Ana içeriğe atla

Açlık Şöleni

Geçtiğimiz hafta önce “ne güzel postermiş bu, ne için acaba” dediğimiz, sonra yemekhanedeki düzenlemeyi görüp “değişik bir şey, ne olacak ki burada” diyerek merakımızı iyice besleyen bir etkinliğe katılma fırsatım oldu, iyi ki de olmuş! CIP İnsan Hakları Projesi tarafından organize edilen Açlık Şöleni, dünyanın dört bir yanında en prestijli üniversitelerde de yapılan, bizim okulumuzda da iyice hafızalardan çıksın da her bir yenisi önceki kadar etkileyici olsun diye dört senede bir yapılan bir etkinlik. CIP ekibimizin özellikle 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde gerçekleştirmiş olduğu bu etkinliğin temel amacı ise dünyadaki gelir dengesizliğini bire bir yaşatarak gözler önüne sermek.

Ben etkinliğe fotoğrafçı olarak katıldım, hem üst sınıfın masaları arasında dolaşabildim hem de alt sınıfın kalabalık bekleyişine dahil olabildim. Etkinliğe katılan öğrenciler, şölen alanına girmeden önce birer kağıt çekerek sonraki bir saatte hangi kimliği taşıyacaklarını öğrendiler. Orta sınıfta bir fizik profesörü, üst sınıfta bir şirket sahibi ya da alt sınıfta bir inşaat işçisi olabilirdiniz. Bundan sonra ona göre davranmanız gerekiyordu.

Üst sınıflar kendilerine ayrılmış özel ve şık masalara geçerken orta sınıflar yan yana istiflenmiş klasik yemekhane masalarına kuruldular. Alt sınıf üyeleri ise onlara ayrılmış zemine sıkışık tepişik bağdaş kurarak oturmak zorunda kaldılar.

Yemek saati geldi, açlık şöleni başladı. Üst sınıf yerinden bile kıpırdamadan güzel masalarında oturdu tabi, onlara garsonlar önce başlangıç sonra ana yemek en son da tatlılarını ikram edecek ve aralarda içeceklerini, salatalarını eksik etmeyecekti. Orta sınıf ise sıraya girip kuru fasulye ve pilavdan oluşan tabldotunu alıp geldi masasına. Peki alt sınıf? Alt sınıftaki herkes yorgun argın, ağır işler altında geçmiş bir günün sonunda ayağa kalktı ve bir tabak pilav alaiblecekleri kuyruğa girdiler. Ama o kuyrukta bile adalet yoktu çünkü dünyada açlık çeken insanların çoğu kadın olduğu için kadınlar sıranın en sonunda beklemek zorundaydı.

Kimisi afiyetle, kimisi çaresizlikle yemeklerini yiyip bitirirken Suriyeli göçmenler giriverdi sahneye, sirenler çalındı, zor durumdaki göçmenlere alt sınıfın oturduğu yerde bir köşe açıldı hemen.

Bir duyuru yapıldı, bundan sonra zaten bir tabak pilav olan alt sınıfların öğünü yarım tabak olarak servis edilecekti, kaynakları düzgün kullanmak zorundaydılar.

Bir süre daha geçtikten sonra birden tepemizden küçük paketler atılmaya başlandı. Tüm göçmenler ve orta sınıf maraton koşusundaymışçasına saldırılar paketlere, ellerini açıp daha fazlasını beklediler. Yerlerine döndüklerinde paketlerindekileri açtılar, paket alamayanlarla bölüştüler yiyeceklerini, yine herkesin midesine en fazla bir lokma fazla düştü ama paylaşınca biraz daha doygunluk hissettiler belki de.

Aralarda hayatın cilvelerine de yer verildi oyunda, üst sınıftan iflas edip alt sınıfa geçenler; alt sınıftan piyango vurunca üst sınıfa zıplayanlar oldu. Üst sınıftakiler de yanıbaşlarında oturan alt sınıflarla konuşadurdu sıkça; pilavlarına bir karabiber ekmekten, zaten içilmeyen suları ve yenmeyen ekmekleri onlara vermekten çekinmediler.

İşte şölen böyle bitti, CIP ekibimizden Gülşen Erengül’le de etkinliği kısaca konuşma fırsatım oldu. Etkinliğin organizasyonunu tamamen proje ekibinin gerçekleştirdiğini anlatıp “Dünyada yüzde elliyi yoksullar oluşturuyor. Biz burada sadece onların yaşadıkları koşulları değil dünyadaki dağılımlarını da gerçekten yansıtmak istedik. Etkinliğe katılan iki yüz yüz kişinin yüzü yoksulları, yetmişi orta geliri, yalnızca otuzu yüksek gelir sınıflarına yerleştirildi. Bu da aslında yine öğrencilere dünya üzerinde durumun ne olduğunu anlatmak amacıyla önem verdiğimiz bir unsur.” diyerek organizasyonun farklı bir boyutunu daha gösterdi.

Peki şölen sonunda kendisine mikrofon uzatılan kişiler ne dedi?

Yüksek sınıftan bir kişi: “Her ne kadar yemeğimiz çok güzel olsa da yardım paketine koşturan insanları görünce boğazımızdan geçmediğini hepimiz gördük.”

Alt sınıftan bir kişi: “Annemin ‘bunu bulamayanlar da var’ dediğinde ne kastettiğini şimdi çok iyi anladım.”

Orta sınıftan bir kişi: “Bu etkinlik için herkese gerçekten çok teşekkürler. Yoksullar da var, zenginler de demek sözde çok kolay ama burada yaşayınca aslında gerçekten de paylaşmanın bizim elimizde olduğunu görmüş olduk. Ben açlık çekenlerin çoğunluğunun kadın olduğunu bilmiyordum, dünya üzerindeki dağılımın bu kadar farklı oranlarda olduğunu da bilmiyordum. Bundan sonra bu konuda kesinlikle daha duyarlı olacağım.”

Etkinlikten ayrılırken katılımcılar görüşlerini minik postitlere yazarak panolara yapıştırdı. Okulda bizzat organizasyonuna da katıldığım bir sürü konferans, kariyer günü, tanıtım semineri etkinliklerine koşturup dururken bu kadar güzel amaçlara sahip, bu kadar canla başla hazırlanmış ve bu kadar etkileyici bir etkinliğe katılmak beni hep şimdiye kadarki duyarsızlığımdan dolayı utandırdı hem de okulumuzda bunu deneyimleme fırsatı bulabildiğim için sevindirdi.

Kendimize yatırım yapmak güzel ama bizi esas zenginleştirecek olan sahip olduklarımızı arttırmak değil tam tersine onları paylaşmak. Hepimiz öğrenciyiz, ben ne yapabilirim ki diyebilirsiniz. Ama sahip olduklarımızı paylaşmak için gereken anlayışı, hoşgörüyü ve duyarlılığı kazanmak için şimdi tam sırası.

Ersan Erçelik'in yeni kitabı “Nirvana’ya Dönüş” çıktı

Bilgi Merkezi çalışanlarımızdan Ersan Erçelik'in yeni kitabı “Nirvana’ya Dönüş” Bencekitap Yayınevi'nden çıktı.


Ersan Erçelik “Nirvana’ya Dönüş” Hakkında şunları söylüyor:

Bir insan tümüyle insan-olmayan unsurlardan oluşur. Bir çiçek, çiçek değildir. O sadece çiçek-olmayan unsurlardan, güneş ışığı, bulutlar, zaman, uzay, yeryüzü, mineraller, bahçıvan vs. oluşmuştur. Gerçek bir çiçek tüm evreni içerir. Eğer bu çiçek-olmayan unsurların birini kökenine döndürürsek, çiçek kalmaz. Bunun için “Bir gül, gül değildir. Onun hakiki bir gül olmasının nedeni budur” diyebiliyoruz. Gerçek gülle temasa geçmek istiyorsak, güle dair kavramımızı silmeliyiz.

Nirvana ortadan kaldırma –her şeyden önce, tüm kavramların ve sanıların ortadan kaldırılması– demektir. Şeyler hakkındaki kavramlarımız bizim gerçekten onlarla temas etmemizi önler. Gerçek gülle temas etmek istiyorsak sanılarımızı yıkmalıyız. “Sevgili Budha, sen bir insan mısın?” diye sorduğumuzda, bu bizim insan hakkında bir kavrama sahip olduğumuz anlamına gelir. Ve Budha bize sadece gülümser. 

Ersan Erçelik’in şiirlerinde işte bu gülümseme var. Doğu’yu Batı’dan olduğu kadar, içinden de gören, farkeden bir gözle yazan şair, nehir şiir gibi düşünülmüş ama sıkı, çok parçalı ama tematik bütünlüklü bir kitapla daha çıkageldi. Turgut Uyar Şiir Ödülü’ne de layık görülen “Nirvana’ya Dönüş”, Türk şiirinde hem tematik farklılık ve zenginlik, hem de yarattığı dil açısından adeta bir kilometre taşı. Şairin yalnız şiiri ve dili değil, insanı ve varoluşu kavrayışında, okurun kemikleşmiş kavramlarını aşması ve gerçek olan varlığın kendisiyle temas etmesi var. Çünkü şaire göre gerçek bir varlık bir kavramdan oldukça farklıdır; şiirse tümüyle şiir-olmayan unsurlardan oluşur.

Şiirle Nirvana’ya geri dönmenin ve Nirvana’nın kendisine dönüşmenin baş döndüren yerçekimi nasıl oluyor diye merak edenlere bir davettir “Nirvana’ya Dönüş”.

Ersan Erçelik

Nirvana’ya Dönüş 

136 sayfa

Bencekitap, Aralık 2015

Hakkında Ne Dediler?

“Ersan Erçelik'in, kitaplaşmadan önce şiirlerini çeşitli dergilerde okumuştum. Şiir yolculuğunun başlangıcında şiirsel yönden ustaca kotarılmış ürünlerinin varlığı ilgi çekiyordu. Düzyazıda ilginç konularıyla, akıcı ve kıvrak biçemiyle ilgi odağı olan yazar Ersan Erçelik'in özdeş başarıyı şiirde de göstermiş bulunması yazınsal alandaki ustalığının bir göstergesi olsa gerek.”

Nevzad Sudi, Türk Dili Dergisi, Ocak Şubat 2008

*

“Duyarlı, yoğun yaşayan bir şair olduğunu düşünüyorum.”

Ahmet İnam

*

“Ersan Erçelik doğrudan doğruya hayatın içine dalan ve oradan yüreğinde kalanları anlatan bir şair. Bu yönüyle yapay yeraltı şairlerinden ayrılıyor. Örnek şairi yok. Şiirin ne olduğunu adeta kendi kendine öğrenme isteğiyle hareket ediyor.”

Süreyya Barutçu, Akatalpa dergisi, Aralık 2007

*

“80'li ve 90'lı yılların bir bireşimini yapıyor şiirde, her iki dönem şiirinden de iyi etkilerle çıkmış. Şiir, göğsünde biriken derin bir nefes gibi.”

Haydar Ergülen, Varlık dergisi, Haziran 2008

*

“Çoktan olgunlaşmış, çile çekmiş, aşklarda erimiş, küllenmiş, ayrılıklara savrulmuş, bilgelikle delilik arasında bir yerlere yerleşmiş şiirler…”

Oğuzhan Akay, Posta, 2 Ekim 2007

*

“Kuşlar ve çiçeklerle taranan sözcükler şiirde kaçacak yer bulamıyorlar. Kaçacakları tek yer yüreğimiz: İşte burada tüm duyumlarımızı ayaklandıran yangın başlıyor. Ama bu yangın, masmavi bir yangın: İçimizi enginliklere uçururuyor.

Aşk ve doğa bileşkesindeki girdaptan fışkıran imgelenimler fırtınası kuşatıyor okuru.

Ersan Erçelik’in şiirleri bir kuşatma.

Özgürlük kuşatması.

Ersan Erçelik’in şiirleri yalçın dağların üzerinde yeşeren şiirler.

Gerçek bir şair karşısındayız.”

Özkan Mert, “Hayat Öpücüğü” için yazdığı önsözden, Eylül 2008

*

“Şiirlerini beğeniyle ve ilgiyle okudum. Samimiyetleri, yalınlık ve özgünlükleriyle bu şiirler gerçek bir şairi haber veriyor.”

Ataol Behramoğlu

*

“Ersan Erçelik’in ‘Zen ve İncir Ağacı’ adlı kitabı, Türk şiirinde ilk defa Zen’i bütünüyle ele alan, Zen şiirinin ruhuna uygun bir kitap ve Türkçe’de bir ilk.

Sürekli olarak değişen, tematik olarak zenginleşen ve üslup açısından gelişen şiirinde, pek az şaire nasip olacak bir cesaretle atılım yapmaktan, keşfetmeden geri durmayan bir şair var karşımızda. Bu yönleriyle yalnız Türk şiiri için değil, araştırma yapacaklar için de bir nevi taze nefes vazifesi görüyor. Şiirler bir araya gelerek katmanlaşıyor ve Zen ruhuna uygun olarak farkındalığı ve şu anı vurguluyor. Şair, go oyunundan samuraylara, şamizenden kiraz çiçeklerine, Budha’dan ‘hiç düşünceye’ kadar, sanki bir Zen tapınağında bizi gezdiriyor, bize Zen’in inceliklerini fısıldıyor. İyi şairler böyledir, okurunun elinden tutmakla kalmaz, onu yeni dünyalarla tanıştırırlar.”

Ayça Aygün, Bir Gün Kitap, 129. Sayı

Ersan Erçelik kimdir?

(29 Temmuz 1980, İstanbul) Türk şair, yazar.

Celal Bayar Üniversitesi, İşletme bölümü mezunu. İstanbul Üniversitesi, Radyo, Televizyon ve Sinema bölümü öğrencisi.

Şiir ve öyküleri; müzik, sinema, tiyatro ve edebiyat üstüne deneme, araştırma ve eleştirileri Varlık, Yasakmeyve, Agora, Akatalpa, Damar, Deliler Teknesi, Edebiyat ve Eleştiri, Eski, Eliz, Güney, İle, Karakalem, Koridor, Kum, Kurşun Kalem, Mor Taka, Patika, Şiiri Özlüyorum, Ünlem, Yaratım, Yom Sanat, Cumhuriyet Kitap gibi dergilerde yayınlandı. Eski dergisinde “Şiirle Yüz Yüze” adlı bölümde şiir eleştirileri; Kum ve Karakalem dergilerinde  çeşitli temaların şiirle ilişkisini ele aldığı denemeleri yayınlandı. 

Çeşitli şiir ödülleri olan yazarın, Bisiklet, Telefon, Kedi ve Zen Budizm üstüne kitap bütünlüğünde çalışmaları vardır.

Sabancı Üniversitesi, Bilgi Merkezi'nde çalışmaktadır.

Şiir Kitapları:

*Yüzüm Yeryüzünde Bir Dövme, Kanguru Yayınları, Eylül 2007

*Kırık Pena, Tay Yayınları, Eylül 2007

*Hayat Öpücüğü, Şiirden Yayınları, Haziran 2009

*Zen ve İncir Ağacı, Şiirden Yayınları, Haziran 2012

*Rüzgâr Atı, Ve Yayınevi, Aralık 2015

*Nirvana'ya Dönüş, Bencekitap, Aralık 2015

Diğer:

*A'dan Z'ye Özkan Mert Şiiri, Artshop Yayınları, Kasım 2009

*Şiir Teknesi 2007, Şiir Yıllığı, Kanguru Yayınları, Şubat 2008

Yılın son ayında SGM programı

Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi (SGM) takipçilerine Aralık ayında da renkli ve keyifli bir program sunuyor.

SGM Aralık ayına "IMIS" Kariyer Etkinliği ile başlıyor. IMIS (International Management and Industrial Engineering Summit), Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Kulübü (IES) önderliğinde gerçekleştirilen, Sabancı Üniversitesi'nin en kapsamlı kariyer etkinliğidir.

Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu, dünya sinemasının kült filmleri arasında gösterilen ''Frankenstein''ın tiyatro yorumu ile SGM'de! 

"Trio" Yılbaşı Konseri, üyelerinin yurtiçi ve yurtdışından edindiği deneyimlerini,  opera repertuvarının en seçkinleşmiş aryalarını, düetlerini ve herkesin aşina olduğu napolitenleri sahne üzerinde samimi enerjisiyle sanatseverlere sunacak.  

"Kış Güneşi" Toplumsal Duyarlılık Projeleri'nin; güz dönemi boyunca birlikte çalıştığı sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı ilköğretim okulu öğrencilerini, engelli çocukları, kimsesiz ve mülteci çocukları, engellileri, yaşlıları; üniversite kampüsünde ağırladığı ve bir arada eğlenceli bir gün geçirdiği veda şenliğidir ve tüm Sabancı Üniversitesi mensuplarının çocukları davetlidir.

Bu ay İstanbul Devlet Tiyatrosu'ndan "Erkek Arkadaş" da SGM'de. Nefis  bir Broadway müzikali; kendilerine evlilik teklifi edilen kızların, yanıt sürecine gitmesi yolundaki eğlenceli olaylar, müzikli ve danslı söylencelerle sahneye aktarılmakta.

Ve yeni yıla günler kala SGM herkesi "Yalın" konseri ile coşmaya, sanatçının eski ve yeni şarkılarını beraber söylemeye davet ediyor!

SGM Aralık 2015 PROGRAMI

11/12 Aralık IMIS Kariyer Etkinliği

15 Aralık Frankensteın (Çolpan İlhan&Sadri Alışık Tiyatrosu)

17 Aralık Trio  (Yılbaşı Konseri)

20 Aralık Kış Güneşi 

22 Aralık Erkek Arkadaş (İstanbul Devlet Tiyatrosu)

23 Aralık Yalın Konseri

Etkinlik biletleri 01 Aralık 2015 tarihinden itibaren tüm biletix satış kanalarında, Sabancı Üniversitesi mensupları içinse üniversite merkezindeki SGM Gişe'de.

Aile İçi Şiddetle İlgili İşyeri Politikaları Rehberi

“Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili İşyeri Politikaları Geliştirme ve Uygulama Rehberi” tanıtıldı

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından, şirketlerin, çalışan kadınların yakın ilişkide maruz kaldıkları şiddete karşı harekete geçmelerini amaçlayan rehber, 15 Aralık 2015, Salı günü düzenlenen toplantı ile tanıtıldı. TÜSİAD’ın işbirliğiyle ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ile Sabancı Vakfı’nın desteği ile geliştirilen rehberin tanıtım toplantısında T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Sema Ramazanoğlu bir konuşma yaptı.

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu’nun İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi’nde yeni bir adım daha atıldı. Proje kapsamında, Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili İşyeri Politikaları Geliştirme ve Uygulama Rehberi” hazırlandı.

“Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili İşyeri Politikaları Geliştirme ve Uygulama Rehberi” işyerlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacıyla kadına yönelik şiddete tolerans göstermeyen bir iş kültürünün geliştirilmesinde şirketlere yardımcı olmak amacıyla hazırlandı.  

TÜSİAD’ın işbirliği ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) ve Sabancı Vakfı’nın desteği ile geliştirilen rehber 15 Aralık 2015, Salı günü, İstanbul Sanayi Odası Odakule Meclis Salonu’nda düzenlenen toplantı ile paylaşıldı.

Toplantının açılış konuşmalarını T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Sema Ramazanoğlu, TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Cansen Başaran Symes ve UNFPA Türkiye Temsilcisi, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Bölge Direktörü Karl Kulessa yaptı. 

Açılış konuşmalarının ardından TÜSİAD Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Başkanı Nur Ger’in moderatörlüğünde bir oturum düzenlendi. Rehber sunumunu Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Melsa Ararat gerçekleştirdi. Oturumda rehberin uygulanması ve rehberde yer alan en iyi uygulama örnekleri hakkında bilgi verildi. 

Şiddete sıfır tolerans hem mevzuatta hem uygulamada son derece önemli

TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Cansen Başaran Symes mevzuatın kadına yönelik şiddetle mücadelede caydırıcı hükümler içermesinin, 'Şiddete sıfır tolerans'ın hem mevzuata hem de mevzuatın uygulanmasına yansımasının son derece önemli olduğunu söyledi.

Symes konuşmasında, küresel bir araştırmaya göre, dünya kadınlarının yüzde 30'unun, yani 723 milyon kadının şiddet mağduru olduğunu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Hacettepe Üniversitesinin araştırmasına göre ise Türkiye'de her 10 kadından 4'ünün yaşamının herhangi bir döneminde eşi veya yakın ilişkide bulunduğu kişi tarafından fiziksel veya cinsel şiddete uğradığını, 4 kadından birinin ekonomik şiddete maruz kaldığını aktardı. Konuşmasında çocuk yaştaki evliliklere  ve bunun getirdiği sorunlara da değindi.

Kadının toplumda güvensiz ve şiddet tehdidine açık konuma iten kısır döngünün her çarkının kırılması gerektiğinin altını çizen Symes, "Kadına karşı şiddete yönelik yasal koruma sağlanması ve yasaların etkin şekilde uygulanması, hükümet programlarında yer alan bir husustur ve son yıllarda da son derece önemli adımlar atılmıştır. Şunu da biliyoruz mevzuatta yazılan her şey içselleştirilmemişse, aksiyona geçmesi de çok zor" diye konuştu.

Symes, Türkiye'nin kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ni ilk imzalayan ve onaylayan ülke olduğunu ve bunun Türkiye'ye önemli bir sorumluluk yüklediğini belirtti.

"Özgecan Aslan, toplumu bir araya getiren önemli bir simge oldu"

Cansen Başaran-Symes, eğitim müfredatına toplumsal cinsiyet eşitliğinin yerleştirilmesi, erken evliliklerle mücadele, şiddetten koruyucu önlemler, danışmanlık hizmetleri, kadın dostu şehirler, kadınların eğitim, çalışma yaşamı ve toplumsal yaşamda güçlendirilmesine yönelik adımların çözümün parçası olduğunu anlattı. 

Kamu, özel sektör ve sivil toplum örgütleri olarak kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve şiddete maruz kalan kadının haklarının korunmasında ortak bir duruş sergilenmesi gerektiğine inandıklarını ifade eden Symes, herkesin kendi alanında çalışarak, kalıcı ve sürdürülebilir projelere destek vermesi gerektiğini söyledi.

Özgecan Aslan cinayetine de değinen Symes, şöyle devam etti: "Bu yıl bizleri derinden sarsan, acı bir şekilde aramızdan ayrılan Özgecan Aslan, kadına şiddete karşı tüm toplumu bir araya getiren önemli bir simge oldu. TÜSİAD olarak biz de üzerimize düşen sorumluluğu Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu'nun daha önce başlattığı 'İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi'ne destek vererek üstlenmeye karar verdik. Dolayısıyla burada devlete değil iş dünyasına ciddi bir görev düşüyor. TÜSİAD olarak 'Kadına Yönelik Şiddet' başlığının da şirketlerin kurumsal politikalarında mutlaka ve mutlaka yer alması gerektiğine inanıyoruz."

"Rehber, kurumsal politika oluşturmak için kaynak"

Symes, Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili İşyeri Politikaları Geliştirme ve Uygulama Rehberi'nin kurumsal politika oluşturmak için şirketlerin başvurabileceği bir kaynak olduğunun altını çizdi.

TÜSİAD'ın rehberin tanıtılması ve uygulanmasına güçlü bir şekilde destek vereceğini, rehberin tüm üyeler tarafından benimsenmesi için çalışmalar yapacaklarını, Anadolu'daki şirketlere rehberin yayılması ve benimsenmesi için TÜRKONFED'in de desteğini aldıklarını belirten Symes, 2016 içinde de şirketlere rehberle ilgili bilgilendirme toplantıları yapacaklarını, gelecek yılın aralık ayında gelinen noktayı ve rehberi benimseyen kurumların deneyimlerini paylaşacaklarını kaydetti.

"Kadınlar, kıdemden ve eğitimden bağımsız olarak şiddete maruz kalmaya devam ediyor"

UNFPA Türkiye Temsilcisi, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Bölge Direktörü Karl Kulessa konuşmasında kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri yansıtan ve daha da artıran cinsiyet temelli şiddetin çok yaygın ve ciddi bir sorun olduğunun altını çizdi. Kulessa, cinsiyet temelli şiddeti, dünyada en yaygın insan hakları ihlali olarak nitelendirdi. 

Hayatın birçok alanında olduğu gibi işgücü piyasasında da cinsiyet eşitsizliği kendini gösterdiğini belirten Kulessa, “Kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 30 ve erkeklerin yüzde 70’tir (TUİK İş gücü istatistikleri 2015). Erkeklerin işsizlik oranı yüzde 9,7 iken kadınların yüzde 13’tür. Kadınların işgücü piyasasında temsiliyetlerinin bu kadar düşük olmasının en önemli nedenlerinden biri iş yaşamında karşılaşabilecekleri cinsiyet temelli şiddettir” dedi.

Karl Kulessa,  toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan kadına yönelik şiddetin, dünyanın geri kalanında olduğu gibi Türkiye’de de yaygın bir sorun olarak karşımıza çıktığına işaret etti. Kulessa, “İş Dünyası Aile içi Şiddete Karşı” araştırmasına atıfta bulunarak , iş yaşamındaki mevkii ne olursa olsun kadınların sürekli fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kaldığını söyledi. Daha çok kültürel normlar, işini kaybetme korkusu, utanç sebebiyle olsa da aynı zamanda şiddet konusunda konuşabilecekleri, yardım alabilecekleri destek mekanizmalarının olmaması sorunu daha da derinleştirmektedir” dedi.

Kulessa, “Umuyoruz ki bu rehber kitap şiddet olmayan iş alanları kurmak isteyen firmalara yardımcı olacaktır. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu iş yerinde cinsiyet temelli şiddetle mücadele eden bu ve bunun gibi tüm girişimleri desteklemeye devam edecektir” diyerek sözlerine son verdi. 

Kadınlar her alanda pozitif ayrımcılıkla desteklenmelidir

T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu toplantıda siyasete nasıl başladığını anlattı. Bakan Ramazanoğlu, “Kadınlarla ilgili bu ülkede neler olduğuna dair kafamda izler bırakan pratisyen hekimlik yaptığım o günlerdi. Dedim ki; bu ülkede doktor olarak hizmet etmenin yanı sıra özellikle kadınlar ve kız çocukları için yapacak çok iş var. Daha sonra ihtisasımı yaptım ve değişik gerekçelerle Sağlık Bakanlığı bünyesinde devletim beni ülkemin birçok hastanesine tayin etti. Ülkemde doktorluğun yanı sıra başka bir şeylerde yapmam lazım ve bu bilinçle STK’larda çalışmaya başladım. Bu çalıştığım STK’lar kadınların sorunları ve sağlıkla ilgili ortak çalışma yapan STK’lardı. İşte hem doktorluğu hem de STK’lardaki bu sosyal sorumluluğumu yerine getiren çalışmalarımı sürdürürken bu ülkede kadınların siyasette de bir şeyler yapması gerektiğini bana işaret eden, hayatımın kesiştiği bazı kader noktalarım oldu. İşte o anda dedim ki; evet bu toplumda kadınlar ve kız çocukları için daha etkin bir şeyler yapılması lazım. Bunun içinde de etkin olan alan siyasettir. 15 yıl önce  AK Parti’nin kurucusu oldum” dedi. 

Şiddetin üç önemli sebebi olduğunu belirten Bakan Ramazanoğlu, şunları söyledi: “Birincisi, sosyolojik ve kültürel sebepler, ikincisi hukuki ve ekonomik sebepler, üçüncüsü ise toplumun kadına biçtiği roldür. Sosyolojik açıdan kadına bakışın düzeltilmesi, kadınların da erkekler gibi sosyal hayatta, ekonomik, siyasi ve hukuki alanda yürüttüğü başarılı çalışmalarla öne çıkartılması gerekmektedir. Kültürel anlamda kadına bakış açısı değişmeli, kültürümüzde kadının yeri doğru bir şekilde anlatılmalı, yanlış kanaatlere ve yanlış bilgilendirmelere karşı sessiz kalınmamalıdır. Hukuki alanda kadın birçok toplumda ihmal edilmiş, ekonomik ve sosyal yaşamın dışında tutulmuştur. Bu zamanla toplumların eğitimde, ekonomide ve kültürde geri kalmalarının da temel nedeni olmuştur. Ekonomik haklar bakımından kadın çalışma hayatının dışına itildiğinden erkek egemen toplumlarda büyük mağduriyetler yaşamaktadır. Kadının eğitiminin yükseltilerek, mesleki alanlarda becerilerinin geliştirilmesi, çocuk yetiştirmesi ve çalışma hayatındaki yerini alması siyasi ve ekonomik anlamda desteklenmeye devam edilmelidir. Kadının her şeyden önce bir anne olduğu unutulmamalıdır. İşte tam da bu sebeple kadın hukuki, ekonomik, sosyal ve kültürel alanların tamamında pozitif ayrımcılıkla desteklenmelidir.” 

Şiddete karşı ortak bir dil oluşturmak son derece önemlidir

Sema Ramazanoğlu, toplumların kendi sahip olduğu kültürel değerlerin kadına bakışını ortaya koyduğunu belirterek, “Bu açıdan kültürler arası etkileşimin hız kazandığı bir çağda şiddete karşı ortak bir dil oluşturmak son derece önemlidir. Zira kültür ve geleneklerimiz, ahlaki ve dini değerlerimiz, insana ve topluma bakış açımız her türlü şiddeti reddetmektedir. Tüm bunlara karşın şiddetin halen toplumda kadının iş yaşamında önemli engel olarak karşımıza çıkması temel bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir” dedi.

Ceza uygulamalarında 'sıfır tolerans' ilkesi

Sema Ramazanoğlu "Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetle mücadelede yeni bir dönemi hep birlikte başlattık. Ceza uygulamalarında 'sıfır tolerans' ilkesi benimsenmiş, Anayasa'da yapılan değişikliklerle kadının ekonomik ve sosyal statüsü güçlendirilmiştir. Ayrıca CEDAW Sözleşmesi de ulusal düzenlemeler karşısında üstün konuma getirilmiştir. Her türlü cinsel taciz ve cinsel saldırı suçunu işleyenlerin cezalandırılacağı hüküm altına alınarak bu madde ile çalışan kadınlar korunmaktadır. Bu alandaki istatistikleri dikkatle takip ediyoruz. Bizlere yol gösteren bu veriler çözümler üretilmesi bakımından stratejik öneme sahiptir. İlaveten konuyla alakalı bilimsel araştırmalar yapıyor sonuçlarını değerlendiriyor ve gerekli adımları atıyoruz" dedi.

Şirketlerin hukuki çerçeve çekincesi

Açılış konuşmalarının ardından TÜSİAD Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu Başkanı Nur Ger’in yönetiminde rehberin, yeni uygulama örneği ve  en iyi uygulama örnekleri sunumlarına geçildi. “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili İşyeri Politikaları Geliştirme ve Uygulama Rehberi” Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Melsa Ararat tarafından sunuldu. Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Melsa Ararat, işverenlerin 'aile içi' kavramından dolayı yasal çerçeve konusunda çekinceleri olduğunu belirtti. Rehberde hukuki çerçeve şu ifadelerle özetlendi: "Yasalar ve mevzuat şirket yöneticilerinin gerek şirkete karşı özen ve sadakat yükümü kapsamında, gerekse kurumsal yönetim ilkelerine uyum amacıyla aile içi şiddete maruz kalan çalışanlarım korumak ve şiddeti önlemek için her tedbiri alması için gerekli dayanağı sağlıyor. Şirketlerin yasa ve mevzuatin gerektirdiği ve desteklediği bağlı şirketleri de kapsayan uygulamaların yanı sıra sosyal sorumluluk anlayışının bir yansıması olarak şirket surları dışında da projeler üretebilirler. "

Rehber Yeni Uygulama Örneği olarak Garanti Bankası ele alındı. Garanti Bankası İşveren Markası Yöneticisi Nurdan Taş söz aldı. Rehberde Yer Alan En İyi Uygulama Örnekleri olarak SUTEKS ve Yeşim Tekstil ele alındı. SUTEKS’ten Nur Ger, Yeşim Tekstil’den Dilek Cesur  panelde konuşmacı oldu.

“Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili İşyeri Politikaları Geliştirme ve Uygulama Rehberi”

Rehberin önsözünü TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Cansen Başaran Symes ve UNFPA Türkiye Temsilcisi, Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Bölge Direktörü Karl Kulessa kaleme aldılar. 

• Rehber kadınların geçmişte veya bugün yakın ilişkide maruz kaldıkları şiddete ve bu şiddetin işe ve işyerine etkisine odaklandı. 

• Kadına karşı şiddet ile mücadelede şirket içerisinde nasıl politika oluşturulacağına dair detayları içeren rehber, ayrıca şirketlerin kullanması veya geliştirmesi üzerine politika örneği de sunuyor.

• Türkiye’de ve diğer ülkelerde kadına yönelik şiddet alanında şirketlerin uygulamış olduğu politikalar ve çalışmalar da şirketlere örnek teşkil etmesi için, rehberin en iyi uygulamalar bölümünde özetleniyor. 

• Rehber, işyerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini ilkesel olarak benimsemiş şirketlerin, işin, işyerinin ve çalışanların kadına yönelik aile içi şiddetten en az seviyede etkilenmesini sağlayacak politika ve yönergeleri geliştirmeleri için atılan adımları, kullanılacak araç ve yöntemleri ve başarılı uygulama örneklerini kapsıyor. 

• Rehber ikincil olarak, şirketlerin sosyal sorumluluk kapsamında hayata geçirdiği ve kadına yönelik şiddete karşı yürütülen toplumsal mücadeleye katkıda bulunmayı amaçlayan projeleri de içeriyor. 

Üniversitemizi fakülte birinciliği ile kazanan öğrencilere YÖK’ten kutlama

Sabancı Üniversitesi’ni Fakülte Birinciliği ile Kazanan Öğrencilere YÖK’ten Kutlama 


Sabancı Üniversitesi’ni 2015-2016 öğrenim yılında fakülte birinciliği ile kazanan üç öğrencimize Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç’ın imzasını taşıyan kutlama belgeleri takdim edildi. 

Öğrencilerimiz Ali Osman Berk Şapçı (Temel Geliştirme Yılı), İsmail Serhat Oğuz (1. Sınıf) ve Gizem Aydın (1. Sınıf) Yükseköğretim Kurulu Başkanı kutlama belgelerini 09.12.2015 tarihli Akademik Kurul toplantısında aldılar. Öğrenciler kutlama belgelerini, Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. A. Nihat Berker ile Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Menceloğlu, Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu ve Yönetim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Füsun Ülengin’den aldılar.

Hakan Orbay Araştırma Ödülleri’nin ikincisi verildi

Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi tarafından, 2011 yılında hayatını kaybeden öğretim üyesi Hakan Orbay anısına düzenlenen “Hakan Orbay Araştırma Ödülü”nün bu yılki kazananları ödüllerini, 10 Aralık 2015 Perşembe günü düzenlenen toplantı ile aldılar.

Hakan Orbay Araştırma Ödülleri’nin ikincisi verildi

Finans ve mikro iktisat alanlarındaki genç araştırmacıların özgün çalışmalar üretmesini desteklemek amacıyla tasarlanan araştırma ödülüne bu yıl Türkiye’den ve dünyadan önemli üniversitelerden 16 kişi başvurdu. Başvuruların 12’si Türkiye’den, 2’si ABD’den, 1’i İngiltere’den ve 1’i de Hong Kong’dan geldi. Başvuruda bulunan 16 adayın 4’ü doktora öğrencisi iken, 12’si öğretim üyesiydi. Bu seneki makalelerin 12’si ekonomi alanından, 6’sı ise finans alanından geldi. Finans ve mikroekonomi alanlarında kuramsal veya ampirik çalışmaları göz önüne alınan ödüle başvuran ekonomi makalelerinin 9’u kuramsal ve 3’ü ampirik analize dayanıyordu. Finans makalelerinin ise 1’i kuramsal ve 5’i ampirik analize dayanıyordu.

Bu yılki ödülün birincisi “Resident Networks and Firm Trade” başlıklı çalışmasıyla Naveen Jindal School of Management, University of Texas at Dallas Öğretim Üyesi Ümit Gürkan Gürün oldu. Saïd Business School, University of Oxford’dan Mehmet İhsan Canayaz “Is the revolving door of Washington a back door to excess corporate returns?” başlıklı çalışmasıyla ikinci, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Cem Demiroğlu “Indicators of Collateral Misreporting” başlıklı çalışmasıyla üçüncü oldu. 

Hakan Orbay Araştırma Ödülleri’nin ikincisi verildi

Toplantının açış konuşmasını Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Füsun Ülengin ve Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat Berker yaptı. Prof. Dr. Berker, Hakan Orbay gibi değerli bir öğretim üyesinin Sabancı Üniversitesi bünyesinde çalışmış olmasından dolayı duyduğu mutluluğu dile getirirken, “Biz Hakan için hep buradayız, ve dolayısıyla Hakan hep burada, bizim aramızda” dedi.

Hakan Orbay’ın eşi Benan Zeki Orbay “Bu yıl seçim yapmak çok zor oldu, çünkü çok kaliteli çalışmalar başvuru yaptılar. Kazananlardan birinin de Hakan’ın eski bir öğrencisi olması çok duygulandırıcı. Onu bu ödülle yaşatmaya devam ettiği için Sabancı Üniversitesi’ne teşekkür ederim. Babalarının bu ödülle yaşatıldığını görmek çocuklarım için de çok önemli” dedi.

Hakan Orbay’ın babası Güner Orbay da toplantıda bir konuşma yaptı. Güner Orbay “Hakan’ı bu şekilde anmış olmak, bu güzel sözlerle bir noktaya getirmek benim için fevkalade bir duygu. Hakan eşi bulunmaz zeki bir insandı. Öğrenmek onun en büyük arzusuydu. Okumak onun içinden gelen bir aşktı. Hakan için bu toplantıyı düzenlediğiniz için teşekkür ederim” dedi.

Araştırma Ödülü’nün birincisi Ümit Gürkan Gürün, Hakan Orbay’ın 1998 yılında kendisinin hocası olduğunu belirterek sözlerine başladı. Hakan Orbay’ın kendisine çok emeği geçtiğini ifade eden Gürün, “Ben doktoraya giderken benim referans mektubumu yazdı. Hakan Hoca, yazmaktan öte yönlendirme de yapardı. Onun bu candan yardımı benim hayatımı değiştirdi. Hakan Bey’in öğrencisi olmuş arkadaşlarla konuştuğumuz zaman kendisini daima sevgiyle anarız” dedi.

Hakan Orbay Araştırma Ödülleri’nin ikincisi verildi

Üçüncülük Ödülü’nü kazanan Cem Demiroğlu da Hakan Orbay ile tanışma fırsatı olmadığını ancak kendisinin çok sevilen ve başarılı bir insan olduğunu bildiğini söyledi. Demircioğlu “Hakan Orbay bugün hayatta olup bu ortamı görseydi gurur duyardı. Ayrıca öğretim üyelerine bu kadar önem veren bir kurum olduğu için Sabancı Üniversitesi’ne teşekkür ederim” dedi.

Kazananlar ödüllerini Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat Berker ve Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Füsun Ülengin’den aldılar.

Ödülün bu yılki jürisinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Benan Zeki Orbay, Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyeleri Eren İnci ve İzak Atiyas, Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyeleri Koray Deniz Şimşek, Aziz Şimşir, Yiğit Atılgan, Melsa Ararat ve Nakiye Boyacıgiller yer aldı.

Dr. Fatih Birol'dan COP21 Mesajı

IICEC (İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi) Onursal Başkanı ve Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) İcra Direktörü Dr. Fatih Birol: “İklim değişikliğine karşı önlem almak için enerji sektörünün dönüştürülmesi şarttır.”

Dr. Fatih Birol'dan COP21 Mesajı

IICEC (İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi) Onursal Başkanı ve Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) İcra Direktörü ve Forbes dergisinin enerji alanında dünyadaki en etkili kişileri arasında gösterdiği Dr. Fatih Birol'un COP21 İklim Zirvesi'den ilettiği özel mesajı şöyledir:

“İklim değişikliğine yol açan global gaz salımının üçte ikisi enerji üretimi ve tüketimine bağlıdır. Bu nedenle Paris'ten çıkacak iklim anlaşmasının merkezinde enerjinin bulunması gerekir. İklim değişikliğine karşı önlem almak için enerji sektörünün dönüştürülmesi şarttır. 

Görebildiğim kadarıyla Paris'ten enerji sektörüne yenilenebilir enerjilerin kullanımının arttırılması, enerjinin daha verimli kullanılması için çok açık bir mesaj gönderilecek. Bunun yanı sıra enerji yatırımcılarına sinyal işlevi görebilecek uzun vadeli bir sıcaklık artışı hedefi de belirleneceğini umuyorum. 

1.5 °C mümkün ve ulaşılabilir midir? Bence birçok ülkenin hayatta kalabilmesi için şarttır. Fakat bugün bile 2°C hedefine ulaşmak için muazzam bir siyasi irade ve enerji sektörünü dönüştürmek amacıyla çok büyük bir çaba gerekmektedir. Bütün ülkeler bir araya gelip enerjinin dönüştürülmesi için güçlerini birleştirirse, hükümetlerin bir hedef belirlemesi ve hukuki dayanağı olan bir sözleşme imzalanması durumunda bu hedefe ulaşabiliriz.”

Uluslararası Enerji Ajansı IEA'nın COP 21 için özel olarak hazırladığı raporlara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

http://www.iea.org/publications/freepublications/publication/COP21_Resilience_Brochure.pdf

https://www.iea.org/media/presentations/Energy_Matters_brochure.PDF

WEO Enerji ve İklim Değişikliği 2015 Özel Raporu'na aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

http://www.iea.org/publications/freepublications/publication/WEO2015SpecialReportonEnergyandClimateChange.pdf

Sabancı Üniversitesi, Paris’te 12 Aralık 2015 tarihine kadar devam edecek COP21’e (BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21. Taraflar Toplantısı) Türkiye’den akredite olan iki üniversiteden biri. 

Sabancı Üniversitesi kuruluşundan bu yana enerji ve iklim politikaları adına yürüttüğü kapsamlı çalışmalar ile Paris İklim Zirvesinde (COP21) yerini aldı. Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Projeler Koodinatörü ve CDP Türkiye Projeler Yöneticisi Mirhan Köroğlu Göğüş de Türkiye Resmi Heyeti içinde yer aldı.

Sabancı Üniversitesi’nin iklim politikaları çalışmaları, IICEC (İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi) ve İPM (İstanbul Politikalar Merkezi) ve Kurumsal Yönetim Forumu çatıları altında, konularında uzman araştırmacılar ile yürütülüyor. Sabancı Üniversitesi gözlemcileri, iklim zirvesi süresince ve sonrasında referans kurum olarak tüm kamuoyunu bilgilendirecek, yeni politikaların oluşması için tüm sivil toplum ve karar mercilerine katkı veriyor.

Öğretim Üyemiz Arzu Kıbrıs’ın Başarısı

Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Arzu Kıbrıs’ın “Siyasi Şiddete Maruz Kalmanın İnsan Davranışları Üzerindeki Etkileri” başlıklı çalışması Türkiye’den sosyal ve beşeri bilimler alanında “ERC Starting Grant” desteği alan ilk iki projeden biri oldu.


Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi (SSBF) Öğretim Üyesi Siyaset Bilimci Arzu Kıbrıs, Avrupa Birliğinin en prestijli bilimsel araştırma destek programlarından biri olan “ERC Starting Grant” ile ödüllendirildi. Bu bağlamda, Arzu Kıbrıs’ın Siyasi Şiddete Maruz Kalmanın İnsan Davranışları Üzerindeki Etkileri (Exposure to Political Violence and Individual Behavior) başlıklı projesi beş yıl boyunca Avrupa Birliği’nin Avrupa Araştırma Konseyi tarafından fonlanacak. 

Proje adından da anlaşılacağı gibi siyasi şiddete maruz kalmanın insanların politik, ekonomik ve sosyal davranışları üzerinde ne gibi etkiler yarattığını Türkiye örneği üzerinde inceleyecek. 

Arzu Kıbrıs’ın bu çalışması Türkiye’den sosyal ve beşeri bilimler alanında ERC desteği alan ilk iki projeden biri olması açısından da önem taşıyor. AB bu tür destekleri üye ve aday ülkelerdeki yerleşik bilim insanlarına veriyor ve söz konusu projenin bu sınırlar dahilinde bir ülkede uygulanmasını şart koşuyor. ERC Starting Grant,  rekabetin çok yüksek olduğu ve (European Research Council) Avrupa Araştırma Konseyi’nin de çok seçici davrandığı bir ödül programı.  Yenilikçi, disiplinlerarası ve bilime katkı potansiyeli çok yüksek projeler seçiliyor. 

Sabancı Üniversitesi SSBF Öğretim Üyesi Arzu Kıbrıs, siyasi şiddetin toplumsal sonuçlarını inceleyen araştırmalar yapıyor. Avrupa Barış Bilimcileri Ağı (Network of European Peace Scientists) Yönetim Kurulu Üyesi ve aynı zamanda barış çalışmaları alanının önemli bilimsel dergilerinden biri olan “Peace Economics, Peace Science and Public Policy” dergisinin editörlerinden biri.

Türkiye’de ve dünyada vatandaşlık raporu

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ve Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, Uluslararası Sosyal Saha Çalışmaları Programı (International Social Survey Program-ISSP) kapsamında, “Türkiye’de ve Dünyada Vatandaşlık” başlıklı bir rapor hazırladılar. Söz konusu raporda temel olarak, “İşleyen bir demokraside ne tür bir vatandaşlık olmalıdır” sorusuna cevap arandı. 

Uluslararası Sosyal Saha Çalışmaları Programı (ISSP)  2014 yılı alan taramasına dayalı araştırması 58 ilde 1509 denek ile yapılan yüz yüze görüşmelerle 13 Şubat  –  6 Nisan 2015 tarihleri arasında tamamlandı. Türkiye’de vatandaşlık, birey – devlet ilişkilerinin algılanması, bu husustaki tutumlar, beklentiler ve algılar hakkında ortaya çıkan başlıca bulguları kamuoyunun dikkatine sunmak amacıyla bir basın toplantısı gerçekleştirildi. 

CNN Türk "Ne Oluyor" programı canlı yayın kaydını izlemek için tıklayın

43 ülkede gerçekleştirilen araştırmanın Türkiye ölçeğinde; vatandaşlığı tanımlayan, vergi verme, yasalara saygı, farklılıklara hoşgörü, seçimlere destek, dayanışma v.b. hususlardaki, tutum, eğilim ve algılara ilişkin sorulara cevap vermeyi amaçlayan “Türkiye’de ve Dünyada Vatandaşlık” başlıklı çalışmadaki bulguların sunumu ve araştırmanın değerlendirmesi Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu tarafından yapıldı. Buna göre raporda vurgulanan noktalar şu şekilde özetlenebilir: 

Türkiye'de saptanılan iyi vatandaşlık olgusu, vatandaşın kendi gözünde ve ifadesiyle: 

1. seçimlere katılmaya büyük özen gösteren,

2. vergi kaçırmamaya vurgu yapan, 

3. yasal mevzuata uygun yaşamayı ön planda tutan, 

4. etik değerlere ve farklılıklara hoşgörü ile yaklaşan, 

5. maddi bakımdan kendisinden daha kötü olanlara yardım edilmesini önemseyen bir içerikte.  

Vatandaşlık olgusunun siyasetteki temel yansıması olan siyasal katılma etkinlikleri açısından daha yakından bakıldığında, ISSP ülkeleri içinde ABD, Britanya, İsviçre, İskandinav ülkeleri v.b. yerleşik demokrasilerden çok farklı bir manzara ortaya çıkıyor. Türkiye’de doğrudan ve olağandışı katılma içeriğini belirleyen toplu dilekçe vermek, toplantı ve gösteriye katılmak gibi protesto içerikli katılma eğilimi fevkalade düşük.

Kamu yetkilileri ile temas gibi olağan siyasal katılma türünden etkinlikler içinde de yer almaktan çekinen çok geniş bir kitleye sahip olan Türkiye’de, yukarıda sayılan tutumlarla uyumlu olarak gerçekleştiği düşünülebilecek olan tek davranışın seçimden seçime sandık başına gitmek olduğu saptanmış. Olağan siyasal katılma eylemleri içinde sadece oy kullanma pratiğinin yaygın olduğu diğer siyasal katılma türlerinin ise Türkiye’de yerleşik demokrasilere göre oldukça düşük bir düzeyde seyrettiği görülüyor.

Raporda, sivil toplum etkinliklerini oluşturmakta kritik rol oynayan dernekleşme ve genelleştirilmiş kişisel güven (generalized interpersonal trust) gibi olgular konusundaki bulgular da Türkiye’de bu tutum ve davranışların yerleşik demokrasilere oranla son derecede düşük düzeyde olduğunu gösteriyor.  Örneğin, Türkiye'de toplumsal ve siyasal birliklere, gönüllü kuruluş ve derneklere üye olup onlarda faal olan seçmen yaşı nüfus ortalaması % 4 - 8 arasında bir yerde dururken, hiçbir gönüllü kuruluşa üye olmayan denek oranının ise % 90 civarında olduğu görülüyor. 

Ayrıca Türkiye’de toplumsal temas ve bağlar göz önünde bulundurulduğunda bireylerin oldukça az sayıda birbirleriyle etkileşim içinde olunduğu da saptanmış. Güvene dayalı ilişkilerin sığlığı ile uyumlu olan bu bulgular, Türkiye'de vatandaşlık olgusunun toplumsal sermaye geliştirmek için sosyal ağlar ve temasa dayalı ortaklıklar oluşturma konusunda oldukça sınırlı bir kapasiteye sahip olduğuna işaret ettiği görülüyor. Hal böyle olunca ortaklıklar kurma ve dernekleşme zorlaşmakta, bu tür girişimler uzun ömürlü olamamakta. Bu durumda da siyasal katılmanın etkili olmasını sağlayacak bir toplumsal sermaye altyapısı cılız kaldığından, sadece seçimlere katılmada kitleselleşen bir siyasal hayat Türkiye’de vatandaş için standart siyasal etkinlik halini almış bulunuyor. 

Siyasal katılma büyük ölçüde sadece düzenli olarak seçimlere katılma düzeyinde kalmış olsa bile Türkiye’deki seçmenin siyasal etkinlik duygusunun oldukça yüksek düzeyde, daha çok yerleşik demokrasilerde görülen bir içerik ve seviyede olması da ilginç bir nokta olarak dikkat çekiyor. Bu tür bir duygunun varlığını açıklayan bir çeşitlilik ve etkililikte olan bir vatandaş – siyasetçi etkileşimi olmamasına karşın bu tür bir siyasal etkinlik duygusunun mevcudiyetinin, olsa olsa “milli irade” diye romantik popüler bir içerikte sürekli olarak medyada vurgulanan seçim sonuçlarından kaynaklanıyor olabileceği ileri sürülüyor. Yoksa, siyasal etkinlik duygusunun temelinde yer alan adil olmayan bir yasanın bir vatandaşın başlattığı girişimlerle değiştirilebileceğini gösteren bir inanca tekabül edebilecek bir verinin de, bunun olabileceğini beyan eden pek fazla deneğin de bulunmadığının altı çiziliyor. 

Siyasal partiler ve seçimlere siyasal temsil kurumları olarak yapılan vurgu ISSP üyesi yerleşik demokrasilerde 2004 yılından itibaren azalıyormuş gibi görünmekte. Buna karşılık temsili demokrasinin temel kurumu olan siyasal partilere olan teveccüh azalırken doğrudan katılma kurumu olan referanduma gösterilen ilgi ve destek, özellikle pekişmiş Avrupa, Kuzey Amerika ve Okyanusya demokrasilerinde artmakta. Böylece siyasal katılma güçlenirken temsili demokrasinin zayıflamakta olduğu ve doğrudan demokrasiye doğru bir eğilimin güçlendiği görülmekte. Türkiye'de de benzer bir sürecin, henüz 2014 yılında demokrasileri pekişmiş ülkelerde olduğu kadar güçlü olmamakla birlikte, yine de mevcut olduğu raporda saptanmış. 

Raporda dikkat çekilen bir diğer bulgu da, Türkiye'de siyasetçilerin kamu çıkarını kendi kişisel çıkarlarından önde gördüğünü ifade eden denek sayısının çoğu ISSP ülkesinden çok olmasıdır. Özellikle yolsuzluk konusunda yapılan tartışmaların yoğun yaşandığı bir dönemde bu tür yanıtların aslında bu tartışmaların pek de dikkate alınmadığının bir işareti olduğu görülüyor. Bu oranların benzer olarak Brezilya, Bulgaristan, Güney Afrika, Macaristan ve Rusya'da da çok düşük olması, bu sorunun sadece siyasetçiye olan güveni ölçmediğini de düşündürtebilir. Üstelik siyasetin görece olarak daha az yolsuzluk suçlamalarına konu olduğu İskandinav ülkeleri, ABD, Britanya, İsviçre, Batı Almanya, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerde ise bu siyasetçinin sadece kendi çıkarı için çalıştığı algısının da Türkiye ve benzeri ülkelerden daha yüksek düzeylerde olması ilginç bir tezat teşkil etmekte.  Bu bulguların da temsili demokrasinin temel aktörü olan seçilmiş politikacılara olan güvenin pekişmiş demokrasilerde de azaldığına bir başka kanıt oluşturduğu düşünülmeli. Seçim olgusunu çok önemseyen Türkiye’deki vatandaşın gözünde, onun sonucu olan temsilcileri aracılığıyla yönetim henüz Britanya, İsviçre, Fransa, ABD’nde olduğu gibi düzey ve güven yitirmemiş gibi görünmekte. 

Demokrasinin genel işleyişi konusundaki vatandaş değerlendirmelerine dönülecek olursa, ortaya farklı bir manzaranın çıktığı da görülüyor. Türkiye’deki demokrasinin kötü işlediğini düşünenlerin oranı ile iyi işlediğini düşünenlerin oranı hemen hemen aynı; (her ikisi de %40 civarındadır).  On yıl öncesine göre bu algılarda belirgin (%9 kadar) bir iyileşme var. Ancak gelecek on yılda demokrasinin daha iyi veya kötü olacağı konusundaki beklentilerle karşılaştırıldığında bu konuda fazla bir değişiklik olması da beklenmemekte. ISSP ülkeleriyle ve özellikle pekişmiş demokrasilerle karşılaştırıldığında Türkiye’deki demokrasi işleyişi algısının daha kötü bir düzeyde olduğu gayet bariz bir biçimde görülmekte. Bu durumun da Türkiye’de demokrasinin kalitesinin yükseltilmesi için önümüzde on yıl boyunca bazı taleplere yol açması şaşırtıcı olmamalıdır.  

Devrim Gözüaçık ile bilimsel araştırmalar üzerine

İlaç ve sağlık sektörünün önde gelen yayınlarından Workshop dergisi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyemiz Devrim Gözüaçık ile ülkemizdeki biyoteknoloji ekosistemi ve bilimsel araştırmalar üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.

Söyleşiyi okumak çin lütfen tıklayınız  

Abone ol