinin ilgisini canlı tutabilmek için.
O mutlaka gereklidir.
Siz nasıl ders veriyorsunuz?
Mutlaka bir espriniz olması gerekir. Yani sınıfta öğrenci karşısında bir espriniz olmalı. Espri derken kastettiğim, bir ruhunuz olması gerekir. Tamamen monoton ve çocukları sıkacak şekilde bir konuyu anlatamazsınız, en sıkıcı konuyu bile anlatırken onu bir şekilde merak etmelerini sağlayacak şekilde anlatmanız lazım.
Bir de şu var benim ders verme tarzımda: Ben aynı konuyu her seferinde biraz daha farklı anlatırım. Yani tekrar tekrar her sene verdiğim dersler vardır mesela, belki 15 sene, 20 sene aynı konuyu anlatmışımdır, ama hepsini videoya alsanız, hiçbir dersimde o konuyu aynı şekilde anlatmam, mutlaka bir farklılık olur, mutlaka başka bir yerinden girerim başka bir yerinden çıkarım. Sonunda anlattığımız şey aynıdır, ama küçük küçük farklılıklar vardır. Bu tabii ki onu sınıfta dinleyen öğrencinin fark edebileceği bir şey değil, ama benim zihnimi canlı tutuyor...
Doğru, bir de o var.
Aynı şeyi aynı kelimelerle, aynı yaklaşımla başı burada, sonu burada şeklinde anlatacak olsam bu benim için de sıkıcı olur. Her seferinde konuyu başka bir ucundan tutup başka bir yerinden çıkarak kendi ilgimi de canlı tutuyorum, kendi zihnimi de konuya daha yakın tutabiliyorum. Hatta bazen sınıfa girdiğimde nasıl anlatacağımı bilemem bile, o kendiliğinden gelir, kendiliğinden çıkar.
“Dünyanın çok farklı ülkelerinde, Türkiye’de, Avrupa’da, İsviçre’de, Almanya’da, Amerika’da, Amerika’nın değişik yerlerinde, ama sürekli üniversite ortamında bulundum.”
Üniversite sizin için ne ifade ediyor?
Üniversite benim için gerçekten bir tutku... Öğrenciliğim bittiği andan itibaren sürekli olarak üniversite ortamı ya da ortamlarında bulundum. Dünyanın çok farklı ülkelerinde, Türkiye’de, Avrupa’da, İsviçre’de, Almanya’da, Amerika’da, Amerika’nın değişik yerlerinde, ama sürekli üniversite ortamında bulundum. Mesela bir şirket ortamında hiç çalışmadım, hiç bulunmadım. Ortamları biliyorum, ama öyle bir ortamda çalışmayı istemezdim, istemiş olsaydım herhalde yapardım diye düşünüyorum. Üniversite onun için benim açımdan bir tutku gerçekten.
Evet, ben de tam sanki bunu bilirmişim gibi, mesleğiniz dışında tutkuyla bağlandığınız bir uğraşınız var mı diye bir soru hazırladım.
Şöyle söyleyeyim: Eskiden vardı, artık maalesef vakit bulamadığım için çok fazla yapamadığım bir tutkum var. Denizi çok severim, yüzme ve dalma sporu çocukluğumdan beri ya da ilk gençliğimden beri çok sevdiğim sporlardır. Gençliğimde özellikle de dalma konusunda epeyce bir tecrübem olmuştu, ama son zamanlarda buna ne yazık ki zaman bulamıyorum. Gönül ister ki zamanım el verse de tekrar yapabilsem.
Kim bilir belki yaparsınız.
Umarım.
Peki, iş dışında neler yaparsınız?
İşten arta kalan zamanım olursa eğer kitap okumayı severim, standart cevap gibi gelir ama, öyle değil, özellikle de tarih okumayı çok severim. Yani bir roman okumaktansa, belli dönemlere ilişkin tarih okumayı, onu öğrenmeyi ve onun bize verdiği dersleri oradan görmeyi, ders çıkartmayı çok severim. Bu değişik dönemler olabilir, Ortaçağ tarihi olabilir, daha eski çağlar olabilir, eski Yunan olabilir. Ama tarih gerçekten herkesin öğrenmesi gereken bir konu. Özellikle de mühendislik, doğa bilimleri gibi daha hesap kitap gerektiren işlere girmiş gençlere bunu kesinlikle öneriyorum. O dünyadan bir başınızı çıkartıp, mesela tarih, tabii ki tarih sadece bir örnek, ama böyle bir konuda gerçekten kendinize bir tutku geliştirmenizin çok büyük faydası var.
İnsanın zihnini besliyor sanırım değil mi?
Mutlaka mutlaka.
Yusuf Leblebici
Sizi ne güldürür ya da en çok neye gülersiniz?
Ben çok gülerim aslında, yani beni güldürmek kolaydır, öyle söyleyeyim. İnsanların kendilerini çok fazla ciddiye almalarını doğru bulmam zaten. Özellikle de resmi ortamlarda ve biraz da hiyerarşi ve insanların içinde bulundukları ortam şöyle biraz yükseldiğinde, hep dikkatimi çekiyor, insanlar hep asık suratlı olmaya başlıyorlar ve öyle pek fazla gülmüyorlar. Ben öyle değilim, her ortamda bir kahkaha patlatmayı severim. Beni ne güldürür diye pek fazla düşünmedim, çünkü hemen her şey güldürebilir ve çekinmeden de onu dışa vuran bir insanım. Ama bu bazı ortamlarda tuhaf karşılanabiliyor, bilhassa Türkiye gibi bir ortamda. Olur olmaz çok fazla kahkaha atamıyorsunuz onu da öğreniyorum şimdi.
Bence siz bu konuda önderlik de edebilirsiniz. Gülmek kahkaha atmak güzel bir şey bunu rahatlıkla herkes dışa vurabilmeli. Aynı fikirdeyim sürekli asık suratlı olunuyor.
İnsanlar kendilerini biraz fazla ciddiye alıyorlar, ben ona üzülüyorum.
Evet, bir de ciddiyet yanlış anlaşılıyor, ciddiyet asık suratlılık değil aslında değil mi?
Kesinlikle.
Nasıl dinlenirsiniz, nasıl eğlenirsiniz, tatillerde ne yaparsınız, sizin için tatil diye bir şey var mı?
Demin aslında onun ipucunu verdim biraz, tatil çok fazla yapabildiğim bir şey değil maalesef, işle ilgili konular benim için hiçbir zaman bitmiyor. Bazı insanlar belli bir süre hiç değilse bir hafta, on gün mesela hiç e-mail okumamayı becerebiliyorlar. Yahut da 1 hafta-10 gün gibi bir süre boyunca işle ilgili hiçbir şey düşünmüyorum, şu anda tatildeyim diyebiliyorlar. Bunu yapabilen insanlara gıpta ediyorum, ben yapamıyorum çünkü. Kağıt üzerinde tatilde olduğum bir anda bile mutlaka en azından günün birkaç saatini işle ilgili bir şeylere ayırmak zorunda hissediyorum kendimi, çünkü sürekli takip edilmesi gereken şeyler oluyor. Onları bir hafta, on gün gibi uzunca bir süre sahipsiz bırakmak benim içime sinmiyor. Bu yıllar boyunca hep bu şekilde oldu. İsviçre’deki kariyerim sırasında da daha öncesinde de… Sürekli olarak bir yerden bağlıyım, ama bu dinlenmiyorum manasına gelmiyor. Dinlenirim, müzik dinlerim, kitap okurum, mümkün mertebe eğer fırsat bulursam denize yakın bir yerlerde bulunmaya çalışırım; ama hani her şeyden uzak, her şeyden kaçarak bir hafta, iki hafta nefes almak, pek de yapabildiğim bir şey değil maalesef.
Anladım. Sanırım sizin için tatil denince işin içinde deniz olması önemli.
Denize yakın bir yerde bulunmayı tercih ederim. Yani çocukluğumdan beri hep suya yakın yerlerde bulundum. İstanbul Erkek Lisesi’ne gittiğimi söylemiştim, her gün vapura binip Karaköy’e geçerdim ve Galata Köprüsünden yürüyüp ondan sonra da Cağaloğlu’na ulaşırdım. Deniz benim için gerçekten hep yakınında bulunup keyif aldığım bir ortam. Mutlaka yüzmek gerekmiyor, denizin yanında bulunmanız, denizin havasını alıp o havayı solumanız yeterli. Denizsiz ortam ya da suya uzak bir ortam bana daha itici geliyor.
Şimdi kariyeriniz fen bilimleri alanında, peki sanat ile ilişkiniz var mı? Örneğin edebiyatı, sinemayı sever misiniz? En son okuduğunuz kitap nedir, en son izlediğiniz film? Bizim gösteri merkezimizdeki tiyatro, konser gibi bir sürü etkinliklerimiz oluyor biliyorsunuz. Oradaki sanat etkinliklerini izliyor musunuz, hiç fırsatınız oldu mu?
Şu ana kadar maalesef pek fazla fırsatım olmadı, bu tür etkinliklere çok fazla zaman ayıramıyorum. Mümkün mertebe evet film izlemeyi de severim, ama en son izlediğin film nedir diye soracak olursanız hatırlayamam bile. İzleyici olarak çok süreklilik arz eden bir sanat etkinliğim yok maalesef, ama sanatla başka bir şekilde de bir ilişkim yok, ben sadece izleyici tarafındayım. Bir müzik aleti çalmak olsun, yahut da boş zamanlarımda resim yapmak olsun maalesef öyle marifetlerim yok. Bunu yapabilen insanlara da hep gıpta ederim, çünkü o beynin başka bir tarafını çalıştırıyor. O beynin başka tarafını çalıştırabilme yeteneği aslında çok güzel bir şey.
Peki, sporla aranız nasıl, takım tutar mısınız?
Takım tutmam, futboldan hiç anlamam, futbol takımı tutan insanları da pek anlamam, çünkü çok yoğun bir duyguyla takım tuttuklarını bildiğim için ben onlara yabancı kalırım, çocukluğumdan beri hiç takım tutmadım. Spor deyince ben daha çok yüzme ve denizle ilgili sporları düşünüyorum. Yani izleyici olarak spor ya da bir spor müsabakasına gidip tribünlerden onu izlemek benim için çok da ilginç bir şey değil.
Yaşama nasıl bakarsınız tutkuyla, mantıkla?
Mantık tabii ki olması gerekir, ama daha da fazla tutkuyla. Çünkü güzel şeyler yapabilmek için mutlaka içinizde bir itici güç olması lazım, o da tutkudur. Mantık sadece sizin yolunuzu çizen bir rehber. Elbette yaptığınız her şeyi beyninizle yapmak zorundasınız, aklınızı kullanarak, akıllıca kararlar vererek yapmak zorundasınız. Bu üniversite yöneticiliğiyle sınırlı değil, yaptığınız herhangi bir işi de mutlaka iyi irdeleyerek, düşünerek, beyninizi kullanarak yapmak durumundasınız. Ama diğer yandan da mutlaka yaptığınız işte kalbinizin olması lazım, yani tutkunuzun olması lazım, kendinizi verebilmeniz lazım. Aksi takdirde bu benim işim, işte sabah işe geldim akşam işten çıkıyorum şeklinde yapıyorsanız zaten o zaman oradan güzel bir sonuç çıkması ihtimali pek olmaz, tutkuyla yapmanız gerekir.
“hoca kendimi tanımladığım kelime oluyor aslında.”
Yusuf Leblebici kendisini nasıl tanımlar, öncelikleriniz nedir?
Zor bir soru. Her şeyden önce galiba bugün sorduğunuzda kendimi hoca olarak görüyorum o biraz zaman içinde gelişti, yani ilk soru kendini tanımla dediğinizde “hoca”. Ama hoca kendi içinde çok geniş bir kavram, hatta çok ilginç bir şekilde benim özellikle İsviçre’de çok sayıda Türk öğrencim oldu biliyorsunuz ve onlar da bana hep hocam derler laboratuvarda, üniversite ortamında. İsviçrelilere bu hoca kelimesinin ne manaya geldiğini epey bir izah etmemiz gerekti.
Doğru evet.
Yok çünkü öyle bir şey, başka dillerde olmayan bir şeydir. Yani hep sorarlar herkes sana hoca diyor nedir bu hoca? Profesör ya da öğretim üyesi eşiti değil, onun ötesinde başka bir şeyi ifade ediyor aslında hoca kelimesi. Ve yabancı dostlarımıza bu hoca kelimesinin ne manaya geldiğini izah etmek zorunda kaldığımız olmuştur. Sadece benim değil, öğrencilerimin de bu açıklamayı çok yapmaları gerekir. Ama işte tam dilimizde kullandığımız manasıyla hoca benim kendimi tanımladığım kelime oluyor.
Şunu da kapsıyor sanki; hoca öğreten, muhabbet kuran, dost değil mi? Akıl danışılan, yol gösteren.
Evet, güvenilen bir kişi olmayı hep isterim. Yalnız öğrencilerimin değil, çevremdeki bütün birlikte çalıştığım kişilerin itimat edebildiği, güvenebildiği bir kişi olabilmeyi isterim. Tabii insanların itimadını sağlamak ve onun devamlılığı gerçekten kolay bir iş değil. Hoca deyince bunun hepsini içeriyor aslında sadece öğreten manasında değil. Ama çok da hoş bir duygu hoca olmak ya da olabilmek, olabiliyorsak ne mutlu bana.
Yusuf Leblebici
Kişisel olarak geleceğe ilişkin planlarınız nedir?
Valla şu anda sorarsanız benim şu anda bir tek hedefim var artık öyle söyleyeyim, bu üniversiteyi söylediğim gibi amaçladığımız yere getirebilmek. Onu yaparsam ben hayatta amacıma ulaşmış olarak göreceğim kendimi.
Peki, şimdi yaşamınızda istediğiniz yerde misiniz? Hayal kırıklığınız ya da yaşadığınız zorluklar oldu mu, bununla nasıl başa çıktınız?
Hayal kırıklığı değil belki, ama zorluk oldu gayet tabii. Hayat kolay değil, mutlaka zorluklar var ve zorluklarla uğraşmadan da öğrenilmiyor. Hayatımın değişik aşamalarında hep zorluklarla karşılaştığım oldu. Bu size çok şey öğretiyor, zorluklarla başa çıkmak aslında insanı geliştiren bir durum, bundan hiçbir zaman şikayet etmemek lazım. Herhangi bir zorlukla karşılaştığımızda, ben bunu öğrencilerime de çok söyledim, şikayet etmeyin, çözün ve o size bir şey kazandırsın, bu sizin yanınıza kar kalsın diyorum ve hep de öyle oluyor zaten. Benim kişisel deneyimimde de öyle oldu, tüm kariyerim boyunca hiçbir zaman yolum otomatik olarak önümde kendiliğinden açılmadı. Hem mesleki açıdan, hem genel olarak hayatta karşılaştığım durumlar elimde olmayan sebeplerle içinde bulunduğum durumlardan muzdarip olduğum zamanlar oldu. Ama 1-şikayet etmeyeceksiniz, 2-değiştirmek için elinizden geleni yapacaksınız ve bu deneyimden siz kendinize bir pay çıkartacaksınız. Bu sizi büyüten, sizi geliştiren bir şey, öğrencilerime hep bunu söylüyorum, zorluk her zaman var çünkü.
“İnsan farklı şekillerde mutlu olabilir, başarılı olabilir, çok verimli ve tatmin edici bir hayat kurabilir.”
Gençlere, öğrencilerimize meslek seçimi, mutlu bir yaşam yol, haritası çizmelerinde ne önerirsiniz? Mesela üniversite eğitimi şart mı? Ders dışında neler yapmalı, bu konuda önerileriniz?
Soru çok geniş, ama son sorduğunuzu alayım. Üniversite hiçbir insan için şart değil, yani ben bütün hayatımı üniversitede geçirmiş bir insan olarak bunu net söyleyebilirim. Üniversite eğitimi bir insanın mutlu olması, başarılı olması için kesinlikle gerekli olan bir şey değil. Tam tersine üniversite eğitimi almadan da son derece başarılı olmuş çok sayıda insanla karşılaştım bütün hayatım boyunca ve hep takdir ettiğim bir şeydir bu. Buna çok fazla takılmamak lazım. Ama şu var: Gençlerimizi yönlendirirken onlara tamam üniversite şart değil demek yeterli değil, onların önüne değişik alternatifleri de sunabilmemiz lazım. Yani üniversite eğitimi almadan da başarılı, mutlu bir hayat sürdürebilecekleri yolları gençlerimize sağlayabildiğimiz ölçüde bunun arkasında durabiliriz. Özellikle Türkiye ortamında şu anda bunu yapabiliyor muyuz? Maalesef hayır. Her sene aşağı yukarı 2 milyon öğrenci üniversite sınavına giriyor ve bu öğrenciler gayet tabii ki yaşamlarında kendilerine bir yol çizebilmek için bunu yapıyorlar. Bizim söz gelimi meslek liselerimizle öğrencilerimize daha farklı gelişim imkanları sunmamız mümkün olsaydı, bu kadar çok sayıda genç insan aynı anda üniversite sınavına girmek zorunda kalmazdı. Dünyanın başka ülkelerinde bunlar var. Sizin sorunuza gelirsek, yani üniversite kesinlikle gerekli bir şey değil, bir gerek şart değil. İnsan farklı şekillerde kendini geliştirebilir, mutlu olabilir, başarılı olabilir, çok verimli ve tatmin edici bir hayat kurabilir.
Mutluluk nedir? Başarılı bir kariyer mi, dünyayı gezmek mi? Bol para, lüks hayat mı? Aile, çoluk çocuk mu?
Şöyle söyleyeyim: Benim için yapmak istediğini yapabilmek en önemli şey. Yapmak istediğiniz her neyse onu yapmak, işte o insanı gerçekten tatmin ediyor. Gezmeyi severim ben de, seyahat etmeyi çok severim. Ama lüks bir yaşam yahut da yatlar, katlar gibi o şekildeki bir hayattan ziyade insan hakikaten sevdiği işi yapabiliyorsa, o ne olursa olsun, dediğim gibi bunun üniversite hocalığı olması gerekmiyor bahçıvan da olabilirsiniz, ressam da olabilirsiniz, denizci de olabilirsiniz. Yaptığınız işi hakkıyla yapıyorsanız, iyi yaptığınızı biliyorsanız o zaten büyük bir mutluluk veriyor.
Çarşamba Sohbetlerine konuk olduğunuz için teşekkür ederim Yusuf Bey. Güzel bir sohbet oldu.
Ben teşekkür ederim.
Fotoğraflar: Ender Erkek17/06/2019
Kariyer Geliştirme ve Staj Ofisi tarafından düzenlenen "Kampüs Mülakat Günleri"nde öğrencilerimiz firmaların iş/staj olanaklarıyla buluşup kampüs ortamında mülakat deneyimi edinme fırsatı buldular.
Bu yıl 25 Mart- 9 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen etkinlik kapsamında 51 firma Sabancı Üniversitesi Kariyer Platformu'nda yeni mezun iş ve staj fırsatlarını yayınladı, 36 firma da kampüsümüze gelerek 200'ün üzerinde öğrenciyle görüşme yaptı.
Memnuniyet anketine katılan firmaların birçoğu, etkinliğin yeni yeteneklerle tanışmak için güzel bir fırsat olduğunu ifade etti. Katılan firmaların tümü de önümüzdeki sene etkinliğe tekrar katılmak istediklerini belirtti.
Ahmet Nihat Bora / Endüstri Mühendisliği öğrencisi:
Kampüs mülakat günlerine iki yıldır katılıyorum. Bu süreçte Sabancı Üniversitesi Kariyer Ofisi vasıtasıyla 5-6 şirket ile mülakat gerçekleştirme deneyimim oldu. Şu ana kadar 4 farklı sektörde staj yaptım ve aslında başlardaki mülakat görüşmelerinde fazlasıyla gergindim. Hayalinizdeki fırsat size geldiğinde o fırsat için hazır olmak istiyorsanız kampüs mülakatlar günleri ile kendinizi sınayıp eksik yanlarınızı tespit edip kendinizi geliştirebilirsiniz. Mülakatlardan sonra geribildirim istemekten çekinmeyin ve eksik yanlarınızın farkına varıp üstüne gidin.
Nitshona Saporta / Ekonomi öğrencisi:
Her öğrenci için mülakata girmek hem zahmetli hem de çok heyecanlı bir süreçtir. Okulumuz bu heyecan verici süreci kendi kampüsümüze taşıyıp Kampüs Mülakat Günleri etkinliğini düzenledi. Ben de iki senedir bu mülakat etkinliğine katılıp firmalarla görüşme fırsatı yakalayan öğrencilerden biriyim. Her ne kadar daha önce staj görüşmeleri yapsam da mezuniyet sürecinde insan daha da heyecanlanıyor ve farklı hissediyor. Bu yüzden okulda olması çok daha rahat bir ruh halinde olmamı sağladı ve ilerleyen mülakatlar için motivasyonumu arttırdı. Bu fırsatı bana sağlayan Kariyer Ofisimize için çok teşekkür ederim.
Barkan Var / Endüstri Mühendisliği öğrencisi:
Kampüs Mülakat Günlerine 3 yıldır katılıyorum ve kendimi şirket yöneticilerine ifade etmemde bu etkinliğin katkısını asla göz ardı edemem. Bu süreçte öğrendiğim en değerli tecrübe, başvurduğunuz pozisyon için ne kadar istekli olduğunuzu gerek bilgi birikiminiz gerekse hal ve tavırlarınızla karşı tarafa aktarabilme yeteneğini kazanmak oldu. Bu sene yaptığım görüşmede de katılımcı firmalardan bir yönetici bunun önemine dikkat çekti. İşe alımı yapan kişi bu etkinlik sayesinde Sabancı üniversitesi'nden başvuran öğrencileri yüz yüze tanıdığını ve onların genel başvuru yapanlara göre daha şanslı ve avantajlı olduğunu söyledi. Ben de bizlere bu imkanı sağlayan Kariyer Ofisine teşekkürü borç bilirim.