Ana içeriğe atla

TEV Yurt Dışı Burs Başvuruları Başladı

Türk Eğitim Vakfı, 2016 - 2017 öğretim yılı için ABD ve Batı Avrupa Ülkeleri Yüksek Lisans bursu başvurularını almaya başladı.

·         TEV-ABD ve Batı Avrupa Ülkeleri yüksek lisans bursu, Son başvuru tarihi 31 Ocak 2016,

·         TEV-FIAT-TOFAŞ İtalya yüksek lisans bursu, Son başvuru tarihi : 29 Şubat 2016

·         TEV-DAAD Almanya yüksek lisans bursu, Son başvuru tarihi : 31 Mart 2016

·         TEV-Fransa Büyükelçiliği Fransa  yüksek lisans bursu, Son başvuru tarihi : 31 Mart 2016

·         TEV-IE Business School İspanya yüksek lisans bursu, son başvuru tarihi : 31 Mart 2016 (Tam okul ücreti bursu ile)

·         TEV-Garrnig Vakfı Danimarka yüksek lisans bursu, Son başvuru tarihi : 29 Şubat 2016,

(DTU’da Teknik Biyokimya ve Biyoteknoloji alanlarında yüksek lisans bursu başvuruları ocak ayı ortasında bitiyor çok önemli bir burs imkanı)

·         TEV-IUJ Japonya yüksek lisans bursu, Son başvuru tarihi: 29 Şubat 2016

Detaylı bilgi için: http://www.tev.org.tr

2015-2016 BAHAR Dönemi Ücretleri ve Ödemeleri

Sevgili Öğrencilerimiz,

2015 - 2016 Akademik yılı BAHAR DÖNEMİ öğrenim-yurt ücretleri ve ödeme tarihleri için lütfen TIKLAYINIZ.

Sevgilerimizle,

Öğrenci Kaynakları Birimi

Mezunlarımız “Bavulda Sevgi” ile Yollarda

Yönetim Bilimleri 2010 mezunumuz Hande Timor ve Endüstri Mühendisliği 2009 mezunumuz Tamay Kiper seyahatlerini “Bavulda Sevgi” adıyla bir sosyal sorumluluk projesine dönüştürdüler ve yaratıcı ve değerli bu girişimlerine destek arıyorlar. 


Hande’nin gözünden projenin hikayesi:

Biz Sabancı Üniversitesi'nde üç sene boyunca yurt odasını paylaşan iki dostuz. Okul bitti, kariyer, hayattan beklentiler derken Tamay California'ya taşındı, ben İstanbul’da kaldım, aramıza kıtalar girdi. Sonra anladık ki, yakın olmamız için aslında ne ufacık bir odaya ne de aynı şehre ihtiyacımız var. Beraber dünyanın her yerinde buluşmaya başladık. Şimdiki rotamız Buenos Aires, Iguassu Şelaleleri ve Rio de Janeiro.

Seyahat tarihi yaklaştıkça, konuşmalarımızda hep aynı soruyu soruyorduk. İkimiz de her fırsatta sosyal sorumluluk projelerinde gönüllülük yapıyorken neden bu seyahat bizim kendi yarattığımız ilk proje olmasın? Ardından "Bavulda Sevgi / Love in the Luggage" projemiz ortaya çıktı.

Kısaca şöyle: şu an Facebook sayfamız sayesinde ‘Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı’ için hem bilinirlik sağlıyoruz hem de ‘destek’ topluyoruz. Projeyle ilgilenenler direkt olarak sayfadaki link'e tıklayarak TÇYÖV'nın hesap bilgilerine ulaşıyor ve vakıfa "Bavulda Sevgi" notuyla içlerinden gelen desteği iletiyorlar. Toplanan desteklerin tümüyle, Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı'ndan sosyal destek alan dezavantajlı bölgelerden gelen çocuklar el işi bilezikler ve posterler yapıyor. Ben bu işleri bavuluma koyuyorum, Buenos Aires'te Tamay'la buluşuyoruz ve tatilimizin bir gününü Buenos Aires Pedro de Elizalde Çocuk Hastanesindeki 250 çocuğa bunları yılbaşı hediyesi olarak götürmeye ayırıyoruz. Hastaneyle organizasyonu da ayarladık.

Bizim bu projeden tek çıkarımız dünyanın iki ucundaki çocukların mutlu olduğunu görmek ve iki kıtadaki çocukları birleştirmek. Bu projenin tüm gezginlere ilham olmasını istiyoruz ve diyoruz ki, ‘bavulda taşınması yasak olan onlarca madde var, ama sevgiye her zaman yer var.

Bundan sonra hepimizin bavuluna biraz sevgi koyması dileğiyle... :)

Sanatın Anka Kuşu: ZERO

Yazı: Neslihan Kandolu

Zero sergisinde sona yaklaşırken bir ziyaret ve izlenimler...

Güneşli bir günün verdiği keyfi de aldım yanıma, Rumelihisarı Sahili'nden kaptırdım gidiyorum Emirgan'a doğru. Kışın soğuğundan bir kurtuluş olarak gördüğümüzden midir, bilemem, ama bu huzur veren, hafif ve yakmayan güneşin deniz kokusuyla birleştiğinde verdiği mutluluk kesinlikle paha biçilemez. Hava soğuktu, evet. Ama güneş ve eşsiz Boğaz manzarasının yanında bu beni sahilyolunu yürümekten alıkoyamazdı.

Hedefim, saat 11 yönündeydi. Ağaçların sakladığı girişi mavi Sabancı yazısını farketmemle beraber hemen saptım. Gişe tam karşıdaydı işte, bir arabaya son anda ezilmekten kendimi kurtarıp -adeta ölüm kalım meselesiymişçesine- kendimi gişenin o küçük ama sıcacık kulübesinin içine attım. Biletimi aldım ve tekrar soğuk havaya karışıp ağaçların içinde gizlenmiş, bir yandan içinde minik turuncu balıkların yüzdüğü küçük bir su süsünün eşlik ettiği merdivenleri tırmanmaya başladım. Tırmandıkça bazen durup, arkamı dönüp o güzel manzaraya baktım, Dünya'nın başka hiçbir yerinde rastlayamayacağınız o eşsiz, güzelim İstanbul'a, aklımdan İlhan Berk'in dizelerini geçirerek: İşte, kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın.

Gelmiştim işte ihtişamlı, gelin kadar beyaz, Atlı Köşk'e.

İki at heykeli ve güvenlik görevlisi karşıladı haliyle beni. Usulca içeri girdim, ve ZERO'nun gizemli dünyasına doğru ilerledim, ilerledim.

İçeri girdiğimde düşündüğüm ilk şeyler minimalistlik, basitlik, sadelik, siyah ve beyaz oldu.

Zero'nun da ziyaretçilerinde bırakmak istediği izlenim de bu aslında. Bir yeniden doğuş, anka kuşu misali küllerinden doğan bir sanat.

Nature offers enormous impulses from the elements and their vast materialization as means of expression and form: The sky, the sea, the arctic and the desert, air, light, water, and fire -Otto Piene, 1965.

Zero akımının önemli isimlerinden olan Otto Piene, Zero'yu kısaca şöyle tanımlar:

“Grup Zero, sıradan gruplardan değildir, burada bir başkan, bir lider, bir sekreter, ya da buna mensup üyeler yoktur. O, birçok sanatçının arasındaki insani ilişkiden ve farklı insanların arasındaki sanatsal ilişkiden ibarettir. Bu akım, bir grup genç sanatçının çalışmalarına ve hayal güçlerine Düsseldorf'taki hiçbir galerinin ilgi göstermediği zamanlarda, 50'lerin ortasında başladı. Bu soruna sadece sanatçılara gösterime açık olan ve bir gece boyunca süren gece sergileri düzenleyerek çözüm buldular.'Zero' ismi aylarca süren bir araştırmanın sonucuydu, ve bu ismi az çok şans eseri bulduk. Ama en başından beri bu terime, nihilist ya da dada tarzı bir ifade olarak değil, yeni başlangıçlar için saf olasılıkların sessizlik kuşağını vurgulayan bir ifade olarak yaklaştık. Roketlerin atılmasıyla başlayan geri sayım gibi; Zero da eski, yıkılmış devletlerin yeniden doğduğu ölçülemez bir alandır.” (Piene, 1965, s. 20)

Daha genel ve özet bir tanımlama yapılacak olursa, II. Dünya Savaşı'nın bıraktığı maddi ve manevi yıkımın tepkisi olarak da tanımlanabilir bu ZERO akımı. Ortaya çıktığı ilk yıllarında çok kıymeti bilinmese de daha sonrasında modern sanatın önemli bir yol göstericisi, ışığı oldu. Günümüzde bile birçok modernist sanatçı, eserlerinde onun ışığından faydalandı ve faydalanmakta.

Bu ışığın kaynaklarının başlıca isimleri Heinz Mack, Otto Piene, Yves Klein, Günter Uecker, Piero Manzoni, Lucio Fontana oldu.

Bazen ilhamları renkler oldu, bazen titreşim ve hareketlerden, bazen sadelikten, boşluktan ve beyazdan etkilendiler. Piero Manzoni ilhamını şöyle açıklar:

“Bir resim, sadece var olma özelliği taşır; hiçbir şey söylemek zorunda değildir, sadece var olmalıdır; birbirine uyumlu iki renk bile bir ilişki yaratır ve bu ilişki, tek, sınırsız, mutlak dinamik yüzeyin anlamına yabancıdır; tamamına erdirilemez olma da özünde monokromdur, daha doğrusu her tür renkten yoksundur (ve zaten monokrom olan da, her tür renk ilişkisinden yoksun olduğu için, renksiz değil midir?). Komposizyonu, formu kullanan sanat sorunsalı, burada her tür değerini kaybeder: Total mekanda form, renk, boyut anlamlarını yitirirler; sanatçı özgürlüğü fetheder (...)” Özgür Boyut, 1960 


Bazense ışıktan, insandan, doğadan ya da insaniyetin doğal uğraşı olarak kabul ettikleri “teknoloji”den etkilendiler.

“Artık elimde gerçek mekanın içine giren -tuval ile görünür hale gelen yanılsama mekanın değil- bir malzeme vardı. Ve içinde yaşadığımız mekanın içine giren, o mekanda bulunan gerçekliğin ışık ve gölgeler aracılığıyla kendini ifadesini sağlayan işte bu malzemeyi, çiviyi, ben daha da geliştirmeye çalıştım.” Günther Uecker, Freddy de Vree ile Konuşma, 1972

Sabancı Müzesi'nin alt katlarında ilerlerken telefonumun kesinlikle çekmediğini ve bu yüzden her hangi bir şekilde aramalarla rahatsız edilemediğimi görünce seviniyorum; çünkü bu tarifi mümkün olmayan sanat eserlerinin derinliklerine inebilmek için “tam konsantre” olarak, sessizce ilerleyebilirdim. Aynı şekilde, onların eserlerini bizlere sunma aşamasına getirmeden önce yaptıkları gibi... Başka türlü onları nasıl anlayabilirdik, onlarla empati yapmazsak?

Fakat bana düşen şey, bu değerli ve özgür ruhlu sanat insanlarının yaratıcılıklarıyla ürettikleri, asla bayatlamayan meyvelerinin tadına bakmak oldu.

Neslihan Kandolu / Sabancı Üniversitesi


Otto Piene, Şişme Nesneler, 2014

Hocalarımıza 3 Soru: Cem Güneri

Röportaj: Bengüsu Özcan

"Hocalarımıza 3 Soru" söyleşi dizimizde bu kez Cem Güneri hocamızın merak ettiğimiz sorulara yanıtlarını okuyacaksınız.

Cem Güneri

Bu dönem derste veya ders dışında öğrencilerle yaşadığınız sizi şaşırtan, eğlenceli veya anlamlı bir anı/anektod paylaşmak ister misiniz?

Bir defasında Math 101 dersinde finalin puanının dönem başında söylenenden 5 puan fazla olacağını duyurduk (yani bonus). Bu duyurunun hemen sonrasındaki derste 3-4 öğrenci peki finale eklediğiniz 5 puanı nerden eksilteceksiniz diye sordular, hiç beklemiyordum. Durduk yerde iyilik yapmaz bu adamlar diye düşünüyor demek ki öğrenciler. Vallahi bonus falan diye açıkladım ama ikna oldular mı bilmiyorum. 

Hocaları en mutlu eden şeylerin başında doğal olarak öğrencilerin başarıları gelir. Bizim üniversitede de böyle haberleri sık sık duyup bol bol memnun oluyoruz. Son birkaç hafta içinde duyduğum ve gözlemlediğim bazı hoşluklar şunlardı: 

Genen dönem Math 101 ve Math 311 derslerimden bazı öğrencilerin yer aldığı Azizname oyunu ve SUKoro konseri çok hoşuma gitti. Her ikisi de öğrenci etkinliğinden çok profesyonel ekiplerin elinden çıkmış gibiydi.

Rektör Evi’nde mezuniyet sınıfı ile yaptığımız buluşmada konuştuğum öğrencilerin lisansüstü çalışma için gidecekleri çok iyi üniversiteler (aklımda kalanlar: EPFL, London School of Economics ve University of California'nın bir kampüsü), mezuniyet sonrası kabul aldıkları çok iyi şirketler... 

Çok sevdiğim öğrencilerimden bazılarının bu yaz staj için CERN, EPFL, Japonya ve Almanya'da çok saygın şirketler veya araştırma enstitülerine gideceklerini öğrendim son bir kaç haftada. Bugün de Matematik Yüksek Lisans öğrencilerimizden birinin Almanya'da Heidelberg'e doktora programına bursla kabul aldığını duydum. Doktorasını bizde yapan iki Matematik öğrencimiz de (biri kendi öğrencim) bu yıl içinde Paris ve Kopenag'a doktora sonrası araştırmacı olarak gittiler. Hepsi çok iyi haberler!

Biraz da öğrencileri çekiştirelim. "Bunun için de mail atılır mı yahu" dediğiniz durumlar oldu mu, varsa isim vermeden paylaşabilir misiniz?

Maille veya yüzyüze sıklıkla aldığım bazı sorular ve cevapları:

Hocam, sınav zor olur mu? (cevap: zorluk görece bir kavram)

Hocam, şu şu notlarla geçer miyim? (cevap: kader-kısmet)

(Sınavdan bir kaç saat önce) Hocam, sınav ne zaman? (cevap: şaka yapmak siz?)

Hocam, bu ne işimize yarayacak? (cevap: zararı olmayacağını söyleyebilirim)

Peki son olarak sizden objektif bir tavsiye alalım, gizli bir karışımınız olsa öğrencilerinize bir tutam ne katmak isterdiniz?

Derse devam hapı, 8:40 dersine yetişme hapı, syllabus okuma hapı gibi çeşitli haplar geliyor aklıma. Tümünü içeren bir karışım fena olmazdı.

SUOyuncuları Karadenizli Çocuklar için Oynadı

Sabancı Üniversitesi Tiyatro Kulübü Öğrencileri, “Savaş Çiçekleri” adlı yeni çocuk tiyatrosu projeleri ile Karadeniz turnesine çıktı. Toplumsal duyarlılık bilincini tiyatro ile birleştiren öğrenciler, bu proje ile 5-6 Ocak'ta Trabzon ve Rize’deki çocuklar için sahne aldı.


Sabancı Üniversitesi Tiyatro Kulübü “SUOyuncuları” ilk kez 2011 yılında hayata geçirdikleri çocuk tiyatrosu projeleri ile bu kez Trabzon ve Rize’de çocuklarla buluştu. Tiyatronun ulaşamadığı yerlere giderek, çocuklara güzel bir anı armağan etmeyi de amaçlayan öğrenciler “Savaş Çiçekleri” adlı oyun ile günde 2 kez sahneye çıktılar.

Toplumsal duyarlılık bilinci ile bir sanat dalını birleştiren SUOyuncuları projelerini şu şekilde ifade ediyorlar: “İlkokul çağındaki çocukların toplumsal duyarlılık bilincini sanat yoluyla artırma hedefi doğrultusunda Türkiye’nin farklı şehirlerini geziyor ve çocuk oyunlarımızı tiyatroyla hiç tanışmamış veya tanışma imkanı az olan çocuklarla buluşturuyoruz. Tamamen gönüllülük kapsamında sahnelediğimiz oyunlarımız ilkokul öğrencilerince ücretsiz izleniyor, bu şekilde ulaştığımız çocuklara güzel bir anı armağan etmeyi amaçlıyoruz.”

“Savaş Çiçekleri” oyunu ile üniversite öğencileri çocuklara tiyatro sanatı aracılığıyla savaşın kötülüğü ve zararları ile barışın güzelliği ve faydalarını anlatmayı amaçlıyor.

Bu turne ile Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Milli Eğitim Müdürlükleri’nin de desteğiyle daha önce tiyatro ile tanışma imkanı bulamamış 2000 çocuğa ulaşıldı. 

Oyunun Künyesi

Oyunun Adı: Savaş Çiçekleri

Yazarı: Gülşah Gülebenzer

Özeti: Oldukça cesur ve yardımsever olan Çiçek adındaki küçük kız çocuğunun yolu bir gün ormanın perisi Perican ile kesişir ve ikili İsfon ve Finfon ülkeleri arasında çok uzun zamandır süren savaşa son vermek için çalışmaya başlar. İsfon ve Finfon ülkeleri arasındaki savaşın asıl amacı dünyanın en güzel çiçeklerinin yetiştiği Çiçeklibahçe’yi ele geçirmektir. Çiçeklibahçe Devmen adındaki kötü bir devin kontrolündedir ve Devmen her iki tarafı da hangisi daha çok esir çocuk getirirse Çiçeklibahçe’yi ona bırakacağını söyleyerek kandırır. Çiçek ve Perican esir çocukları Devmen’in elinden kurtarıp savaşa son vermeye çalışırlar.

Yönetmen: Dilara Çilek

Oyuncular:

İskalen Cansu Topçu

Ömer Faruk Altun

Yaprak Göker

Osman Can Gençyürek

Nihat Berk Özcan

Ecem Güleç

Fikret Çağlar Yüksel

Mert Şen

 

Makaleler Ödüllendirildi

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi ile Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu tarafından beş yıldır verilen “Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü”, 26 Aralık 2015, Cumartesi günü Minerva Palas’ta öğrenci konferansının ardından gerçekleşen törenle sahiplerini buldu.



“Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü”nde bu yıl birincilik ödülünü Northwestern Üniversitesi’nden Nisa Göksel "Alternatif Siyasi Alanda Annelik: Barış Anneleri’nin Politik ve Etik Mücadelesini Anlamak" başlıklı makalesi, ikincilik ödülünü Connecticut Üniversitesi’nden Caner Hazar "Türkiye’de Günlük Bir Strateji Olarak Toplumsal Cinsiyet Performansı" başlıklı makalesi ve üçüncülük ödülünü "Erkeklerin İnkârla Baş Etmedeki Kolektif Başarısızlığı: Türkiye’de Cinsiyet Rejimlerine Muhalif Erkek Örgütlerinin Sorunlarına ve Yetersizliklerine Karşı Olası Stratejiler" başlıklı makalesi ile Çağlar Çetin kazandı.

Düzenlenen konferansta ödül kazanan makalelerin yanı sıra Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi’nden Arzu Maltaş Erol ve Ferda Aşık "Kadının Kent Arayışı: Anadolu Üniversitelerinde Mekân Deneyimlemeleri" ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’sinden Hilal Kara "Bir Ev İşçisinin Yol Hali: “Gündelikçi” Kadın Emeği Gözünde Kenti Anlamak" başlıklı makalelerini sundular.

Türkiye toplumu ve kültürü üzerine toplumsal cinsiyet odaklı araştırmaları desteklemeyi ve genç araştırmacıları teşvik etmeyi amaçlayan öğrenci konferansı ve ödül töreninin açış konuşmasını Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Emeritus Prof. Dr. Ayşe Öncü gerçekleştirdi. Ayşe Öncü konuşmasında Dicle Koğacıoğlu’nun kendisi için iz bırakan bir öğrenci olduğunu söyledi. Dicle Koğacıoğlu’nun akademik çerçeveyi aktivizmle zorladığını söyleyen Ayşe Öncü, Onun aktivizmle sınırları zorlamasının çok değerli olduğuna vurgu yaptı. Dicle Koğacıoğlu’nun ilk defa bir hukuk etnografisi yaptığını da sözlerine ekledi. Dicle Koğacıoğlu sayesinde, hukukun toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin üretildiği bir alan olduğunu öğrendiğini belirtti. Ayşe Öncü konuşmasında 2015’te yaşamını yitiren Ferhunde Özbay’ı da andı. Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülü’nü kazanan makalelerin seçkisinden oluşan bir kitap ile her ikisinin de anısını yaşatacaklarını belirtti.

Açış konuşmasının ardından, tartışmacılığını Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Ayşe Öncü’nün üstlendiği ilk panele geçildi. Panelde  Orta Doğu Teknik Üniversitesi’sinden Hilal Kara "Bir Ev İşçisinin Yol Hali: “Gündelikçi” Kadın Emeği Gözünde Kenti Anlamak" başlıklı makalesini dinleyiciler ile paylaştı. Hilal Kara, 32 ev işçisi kadın ile yaptığı görüşmelerin sonucunda; köyden kente göç ve iş hayatına geçiş olmak üzere iki önemli nokta üzerinde zamansal ilişki olduğunu belirtti. 32 kadının yarısından fazlasının 2000 yılından sonra çalışmaya başladığına dikkat çeken Hilal Kara, kadınların çocuklarının eğitimi için çalıştıklarını belirtti. Görüşme yaptığı kadınların hepsinin kendi oturduğu semt dışında bir yerde oturmak istemediklerinin altını çizen Hilal Kara, buralarda köydeki pratiklerini aynı şekilde yürüttüklerini söyledi.

İlk panelin ikinci konuşmacısı Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi’nden Arzu Maltaş Erol oldu. Arzu Maltaş Erol, Ferda Aşık ile kaleme aldıkları "Kadının Kent Arayışı: Anadolu Üniversitelerinde Mekân Deneyimlemeleri" başlıklı makale üzerine konuştu. Arzu Malta Erol makalenin temelinde üniversitelerin Anadolu şehirlerine yayılması projesinin yer aldığını söyledi. Geometrik ve matematiksel olarak ele alınan mekan kavramının tanımının 19. yüzyılda değiştiğini söyledi. Makalede kentsel mekanı ele aldıklarını dile getirdi. Kentsel mekanın önemli özelliklerinden birinin toplumsal cinsiyet rollerinin üretildiği yerler olduğunu belirtti. Kent mekanlarının eril olduğuna dikkat çeken Arzu Maltaş Erol, kadının özel alana hapsedildiğini söyledi. Makale için üniversite öğrencisi 15 kadın ile görüştüklerini belirten Arzu Maltaş Erol, kadınların yaşadıkları en büyük sorunlardan birinin giyim daha sonra da kentte dolaşım olduğuna dikkat çekti. 

İkinci panel Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik’in tartışmacılığında gerçekleşti.  Connecticut Üniversitesi’nden Caner Hazar "Türkiye’de Günlük Bir Strateji Olarak Toplumsal Cinsiyet Performansı" makalesi üzerine konuştu. Caner Hazar makalesinde Türkiye’de erkek eşcinselliği üzerine algılar üzerinde durduğunu belirtti. Ulus devletin kadınları erkeğin tamamlayıcısı olarak gösterildiği, devletin namus cinayetleri karşısında eylemsizliği, aktif partnerlerin eşcinsel olarak görülmediği konularına değindi. Türkiye’de erkek eşcinselliğinin görünmezliğine değinen Caner Hazar, eşcinsel erkeklerin toplumun katılaşmış erkeklik anlayışlarını kendi yararları için kullandıklarını söyledi. Geleneksel kadın ve erkek zıtlığından yararlandıklarını belirtti.

İkinci panelin ikinci konuşmacısı Northwestern Üniversitesi’nden Nisa Göksel oldu. Nisa Göksel "Alternatif Siyasi Alanda Annelik: Barış Anneleri’nin Politik ve Etik Mücadelesini Anlamak" başlıklı makalesini aktardı. Nisa Göksel, anneliğin meydanlarda başlayan buluşmalarda yerelde barış elçiliğine geçişini ele aldı. Hem ahlaklı hem de siyasi olmanın bir uyuşmazlık kaynağı olduğuna dikkat çeken Nisa Göksel, annelerin egemen iktidar ve kendi etnik gruplarıyla da girdikleri bir mücadele olduğunu söyledi. Devletin ahlak söylemine alternatif bir söylem geliştirdiklerine vurgu yapan Nisa Göksel, annelerin, devletin onlara sunduğu sorumluluğu reddederek ötekileri de içeren bir barış sözcülüğü üstlendiklerine dikkat çekti. Anneliğin, aile ilişkilerinden çıkıp barışın inşası için bir role büründüğünü belirtti.

Sıradışı bir “Liderlik Çalıştayı”

Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi’nden sıradışı bir “Liderlik Çalıştayı”

Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi – EDU evsahipliğinde, 11 Aralık 2015¸Cuma günü Avantgarde Hotel’de “Liderlik Çalıştayı” düzenlendi. Çalıştayın ana konuşmacısı “Liderlik Diyalogları” adı altında beş kıta ve dokuz ülkede konferans vermek üzere turneye çıkan, “Lewis Metodu”nun kurucusu, Deep Democracy LTD’nin CEO’su Myrna Lewis oldu. Myrna Lewis 2001 yılında Ashoka Fellowship Ödülü’ne layık görüldü. “Lewis Metodu” 2006 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “En Önemli 80 Afrika İnovasyonunu”ndan biri olarak ilan edildi. Myrna Lewis, 2012 yılında İsveç Devleti ile birlikte çalışmaya başladı ve politika yöntemlerini yenileme ve inovatif hale getirme projesinde “Lewis Metodu” kullanıldı. Büyük çaplı diyaloglar fasilite edilerek İsveç vatandaşlarının önemli kararlara dahil edilmesi sağlandı. Metod, 2014 yılında İtalya’nın Turin şehrinde uluslararası sendikalara öğretildi.

Myrna Lewis “Demokratik Liderlik” konusunu klasik bir konferans sunumu gibi işlemek yerine, tüm katılımcıları dahil ederek çalıştaydaki tüm farklı görüşleri ortaya çıkarmak üzere ele aldı. Türkiye’nin büyük şirketlerinin üst düzey yöneticilerini ve liderlik gelişim alanındaki çalışan yöneticileri buluşturan çalıştayda katılımcıların, ‘Demokratik Liderlik’ konusunu her yönüyle irdeleyerek liderlik gelişimlerine destek vermesi, bu alanda yeni ve öncü fikirler ortaya çıkmasını sağlaması hedeflendi. ‘Demokratik Liderlik’ hakkında tartışmanın yanı sıra, gerçekleşecek büyük grup fasilitasyonu sayesinde, katılımcı demokratik liderliğin nasıl bir süreç olduğunu herkesin deneyimlemesine fırsat yaratmak, hem grup büyüklüğü hem de fikir farklılıklarının ele alınışı açısından “diyalog, tartışma ve grup bilgeliğine ulaşma” alanında “öncü ve yenilikçi” yaklaşımı tanıtmak amaçlandı.

Myrna Lewis ve Lewis Metodu Hakkında:
Lewis Metodu’nun eş kurucusu ve Deep Democrasy LTD şirketinin CEO’su Myrna Lewis, Süreç Odaklı Psikoterapi ve Psiko Sentez çalışmalarında derinleşmiş Güney Afrikalı bir klinik psikologdur. Psikoloji alanındaki çalışmaları kısa sürede onu iş dünyasına taşımış ve 1984’te uluslararası bir şirkete İK müdürü olarak atanmıştır. 1986’da başlattığı danışmanlık şirketiyle hem Güney Afirika’daki sivil toplum örgütlerine, hem de uluslararası şirketlere büyük çaplı değişim projelerinde destek vermiştir.

Lewis Metodu, Güney Afrika ırkçılıkla mücadele ettiği zor döneminde Myrna ve eşi Greg Lewis’in Güney Afirika’nın en büyük enerji şirketi Eskom için geliştirdikleri kültür değişim projesinden doğmuştur. Güney Afrika’da ayrımcılıktan demokrasiye geçiş dönemi sırasında geliştirilen bir çatışma yönetimi yaklaşımıdır. Söylenmesi zor ve gizli kalan görüşler dahil olmak üzere bütün seslerin duyulmasını sağladığı için çözülmesi imkansız gözüken problemlerin çözümünü mümkün kılan sıra dışı ve yenilikçi bir yöntemdir.

Metod, çalışanların aralarındaki ırkçı gerilimleri kendi kendilerine çözebilmeleri için tasarlanmıştır. Bu yöntemin odak noktası sosyal bilimler ve psikoloji eğitimi hiç almamış kişilere, onların bile rahatlıkla kullanabileceği pragmatik ve pratik araçlar sunmak olmuştur. Başarısı hızla yayılan bu yöntem kısa süre sonra pek çok farklı ülkeye yayılmıştır. Katılımcıların değerlerini, inançlarını ve tutumlarını da sürece katarak, grubun deneyimini ve bilgisini daha zenginleştirmekte ve bu yolla ‘derin’e inilmesini sağlamaktadır. 

Grupların ve takımların içinde bulunduğu tüm dinamikler değerlendirilerek, konuşulması zor, farklı görüşleri ve/veya duyguları içeren konuların diyaloga dönüştürülmesini; kararların çoğunluk görüşünün yanı sıra azınlık görüşü de dahil edilerek alınmasına olanak vererek, daha ‘demokratik’ bir süreç yaşanmasını hedeflemektedir.

2001’de Ashoka Fellowship Ödülü alan Myrna, Güney Afrikalı öğretmenleri ve HIV/AITS danışmanlarını desteklemeye devam etmiştir. Myrna’nın 2 çocuğu ve 4 torunu bulunmaktadır. Deep Democracy yöntemini yaymak, konu uzmanı eğitmenleri yetiştirmek ve uluslararası bir Deep Democracy ailesi yaratmak için dünyayı dolaşmaktadır. Myrna’nın bu yaklaşımı anlattığı Inside the No isimli bir kitabı vardır.

Hocalarımıza 3 Soru: Kağan Kurşungöz

Röportaj: Bengüsu Özcan

Hayli yoğun bir dönemi daha kapatıp yeni bir döneme başlayacağız. Dönem sonlarında öğrenciler olarak kendi aramızda oturup kritik yaparken bir de hocalarımıza sorsak, onlardan birkaç kritik dinlesek nasıl olur diye düşünüp mikrofonu hocalarımıza uzattık. Geçen sene mezuniyet döneminden beri “size 3 soru soracağım” diye kapılarına dayandığım hocalarıma beni kırmadıkları için çok teşekkürler. Maksadımız sene içinde yayınlamaktı ama yine gazeteSU yenilensin, yazı dizisi de ağız tadıyla okunsun diye biraz sıktık dişimizi, şimdi aldığımız yanıtları her hafta sırayla yayınlamaya başlıyoruz! Yeni döneme başlarken kafanızda soru işaretleri varsa, belki bunları rehber olarak kullanmak istersiniz. Kolay gelsin!

NELER SORDUK?

1-Bu dönem derste veya ders dışında öğrencilerle yaşadığınız sizi şaşırtan, eğlenceli veya anlamlı bir anı/anektod paylaşmak ister misiniz?

2-Biraz da öğrencileri çekiştirelim. "Bunun için de mail atılır mı yahu" dediğiniz durumlar neler oldu, isim vermeden tabi ki ?

3-Peki son olarak sizden objektif bir tavsiye alalım, gizli bir karışımınız olsa öğrencilerinize bir tutam ne katmak isterdiniz? 

Bu dönem derste veya ders dışında öğrencilerle yaşadığınız sizi şaşırtan, eğlenceli veya anlamlı bir anı/anektod paylaşmak ister misiniz?
Tek bir anektod veremeyeceğim fakat üniversiteyi bitirince yüksek lisans yapmaya da karar verse piyasada çalışmaya da karar verse gelip fikir alışverişinde bulunan son sınıf arkadaşların ayaklarının ne kadar yere bastığını görmek beni hep mutlu ediyor. Özellikle bu sene bu sebepten uğrayanlar çoktu.  Her ne kadar birtakım rakamsal veriler bunu işaret etmese de demek ki SÜ eğitimi insanlara bir şeyler katıyormuş, onları değiştiriyormuş.
Biraz da öğrencileri çekiştirelim. "Bunun için de mail atılır mı yahu" dediğiniz durumlar neler oldu, isim vermeden tabi ki ?
Bu dönemin incisi herhalde "Açıköğretim sınavına gireceğim de bizim sınavın tarihini değiştirebilir misiniz?" diyen arkadaşımızdır.  Açıköğretim yüz binlere sınav yapıyor, kabul.  Fakat bizim sınavımız da 600+ kişilikti.
Peki son olarak sizden objektif bir tavsiye alalım, gizli bir karışımınız olsa öğrencilerinize bir tutam ne katmak isterdiniz?
Ortaya bir kombo atayım, siz arasından seçin:  
* acaba bir şey öğrenir miyim korkusu yenici
* ofis saatlerine gitmeye teşvik edici
* üst dönemdeki arkadaşlar acaba bir şeyleri de yanlış biliyor olabilir mi şüphelendiricisi
* bireysel çalışmayı DA denemeye teşvik edici
* geçen senekinden daha az vaktim var, demek ki önümüzdeki senekinden daha çok vaktim var, değerlendireyim o halde sonucuna vardırıcı.
Abone ol