Ana içeriğe atla

8 Mart'a Özel Etkinlikler Devam Ediyor

Sabancı Üniversitesi’nin tüm aya yaydığı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü özel etkinlikleri devam ediyor. Üniversite bünyesindeki Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi tarafından düzenlenen etkinlikler kapsamında, Karaköy Minerva Palas’ta ‘Toplumsal Cinsiyet Açısından Sağlık, Beden ve Cinsellik’ konusunun ele alındığı panel düzenlendi.

 

Sabancı Üniversitesi’nden Ayşecan Terzioğlu’nun moderatörlüğünü üstlendiği panelde, Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştrıma Merkezi’nden (CETAD) Seven Kaptan “Lezbiyen, Biseksüel ve Trans Kadın Cinselliği, Heteronormativitenin Köstekleri” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Kaptan, heteronormativitenin sebep olduğu toplumsal baskılar sebebiyle, kişilerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerini ifade etmekte büyük sıkıntılar yaşadığına ve bu sıkıntıları dile getirmekte zorlandıklarına dikkat çekti.

“Kadın ve LGBTİ’ler İçin Sağlık Hizmeti Uygulamaları” konusunda belediyelerin konuyla ilgili sağlayabileceği ya da sağlamakla yükümlü olduğu hizmetler hakkında bilgi veren Şişli Belediyesi Toplumsal Eşitlik Birimi’nden Elif Avcı, Şişli Belediyesi’nin uygulamalarını aktardı.  LGBTİ’ler için Şişli Belediyesi’nde başlattıkları ücretsiz jinekoloji hizmetinin tüm belediyelere örnek olması etmesi gerektiğini dile getiren Avcı, farklı gruplara ait ve farklı ihtiyaçları olan tüm vatandaşlara eşit hizmet sunmanın önemine dikkat çekti.

Işık Üniversitesi’nden Doç. Dr. Maral Erol, “Türkiye’de Orta Yaş ve Sonrası Cinsiyet Rolleri ve Cinsellik” konusunu ele aldığı konuşmasında toplamsal cinsiyetin yaşlanma ve cinsellik üzerindeki etkilerine değindi. Erol, menopoz ve andropoz hakkında bilinmeyenleri dinleyenlerle paylaşırken, orta yaş sorası cinsiyet rolleri ve cinsellik deneyimlerinin erkek egemen normlar tarafından şekillendiğini ifade etti.

Sabancı Üniversitesi’nin etkinlikler serisi,13 Mart Pazartesi günü 17.00 -19.00 saatleri arasında yine Karaköy Minerva Palas’ta düzenlenecek; Başak Tuğ ve Feyza Akınerdem’in konuşmacı olarak katılacağı ve “Filmlerde Kadın Bedeni, Aile ve Cinsellik” başlığının ele alınacağı söyleşiyle devam edecek.

“İş Dünyasında Aile İçi Şiddete Karşı Projesi” Bursa’da başlatılıyor

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından hayata geçirilen İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi, İş Dünyasında Kadının Güçlenmesi Bursa Platformu’nun desteğiyle Bursa’da yürütülecek. Projenin tanıtım toplantısı 9 Mart 2017 Perşembe günü, BUSİAD Evi’nde gerçekleştirildi.

Toplantının açılışında konuşan BUSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Günal Baylan, toplantıya Katılan tüm konuklara teşekkür ederek, İş dünyası temsilcileri olarak aile içi şiddete karşı olduklarını vurguladı.

Baylan, geçtiğimiz günlerde BUİKAD ve Yeşim Tekstil’le birlikte Kadının Güçlenmesi Bursa Platformu’nu hayata geçirdiklerini hatırlatan Baylan, “Bu platformda 22 iş dünyası temsilcisi var. Bu Bursa için önemli bir başarı. Aynı zamanda Türkiye genelinde de kayda değer bir adım. Bursa’da bu tür çalışmaların yapılmasından BUSİAD olarak son derece memnunuz. Kadının iş dünyasına katılımı konusunda son yıllarda önemli bir yol aldık ancak daha alınacak çok yolumuz var. Bu anlamda Sabancı Üniversitesi’ne de böylesi bir etkinliği Bursa’da gerçekleştirdikleri için teşekkür ederim” diye konuştu. 

“Ayrımcılık ve şiddet kadınların çalışma hayatlarını derinden etkiliyor”


Baylanın açılış konuşmasının ardından gerçekleştirilen toplantıda söz alan Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu Cinsiyet Çalışmaları Koordinatörü Meltem Ağduk ve Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Prof. Dr. Melsa Ararat projeyle ilgili detaylı bilgi verdi. Meltem Ağduk erkek egemen sistemin baskın olmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan ayrımcılığın, iş dünyasında da kendini gösterdiğini ifade etti. Ağduk, kadınlara yönelik önyargıların, onların iş yaşamına girmelerini, girdiklerinde de kararlara katılmalarını, ilerlemelerini ve yükselmelerini engellediğine dikkat çekerek “Bu süreçte kadınların önündeki en ciddi engellerden biri ayrımcılık, diğeri de şiddettir. Ayrımcılık ve şiddet kadınların çalışma hayatlarını da derinden etkilemektedir. Bu nedenle özel sektörün kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetle mücadelede hayati bir rol oynadığının altını çizmek gerekmektedir. Kadınlar olmadan kalkınmanın sağlanamayacağı bilinci ile hareket eden Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, her alanda olduğu gibi kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin önlenmesi için de özel sektöre destek vermektedir” dedi.

Prof. Dr. Melsa Ararat da kadınların işgücüne katılımının kalkınmanın temel unsurlarından birisi olduğu konusunda hem dünyada hem de ülkemizde görüş birliği oluştuğunu dile getirdi. Prof. Dr. Ararat, kadınların işgücüne etkin katılımının önündeki engellerden birisinin de evdeki şiddet olduğuna dikkat çekti. Prof. Dr. Ararat, şöyle devam etti: “Türkiye’nin de taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi çalışan kadınların evde maruz kaldıkları şiddetle başa çıkma süreçlerinde desteklenmesinin bir işveren sorumluluğu olduğuna işaret etmekte. TÜSİAD üyesi şirketlerle birlikte hazırladığımız Politika Geliştirme Rehberi’nin İstanbul Merkezli 17 şirketten sonra Bursa şirketleri tarafından da kullanılacak olması bizi çok heyecanlandırıyor. Sürdürülebilir istihdam sağlamada öncü şirketlerimizin toplumsal cinsiyet eşitliğini bir iş performansı ve ekonomik - sosyal kalkınma meselesi olarak ele almaları ümit verici.”

“Toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki en büyük engel kadına yönelik şiddet”

Toplantının ardından Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu Direktörü Melsa Ararat’ın yönetimindeki İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi Uygulamaları başlıklı panele geçildi. Panelde; Yeşim Tekstil Kurumsal İletişim Uzmanı Meral Yıldırım, Aygaz Kurumsal İletişim Müdürü Rişe Özkan ve Aras Kargo Genel Müdür Yardımcısı Gökhan Ata Okutan kendi şirketlerindeki uygulamaları aktardı.

Panelde ilk sözü alan Gökhan Ata Okutan, bu tip uygulamaların paylaşıldıkça çoğalacağını düşündüklerini belirterek, Aras Kargo’nun çalışmaları hakkında bilgi verdi. Ata, şirket içinde verilen eğitimlere değinerek “Kadın katılımcıların katılımı ne kadar fazla ise o eğitimlerden daha fazla geri bildirim ve yaratıcı fikirler geldi” şeklinde konuştu. Aras Kargo’da kadına yönelik Türkiye’deki şirketin yapmakta zorlandığı birçok karar alındığını ve uygulandığını dile getiren Okutan, şöyle devam etti: “İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı Projesi’ne dahil olduktan sonra neler yapabileceğimizi araştırdık. Bir kadın derneği ile psikolojik destek alma girişimi başlattık. Kadın çalışanlarımız burayı arayıp destek alabilecek. Biz de buraya gelen telefonlardaki sorunlara bakarak kendi içimize bakıp neler yapabileceğimizi araştıracağız.”

Aygaz Kurumsal İletişim Müdürü Rişe Özkan da “Biz nüfusun yarısını oluşturan kadınların erkeklerle eşit hak, özgürlük ve fırsatlara sahip olmadıkça, toplumsal bir kalkınmanı mümkün  olmadığını düşünüyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki en büyük engel ise kadına yönelik şiddet. Çünkü kadının kendini güvende hissetmediği bir ortamda potansiyelini gerçekleştirmesi mümkün değil. Toplumdaki bu eşitsizliğin aşılmasına katkıda bulunmak için Aygaz olarak iş yerimizden başladık. Bir yandan tüm çalışanlarımız bu konuda bilinçlendirirken, diğer yandan şiddet gören kadınların bu durumu fark etmelerine ve gerekli adımları atmalarına olanak sağlayacak destek mekanizmalarını işletiyoruz. İş dünyasının bu konuyu ele alması çok önemli. Ortak çalışmalarımızın sonuç vereceğine inanıyoruz” şeklinde konuştu.

Yeşim Tekstil Kurumsal İletişim Uzmanı Meral Yıldırım da projeye dahil olmaktan duydukları mutluluğu dile getirerek, “İş Dünyası Aile İçi Şiddete Karşı projesindeki 17 pilot firmadan biri Yeşim Tekstil. Bu proje kapsamında geçtiğimiz yıl firmamızda sistematik çalışmalar yaparak toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık sağladık. Bu farkındalığı Bursa geneline taşıyabilmek için Yeşim Tekstil koordinatörlüğünde, BUİKAD ve BUSİAD işbirliğiyle Kadının Güçlenmesi Bursa Platformu’nu kurduk. Özellikle bu platform sayesinde tüm çalışmalarımızı Bursalı şirketlerle paylaşarak Bursa’da kadının güçlenmesi projesine liderlik etmekten mutluluk duyuyoruz. Ve tüm şirketleri cinsiyet eşitliği konusunda çalışmaya davet ediyoruz” dedi.

Markatlon proje ödülü

Eczacıbaşı Tüketim Ürünleri Grubu tarafından düzenlenen Markatlon proje yarışmasında, Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi Eda Salihoğlu ile İşletme ve Ekonomi Çift Anadal 4. sınıf öğrencisi Kardelen Ergöz'ün "Solomanje" isimli projesi birinci oldu.

Sabancı Üniversitesi öğrencilerinin "Solomanje" projesiyle birinci, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin "Brandup" projesi ile ikinci, Koç Üniversitesi öğrencilerinin "Tek Yaprak Yetmez!" projesi ile üçüncü olduğu Markatlon yarışmasına toplamda 207 kişi başvuru yaptı. 

Solo tuvalet kağıdı için bir pazarlama stratejisi oluşturma üzerine kurulu olan yarışmada, her 32'li paket Solo tuvalet kağıdı alımına bir ağaç dikimi projesiyle "Solomanje ekibi" birinciliğe hak kazandı.

Şahin Ekşioğlu ile keyifli bir söyleşi

Popular Science Türkiye Yayın Yönetmeni Şahin Ekşioğlu ile keyifli bir söyleşi

Popüler bilim ve teknoloji dergisi Popular Science Türkiye'nin yayın yönetmeni Şahin Ekşioğlu, Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi Bengüsu Özcan'ın sorularını cevapladı.


Önce biraz dergiyle başlayalım Şahin Bey, bildiğimiz üzere Popular Science Amerika merkezli bir dergi. Popular Science Türkiye içeriğinin ne kadarı Türkiye’de hazırlanıyor?

Geçtiğimiz sayılarda da duyurduğumuz üzere, biz aslında Popular Science Türkiye olarak dünyada başka yerde benzeri olmayan bir iş yapıyoruz. ABD edisyonu 1 senedir iki ayda bir çıkıyor ayrıca bize nazaran çok fazla reklam almasına rağmen oldukça ince bir dergi. Biz ise her ay dolu dolu bir dergi üretmeye devam etmek için içeriğin üçte ikisini burada, Türkiye’de hazırlıyoruz. Zira sayfa sayımız PopSci ABD’den daha fazla.

Öyleyse, artık hem size hem de yazarlarınıza çok iş düşüyor.

Evet, gerçekten çok özenle seçtiğim, çok yetenekli yazarlarımız var. Aslında dergimizde yazmak isteyen bir sürü akademisyenden başvuru alıyoruz ancak maalesef çoğunun atladığı bir nokta var. Bizim derginin sırrı, aslında dilinde. Çevirmenimiz Barış Emre Alkım ve yazar kadromuzla dergide hem çeviriler hem de burada yazılan makalelerde bize özgü bir dil oluşturduk. Okuyucularımız da bunu çok sevdi. Bilimsel içerikten ödün vermeden yazı dilini anlaşılabilir bir seviyede tutmak çok önemli bizim için.

Yakın zamanda yeni bir yazar kazandık dergimize. Türkiye Zeka Vakfı’nın moderatörü olduğum bir etkinliğinde, genç bir akademisyen olan Burak Karabey ile tanıştım. Kendisiyle eğitim sistemimiz de dahil pek çok konuda aynı görüşlere sahip olduğumuzu gördüm, üstüne üstlük sunumlarında öyle etkileyici bir dil kullandı ki bu anlatımı mutlaka dergimize de taşımak istedim. Bir konuyu herkesin anlayabileceği şekilde anlatmak gerçekten çok ayrı bir yetenek.

Umarız PopSci Merkez, Türkiye ekibi olarak bu güzel gayretinizin farkındadırlar.

İletişim içinde olduğumuz için elbette haberdarlar ancak sayılara baktığınızda Popular Science, Amerika’da 1 milyon satıyor. Türkiye’de biz, en çok satan 3. dergi olmamıza rağmen ayda ortalama 30 bin satıyoruz. Türkiye için iyi bir yerdeyiz evet ama aslında bu çok düşük bir sayı. Ana merkezde de son senelerde sık kadro değişiklikleri olduğu için açıkçası pek bize odaklı düşünemiyorlar.

Peki burada üretilen içeriklerden orada yayınlananlar oluyor mu hiç ?

Aslında biz Amerika’daki dergiden içerik türü olarak da oldukça farklıyız. Biz biraz daha bilim tarafındayız işin, onlar teknoloji ve life style tarafında. Örneğin onlarda soru-cevap bir sayfa, bizde genelde 6-7 sayfa. Ya da bizim dergimizin en başındaki “Kısaca” bölümü örneğin, orijinalinde olan bir bölüm değil. Biz okuyucumuzu iyi tanıyoruz, onlar da Amerikalı okuyucuyu iyi tanıyor, iki kitlenin de görmek istedikleri şeyler gerçekten çok farklı. O anlamda bence biz, oradan gelen içeriğe daha fazla bilimsel içerik katarak ikisini bir potada eritmiş oluyoruz. Bu sebeple bizde sıkça kendine yer bulan kuantum fiziği ya da astronomi makalelerini nadiren PopSci ABD’de görüyoruz.   

Aslında bu söyledikleriniz akla şu soruyu getiriyor, hem bilimsel anlamda çok dolu içerikler üretiyorsunuz hem de bunun bir dergiye uygun hale getirilmesi sürecinden sorumlusunuz. Bir ucunda bilim insanı, diğer ucunda dergi editörlüğü olan bir spektrumda kendinizi nereye koyarsınız?

Aslında bunun için keskin bir nokta yok. Bizler bilim insanı değiliz, keşke olsak; bence bizler daha ziyade iyi hikayecileriz. İlgi duyduğumuz konuları araştırıyoruz, çok iyi anlıyoruz, sonra bir insan bunu okuyup anlamaya çalışırken nerelerde zorluk yaşayabilir sorusunu düşünerek yazılarımızı kaleme alıyoruz.

Yani size, bilim tutkunu hikayeciler diyebilir miyiz?

Evet, aynen öyle.  

Dergiyi elime aldığımızda hemen her konu o kadar ilgi çekici geliyor ki ister istemez kim bilir bunun karar verme süreci nasıl keyiflidir diye düşünüyorum. İçeriğe nasıl karar veriyorsunuz?

Gönül isterdi ki 10 kişilik bir yazar kadromuz olsa, ofisimizde toplanıp saatlerce üzerinde tartışsak ancak maalesef o kadar çok kaynağımız yok. Uzun süreli yazan iki yazarımız var, Tuna Emren ve Kozan Demircan. Kozan’ın kendine ait bir bilim-teknoloji blogu var zaten, şu sıralar üniversitelerde ders de veriyor. Tuna’nın da blogu vardı eskiden ancak bize çok fazla yazdığı için artık devam edemiyor. Üstelik sadece dergi yoğunluğu değil Tuna’nın katıldığı çeşitli MEB projeleri de var. Haliyle bilimin pek çok alanıyla ilgili bilgi sahibi ve araştırmayı çok seven yazarlara sahibiz. Bazen kendileri konu öneriyor, bazen ben öneriyorum. Daha önce oluşturduğumuz içeriklerle Amerika’daki merkezin gönderdiği içerikler arasında çakışmalar yaşadık, öyle bir durumla karşılaşmamak adına son zamanlarda genelde ben öneriyorum.

Peki, yavaş yavaş dergiden size döndürelim sohbeti. Şahin Ekşioğlu’nun Popular Science’a kadar uzanan hikayesini dinleyebilir miyiz?

İlginç sayılabilecek bir hikaye benimki. Aslında opera bölümü mezunuyum, dergi hayatını meslek edinmem ise üniversitedeyken CHIP dergisine yazmam esnasında oldu diyebilirim sanırım. Biraz daha geriye gidersek, ortaokuldan beri elektroniğe çok meraklı bir çocuktum. Üniversitede de ilk kez bir PC sahibi olduğumda 3B modelleme ve animasyon programlarına ilgi duymaya başlamıştım, piyasadaki bütün bilgisayar dergilerini takip edip kendi kendime uğraşıyordum anlayacağınız. Bir gün bir fuarda PC Magazine standına gittim, neden bu alanda içerik üretmediklerini sordum. Onlar da “aslında bu alanda içerik üretebilecek birini arıyoruz, siz yazmak ister misiniz” diye sordular. Önce şaşırsam da, sonra “tabii, yazarım.” dedim. Oraya gönderdiğim ilk yazıyı noktasına virgülüne bile dokunmadan yayımladılar çünkü o dergileri takip ede ede nasıl bir dil kullanacağımı öğrenmiştim zaten. Yani 1997 senesinde bir yerden girdim bu dünyaya, 10 ay sonra farklı bir fuarda CHIP dergisi ile görüşme şansım oldu. Açıkçası PC Magazine’de çok mutlu değildim, CHIP dergisi de tam benim yazdığım alanda birilerini arıyormuş, o şekilde CHIP dergisine geçtim. Sonra CHIP’te ilgi duyduğum başka bir sürü alanda yazma fırsatı buldum. Öğrenciliğim bittikten sonra da orada devam ettim, CHIP’teki 15 yılımın sonunda DoğanBurda, Popular Science’ı ülkemize getirmek istedi. O noktada da yayın yönetmeni olarak ben Popular Science’a geçmiş oldum.

Epey ilginç bir hikayeymiş, peki konservatuvar tarafı nasıl başladı, müzikle hep ilgili miydiniz?

Tabii, lisede bir rock grubumuz vardı bizim, o dönemde İstanbul’da amatör klasik müzik korolarında şarkı da söylüyordum. Şana çok merak salmıştım, sesi kontrol etme mekanizmasının nasıl çalıştığını öğrenmek istiyordum gerçekten. Konservatuvar sınavlarında şansımı denemek istedim. Konservatuvarın sınavdan önce bir hazırlık kursu var, oraya gidip bir sürü insanla aynı odada sınavda söyleyeceğiniz şarkıları çalışıyorsunuz. Başta şüphelerim vardı. Birkaç kişiyi dinleyince baktım benim sesim hiç de fena değilmiş, bana bir motivasyon geldi. Çıktım, şarkımı söyledim, yerime oturunca önümdeki sırada oturan bir kız “alkışlamamak için kendimi zor tuttum” dedi. İyice moralim yükseldi tabii, o şekilde sınavı kazandım ve Mimar Sinan Üniv. Konservatuvarına girdim.

O zamanlar devlet operasında kadro olmadığı için, bir de ben CHIP’teki işimi de çok sevdiğim için CHIP’te devam ettim. Sonra kadro da açıldı aslında ama zaten severek yaptığım hem de iyi olduğuma inandığım dergi işimi bırakmak istemedim. Müziği ve şanı bırakmadım. Hala, keyif için arada konserler veriyorum. Mimar Sinan Üniversitesi’nde başladığım şan eğitimimi İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı’ndan mezun olarak bitirdim. Bunun dışında Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümü Bilişim anabilim dalında yüksek lisans da yaptım.    

Şu anki işinizi çok sevdiğinizi tahmin etmek güç değil öyleyse.

Şöyle söyleyeyim, hayatımı devam ettirmek için para kazanmak zorunda olmasam bu işi yapmak için üzerine para veririm. Çok şanslıyım, gerçekten keyif için yapabildiğim, beni anlattığına inandığım bir mesleğim var.

Bu “insanın işi kendini anlatmalı” sözü, bazen maalesef mümkün olmuyor. Ancak bu mümkün değilse bile bence insanın hobileri kendini anlatabilmeli. Biz bu hobi kelimesini çok küçümsüyoruz ama aslında gerçekten bir insanın kendini en iyi yansıtabileceği alan. Şimdilerde Google, Microsoft gibi şirketler kullanıcı deneyimine, tasarıma çok önem verdiği için farklı farklı ilgi alanları olan, kendine has bir geçmişi olan insanları arıyor özellikle. O yüzden gerçekten, belki mesleğinizin sizi anlattığını hissetmiyorsunuzdur, o zaman hobilerinize sıkı sıkı sarılın ve yeni keşiflere hazır olun. Öğrenmeyi hiç bırakmamak gerek.

Bunda biraz eğitim sisteminin de rolü var bence. Türkçe, matematik, fen, sosyal olarak kodlanan bir eğitim sisteminde yetişiyoruz çocukken.

Çok haklısın, bir örnek vereyim. Geçen Burak Karabey ile telefonda konuşuyorduk. Bizde matematikte on konu varsa, beşini hiç anlatmasak fakat kalan beşini çok iyi anlatsak daha iyi olmaz mı hocam dedim. O da “yıllardır bunu anlatmaya çalışıyorum ben de.” dedi. Çocuklarımızı harddisk gibi görüp bilgi depoluyoruz adeta. Üniversiteye hazırlanıyor mesela çocuk, kazanınca çok seviniyor, üç ay sonra fakülteye bir başlıyor ki matematiği unutmuş! Her şey o kadar üstünkörü anlatılıyor ki; temelimiz de zayıf kalıyor bu yüzden.

Size de söylenmiştir mutlaka, lisedeyken hocalarımız “bu konuları Amerika’da üniversitede görüyorlar.” diye böbürlenirdi. Evet ama bu iyi bir şey değil ki! Çocuklar normalde çok meraklıdırlar, soru sorarlar, bu onların doğasında varken biz böyle böyle bu merak duygusunu öldürmeyi başarıyoruz. Gönül ister ki 10 konunun 10’unu da anlatalım ama doğru düzgün anlatamayacakken müfredatı kağıt üzerinde doldurmak, karşı tarafa bunun nasıl geçeceğini hesap edememek gerçekten çok kötü sonuçlar getiriyor. Bunun en acı göstergesi de zaten kısa zaman önce PISA sonuçlarında ortaya çıktı.

Gerçekten çok haklısınız, hepimiz bu sistemden geçtiğimiz için aslında çokça mağduruz bu durumdan. Peki şu an başkalarından bir şey beklemeyip, birey olarak bizim yapabileceğimiz neler var, biz taşın altına elimizi nasıl koyabiliriz sizce?

Ben bu konuda çok sık eleştiride bulunduğum için insanlar beni eğitim sistemi üzerinde etkisi olan biri sanıyorlar fakat inanın uzaktan yakından alakası yok. Keşke bu işin başındaki kimseleri doğru uzmanlarla buluşturmak, yurtdışındaki örneklerin araştırılması konusunda kaynak sağlamak gibi konularda yardım isteseler; seve seve yaparım. Ama böyle sadece eleştiri yazıları yazma da elbette çözüm değil. Peki o zaman ne yapacağız?

Bence bir kişinin tek başına yapabileceği en iyi şey, çok güzel hobiler edinmek. Sadece kendimizi geliştirmek değil, ülkenin içinde bulunduğu zor durumda moral kazanmak için faydalı olabilecek bir şey aslında bu. Merak etmemiz, güzel şeylere kafayı takmamız gerek. Fakat bunun içten gelmesi, şart. Örneğin kitap oku diye insanı okumaya zorlamak değil çözüm, o insanın zaten kendi içinden gelmeli kitabı açıp okuma isteği.

Belki bunun için kendine zaman ayırmayı bilmek gerek de diyebilirim. Hele hele iş hayatının yoğun temposuna girdikten sonra bunun çok güçleştiğinin farkındayım. Kendimden bir örnek vereyim daha önce büyük bir teknoloji şirketinden teklif almama rağmen reddetmemdeki en önemli nedenlerden biri kendime zaman ayıramayacağıma inanmamdı. Bunun için benim sizin yaşınızdaki gençlere verebileceğin en iyi tavsiye şu: Mezun oldunuz, işe girdiniz, hobileriniz de var; sizinle benzer durumda bir sürü gençle birlikte çalışıyorsunuz. Sizin bir şekilde farklı yönlerinizi tamamen kendinizle alakalı bir şekilde ortaya koymanız gerek. İş hayatında başarılı olmak için başkasının kuyusunu kazmak değil, o işe birikiminiz sayesinde kimsenin katamayacağı bir değer katabildiğinizi göstermeniz gerekiyor. Bunu yapabilirseniz, o kurum zaten sizi çok farklı bir yere koyacaktır. Yaptığınız işi elbette çok iyi yapın ama bu tek başına yeterli değil, onun dışında yan uğraşlar da geliştirin. Bu saydıklarımın hepsini bir kenara bırakalım ne olursa olsun mutlaka bir müzik enstrümanı çalmaya çalışmak gerek. Müzikle uğraşmanın beyinde gözlemlenebilir şekilde pozitif bir etkide bulunduğu ve bilişsel kapasiteyi artırdığı gelişmiş tıbbi cihazlarla kanıtlandı.  

Son yazılarınızda, günümüzde dillerden düşmeyen inovasyon lafının, hele de şirketler düzeyinde çok göstermelik kaldığından şikayetçiydiniz. Hele hele bilimsel projeleri desteklemiyor oluşlarını epey vurgulamıştınız. Bundan da söz eder misiniz biraz bize?

Evet, dürüst olmak gerekirse bu inovasyon, teknoloji laflarını çok göstermelik buluyorum artık. Sanki burası bir Silikon Vadisi imiş gibi konuşup icraata gelince hiçbir şey yapmıyorlar, özellikle firmaların yaptıkları ve söyledikleri birbirine hiç uymuyor. Ben artık TÜİK verilerine de inanamıyorum, bir sürü şaibe ortaya çıktı zaten. Kendi gözlemlerime inanmayı tercih ediyorum.

Bir sürü e-mail alıyoruz okurlarımızdan, gençler projelerini anlatıyorlar, sponsor olabilir miyiz diye bize soruyorlar. Haberleri yok ki bizim imkanlarımız da çok sınırlı. Ellerinde bir tek dergimiz var sarılabilecekleri, mecburen bizden yardım istiyorlar. Öyle üzülüyorum ki bu e-maillere... Şirketler gerçekten inovasyona bu kadar önem veriyorsa, neden bu gençlere sponsor olmuyorlar? Mesela o gençler için kampanyalar yapan iletişim şirketleri, tek başlarına bile bir sürü projeye sponsor olabilirler. Bizde her şey maalesef öyle göstermelik kalıyor ki. Bir örnek vereyim, seneler önce ülkemiz liselerde dünya basketbol şampiyonu olmuştu da A takımlarında böyle bir başarıyı sağlayamayıp nasıl olur da liselerde sağlarız diye merak etmiştim. Meğer ülkenin her yerinden kabiliyetli çocukları bir lisede toplamışlar da öyle birinci olmuşlar. Her şey böyle göstermelik kalıyor işte maalesef bizde. Birilerini kandırdığımızı sanıyoruz ama aslında kendimizi kandırıyoruz.

Geçtiğimiz sayıda da şirketlere bu konuda bir açık çağrıda bulundunuz. Geri dönen oldu mu?

4 şirketten dönüş aldım, biri para yardımı yapabileceğini, diğerleri ise para yardımı yapamasa da bir şekilde yardım etmek istediklerini söylediler. Bunların hepsi aslında imkanları çok büyük olmayan şirketler, esas o büyük şirketlerin öyle çok imkanı var ki kullanmadıkları... Bu dönüşlerin üzerine yine de araştırma yaptım, şu an vardığımız nokta gösteriyor ki ihtiyacı olanlar ve yardım etmeye istekli olanlar var olsa da bunun hele de içine para girince mutlaka denetleniyor olması lazım.

Bu konuda Teknokent’lerle irtibata geçmeye çalışıyorum. Henüz görüşemedik fakat onların da bu konuda çeşitli çalışmaları var, şu an kapsamı büyütebilir miyiz diye teklif götürmeyi düşünüyorum. Bunun için bir fon oluşturulsa da tarafsız bir kurumun bu fonu dağıtırken başvuranların uyması gereken bir şartname hazırlaması gerekiyor. Projenin belli bir aşamaya gelmiş olması, bir taslağının çıkması gibi şartlar örnek olabilir. Umarım bir yere varırız; fakat günün sonunda benim gibi aslında bu işlerle doğrudan alakası olmayan bir alanda çalışan insanlara kalmaması gerekirdi bu gibi işlerin.

Haklısınız, umuyorum gerçekten bir çözüm yolu bulmaya ön ayak olabilirsiniz. Her ne kadar motivasyon kırıcı unsurlar olsa da; derginizde okurlardan gelen mesajları okurken ben bile çok mutlu oluyorum. O kadar farklı kesimlerden insanlara bu güzel dergiyi ulaştırmak eminim sizi çok gururlandırıyordur.

Çok güzel bir şey söyledin, gerçekten de doğru. Bizi çok mutlu eden okuyucularımız var. Böyle dörtte birlik bir kesim hatta, bizi gözünde biraz büyütüyor diyebilirim. Öyle ki; “Cumhuriyete verilmiş en büyük hediyelerden birisiniz.” diyen tutkulu okuyucularımız bile var.  Çekirdek kitlemiz ise çok geniş, zaten o yüzden dergi satışlarımızda büyük iniş çıkışlar görmeyiz genelde. Onun dışında çok küçük de olsa eleştiren bir kesim de yok değil. En çok da “yüzeysel bilim dergisi” olmakla suçlanıyoruz. Bu da aslında ilk soruda konuştuğumuz dil meselesinden kaynaklanıyor biraz. İnsanlar bilimin herkesin anlayabileceği bir dille anlatılabileceğine öyle alışmamışlar ki; bunu içeriğin yüzeysel olmasına yoruyorlar. Dergide anlattığımız konuları başka yayınların yaptığı gibi daha karmaşık veya akademik bir dille anlatsak bu eleştiriler muhtemelen kesilir ama bir sürü okuyucu bizi anlayamayacağı için bu çok anlamsız olurdu kuşkusuz. Dergimizin misyonu bilimi ve akılcı düşünceyi mümkün olduğu kadar geniş bir kitleye ulaştırmak. Bu yüzdendir ki piyasadaki en uygun fiyatlı dergilerden biriyiz.  

Umarız okuyucu sayınızın katlanarak artar Şahin Bey, sohbet için çok teşekkürler. Biz çok eğlendik gerçekten. Buradan da açık çağrınıza destek verelim, gençlerin bilim projelerini desteklemek isteyen, gerçekten inovasyona yatırım yapmaya hazır şirketleri ve bu desteği uygun yasal prosedürle birleştirmeye yardım edecebilecek mercileri sizinle iletişim kurmaya davet edelim.

Çok teşekkür ederim, benim için de son derece keyifli bir sohbetti...

Fotoğraflar: Arman Zonüzi 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sabancı Üniversitesi öğrencilerine özel Lisansüstü Programları Tanıtım Günleri

Sabancı Üniversitesi öğrencilerine özel Lisansüstü Programları Tanıtım Günleri  

Sabancı Üniversitesi öğrencilerine özel olarak düzenlenen Lisansüstü Programları Tanıtım Günleri 9-10 Mart 2017 tarihinde YBF G013-14'te gerçekleşecek. 

 

9 Mart Perşembe günü başlayacak ve iki gün sürecek olan Lisansüstü Programları Tanıtım Günleri'nde, Sabancı Üniversitesi öğrencilerine Profesyonel YL programları ve Tezli Lisansüstü programları hakkında bilgi verilecek. 

Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinin yapacakları tanıtım sunumlarının ardından düzenlenecek soru cevap kısmı ile öğrenciler, program başvuru tarihleri ve koşulları, önceden alabilecekleri dersler gibi merak ettikleri bir çok sorunun cevabına ulaşabilecekler.  

Tarih: 9 – 10 Mart 2017

Yer: Yönetim Bilimleri Fakültesi G013-14   

Lisansüstü Programları Tanıtım Günleri Programı aşağıdaki gibidir:  

9 Mart 2017 Perşembe

Profesyonel YL Programları

09.30 – 10:00:

MBA Programları (EMBA – PMBA – Full Time MBA)

(Yusuf Soner)

10.00 – 10:30:

Finans Yüksek Lisans Programı (Yusuf Soner)

10:30 – 11:00:

Veri Analitiği (H. Sait Ölmez)

11:00 – 11:30:

Bilişim Teknolojileri (H. Sait Ölmez)

11:30 – 12:00:

Enerji Teknolojileri ve Yönetimi (Murat Kaya)

12.00 – 13.00 Öğle Yemeği Arası

13:00 – 13:30:

Marka Pratikleri (Fisun Bargu Soner)

13:30 – 14:00:

Bilişim Teknolojileri (Altuğ Tanaltay – Ahmet Demirelli)

14:00 – 14:30:

Enerji Teknolojileri ve Yönetimi (Murat Kaya)

10 Mart 2017 Cuma

Tezli Lisansüstü Programları

09.30 – 10:00:

İş Analitiği (Raha Akhavan Tabatabaei)

10.00 – 10:30:

Malzeme Bilimi ve Nano Mühendisliği  (Özge Akbulut)

10:30 – 11:00:

Endüstri Mühendisliği (Tonguç Ünlüyurt)

11:00 – 11:30:

Fizik (Emrah Kalemci)

11:30 – 12:00:

Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği (Esra Erdem)

12.00 – 13.00 Öğle Yemeği Arası

13:00 – 13:30:

Elektronik Mühendisliği (Özgür Erçetin)

13:30 – 14:00:

Matematik (Kağan Kurşungöz)

14:00 – 14:30:

Mekatronik Mühendisliği (Ali Koşar)

14:30 – 15:00:

Üretim Mühendisliği (Erhan Budak)

15:00 – 15:30:

Moleküler Biyoloji, Genetik ve Biyomühendislik

(Selim Çetiner)

 

 

İş ve sanat dünyasının ünlü isimleri IMIS’17 PASSION’da gençlerle buluştu

İş ve sanat dünyasının ünlü isimleri IMIS’17 PASSION’da gençlerle buluştu...


Sabancı Üniversitesi öğrenci kulüplerinden Endüstri Mühendisliği Topluluğu (IES) tarafından bu sene 11.’si düzenlenen IMIS (International Management and Industrial Engineering Summit), 4-5 Mart 2017 tarihlerinde, İstanbul ve farklı şehirlerden 600’ü aşkın misafirin katılımıyla gerçekleşti. Bu yıl ‘tutku’ temasıyla, Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi’nde düzenlenen "IMIS’17 Passion"da iş dünyasından üst düzey yöneticiler, alanlarında uzman isimler ve ünlü oyunculardan oluşan konuşmacılar; kişisel ve profesyonel hayatta tutkularını nasıl gerçekleştirdiklerini katılımcılara aktardılar.

İki gün süren etkinliğin birinci gününde IMIS ana sponsoru QNB Finansbank İK Genel Müdür Yardımcısı Hakan Alp, Monier Braas CEO'su Daniş Navaro, L'oreal Türkiye CMO'su Beyza Kapu, Lidyana.com CEO'su Hakan Baş, oyuncu İlker Kaleli ile IMIS altın sponsoru Vestek ve Vestel Ventura’nın Genel Müdürü Metin Salt konuşmacı oldular. Etkinliğin ikinci gününde ise Eczacıbaşı Sağlık Grubu Başkanı Elif Çelik, Unilever Gebze Fabrika yöneticilerinden Selim Tansuğ, Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi ve Finans Kürsü Başkanı Özgür Demirtaş, IMIS gümüş sponsoru Daikin’in CEO'su Hasan Önder, Boston Consulting Group Yönetici Ortağı Çağrı Oğan ve oyuncu Berrak Tüzünataç konuşma yaptılar.

Konuşmacılar, çoğunluğu üniversite öğrencilerinden oluşan dinleyicilere kariyer planları ve esas tutkularını keşfetme yolunda kendi deneyimlerini aktararak yol göstermeye çalıştı. Etkinliğin ilk konuşmasını gerçekleştiren QNB Finansbank İK Genel Müdür Yardımcısı Hakan Alp'in "tutkuyu iş yapış şekline yansıtmak" üzerine yoğunlaşan konuşmasını, Monier Braas CEO'su Daniş Navaro'nun "Kariyer ve Varoluş" isimli kitabında da yer verdiği, başarıyı felsefik bir açıdan ele alan konuşması takip etti. L'oreal Türkiye CMO'su Beyza Kapu, "Şu anki başarımı önemli ölçüde üniversite hayatıma borçluyum." diyerek öğrencilere mutlaka kulüplerde aktif rol almayı ve Erasmus gibi yurtdışı deneyimleri tatmalarını tavsiye etti. Lidyana.com CEO'su Hakan Baş'ın "tutkulu bir girişimci" olarak sürdürdüğü başarılı hikayesini paylaştığı seminer, oyuncu İlker Kaleli'nin DJ'likten Londra'da oyunculuk eğitimi almaya uzanan hikayesiyle devam etti. İlker Kaleli, IMIS gibi üniversite buluşmalarına çok önem verdiğini belirtip "Tutkuyu yetenekten ve aşktan ayırmak gerek. Yaptığı işin içine her gün yeniden doğan insanlar işini gerçekten tutkuyla yapan insanlardır." diyerek oyunculuğu nasıl tutkuyla sürdürdüğünü anlattı. IMIS’in ilk günü Vestek ve Vestel Ventura Genel Müdürü Metin Salt’ın konuşmasıyla sona erdi.

QNB Finansbank İK Genel Müdür Yardımcısı Hakan Alp

L'oreal Türkiye CMO'su Beyza Kapu

Vestek ve Vestel Ventura Genel Müdürü Metin Salt

oyuncu İlker Kaleli

IMIS’17 Passion’ın ikinci günü yine her biri farklı uzmanlık alanlarına ve tutkulara sahip konuşmacılarla devam etti. Eczacıbaşı Sağlık Grubu Başkanı Elif Çelik’in sağlık alanında eğitim alıp bu uzmanlığını nasıl iş dünyasıyla birleştirebildiğini katılımcılara aktarmasıyla başladı. Unilever Gebze Fabrika yöneticilerinden Selim Tansuğ’un iş hayatındaki deneyimlerinden ve kapıdaki teknolojik gelişmelerden yola çıkarak özgün kariyerlerimizde bizi nelerin bekleyeceğini anlattı. Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi ve Finans Kürsü Başkanı Özgür Demirtaş, ülkeler arası ekonomi, teknolojinin gücünü gerçekten anlamak ve gelecekte bizi bekleyenlere hazırlanmak üzerine kurduğu sunumu ile katılımcıların beğenisini topladı.

Eczacıbaşı Sağlık Grubu Başkanı Elif Çelik

Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi ve Finans Kürsü Başkanı Özgür Demirtaş 

İkinci günün devamında Daikin CEO'su Hasan Önder’in küçük bir şirketle başlattığı kariyerini nasıl bir dünya devi ile birleştirebildiğinden ve iş dünyasında yabancı kültürlerle çalışmanın farklılığından bahsettiği ilk panelden sonra, Boston Consulting Group Yönetici Ortağı Çağrı Oğan problem çözme tutkusu ile yöneldiği strateji danışmanlık kariyerinden bahsederek dinleyicilere hızla değişen dünyada fark yaratmak için vizyonlarına yatırım yapmalarının şart olduğunu anlattı. IMIS’17 Passion’ın son konuşmacısı oyuncu Berrak Tüzünataç oldu. Söyleşi şeklinde gerçekleşen konuşmada Tüzünataç konuklardan gelen soruları cevapladı ve "Benim için tutku, hayatın ta kendisidir." diyerek oyunculuğa uzanan serüvenini anlattı.

Daikin CEO'su Hasan Önder

Oyuncu Berrak Tüzünataç

Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Topluluğu (IES) tarafından organize edilen etkinlik sonrasında katılımcılara sertifikaları takdim edildi.

IMIS'17 Passion videosu yayında

IMIS'17 Passion videosunu buradan izleyebilirsiniz.

Sabancı Üniversitesi 14. Sırada

Sabancı Üniversitesi 14. Sırada

Times Higher Education (THE), 2016-2017 Dünyanın En İyi Üniversiteleri sıralamasında yer alan, öğrenci sayısı beş binin altında olan ve sanat ve beşeri bilimler, tıp ve sağlık, mühendislik ve teknoloji, fizik bilimleri, yaşam bilimleri ve sosyal bilimler alanlarının en az 4'ünde eğitim ve araştırma faaliyetlerini yürüten “Dünyanın En İyi Küçük Üniversiteleri 2017” sıralamasını açıkladı. Buna göre Sabancı Üniversitesi beş binin altında öğrencisi olan dünyanın en iyi 20 üniversitesi içinde 14. sırada yer aldı.

Sabancı Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Ayşe Kadıoğlu THE sıralaması ile ilgili olarak: "Sabancı Üniversitesi olarak öğretim üyesi başına düşen 17.5 öğrenci ile eğitim ve araştırmalar için son derece verimli, samimi bir ortam yarattık. Bu bağlamda, dünyada 14. olarak, uluslararası sıralamalarda geçen yılın başarılarını devam ettirmekten çok mutluyuz." dedi.

Times Higher Education Baş Editörü Phil Baty sıralama ile ilgili olarak: “Dünyanın en iyi küçük üniversiteleri sıralamasında öğrenci memnuniyeti ve öğretim üyesi ile öğrenci iletişiminin yoğun olması gözetiliyor. Sınıf mevcudunun az olması, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının da az olmasından ötürü daha sıcak ve samimi bir üniversite ortamı olmasını sağlıyor. Küçük üniversitelerde öğrenciler kendilerini daha fazla, bir topluluğun üyesi gibi hisseder” dedi.

Dünyanın çeşitli ülkelerinden 20 üniversitenin yer aldığı sıralamada birinci ABD’den California Institute of Technology, ikinci ve dördüncü Fransa’dan École Normale Supérieure ve École Polytechnique, üçüncü Güney Kore’den Pohang University of Science and Technology, beşinci İtalya’dan Scuola Normale Superiore di Pisa oldu.

ABD’den 4, Fransa ve İtalya’dan 3’er üniversitenin yer aldığı sıralamada Türkiye’den de (11. sırada) Koç ile (14. sırada) Sabancı Üniversitesi olmak üzere iki üniversite yer aldı.

Güney Kore, Hindistan, İsveç, Belçika, Güney Kıbrıs, Japonya, Avustralya ve İsviçre’den de birer üniversite sıralamaya girdi.

Sabancı Üniversitesi 3x3 Basketbol müsabakalarında şampiyon oldu

Sabancı Üniversitesi şirketler arası 3x3 Basketbol müsabakalarında şampiyon oldu...


Özyeğin Üniversitesi tarafından organize edilen “Sectoral Orienteering 2017” etkinlikleri kapsamında gerçekleşen şirketler arası 3x3 Basketbol müsabakalarında Sabancı Üniversitesi Kadın ve Erkek Basketbol Takımı şampiyon oldu.

Özyeğin Üniversitesi tarafından organize edilen “Sectoral Orienteering 2017” etkinlikleri kapsamında 25 Şubat Cumartesi günü saat 10:30-16:00 arasında gerçekleşen, şirketler arası 3x3 Basketbol Turnuvası’na Sabancı Üniversitesi’nin yanı sıra Ford Otosan, Yapı Kredi, Arkas Lojistik, Fit-Solutions Yazılım, Yaltes, Systemair ve Özyeğin Üniversitesi basketbol takımları katıldı.

Sabancı Üniversitesi'ne şampiyonluk getiren 3x3 basketbol takımı üyeleri:  

Erkek Takımı

Kamer Kaya, Eser Durak, Önder Çatmabacak

Kadın Takımı

Neslihan Sumer, Zuhal Saltabaş, Saba Paktarigh, Ajten Fejzullahu

Cinsiyet kavramına farklı bir bakış

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi’nin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapsamındaki etkinliklerinin ikincisi, 4 Mart 2017, Cuma günü Minerva Palas’ta gerçekleşti. Columbia Global Centers İstanbul ile ortak düzenlenen etkinlikte Columbia Üniversitesi Barnard College Öğretim Üyesi Rebecca Jordan-Young “Bedende Cinsiyeti Bulmak: ‘Orada ne var?’ dan ‘Ne zaman orada?’ya’” başlıklı bir konuşma yaptı.


“Toplumsal Cinsiyet Açısından Sağlık, Beden, Cinsellik” temalı etkinlikler serisinin ikinci panelinde konuşmanın moderatörlüğünü Alev Özkazanç üstlendi. Alev Özkazanç, feminist ve kuir olarak insanların cinsiyeti sorununun içinden geçilen dönemle bağlantılı olduğunu dile getirdi.

Rebecca Jordan-Young çalışmalarında “üç katlı iplik” olarak nitelediği bir kavram kullandığını dile getirerek konuşmasına başladı. Feministlerin ve bilim insanlarının yıllardır cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsellik kavramlarını kullanarak birtakım ayrımlar belirlediklerini ifade etti. Bu ayrımlarda cinsiyetin bedenle ilgili olduğunu sözlerine ekledi. Toplumsal cinsiyet kavramını da toplumsal yapılar, yasal düzenlemeler, gayrı resmi kurallar olarak tanımladı. Toplumsal cinsiyetin en üst düzeyden içsel psikolojiye kadar inebileceğini söyledi. Cinselliğin ise toplumsal cinsiyetin içine yedirilebileceğini ifade etti. Cinselliğin çok katmanlı olduğunu, “normal” ve “sapkın” olarak gördüğümüz cinselliğin dönemlere göre değişebileceğinin altını çizdi.

Rebecca Jordan-Young bu ayrımlardan yoluyla birçok feministin bu konuya bakmaya başladığını söyledi. 20-25 yıl önce bazı feminist bilim insanlarının vücuda bakmaya başladıklarını sözlerine ekledi. Vücutla ilgili şeylere daha yakından bakılması gerektiğinin ve çıplak biyolojiye bakıldığında toplumsal cinsiyete rastlanabileceğinini altını çizdi. Rebecca Jordan-Young bu açıdan bakıldığında toplumsal cinsiyetin, örneğin nasıl osteoporoz ürettiğini gördüklerini anlattı.

İnterseks bireyler, yani cinsel organlar ve kromozomlar bazında cinsiyetleri anlaşılamayan bebekler ile ilgili de doktorların toplumsal cinsiyet ve cinsellik kavramlarını kullanmadan tanım koyamadıklarını söyledi. Kişileri belli normlara göre sınıflandırmanın, yönlendirmenin heteroseksüel insanlar yetiştirme ile bağlantılı olduğunu ifade etti.

Cinsiyete dair düşüncelerin ikili olduğunu belirten Rebecca Jordan-Young, cinsiyetlerin birbirlerini tamamladıkları veya birbirleriyle savaştıkları ile ilgili düşüncenin varlığını dile getirdi. Yıllar içinde yapılan araştırmalarda Y kromozomunun erillik taşıdığının kanıtlanmaya çalışıldığını söyledi. Rebecca Jordan-Young cinsiyet XY kromozomları ile ilgili tanımlanıp belirleneceği görüşünün çöktüğünü ifade etti ve cinsiyetin belirlenmesinde çok farklı etkenler olduğunu belirtti.

Rebecca Jordan-Young cinsiyet hormonları ile ilgili fikirlerin bilim insanlarını belli yerlerde hormon aramaya yönelttiğini söyledi. Bu durumun da bazı bilimsel kanıtların gözlemlenmesini engellediğini belirterek devam etti. Rebecca Jordan-Young hem kadın hem de erkek vücutlarının bütün hormonları ürettiklerinin altını çizdi. “Hepimiz testesteronu ya doğrudan ya da ostrojene dönüştürüp kullanıyoruz” dedi. Cinsiyetin bedenin bütüncül hali değil bir işlevi olduğunu; bedende cinsiyete dair organları, hormonları zamana ya da o andaki işlevine göre değerlendirip cinsiyeti bu şekilde tanımlayabileceğimizi savundu. Yani toplumsal cinsiyet gibi, biyolojik cinsiyetin de olan ya da sabir bir şey değil, sürekli olmakta olan ya da değişen bir şey olarak tanımlanabileceğini ifade etti.

 

"The Fastest Rotating Stars" semineri

"The Fastest Rotating Stars" semineri

NS-Future Joint Seminar Series, Mehmet Ali Alpar'ın 8 Mart Çarşamba günü saat 12.40'da gerçekleştireceği "The Fastest Rotating Stars" konulu semineri ile devam ediyor.  


NS-Future Joint Seminar Series'in ikinci semineri Mehment Ali Alpar tarafından "The Fastest Rotating Stars" konusunda gerçekleşecek. 

Tarih: 8 Mart 2017, Çarşamba

Saat: 12.40

Yer: FASS G22

NS-Future Joint Seminar Series kapsamındaki seminer takvimi aşağıdaki gibidir.

22 Şubat 2017 - Selim Çetiner, "Genetically Modified Organisms: Food Security and Modern Biotechnology in the 21st Century"

08 Mart 2017  - Mehmet Ali Alpar, "The Fastest Rotating Stars"

29 Mart 2017 - Kamer Kaya, "Computation"

12 Nisan 2017 - Uğur Sezerman, "Personalized Medicine"

26 Nisan 2017 - Bahattin Koç, "3D Organ Printing"

10 Mayıs 2017 - Andrew Berry, "Evolutionary Fireworks: The Cambrian Explosion & the Origins of Animals"


 

Abone ol