Ana içeriğe atla

Kasa Galeri'de Yeni Sergi: Indivisible/Bölünmez

Sabancı Üniversitesi KASA Galeri, 20 Ocak – 28 Şubat 2016 tarihleri arasında “Bölünmez” başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor.

Bir’den “BÖLÜNMEZ”e 

Sabancı Üniversitesi KASA Galeri, 20 Ocak – 28 Şubat 2016 tarihleri arasında“Bölünmez” başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor.

Mehmet Dere ve İsmail Şimşek’in son dönem üretimlerini yanyana getiren sergi, sanatçıların sürece yayılan kavramsal ve içsel duyarlılıkları üzerinden ortak bir refleksin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Dere ve Şimşek’in ele aldıkları malzeme ve üretim yöntemlerinin farklılığına rağmen, “form”un inşasında kullandıkları görsel öğelerin diyaloğu sergi bağlamında da bir bütünlük çıkarıyor.

“Bölünmez” başlıklı sergi, sanatçıların üretimlerinde öne çıkan soyutlama aracılığıyla, şiirsel ve derin bir anlama doğru kurgulanan görsel bilgiye ve bu bilginin ayrılmaz/bölünmez bütünlük ilkesi ve ilişkisine odaklanıyor.

Mehmet Dere Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldu (2004). İzmir merkezli güncel sanat mekânı 49A’nın kurucusuve K2 Güncel Sanat Merkezi’nin üyesi olan Dere, ‘27. AkbankGünümüz Sanatçıları Sergisi’nde özel ödülü aldı. Rampa Galeri’deki kişisel sergisinin (2011) yanısıra, katıldığı karma sergiler arasında: ‘Fikirler Suça Dönüşünce’, Tütün Deposu, İstanbul (2010); ‘Sessizlik-Fırtına, Port İzmir 2. Uluslararası Çağdaş Sanat Trienali’, İzmir (2010); ‘I am Here, The Time is Now’, Rotterdam (2008); ‘10. İstanbul Bienali Özel Projeler’, Santralistanbul (2007) bulunur.

İsmail Şimşek Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümün Lisans eğitimini bölüm birincisi olarakbitirdi ve aynı üniversitede Sanat Tasarım Bölümü Yüksek Lisans eğitimine devam etmektedir. Sanatçı çalışmalarında hissettiği iki (iç ve dış) gerçekliği psikolojik bir fenomen olarak kullanmaktadır. Şimşek'in  heykel çalışmaları insanı hem kaynağından öteye hem de kaynağına yönlendiren insan varlığına ve onun mekan ve zaman deneyimine odaklanır.

KASA GALERİ

Bankalar Caddesi 2, Minerva Han, Karaköy, 34420 İstanbul
Telefon: (0212) 292 4939
E-posta: kasagaleri@sabanciuniv.edu
http://kasagaleri.sabanciuniv.edu/

 

Popüler bilim haberlerine dair

2008 Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik Programı Lisans mezunumuz Eylül Harputlugil, Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı Fakültesi, Genetik ve Kompleks Hastalıklar Departmanı'nda James Mitchell'in Laboratuvarı’nda beş buçuk yıl süren doktora çalışmalarında çoğunlukla fare modelinde besin kısıtlaması ve bunun ameliyat öncesi uygulamalarının farelere nasıl, hangi genler ve mekanizmalar aracılığıyla koruma sağladığını inceliyor. Eylül, kalori/besin kısıtlaması ile sağlık arasındaki ilişki üzerine yapılan araştırmaların nihayet klinik testler ile insanlarda da denenmeye ve olumlu etkiler göstermeye başladığını söyledi. 

Bu konuda T24'ün sorularını yanıtlayan mezunumuz Eylül Harputlugil, insanlarda beslenme üzerine çalışmasa da, beslenme, alanı ile ilgili olduğu için ve fakültelerinde beslenme konusu yoğun olarak çalışıldığından konu ile yakından ilgilenen bir isim.

Eylül Harputlugil: "Türkiye'de yayımlanan popüler bilim veya sağlık haberlerine neredeyse hiç güvenim yok" 

Harputlugil’in T24’ün sorularına yanıt verirken altını çizdiği bilgilerin kaynaklarını en altta göreceksiniz. 

- Doktoranızı tamamladığınız laboratuvar ve çalışmalarınız hakkında kısaca bilgi alabilir miyiz?

Tabii ki,  doktoramı tamamladığım laboratuvar genel olarak “kalori/besin kısıtlaması” fenomeni üzerinde çalışıyor. Farelerde çeşitli besin kısıtlaması uygulamaları sonrası ameliyat sonuçlarının nasıl etkilendiğini inceliyoruz ve beklendiği gibi besinleri kısıtlanan fareler, istedikleri kadar yiyen farelere göre karaciğer ve böbrek ameliyatlarından daha sağlıklı çıkıyorlar. Kalori/besin kısıtlaması ile ömür uzunluğu arasındaki ilişki ilk 1930’lu yıllarda sıçanlarda yapılan araştırmalar ile gösterildi. O günden bu güne bu ilişki çeşitli model organizmalara (sıçan, fare, sinek ve solucan gibi) genişletildi ve ömür uzunluğuna ek olarak başka sağlık parametrelerinde de iyileşmelerin gözlendiği anlaşıldı. Burada bahsettiğim iyileşmeler arasında metabolik sağlık (örn. insüline olan hassaslık), diyabet ve kanser gibi hastalıklara yakalanma risklerinin azalması gibi faktörler var. Ve artık yavaş yavaş bu etkilerden bazıları  bahsettiğim model organizmalara ek olarak maymun modellerinde ve nihayet klinik testler ile insanlarda da denenmeye ve olumlu etkiler göstermeye başladı.

Benim doktorada yaptığım çalışmalar ilk olarak farelerde spesifik olarak hangi makronutrientların (örneğin protein, karbonhidrat veya yağ gibi) bu etkilere sebep olduğunu anlamaya çalışmak oldu, ve proteinlerin kısıtlı verildiği durumlarda daha olumlu sonuç aldığımızı gördük. Çoğu laboratuvardan farklı olarak denediğimiz bir başka şey ise kısıtlı besin rejimlerini aylar veya yıllar değil sadece ameliyat öncesi bir haftalık bir süre ile kısıtlamamız oldu. Doktoranın devamında da bu bahsettiğim etkide hangi genlerin rol oynadığını ve hücre içinde ne tür mekanizmaların bu sonuçlara sebep olduğunu araştırdım. Bu araştırmalar sonucunda şimdiye kadar farelerde bu fenomen için gerekli olduğu gösterilmemiş bir genin rolünü tespit ettik.

- Bu çalışma insanlarda da denenmeye başlandı mı?

Hayır, biz insanlarda böyle bir çalışma yapmadık, bu bizim laboratuvarın uzmanlığının dışında bir çalışma. İnsanlarda klinik deneyleri uzmanlığı bunun üzerine olan kişiler gerçekleştiriyor. Yani şu an bu bulguları insanlara genişletmek için henüz erken. Ama eğer bu çalışma insanlarda da gerçekleştirilir ve benzer şekilde olumlu sonuçlar alınırsa oldukça heyecan verici olacağını düşünüyorum.

- Beslenme alanında takip ettiğiniz, güvenilir bulduğunuz adresler neler? 

Düzenli olarak beslenme tavsiyesi yayımlayan kurumlar arasında ilk aklıma gelenler, Dünya Sağlık Organizasyonu (WHO), Amerikan Tarım Bakanlığı (USDA)1 ve bizim fakültenin beslenme departmanı (Harvard Beslenme Kaynağı adlı bir web sitesinde yayımlıyorlar2). Bu gibi kurumlar sürekli yenilenen bilimsel araştırmaları değerlendirip tavsiyelerine ekledikleri, yani yayımlanan tüm bilimsel araştırmaların verilerini bir nevi harmanladıkları için tekil çalışmaları referans almaktan daha güvenilir olduklarını düşünüyorum. Çünkü her bilimsel alanda olduğu gibi beslenme alanında da her gün onlarca bilimsel yayın yapılıyor ve bunlardan bazılarının sonuçları birbiri ile tutarsız oluyor, ve bu gayet normal bir durum. Bilimle profesyonel olarak ilgilenenler için kendi alanlarındaki bu tutarsızlıkların sebebini anlamak ve neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermek çok zor değil. Ama dışarıdan bakan bir kişinin, yayımlanan bilgilerden sadece bir kısmını ve muhtemelen yanlı olarak seçilip topluma duyurulmuş bir kısmını öğrendiği takdirde yanlış yönlendirilme olasılığı da yükseliyor. Bu yüzden, var olan tüm bilgilerin toplu bir şekilde değerlendirmesinin yapılmasını ve bunu yapan kurumları referans almayı daha doğru buluyorum.

-Bu bahsettiğiniz tavsiyelerin gerçekte neler içerdiğine de değinmek ister misiniz? 

Aslında çoğumuzun bildiği-duyduğu ama inanmak veya kabullenmek istemeyip “mucize diyet” aramaya devam ettiği şeyler. Bu yıl yeni yayımlanan Amerikan Tarım Bakanlığı’nın 2015-2020 için yayımladığı dokümanda belirli bir kalori miktarı dahilinde yenmesi tavsiye edilen besinler şunlar:

Tüm alt gruplardan çeşitli sebzeler (koyu yeşil, kırmızı, turuncu, baklagiller ve nişastalı sebzeler)

Meyveler (özellikle bütün meyveler)

Tahıllar (en az yarısı tam tahıl olmak üzere)

Yağsız veya az yağlı süt ürünleri (süt, yoğurt, peynir, soya ürünleri vb)

Çeşitli proteinler (deniz ürünleri, az yağlı et ve tavuk, yumurta, baklagil, soya ürünleri, çekirdek ve kuruyemişler (nuts and seeds))

Yağlar (doymuş ve trans yağlar limitli olacak şekilde)

Dokümanın devamı şu adreste mevcut, ama Türkçeye çevrilmiş olup olmadığını bilmiyorum: http://health.gov/dietaryguidelines/2015/guidelines/

- Bahsettiğiniz kurumların yayımladığı tavsiyeler arasında da görüş ayrılığı bulunmuyor mu? 

Az çok farklılıklar ve görüş ayrılıkları mutlaka bulunuyor, ama ana hatların çoğunlukla benzer olduğunu söyleyebilirim. Bu gibi tavsiyelerin “değişmez mutlak doğrular” olmadığını da vurgulamak isterim. Bilimin her alanında olduğu gibi beslenme alanında da sürekli yeni bulgular ortaya çıkıyor, araştırmacılar ve kurumlar arasında uzun tartışmalar sonucu varılan sonuçlar tekrardan gözden geçirilip revize ediliyor. Alıntıladığım USDA tavsiyeleri de beslenme çevrelerinde oldukça yoğun tartışmalara sebep oldu, ancak söylediğim gibi bu şaşırtıcı bir durum değil. Bir başka önemli nokta ise, halihazırda belirli bir hastalığı bulunan kişiler için (örneğin diyabet) bu tavsiyeler farklılık gösterebilir ve o kişilerin doktorlarından kendilerine özel tavsiyeler almaları gerekir.

- Kas miktarını, kemik minerallerini etkilemeden kalori kısıtlaması yapmak mümkün mü?

Bahsettiğimiz kalori/besin kısıtlaması rejimi henüz hayvan modellerinde temellendirildiği ve insanlarda halen test edilme aşamasında olduğundan, insanlara henüz bu şekilde bir tavsiye vermenin sorumsuzca olabileceğini düşünüyorum. Çünkü henüz tespit edilememiş yan etkiler vb. olması mümkün. Ancak bahsettiğimiz kişi halihazırda tavsiye edilen kalori miktarının üzerinde tüketiyorsa, tükettiği miktarı tavsiye edilen seviyeye çekmesini önerebiliriz, bu da bir tür kalori kısıtlaması demektir.

- Beslenme konusunda tavsiyesi olmayan bir insana rastladınız mı hiç? 

Emin değilim. Kendi deneyimlerini veya komşusunun/akrabasının yaptığı son moda diyeti anlatan yazılar her yerde dolaşıyor. Aklıma gelenlerden birisi tam tahıl ve meyve dahil asla karbonhidrat tüketilmemesi gerektiğini düşünen akım.

- Geçenlerde bir haberde, gluten tüketimi ile kemik erimesi arasında bir bağ olduğu yazıyordu. Var mı böyle bir bulgu, bu gibi haberlere nasıl bakmalı?

Ben böyle haberler gördüğümde ilk önce haberin ana kaynağına, oradan da (eğer varsa) referans aldıkları bilimsel araştırmaya gidip bakıyorum. Şu an bu bahsettiğiniz haberin referansı veya linki olsa bakabilirdim. Çoğu kez bunu yaptığınızda “bir deli kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkarmaya uğraşıyor” durumu ile karşılaşıyorsunuz. Yani ilk okuduğunuz haber bu bilgiyi başka sitelerden kopyalayıp, yapıştırma ile almış, alırken veya İngilizce’den çevirirken önemli detayları yanlış aktarmış, orijinal İngilizce haber kaynağı bilimsel araştırmayı doğru değil abartılı veya çarpıtarak aktarmış vesaire oluyor. Bazı durumlarda ise herhangi bir bilimsel araştırmaya dayanmadan ne idüğü belirsiz bir “uzman”ın kendi kişisel fikirlerini aktardığı bir kaynağa ulaşıyorsunuz. Burada demek istediğim şu: popüler bilim veya sağlık haberleri o kadar kötü aktarılıyor ve yazılıyor ki bunlara neredeyse hiç güvenim yok. Kendi alanım için orijinal kaynağa gidip okuyabildiğim için sorun yaşamıyorum. Ancak alanım dışı herhangi bir bilim haberini, özellikle Türkçe kaynaklarda asla okuduğum haliyle doğru olarak kabul etmiyorum. Bu haberlere bu şekilde bakmayı tavsiye ederim.

- Alkali beslenme hakkında görüşleriniz nedir?

Alkali diyetin kansere karşı etkili olduğu yönünde popular medyada bir takım iddialar olduğunu görmüştüm. Bu akım bazı kanser hücrelerinin laboratuvar ortamında asidik şartlarda daha hızlı büyümesinden yola çıkıp alkali (bazik) yemekler yiyerek kanserin önlenebileceği sonucuna varıyor. Burada gözden kaçırılan, lise biyolojisinden bile hatırlanabilecek olan bazı çok temel bilgiler var. Birincisi, vücudun farklı bölgelerindeki pH değerleri farklıdır ve bu değerler çok sıkı şekilde regüle edilir. Örneğin mide sıvımız oldukça asidiktir, ancak kanımız çok hafif derecede baziktir (pH 7.35 – 7.45 arası). Yediğimiz yiyecekler öncelikle mideden geçerek mide asidinin de yardımı ile parçalanıp sindirim sisteminden kana karışır. Kan pH’İ oldukça sıkı kontrol edildiği için yediğimiz yiyeceklerin pH’i olduğu gibi kanın pH’ına yansımaz, kan pH’i aynı aralıkta sabit kalır. Yani test tübünde kanser hücrelerinde görülen bir fenomeni bu kadar basit bir şekilde vücuda genelleyemeyiz.

- Peki,  alınan vitamin ve supplementlar doğrultusunda bir insanın sağlık değeri yükseliyor mu?

“Sağlık değeri” diye tekil bir değerden söz etmek zor. Sağlık çok geniş bir kavram ve çok çeşitli ve farklı parametreleri içeriyor. Vitamin hapları hakkında şunu söyleyebilirim, bir kişi beslenme ile yeterince vitamin alamıyorsa, eksiklerini tamamlamak için dışarıdan destek yapması mantıklı olabilir. Örneğin kuzey ülkelerinde kış aylarında yeterince güneş ışığı görülmediği için vücut yeterli D vitamin sentezleyemiyor ve bu vitaminin dışarıdan takviye olarak alınması gerekiyor.

- Omega-3 ve B12 için de çoğu bilim insanı sizinle aynı görüşteler sanırım ama diğer vitaminlerin ve güçlendirici ilaçların çoğunun vücuda fayda sağlamadan mideden bağırsaklara, oradan da dışarıya gittiği savunuluyor. Ne dersiniz? 

Vitaminler, özellikle supplementlar epey geniş kategoriler, her biri için aynısını söyleyemeyiz, hepsinin fiziksel özellikleri ve dolayısıyla vücutta işlenme biçimleri birbirlerinden farklı. Örneğin suda çözünen vitaminlerin vücutta depolanmayıp fazlasının idrar ile atıldığı doğru. Ancak yağda çözünen vitaminler vücutta depolanıyor ve bunların fazlası sağlığa zararlı olabiliyor (örneğin A vitamini). Sanırım bu oldukça yaygın bir sanı, yani insanlar “doğal” vesaire diye aldıkları ürünlerin kendilerine fayda sağlayacağından emin olamasalar bile zararlı da olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmuyorlar.

- Diyelim ki brokoli sevmiyor bir kişi brokoliden edineceği faydayı supplement takviyesi ile giderebiliyor mu? 

Vitaminleri veya sebzelerden gelecek sağlıklı beslenmeyi tek tek besinler bazında değil daha bütünlüklü düşünmek lazım. Herhangi bir beslenme tavsiyesinde “mutlaka x sebzesi y meyvesi yenmek zorunda” diye bir şey olmuyor. Yani bir kişinin yalnızca brokoli sevmemesinin büyük bir problem oluşturduğunu düşünmüyorum, onun yerine yiyebileceği bir sürü başka benzer sebze var. Ancak ben hiç sebze yemeyeyim onun yerine supplement alayım demek sağlıklı bir tutum değil. 

- ABD'de her yıl en az 23 bin kişinin diyet için doğal diye pazarlanan ürünler veya vitaminler sonucu acile gittiği belirtiliyor. Nasıl algılıyorsunuz bu sihirli ilaç arayışını?

İlk önce supplementların neden bu kadar yaygın ve tehlikeli olabileceği hakkında biraz arkaplan bilgisi vereyim. ABD’de “dietary supplement” şeklinde kategorize edilen ürünler “ilaç” olarak kategorize edilen ürünlere göre çok farklı ve çok daha esnek regülasyon zorunluluklarına tabi. Hastalara verilecek ve herhangi bir hastalığı iyileştirme iddiasında bulunan ilaçlar, piyasaya sürülmeden önce çok kapsamlı ve sıkı süreçler olan “clinical trial” veya klinik deney diyebileceğimiz, genelde üç aşamalı ve yıllar süren denemeler sonrası güvenlilik ve efektifliklerini ispatlamak ve sonrasında FDA’den (Food and Drug Administration) onay almak zorundalar. Ancak “dietary supplement” olarak kategorize edilen ürünler bu kadar sıkı kontrole tabi değil3. Güvenli olduğu bir kez gösterilmiş bir ürünü içeren supplementı ayrıca klinik deneyler yapıp FDA onayı almadan herhangi bir firma rahatça piyasaya sürebiliyor.

Çoğu kişinin bu aradaki farkı tam olarak anlamadığını ve “eczanede satılıyorsa doğru olmalı” diye çarpık bir güven duygusu ile bu ürünlere yöneldiğini düşünüyorum. Ayrıca supplementların etiketleme kuralları da oldukça gevşek, yani çoğu ürün bu kuralların çevresinden dolaşan kelime oyunları ile insanları yanıltabiliyor. Bir de tabii doktorların veya diyetisyenlerin tavsiye ettiği “klasik” diyetleri uygulamanın insanlara zor gelmesi ve acısız bir çözüm aramaları da önemli bir faktör.

- Yenice şu supplement  (http://www.superiorhealthsupplement.com) çıktı karşımıza, hakkında bilginiz var mı? 

Daha önce duymamıştım, sizin verdiğiniz linkten girip biraz web sitelerinde gezindim ve “Sık sorulan sorular” kısmında şu aşağıdaki soru ve cevapla karşılaştım:

“Is there any scientific evidence proving the benefits of Laminine?

The extract from a fertilized avian egg has been the subject of scientific studies and experiments for numerous decades. It all started in 1929 when a Canadian doctor decided to figure out whether the extract could be used as a natural remedy for cancer. Extensive research continued in the 1980s and intensified even further after 2000. Numerous clinical trials have taken place to determine what the nutrients found in fertilized avian eggs are and how these nutrients can affect human health. New clinical studies are being executed all the time, revealing more and more information about the incredible qualities of Laminine.”

Özetlemek gerekirse, soruda Laminine adlı ürünün faydalarını ispatlayan herhangi bir bilimsel veri var mı diye soruluyor. Cevapta ise kuş yumurtası extractlerinin (Laminine’in ana içeriği buymuş) uzun yıllardır bilimsel araştırmalarda araştırıldığı söyleniyor. Yalnız bahsedilen araştırmaların sonuçlarına dair herhangi bir bilgi veya referans yok, ve bu epey şüpheli bir durum.

Deminki supplement sorusuna dönecek olursak, ABD’de çeşitli otoriteler insanları bu konularda uyarmak için bazı tavsiyeler yayımlıyorlar. FDA’in yayımladığı bu tavsiyeler özetle şöyle:

* Supplement almayı sağlıklı beslenmeye bir alternatif olarak düşünmeyin, bunlar adı üzerinde supplement yani tamamlayıcı. 

* Supplement almaya karar vermeden önce doktorunuza danışmak iyi fikir (bu ürünler halihazırda kullandığınız ilaçlar ile reaksiyon verebilir ve herhangi bir özel durumunuz varsa size zararlı olabilir).

* İnternette gördüğünüz supplement websiteleri için dikkat edilebilecek bazı faktörler5: site kime ait, güvenilir bir kurum mu? Sitenin amacı bilgi sağlamak mı yoksa satış yapmak mı? İddia edilen bilgilere kaynak olarak bilimsel referanslar gösterilmiş mi? (Örneğin laminine için bunlardan herhangi birini söyleyemiyoruz).

- Kolloidal gümüş suyunun sağlığa faydalı olduğunu düşünen bir grup var. Bu su, gümüş tozu etkin veya güvenli midir? 

Bunu da daha önce hiç duymamıştım, internetten biraz araştırıp Amerikan Sağlık Enstitüsü’nün (NİH) National Center for Complementary and Integrative Health websitesinde bu ürüne ayrılmış bir sayfa ile karşılaştım.

Maddenin özeti şu şekilde:

The Bottom Line

How much do we know about colloidal silver?

There are no high quality studies on the health effects of taking colloidal silver, but we do have good evidence of its dangers.

What do we know about the effectiveness of colloidal silver?

Claims made about the health benefits of taking colloidal silver aren’t backed up by studies.

What do we know about the safety of colloidal silver?

The U.S. Food and Drug Administration (FDA) has said that colloidal silver isn’t safe or effective for treating any disease or condition.”

Yani Türkçesi ile:

* Kolloidal gümüş suyunun sağlık üzerine etkileri hakkında kaliteli çalışmalar bulunmuyor, ancak bu ürünün tehlikeleri hakkında yeterli bilgiye sahibiz. 

* Kolloidal gümüş suyunun sağlığa ilişkin faydaları hakkındaki iddialar çalışmalar ile desteklenmiyor.

* FDA, kolloidal gümüş suyunun herhangi bir hastalığa karşı kullanımda güvenli veya etkili olmadığını belirtti.

- Son soru:  Probiyotiklerin sağlığımıza etkisi nedir? 

Bağırsak floramızda bizimle beraber yaşayan milyonlarca mikroorganizma var, ve bu mikroorganizmaların türü, dağılımı ve sağlığı bizim sağlığımız için de büyük önem taşıyor. Bağırsak florasını (gut microbiota) ve bunun insan sağlığı üzerindeki etkilerini inceleyen alan son yıllarda oldukça hız kazandı. Probiyotik dediğimiz ürünler, içinde bağırsağımızdaki sağlıklı mikroorganizmalara benzeyen canlı mikroorganizma barındıran ürünler. Bu ürünlerin hedefi, bağırsak florasının normalın dışına saptığı bazı durum veya hastalıklarda florayı yeniden düzenleyerek tedaviye yardımcı olmak. Probiyotiklerin çeşitli hastalıklardaki etkisinin araştırılması için görece yeni bir alan diyebiliriz. Bu da demek oluyor ki şu aşamada birçok bilimsel araştırma yapılmış ve olumlu sonuçlar alınmış olmasına rağmen daha araştırılacak ve öğrenilecek çok şey var. Pratik tavsiye arayışında olan ve İngilizce bilenler için yine bahsettiğim web sitesini önerebilirim7.

İngilizce bilmeyenler için yine maddenin özetini ve çevirisini aktarıyorum:

“What's the Bottom Line

How much do we know about probiotics?

Although a great deal of research has been done on probiotics, much remains to be learned.

What do we know about the usefulness of probiotics?

Some probiotics may help to prevent diarrhea that is caused by infections or antibiotics. They may also help with symptoms of irritable bowel syndrome. However, benefits have not been conclusively demonstrated, and not all probiotics have the same effects.

What do we know about the safety of probiotics?

In healthy people, probiotics usually have only minor side effects, if any. However, in people with underlying health problems (for example, weakened immune systems), serious complications such as infections have occasionally been reported,”

* Probiyotikler hakkında oldukça fazla araştırma yapılmış olmasına rağmen daha öğreneceğimiz çok şey var.

* Bazı probiyotikler enfeksiyon ve antibiyotik kullanımı sonrasında görülen ishali önlemeye ve irritable bowel syndrome semptomlarına yardımcı olabiliyor. Ancak bu bahsedilen faydalar henüz kesin bir biçimde gösterilmedi ve bütün probiyotikler birbirinin aynı etkilere sahip değil.

* Genelde sağlıklı insanlarda probiyotiklerin ancak hafif yan etkileri oluyor. Ancak zayıf bağışıklık sistemi gibi halihazırda başka sağlık problemi olan insanlarda enfeksiyon gibi ciddi komplikasyonlara sebep oldukları da rapor edilmiş durumda.

Özellikle bahsedilen üçüncü madde sebebiyle yine kullanım öncesi herkesin doktoruna danışmasının en doğrusu olduğunu düşünüyorum.

Eylül Harputlugil kimdir? 

Lisans eğitimini 2008 yılında Sabancı Üniversitesi, Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik programında tamamladı. Üniversite öğrencisiyken Uğur Sezerman'ın Laboratuvarı’nda biyoinformatik ve işlemsel biyoloji alanında yapılan araştırmalara katıldı. Sonrasında yüksek lisans çalışmasında, Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü'nde Mehmet Öztürk'ün Laboratuvarı’nda karaciğer kanseri hücrelerinde epigenetik değişiklikleri inceledi. Doktora için ABD'nin Boston şehrinde, Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı Fakültesi, Genetik ve Kompleks Hastalıklar Departmanı'ında James Mitchell'in Laboratuvarı’na katıldı. Beş buçuk yıl süren doktora çalışmalarında çoğunlukla fare modelinde besin kısıtlaması ve bunun ameliyat öncesi uygulamalarının farelere nasıl, hangi genler ve mekanizmalar aracılığıyla koruma sağladığını inceledi. Doktora tezini geçtiğimiz ay sunup teslim etti ve şu an mezun olmak üzere.

Referanslar:

(Tüm web sitelerine 10 Ocak 2016 tarihinde ulaşıldı)

1 Amerikan Tarım Bakanlığı web sitesi: http://www.cnpp.usda.gov/DietaryGuidelines

2 Harvard Üniversitesi Beslenme Departmanı web sitesi: http://www.hsph.harvard.edu/nutritionsource/

3 FDA web sitesinde konu ile ilgili bazı kaynaklar:

http://www.fda.gov/Food/DietarySupplements/UsingDietarySupplements/ucm11...

http://www.fda.gov/Food/DietarySupplements/QADietarySupplements/default....

http://www.fda.gov/Food/DietarySupplements/UsingDietarySupplements/ucm11...

http://www.fda.gov/Food/IngredientsPackagingLabeling/LabelingNutrition/u...

4 http://www.superiorhealthsupplement.com/laminine-frequently-asked-questi...

5 http://www.fda.gov/Food/DietarySupplements/UsingDietarySupplements/ucm11...

6 https://nccih.nih.gov/health/silver

7 https://nccih.nih.gov/health/probiotics/introduction.htm

Kaynak: T24

Kariyer Derslerinde Yerinizi Alın

Sabancı Üniversitesi Kariyer Ofisi,Yönetim Bilimleri Fakültesi ve Sabancı Holding işbirliğiyle, 2015-2016 eğitim yılında bahar döneminde Kariyer Dersleri’ne başlıyor. Öğrencilerin gelecekteki kariyerlerini şekillendirmede onlara yol göstermeyi, kişisel gelişim için sistematik bir yaklaşım sunmayı ve iş dünyasının beklentileri hakkında bilgi vermeyi amaçlayan dersin kontenjanı 50 kişi olacak.

Bu yıl Yönetim Bilimleri Fakültesi öğrencilerine öncelikli olarak açılacak bir kredilik dersin (MGMT 491, Career and Professional Development Course) sonunda öğrenciler; kariyer yönetimi sürecini tanımlama, kişisel gelişim için MBTI gibi teknikleri kullanma, liderlerin karar vermelerini anlama, yaratıcı düşünce ve çözüm odaklılık, uyum ve esneklik ile zaman ve stres yönetimi konularında beceriler kazanacaklar.

Farklı sektörlerdeki lider şirketlerin insan kaynakları yöneticilerinin de konuşmacı olarak katılacağı dersler dört ana modülden oluşacak. Birinci modülü oluşturan “Kişisel Gelişim ve Kariyere Giriş” Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yusuf Soner tarafından verilecek. Sabancı Holding grup şirketlerinin üst düzey yöneticileri tarafından verilecek “İş Dünyasının Beklentileri” dersleri ikinci modülü oluşturuyor.  “Liderlerin Kararları” başlıklı üçüncü modül Egon Zehnder Türkiye Yönetici Ortağı Murat Yeşildere tarafından verilecek. Dördüncü ve son modülde sorun çözme, stres ve zaman yönetimi gibi beceriler iş dünyasından profesyoneller tarafından ele alınacak.

Kariyer Dersi toplam 14 haftadan oluşacak. Derslerin 4. haftasında Brisa İK Direktörü Nilgün Özkan, 9. haftasında Çimsa Genel Müdürü Nevra Çetin Özhatay ve 12. haftasında Sabancı Holding Sanayi Grubu Başkanı Mehmet Pekarun konuk olacak. Son hafta gerçekleşecek derse ise Sabancı Holding İnsan Kaynakları Bölüm Başkanı Neriman Ülsever konuşmacı olarak katılacak.



Hilmi Çelik'in Anısına...

Bilgi Merkezimizin kurucu direktörü Hilmi Çelik'in SUdergi'nin 2011 / Mayıs sayısında yayınlanan röportajını tekrar yayınlayarak kendisini saygı ile anıyoruz...

 Hilmi Çelik

SUdergi 2011 / Mayıs, Sayı 11 "Geriye Baktıklarında Neler Görüyorlar? Hilmi Çelik" Röportajı

SÜ’nün kuruluşundan beri buradaydınız. SÜ’de çalışmaya başlamanız nasıl oldu? Bize biraz ilk günlerden bahsedebilir misiniz?

Haziran 1997’de katıldım kurucu ekibe. Sanırım ilk sekiz – on kişi içerisindeydim. Genel Sekreterimiz Hüsnü Paçacıoğlu, en önemli konu olan para işlerini yöneten Ahmet Gülder ve dekanlar Ahmet Bey ile Muhittin Bey vardı. Tosun Terzioğlu Bey henüz, TÜBİTAK Başkanlığı görevini bırakıp, rektör olarak başlamamıştı.

Ne kadar müthiş bir şey! Henüz rektör yok ama kütüphaneyi kurmak için görevlendirilen biri var. Keşke ülkemiz bu örnekleri daha çok yaşayabilse…

Nisan ayıydı, Hüsnü Bey aradı, görüşmek istediğini söyledi. İstanbul’a gittim. Sabancı Center’ın 17. katına çıktığımda, kendimi uzayda gibi hissettim. Hüsnü Bey’i tanımıyordum ama konuşma sırasında anladım ki, o beni tanıyordu. Kendisi IBM’in üst düzey yöneticisi iken ben TBMM’ye bilgisayar sistemi almıştım. Ama alınan sistem IBM değildi… Garip ama gerçek, sistemini almadığım Hüsnü Bey bana, kurmakta oldukları Sabancı Üniversitesi’nin kütüphanesini oluşturma görevi öneriyordu. 

Sonrası umduğum gibiydi. Yeniliğe açık, en iyiyi arayan ve aynı zamanda, iyinin bir bedeli olduğunu bilen insanlarla birlikteydim.

Göreve başladıktan birkaç ay sonra, Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, Rektör Tosun Bey ve Genel Sekreter Hüsnü Bey’den oluşan Başkanlık Divanı bir sunum istedi. Nedeni açıktı. Belli ki, plan ve projeleri görmek, ciddi bir bütçe ve insan gücü isteyen birimin, bu kadar parayı ve insanı ne yapacağını bilmek istiyorlardı. Sonuçta, günlerce uykusuz kalmam işe yaradı. Sunum bittiğinde, yüzlerde olumsuzluk yoktu. Bu tablodan aldığım cesaretle, “kütüphane” olarak adlandırılan birimin adının değiştirilmesini önerdim.

Sonuç müthişti. Önerim, umduğumdan da kolay ve çabuk onaylanmış ve adımız, “Sabancı Üniversitesi Bilgi Merkezi” olmuştu.

Mart 1998’de Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki binamıza taşındık. İkinci kat tümüyle bize tahsis edilmişti. Hedefimiz, kurumun işleyişine ilişkin uygulama adımlarını saptamak, yazılı hale getirmek ve 1999 yılında açılacak olan üniversitenin açılış günü koleksiyonunu oluşturmaktı.

Ekibi oluşturan yeni arkadaşlarla, önce Karaköy’de hazırlıkları tamamladık, sonra kampüse taşınıp yerleştik ve kapılarımızı müşterilerimize açtık.

Daha önceki çalışma hayatınızla SÜ’yü karşılaştırdığınızda gördüğünüz farklar nelerdi, bahsedebilir misiniz?

Farkları karşılaştırmak çok zor. Birincide bir şeyler yapabilmek için, yönetime ve çevreye savaş ilan edip her tür riski göze alırken; ikincide, yönetimin ve çevrenin desteğini hissetmenin keyfini yaşamak var. Birincide enerjinizin ve becerinizin büyük bir kısmını, yolları açabilmeye harcarken; diğerinde, açık yolda “daha hızlı nasıl giderim” ve “nereye kadar giderim”in keyfini yaşıyorsunuz. Bu açıdan bakılınca, kuruluş döneminin SÜ yöneticileri, bence ülkemizde az görülebilir bir sahip çıkma, birlikte iş yapma ve en iyiye ulaşma duygularını paylaşan ekibin parçası oldular. Basit bir örnektir; Sabancı Üniversitesi’nde, uluslararası arenada bile boy ölçüşebilecek bir merkezin yaratılmasına katkı sağlayanlardan biri olmanın keyfini yaşarken, daha önce yönetici olarak çalıştığım TBMM’ye bilgisayar sistemi kurmanın, dahası (sanki üstüme vazifeymiş gibi) maaş bordrolarının bilgisayar ortamına taşınmasının sıkıntılarını ve onun yarattığı kişisel dargınlık ve düşmanlıklarını yıllarca yaşadım.

Belki de TBMM’deki yeniliklere reaksiyonum, ODTÜ’de başlayan “daha iyiyi yapmaya çalışma” kültüründen kaynaklanıyordu. Sabancı Üniversitesi’nin, başından beri bilgiye ve bilginin önemine bakışı, başkalarıyla mukayese edilemeyecek önemli bir farktır. Biz uygulayıcıların yapmaya çalıştığı ise sadece, bu farkı işimize yansıtmaktan ibaretti.

Burada birçok kişiyle çok anınız olduğunu biliyoruz. Bize sizi etkileyen birkaçından bahsedebilir misiniz?

Olmaz mı? Rektörümüz Tosun Bey ile yaşadığım iki anıyı paylaşmak isterim.

Kampüse yeni taşınmışız. Tosun Bey’i uzun yıllardır tanırdım ama tanışıklık hep bürokratik ilişkiler çerçevesindeydi. Yıllar TBMM başkanlarıyla yakın çalışma ortamlarında geçince, ceket düğmesinin iliklenmesiyle başlayan ve “buyurun efendim” ile devam eden “saygılı olma”, yaşamın doğal bir parçasıydı. Sabancı Üniversitesi bünyesinde bürokrasi, yok denecek kadar az olsa da ben, içime işleyen ceket düğmesi iliklemeyi de, “buyurun efendim”le söze başlamayı da bir türlü, silip atmak bir yana, azaltamıyordum bile. Hatta Hüsnü Bey’in, bu tarzımdan ötürü benimle epey dalga geçtiğini ve millete de anlatarak eğlendiğini hatırlıyorum.

Yine o günlerin birinde, Bilgi Merkezi’nden çıkıp Rektörlük Binası’na gidiyordum. Karşıdan Tosun Bey geliyordu. Görür görmez, görevlerimi yerine getirdim. Ceketimin düğmesini ilikledim, ellerimi cebimden çıkardım, yanına yaklaştığımda hafif bir tebessümle, “merhaba efendim” diyerek selamladım. Bir memurun amirine yapması gerekenleri yaptım. 

Ancak, sonrası tam bir felaketti. Tosun Bey, gözümün içine baka baka, en ufak bir samimiyet belirtisi vermeden, yanımdan geçip gidince, şaşırıp kalmıştım. Rektör Bey’e ne yapmıştım? Onu üzecek, kıracak, yönetimi sıkıntıya düşürecek bir şey yapmam bahis konusu olamazdı. Ağzımın fermuarı biraz bol olduğu için birileri bir şeyleri farklı mı taşımıştı? Malum, sadece spor karşılaşmaları değil, tüm yaşam puan alma üstüne kurulu!

Bir fasıl hem yürüdüm hem de kendimi sorguladım. Hiçbir iz yakalayamadım ama bir gerçek vardı, Rektör Bey bana kırgın ya da kızgındı ve bunun sonucu olarak yüz vermeden, dahası yüzüme bile bakmadan yanımdan geçip gitmişti.

Makamına vardığımda, Allah’tan Hüsnü Bey’in keyfi yerindeydi. Halimi görünce şaşırmış olmalı ki, hemen sorgulamaya başladı. Neredeyse ağlamaklı bir halde, olanları anlatmaya başladım. Daha ilk cümlem tamamlanmadan, bir başka inanılmaz ile karşılaştım. Söylediklerimi dinleyen Hüsnü Bey, gülüyordu.

Sonunda halime acımış olmalı ki gülmeyi bırakıp doğruları anlattı. Meğer Tosun Bey bazen karşısındakinin yüzüne bakarak yanından geçer ve görmezmiş. Ama ben nereden bileyim…

Bu huyunu daha sonra Tosun Bey’in kendisi de bizlere anlattığı için, artık Tosun Bey’in selamsız geçişi de, yaşamın normalleri sınıfına girmişti.

Tosun Bey ile bir başka anım ise, yeni kurulan üniversitelerle ilgiliydi.

Bir sabah uyandığımda, TBMM’de görüşülen bir yasaya eklenen maddeyle epeyce yeni üniversitenin kurulacağını öğrendim. Sanırım sayı 30 civarındaydı. İş hayatımın ilk dönemlerindeki 18 yıl ODTÜ’de geçtiği için, adam gibi bir üniversitenin ne demek olduğu konusunda az çok bilgim vardı. Buna bir de Sabancı Üniversitesi’nin kuruluşu sırasında gördüklerim ve yaşadıklarım eklenince, meselenin ciddiyet boyutlarını çok iyi anlamıştım.

İnanmak, benim için zordu. 30 yeni kampüs, mevcutlar kan ağlarken 30 üniversitelik akademik kadro, 30 üniversitelik idari kadro bulunması… Bu kızgınlıkla, herkes bir şeyler söylerken, ben de boş durmadım tabii ve beni ilgilendiren kısma atıfta bulunarak, “bu adamlar 30 üniversiteye 30 rektör bulurlar ama 30 kütüphane müdürü bulamayacaklarının farkında değiller” dedim. Dediklerime herkes katıldı, kafasını salladı ve gülüştük.

Ancak, daha sonra düşününce, resmin şekli değişti. Bu cümleler rektörlük makamının küçük görülmesi anlamını da içeriyor olabilirdi. Yani rektör çok ama kütüphane müdürü yok gibi, hem komik, hem kızılacak, hem de alınılacak hale gelebilirdi. Tabii burada anlatmaya çalıştığım rektör, benim rektörüm değildi ama onun da unvanı rektör olduğuna göre, kurye görevini yapıp, postayı iletebilirdi.

Epey bir cebelleştim Tosun Bey’e gidip, makamında kendimi aklamak için. Ancak daha sonra “belki de duymamıştır, niye boşuna suyu bulandırayım” diyerek sustum ama her seferinde, yeni üniversitelerin adını ya da onlarla ilgili yapılan atamaları ya da eylemleri duydukça, Tosun Bey’in bana kırılacağını düşünüyor ve üzülüyordum.

Sonunda bir gün, kafeteryada yemek kuyruğunda peş peşeydik. Bakındım, birlikte olmayı bekleyen kimse yoktu. Aynı masaya oturduk. Daha çorbayı kaşıklamadan, “Efendim size bir şey söylemek istiyorum, başkalarından duyarsanız” diye lafa başlamıştım ki, Tosun Bey sözümü kesti. “Biliyorum duydum. Ve haklısın” dedi.

İnsan başka ne isteyebilirdi ki? Hatırladıkça hâlâ gülüyor ve teşekkürlerimi yeniliyorum.

Bugün düşündüğünüzde, üniversitedeyken yaptığınız işler arasında sizi en mutlu edeni hangisi?

Eğitim ve araştırmada bilginin önemini anlatmaya yönelik projeler ve bunlara yönetimin desteğinin kazanılması. Belki yazılınca sıradan gibi görünüyor ama bunun ülkemizde yapılabildiği kurumlar ve bunu anlayıp takdir eden yönetimler inanılmayacak kadar azdır.

Bir başka öğe ise, birlikte çalıştığım meslektaşlarımın eğitimi, yetiştirilmesi ve kurumu temsil edebilecek düzeye gelmesi için yapılanlar ve onların kendileri için yapılanların kıymetini bilen, farklılıklarının farkına varan bireyler haline gelmeleridir. 

Hilmi Çelik’e, 30 Haziran 2009’da Onur Üyesi Ödülü takdim edilirken

Emeklilik sonrasında da çalışmaya devam ettiniz ve hâlâ da devam ediyorsunuz. Yeni hayatınız nasıl geçiyor? Geleceğe yönelik planlarınız nelerdir?

Emeklilik sonrası, bir süre çalışmaya devam ettim. Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı bana, Genel Koordinatörlük görevi verdi. Amaç, adına “serebral palsy” denen beyin felçli çocukların özel eğitim ve rehabilitasyonları ile anaokulu, ilköğretim ve meslek lisesinden oluşan bir formel eğitime kavuşmalarıydı. Bunların bir kısmı zaten vardı, diğerleri eklenecekti. Burada hayatın bir başka yüzünü gördüm. Sahip olduğumuz güzelliklerin farkına varmadan geçen yaşamımızı gördüm. Kimilerinin yaşamının ne denli zor olduğunu gördüm. Kültürümüze yerleşmiş olan gözyaşı dökme ve acımanın ne denli yetersiz bir duygu olduğunu, acımakla bir yere varılamayacağını gördüm. Bir şeyler yapmaya, ailelere, engelli çocuklara yardımcı olmaya çalıştım. Duygusallığım, daha fazlasına izin vermedi, yükü taşıyamadım. Zona oldum. Ve 10 ay sonunda, bu işi beceremeyeceğimi anladım ve ayrıldım. Vakıfla ve oradaki sevgili engelli çocuklarımla ilişkilerim elbette sürüyor.

Geleceğe yönelik planlara gelince, bu bambaşka bir hayat felsefesi ve beceri. Ben ve benim gibilerin oluşturduğu kuşak, ömrümüzün büyük bir kısmını eğitimimize, iş hayatına, çok tepeleri hedeflemesek de işimizde yükselip ayakta durmaya, çilimizi çocuğumuzu yetiştirmeye harcadık. İş hayatı sonrasında da bir gelecek olduğunu, yeterince ciddiye alarak, düşünemedik bile. Dolayısıyla şahsen ben, emekli olduğumda, kendimi bu yeni yaşama hazırlamadığımı gördüm. Birlikte çalıştıklarımızın yaşamımıza katkıları ne denli çokmuş meğer. Ayrılınca anlıyor insan. Yeni yaşamda, 9988’i çevirdiğinizde her tür yardımı yapan Üniversite Hizmetleri ya da telefonun düğmesine bastığınızda koşup gelenler yok artık.

Ama başka çaresi de yok. 9988’siz yaşamaya alışan eşim gibi ben de telefonu kaldırdığımda “buyurun efendim” diyenler olmadan yaşamayı öğreniyorum. Daha doğrusu, hızla öğrenmeye çalışıyorum. Okumakla bitmiyor gün, yazmakla da. 2007 ve 2008’de yayınlanan iki anı kitabıma geçen yıl bir şiir kitabı eklendi. Şimdi de öykülerden oluşan bir başka kitabım yayında. Bunların hepsini, sizlerle iken, yani hayatı çok boyutlu yaşarken yazmıştım. Henüz, maalesef, kendimi emekli sınıfı gibi yeni bir sınıfta sayıp, yazmaya başlayamadım. İnşallah heyheylerim çabuk geri döner ve “buyurun efendim”leri beklemeden, yazmayı bir emeklilik işi, daha doğrusu keyfi olarak sürdürürüm.

Bu arada, gecikerek de olsa bir süredir, emekliliğe ısınmaya başladığımı, bahçeyle uğraşmanın sadece bir spor değil, bir şeylere hayat vermek, deniz kenarında mangaldaki balıkların kokusunun yeni bir yaşam biçimine adım atmak olduğunu öğrendiğimi de söylemem gerek. Bundan sonraki beklentim, ufak tefek de olsa sosyal sorumluluk projelerinde yer almak, bahçemin yeşilliğini, mangalımın tütmesini ve yaşayıp hissettiklerimin sözcüklere yansımasını sağlamak olacaktır. Gerisi… Gerisi can sağlığı…

Kampüste yaşarken birçok kişiyi bir araya getiren, eşinizle birlikte çokça misafir kabul eden birisi olduğunuzu biliyoruz. Ankara’daki dostlarınız da size kavuştuklarına sevinmişlerdir eminiz. 13 sene sonra Ankara’daki hayatı nasıl buldunuz?

Üniversitede insani birlikteliğin oluşumuna, daha doğrusu insanların birbirine sadece kafa sallayarak selam vermesinin ötesine taşarak, hal hatır sormasına, mangallardan birer köfte alabilecek kadar birbirlerine yakın olmaları için gayret sarf ettim. Ne kadar başardım bilmiyorum ama her geçen gün sayısı giderek azalsa da, arada bir hâlâ hal hatır sormak için çalan telefonlar var.

Ankara’ya gelince,  birkaç kişilik özel çevre dışında, o kısım bana göre tam bir felaket. Geçen 13 yıllık süre içerisinde Ankara bambaşka bir şehir olmuş. İç göçler ya da toplumdaki değişimler, sosyal anlamda bir yığın şeyi yok etmiş. Anlatmak çok zor. Belki de ben, biraz da İstanbul’da ve özellikle üniversite ortamında ve kampüsünde geçen yıllar içersinde, ülkemizdeki sosyal hayat gerçeğini görememişim ve zamanımın neredeyse tümünü kampüste geçirdiğim için, şehir hayatı gerçeğindeki değişimleri fark edememişim. 

Çalışırken nelere daha çok vakit ayırabilmeyi istiyordunuz. Şimdi hangilerini gerçekleştirebiliyorsunuz?

Bu konuda söyleyeceğim çok fazla bir şey yok çünkü sanırım çalışırken de sevdiğim şeyler olan, daha iyiyi yapmak ve daha iyiyi yapabilecek insanların yetişmesine katkıda bulunmanın ötesinde bir düşüncem yoktu. Şimdi ise daha önce söylediğim gibi, henüz gemi yeni yaşamımın rotasına girmiş değil. Bakarsınız bir gün girer inşallah…

SÜ mensuplarına söylemek istedikleriniz nelerdir?  SÜ’nün nesini özlüyorsunuz?

Olmaz mı? Lütfen sahip olduğunuz güzelliklerin ve farklılığın farkına varın. İçinde bulunduğunuz ortam, bambaşka bir dünya. Kampüs sınırlarının dışındaki yaşamı, sınırların dışına çıkmadan anlayın ve dış dünyadaki ekonomik, sosyal ve kültürel yaşama hazırlıklı olun.

Özlediklerime gelince, lojmanlardaki sakin yaşamı, kafeteryadaki güzel yemekleri, SU Club’ı, içinde riyanın en az düzeyde olduğuna inandığım akademik ve idari statüdekilerle kurulan ve sürdürülen insan ilişkilerini, yapılan güzel şeylerin takdirini yadırgamayan bir toplumun içinde olmayı, espriyi anlayan insanlarla birlikteliği ve dahası Sabancı Üniversitesi mensubu olma ayrıcalığının keyfini, bunların içindekilerin bazıları olarak sayabilirim.

Bir de gelip geçenleri unutmamak ve herkesin de bir gün gelip geçeceği gerçeğini de içeren “hatırlama kültürü”nü özlememek mümkün mü?

Herkese sevgi, saygı ve başarı dileklerimle.

Mayıs, 2011

2016'da Türkiye: İç Politika, AB İlişkileri ve Ötesi

ABD'nin başkenti Washington'da, Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut durumu ve geleceği tartışıldı. Washington'daki önemli düşünce kuruluşlarından Woodrow Wilson Center'da düzenlenen "2016'da Türkiye: İç Politika, AB İlişkileri ve Ötesi" başlıklı panele, İPM Direktörü Fuat Keyman ve İPM Kıdemli Uzmanı Bülent Aras katıldı. 

Prof. Dr. Keyman: - ''AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerde güvenlik endişelerinin bu denli merkezde yer alması Türkiye'yi genişleme ülkesi pozisyonundan stratejik komşu pozisyonuna getirdi''

Prof. Dr. Aras: - ''Son dönemdeki Işid tehdidi ve Suriye merkezli mülteci meselesinin ele alınması sürecinde Türkiye ile AB yeniden bir yakınlaşma sürecine girmiştir''

ABD'nin başkenti Washington'da, Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut durumu ve geleceği tartışıldı. Washington'daki önemli düşünce kuruluşlarından Woodrow Wilson Center'da düzenlenen "2016'da Türkiye: İç Politika, AB İlişkileri ve Ötesi" başlıklı panele, İPM Direktörü Fuat Keyman ve İPM Kıdemli Uzmanı Bülent Aras, Wilson Center'dan Michelle Egan ve gazeteci Amberin Zaman katıldı. Paneli Wilson Center Ortadoğu Programı Direktörü Henri Barkey yönetti.

Fuat Keyman - Bülent Aras

Türkiye-Avrupa ilişkilerinin tarihi arka planına atıf yapan Aras, iki aktör arasındaki ilişkilerin yeni olmadığını, aksine uzun ve kurumsal bir geçmişe sahip olduğunu kaydetti. Aras, özellikle kriz dönemlerinde Türkiye'nin Batı ile daha yakın bir ilişki yürüttüğünü belirtti.

Türkiye'nin Batı ile belli bir düzeyde iç içe geçmiş ilişkileri olmasına karşın yine de bağımsız ve kendine has bir tavırla bölgesel ve küresel meselelere yaklaştığını anlatan Aras, Arap Baharı'ndan sonraki süreçte yaşananları hatırlatarak, "Son dönemdeki Işid tehdidinin ve Suriye merkezli mülteci meselesinin ele alınması sürecinde Türkiye ile AB yeniden bir yakınlaşma sürecine girmiştir" dedi.

Fuat Keyman da AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerde güvenlik endişelerinin bu denli merkezde yer almasının Türkiye'yi "genişleme ülkesi" pozisyonundan "stratejik komşu" pozisyonuna getirdiğini aktararak, "bölgesel güvenlik dinamiklerinin" Türkiye-AB ilişkilerini zorlamaya devam edeceğini belirtti.

Türkiye'nin Avrupa'dan önce Ortadoğu'daki güvenlik sorunlarıyla yüzleşmek durumunda olduğunu kaydeden Keyman, "istikrarın devamı" ve "PKK sorununun ne şekilde çözüleceği" konularının, Türkiye-AB ilişkilerinin gidişatını da önemli ölçüde etkileyecek unsurlar olduğunu dile getirdi.

Michelle Egan ise Türkiye'nin kendi iç ve dış politika sorunları kadar AB'nin de kendi içinde ve bölgesel düzlemde birçok problemle yüzleşmek zorunda kaldığını anlatarak, kısa vadede AB'nin yeni bir genişlemeyi kaldırmasının zor olduğu görüşünü ortaya koydu.

Daha çok Türkiye'nin güneydoğusunda yaşanan olaylara değinen Amberin Zaman da "ABD'nin insan hakları ihlalleri çerçevesinde bu konuda daha fazla etkin olması gerektiğini" savundu.

Kaynak: AA

3M Global Vaka Analizi Yarışması

Üniversite öğrencilerinin global bir ortamda yarışıp, takım çalışması becerilerini geliştirebilecekleri ve kariyer fırsatı yakalayabilecekleri 3M Global Vaka Analizi Yarışması 2016 / Invent A New Future Challenge, 2016 Şubat sonuna kadar başvuruları topluyor. 

14 ülkeden katılımın olacağı Invent A New Future Challenge 2016 için Şubat sonuna kadar başvuru yapan adaylar değerlendirilecek ve değerlendirmeden geçen adaylar Nisan ayında 3M Türkiye ofisine, vaka yarışmasına katılmaları için davet edilecekler. Vaka yarışmasını başarıyla tamamlayan adaylar final yarışması için, Temmuz ayında Amerika’daki 3M genel merkezini ziyaret edecekler ve burada 14 ülkeden gelen adaylarla bir araya gelerek 3M yöneticileriyle tanışma fırsatı bulacaklar.

Final yarışmasını kazanan Türk öğrencilere 6 ay boyunca 3M Türkiye yöneticileri tarafından mentorluk verilecek.

Başvuruda bulunmak için: http://www.3m.com/INF2016/ 

Sorular için Sabancı Üniversitesi Kariyer Ofisi ile irtibata geçilebilir: career@sabanciunivedu

Başsağlığı

Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanımız Güler Sabancı, işinsanı Mustafa Koç'un vefatı nedeniyle başsağlığı mesajı yayınladı:

 "Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı sevgili dostum Mustafa Koç’un vefatını derin üzüntü ile öğrendim.

Ülkemiz iş dünyası çok sevilen, yüce gönüllü ve çok kıymetli bir evladını çok genç yaşta kaybetmiştir.

Ekonomimizin ve sanayimizin gelişimine büyük  katkıları ve emeği olmuş  on binlerce kişiye istihdam yaratmış, vakıf çalışmalarında, toplumsal gelişmede örnek işler gerçekleştirmiş, uluslararası itibarı ile tanınmış sevgili Mustafa Koç’un genç yaşta aramızdan ayrılması hepimiz için büyük kayıptır.

Merhuma Allah’tan rahmet; tüm Koç Ailesi’ne, Koç Topluluğu’na ve ülkemize baş sağlığı ve sabırlar diliyorum."

Güler Sabancı

Sabancı Vakfı'ndan Metropolis Kazıları'na Destek

Sabancı Vakfı, Metropolis Sevenler Derneği (Meseder)'in yürüttüğü Metropolis Kazıları'na destek veriyor.

1990 yılından bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Celal Bayar Üniversitesi adına sürdürülen Metropolis Antik Kenti kazı çalışmaları Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serdar Aybek başkanlığındaki kazı ekibi tarafından yürütülüyor. Kazılar kent yaşamı hakkında bilgilerin alınacağı kamu yapıları ve sivil alanlar üzerinde sürdürülürken yeni yapıları keşfetmek amacıyla sondaj çalışmaları da yapılıyor.

İzmir’in Torbalı ilçesine bağlı Yeniköy ve Özbey mahalleleri arasında kalan Metropolis Antik Kenti kazılarına Philip Morris onbeş yılı aşkın bir süredir destek olmuştur. Sabancı Vakfı da 2003 yılı itibariyle MESEDER’e katkıda bulunarak bilimsel kazılara destek vermeye başlamıştır. 

Metropolis’in tarihi, Geç Neolitik Çağ'daki ilk yerleşim izlerinden Klasik Çağlar'a, Helenistik Çağ'dan Roma ve Bizans dönemlerine, Beylikler ve Osmanlı tarihine kadar uzanmaktadır. Kazılarda elde edilen heykeller, sikkeler, yazıtlar, cam ve seramik objeler bugün İzmir Tarih ve Sanat, İzmir Arkeoloji ve Selçuk Efes müzelerinde sergilenmektedir.

Foto galeri için tıklayın

2015 yılı kazılarının sona ermesi ile kazının ilk yıllarından itibaren kaydedilen küçük eser sayısı 11 bin'in üzerindedir.

Metropolis'te Antik Helen Mitolojisinin Baş Tanrısı Zeus İçin İnşa Edilmiş Kült Alanı Ortaya Çıktı

2015 yılında sürdürülen kazı çalışmaları esnasında Metropolis Antik Kenti’nde önemli buluntular ortaya çıkarken ilk defa Antik Helen mitolojisinin baş tanrısı Zeus için inşa edilmiş bir kült alanı keşfedildi. Kent merkezinde yer alan ilk ve tek tapım merkezi olarak kayıtlara geçen bu alan, Ana Tanrıça Kenti olarak tanınan şehirde başka inanışların bulunduğunu da gösterdi. Arkeolojik çalışmalar kutsal alanda gerçekleştirilen, dini tören ve ritüellere ilişkin önemli arkeolojik bulguları da ortaya koyuyor.

Kazı alanında yapılan çalışmalarda bölgenin bir tapınma merkezi olduğunu gösteren yazıtlı sütun parçaları, bir sunak parçası ve heykel kaidesi bulundu. Kazı ekibinin yaptığı detaylı çalışmalar sonucunda ise bu alanın Zeus Krezimos’a adanmış bir kült alanı olduğu ortaya çıktı.

Spa Merkezlerinin Köklerini Barındıran Hamamlar, Romalılar İçin Sosyalleşme ve Cazibe Merkezi

Roma Hamamı ve Palaestra olarak tanımlanan büyük yapı kompleksinde sürdürülen 2014 yılında sürdürülen çalışmalarla hamam yapısının en görkemli iki salonu ortaya çıkarıldı. İlk salon, Roma hamamlarının en temel bölümlerinden biri olan “frigidarium” oldu. Soğuk su banyosunun yapıldığı bölüm olan ve “soğukluk” da denilen frigidarium, ince ayrıntılarla bezenmiş tasarımı ve mimari açıdan kaliteli işçiliğiyle göze çarpıyor. Frigidarium bölümünün yanındaki diğer salon ise yan yana dizilmiş beş odası ve mozaikli zemini ile hamam yapısının ana mekânlarından biri olarak dikkat çekiyor.

Arkeologlar, mozaikli odalardan birinde bulunan çok sayıda pişmiş toprak ve cam günlük kullanım eşyasına dayanarak, buranın davet ve yemek ziyafetleri için kullanılmış bir salon olabileceğini düşünüyor.

Metropolis’in Gizemli Koridorları

2013 kazı sezonu sonunda hamam yapısının kuzey, güney ve batı dış duvarlarına paralel inşa edilen 40 metre uzunluğunda tuğla tonozlu koridorlar çok iyi korunmuş halde gün ışığına çıkarıldı.

Metropolis’te ilk kez karşılaşılan bir yapı olan koridorlar, 2 bin yıl önceki toplumsal yaşama ait ipuçları sunuyor. Özellikle Roma İmparatorluğu döneminde hamam yapılarında karşılaşılan ve servis koridoru olarak hizmet etmesi amacıyla hamamın dış duvarına paralel olarak inşa edilen bu yapıların, hamam çalışanları ve hizmetlileri tarafından kullanıldığı biliniyor.  

Metropolis, Uyuyan Güzelini Gün Işığına Çıkardı

2012 kazı çalışmalarında, sur duvarına gömülmüş 2 bin 500 yıllık başsız bir kadın heykeli ortaya çıkarıldı. Kadın heykeli, Geç Hellenistik Çağın en iyi korunmuş nadir örneklerinden birisi olan Meclis Binasının ortasından geçen sur duvarının içinde yüzyıllardır gün ışığına çıkarılmayı bekliyordu. Heykel ve bu yılki kazılarda ortaya çıkarılan 72 adet envanterlik ve 175 adet etütlük eser İzmir Arkeoloji Müzesi’ne teslim edildi. 

Metropolis’de Üçüncü Hamam Heyecanı

2011 sezonunda sürdürülen kazı çalışmaları, kentin Roma çağı yayılım alanı ve sınırlarını ortaya çıkarabilmek amaçlıydı. Bu doğrultuda kazılar, 2009 yılında başlanan “Han Yıkığı” mevkiindeki Roma hamamı ve onun doğusundaki mermer avlulu alanda yoğunlaştı. Çevresi mozaiklerle çevrili, tabanı mermer kaplı, Palaestra (Güreş Alanı) tamamen açığa çıkarıldı.

Palaestra’nın kuzeyinde tespit edilen, yeni bir hamam yapısı sezonun en heyecan verici buluntusu oldu. Bu yapı ile beraber tüm kompleksin yaklaşık olarak 1000 m²’lik alanı kapladığı anlaşıldı. Kazı çalışmaları sırasında hamam içinde mermer parçaları ve pencere camı parçaları bulundu. Bu alanda bulunmuş çok sayıda kandil ve diğer küçük buluntular da hamamdaki canlı sosyal yaşamı göstermektedir.

Roma Hamamı ve Palaestra (Spor Alanı) gün ışığına çıkıyor

2010’da yapılan kazı çalışmaları sonunda, kentin geçmişteki parlak sosyal yaşantısını aydınlatan önemli veriler elde edildi. Özellikle Roma Hamamı ve Palaestra kazıları sonunda büyük oranda planı belirlenen yapılar ve geometrik bezemeli taban mozaikleri ve birçok metal, pişmiş toprak, kemik ve camdan yapılan küçük eserler bulundu.

 Metropolis 2009 yılındaki çalışmalar ile büyük bölümü ortaya çıkarılan Peristilli Ev olarak adlandırılan mermer avlulu özel konutun güney sınırları belirlendi. Antik Çağda üstü kapalı uzun yürüyüş mekanları olarak tanımlanabilecek Stoa kısmındaki çalışmalarda da üzerine yıkılmış olan Geç Antik Çağ duvar parçaları kaldırılarak batı duvarı tamamen açıldı. Ayrıca yapının temellerini bulmak için yapılan kazılarda 2 adet pithos (depolama küpü) ve birçok Hellenistik dönem seramikleri bulundu. 

Kadınların süslenme merakı yüzyıllar öncesine dayanıyor

2009’da yapılan kazı çalışmalarında M.Ö. 150 yıllarına ait bozulmamış bir mezar içinden bir genç kadın iskeleti etrafında, 41 adet koku şişesi, aynalar, bir çift küpe ve pullar ortaya çıkarıldı.

 20 yıldır devam eden Metropolis kazılarının 2009 yılı çalışmalarında, kadınların süslenme merakının yüzyıllar öncesine dayandığına ilişkin bulgular elde edildi. Kazı ekibi kazılara başlandığı günden bu yana ilk kez bozulmamış bir mezara ulaştı. Yaklaşık 2500 yıl öncesine tarihlenen mezarın, iskelet üzerinde yapılan incelemeler sonucunda 25 yaşlarında genç bir kadına ait olduğu anlaşıldı. İskeletin etrafında, bulunan 41 adet koku şişesinin yanı sıra üzerlerinde Erkek başı ile arı kabartması bulunan iki altın pul, bir çift altın küpe, bronz aynalar, kemikten ve gümüşten kozmetik kaşıkları, kadınların yüzyıllar öncesinde de süslenmeye ne kadar önem verdiğini bir kez daha ortaya çıkardı.

 

Seçim Sonrası Türkiye Toplantısı Yapıldı

İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) - Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi ve Center for Turkey Studies (CEFTUS) ortaklığıyla ilki Londra’da İngiliz Parlamentosu’nda gerçekleştirilen “Seçim Sonrası Türkiye (Post-Election Turkey)” serisi, 15 Ocak 2016 Cuma günü İstanbul yuvarlak masa toplantısıyla sonlandırıldı.

Toplantının sabah oturumunda, Bill Park’ın moderatörlüğünde Lord William Wallace, Lord Peter Hain ve Ersin Kalaycıoğlu seçim sonuçları, yerel dinamikler ve Türkiye’de yeni anayasa tartışmaları üzerine konuştular. Kürt sorunu, bölgesel dinamikler ve dış politika konularının tartışıldığı ikinci oturumu Senem Aydın-Düzgit yönetti. Bill Park, Fuat Keyman ve Dilek Kurban’ın konuşmalarının ardından tüm konukların katılımıyla interaktif bir tartışma gerçekleştirildi.

Kendini Anla Geleceğini Planla

Rektör yardımcımız ve Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyemiz Sondan Durukanoğlu Feyiz, Of'ta eğitim gören öğrencilerle "Örnek Kişilerle Kendini Anla, Geleceğini Planla" projesi kapsamında tecrübelerini paylaştı.

Sondan Durukanoglu Feyiz

Of Kaymakamlığı ve Belediye Başkanlığı tarafından 10. ve 11.sınıf öğrencilerine yönelik yürütülen Örnek Kişilerle Kendini Anla, Geleceğini Planla Projesi'nin bu ayki konuğu Sondan Durukanoğlu Feyiz oldu.

Öğrenmeyi çok sevdiği ve hayatı boyunca hep bir şeyler öğrenmek için çaba harcadığını ifade eden Feyiz, "Beni Of’un bir değeri olarak görmeniz benim için gerçekten büyük bir onurdur. Oflu olmaktan hep gurur duydum, duymaya devam edeceğim. Ama inanıyorum ki Of’un asıl değerleri çalışan, fedakar kadınlarımızdır. Biz on kardeştik ve on kardeş de üniversiteyi okuduk. Annem ve babam çok büyük fedakarlıklar yaparak bizim okumamızı sağladılar" diye konuştu.

Lisede sınıfta kaldığını ve öğrenimine 3 yıl ara verdiğini anlatan Feyiz, şöyle devam etti:

"Liseyi benden üç yaş küçük kardeşimle birlikte bitirdik. Lisede sınıfta kalınca bir dönem okumamaya karar verdim. Babamın 'bende okumayan çocuk olmaz, okumuyorsan köye gideceksin' sözü üzerine köye gittim. Sırtımda 45 kiloluk çay sepetiyle 165 merdiveni çıkınca okumaya karar verdim. Hayattan aldığım dersten sonra karar verdim. Sınıfta kalmamın benim zekamdan değil, yönlendirme eksikliğimden kaynaklandığını anladım. Bizi yönlendirecek kimse yoktu. Siz bizden daha büyük imkanlara sahipsiniz. Sizler daha büyük işler başarabilecek durumdasınız."

"Kendinize asla küsmeyin"

İnsanın sevdiği işi yaparken yorulmayacağına işaret eden Feyiz, "Hayatta ne yapmak istediğime verdiğim cevap kaybettiğim o 3 yılın geriye kazanılmasını sağladı. Bu sayede İstanbul Üniversitesi Fizik Bölümü'nü birinci olarak kazandım. Kendinize asla küsmeyin. Kendinizi ve insanları sevin. İsterseniz, çalışırsanız başarılı olursunuz. Farklılık yaratan olmalısınız. Sıradan olursanız yok olup gidersiniz. Ülkemizde bugünkü imkanlar olsaydı yurt dışına gitmezdim. Hiçbir şey için geç değildir. Yeter ki bir şey yapmamak için bahaneniz olmasın. Hayatınızda sevdiklerinize mutlaka zaman ayırın. Dünyanın çok yerini gezdim. Bizim topraklarımız kadar değerli, güzeli yok."

Söyleşi sonunda Of Kaymakamı Eren Arslan ve Of Belediyesi Başkanı Salim Salih Sarıalioğlu, Prof. Dr. Feyiz’e bir plaket sundu.

Abone ol