Ana içeriğe atla

Alternatif tiyatro topluluğu: ODA TiyatroSU

Öğrencimiz Naz Uğurlu'nun ODA TiyatroSU ile SUch as Blog için yaptığı söyleşisi: 

 

ODA TiyatroSU’nun “Gidelim Mi artık?” oyununu izlediniz mi? Sadece okulda değil, Abbasağa, Yoğurtçu, Kalamış Parkı ve Kuzguncuk Bostanı’nda da oynadılar.

 

İzlediyseniz şanslısınız!

İzlemediyseniz de pişman olmanız için bir şans veriyorum size!

 

İşte Ecem Erhamza, Ece Tekbulut ve Selin Meral’den oluşan“Gidelim mi artık?” ekibiyle yaptığım samimi röportaj!

Milano’da olduğum için bu röportajı skype üzerinden yaptık. Ne mutlu ki, teknik aksaklıklar dışında bize hiçbir şey engel olmadı.

Bilmeyenler için oyundan kısaca bahsedecek olursak; üç arkadaş bir gün ormanda oyun oynarken, Ada, Naz ve Defne’nin ısrarları üzerine bir ağaca çıkıyor. Sonra da ağaçtan düşüp, hayatını kaybediyor. Bu olay Naz ve Defne’de derin izler bırakıyor. Oyunda ise Naz ve Defne’nin, Ada’nın ölümünden sonra tekrar ormanda buluştukları bir hesaplaşma anına tanık oluyoruz.

 

Keyifli okumalar!

 

Ece Tekbulut: (ET)

Ecem Erhamza: (EE)

Selin Meral: (SM)

Naz Uğurlu: (NU)

 

NUİlk olarak biraz ODA TiyatroSU’ndan bahsedelim. ODA TiyatroSU’nu SUO’dan ayıran nedir?

ETOkulda tiyatro kulübü adı altında iki farklı topluluk var. Biri SUO, diğeri de ODA TiyatroSU. ODA TiyatroSU için alternatif tiyatro topluluğu diyebiliriz. Alternatif tiyatro topluluğu diyoruz ama alternatif ne demek? Ondan da bahsedelim. Bir ana akım tiyatro var, bir de onun yanında filizlenen başka bir tiyatro var demek değil. Aslında alternatif tiyatro, bugünün ana akım tiyatrosu. Ben bizim ne olduğumuzu açıklarsam, diğer topluluklarla da farkımız bir şekilde ortaya çıkar zaten. Bizim en büyük özelliğimiz, sahne dışındaki her alanı oyun alanı olarak kullanmamız. Böyle olunca zaten sahnede oynanması üzere yazılan oyunlar bize çok uygun olmayabiliyor. Bu durumda bize birkaç seçenek kalıyor. O da  sahnede  yazılmış oyunları başka bir mekana uyarlamak, farklı mekanda geçen oyunları seçmek ya da yeni bir metin yaratmak. Şu ana kadar daha çok klasik olmayan, 3-4 sene önce yazılmış çağdaş metinlere ağırlık verdik, geçen sene kendi metnimizi yazdık, bu şekilde de devam etmeyi düşünüyoruz.

 

 

NUNe zamandan beri tiyatroyla ilgilisiniz? Ve ODA TiyatroSU’na ne zaman katıldınız? Bu sorunun cevabını hepinizden ayrı ayrı bekliyorum ona göre.

EE: Ben başlıyorum o zaman. Benim tiyatroya ilgim ilkokul yıllarından kalma. İlkokulda hep “Ecem yapar.”,“Ecem hadi kızım.”,“Ay ne kadar da güzel oynuyormuş bu kız!” tadında cümlelerle büyüdüm. Daha sonra lisede tiyatroya yönelik bir şey yapmadım. Üniversite içinse hep “Kesin üniversitede tiyatronun üzerine gideceğim!” diyordum. Ama üniversitedeki ilk yılımda maalesef ODA TiyatroSU’nun varlığından haberdar değildim. Keşke olsaymışım. Ben SUO’ya yazılmıştım. Ama SUO’dan istediğimi alamadım. ODA TiyatroSU’nu daha sonra dönemin ortalarında duydum ve ancak tüm bunlardan bir sene sonra oda arkadaşımın ısrarlarıyla kafaya koydum bu işi, Ece’yle konuştum. Tamam dedim ben varım. Katıldığım ilk toplantıdan sonar da dedim güzel, sıcak ve samimi bir ortam! Geçen sene başladım. Şimdi ikinci senem.

ODA TiyatroSU ne demek? Galiba Sabancı’da kendimi bulduğum yer! Çok klişe olabilir ama gerçekten öyle. Çok kulübe girdim, bir şeyler yaptım ama hiçbirinde ODA TiyatroSU’ndaki enerjiyi yakalayamadım. “Bu benim kulübüm, ben buranın bir parçasıyım!” diyebildiğim bir yer ODA TiyatroSU.

NU: Ne güzel ama! Şahsen benim kendimi bu kadar ait hissettiğim bir kulüp yok sanırım. (Üzgün üzgün bakıyorum.)

ET: Seni de bekleriz Naz! (Gülüyor.)

NU: (Gülüyorum.) Ece seninle devam edelim o zaman.

ET: Benimki nispeten daha uzun bir hikaye olacak. Benim lisede küçük bir grubum vardı.Kendimizin yazdığı, kendimizin oynadığı oyunlar çıkarıyorduk ve çok samimi bir ortamdı diğer tiyatro kulüplerinin aksine. Lisede böyle küçük bir tiyatro deneyimim olmuştu. Ondan sonra üniversitede de bunu devam ettirmek istedim tabi ve bu şekilde bir kulübün arayışına girdim. Biraz araştırma yaptım hangi kulüpler var diye. Tiyatroda iki topluluk olduğunu fark ettim. Ben doğrudan ODA TiyatroSU’na yöneldim. O benim, bu okuldaki en büyük şansım olabilir. Girer girmez aradığını bulabilmek. İlk başlarda ODA TiyatroSU’nun bir çocuğuydum ben. Kulüpteki insanlar beni yetiştiriyordu. Şimdi benim kulübe bakışım, sanki kulüp benim çocuğummuş gibi. Kulüptekiler yetişsin, yeniler gelsin, taze kan olsun istiyorum!

Bunun dışında ODA TiyatroSU çok küçük bir topluluk. İnsanlar bir kulübe girdiği zaman sosyallik de arar, bir şey de üretmek ister. Kendiyle gurur duymak ister, ama sevincini birkaç insanla da paylaşmak ister. ODA TiyatroSU’nda bunların hepsini yaşayabildim. Hakkikaten mücadelesini de verdik, el emeği göz nuru işler de çıkardık. Ama en önemlisi, onu da gerçekten benim mutluluğumu aynı şekilde paylaşan insanlarla paylaştım. ODA TiyatroSU benim için bir kulüpten bekleyebiliceğim her şey bu anlamda.

NU: Peki ya sen Selin? ODA TiyatroSU senin için ne demek? Ne zaman başladın tiyatroya?

SM: Şimdi… İlkokul piyeslerini falan saymazsak tiyatroyla daha önceden ilgilenmiyordum. Üniversiteye girdiğimde tiyatro kulübüne katılırım diye düşünmüştüm ama ilk sene girmedim herhangi bir kulübe. Yıl içerisinde Ece ile tanıştım ve sayesinde ODA TiyatroSU’nun toplantılarından birine katıldım. İleriye yönelik planlarından konuşuyorlardı. Beni çok etkilemişti o toplantı. Sürekli Ece’ye “Ben seneye geleceğim, ben seneye geleceğim!” deyip duruyordum. Ve böylece geçen sene kulübe girdim!

Benim için ne ifade ediyor kısmına gelirsek; bir şeyler yaratmak istiyordum ben. Bunu yapmama imkan sağlayan bir kulüptü ODA TiyatroSU. O yüzden benim için çok önemli. Bir de tabi burda çok güzel arkadaşlıklar da kurdum. Hepimiz adeta aile gibiyiz. Her anlamda hayatımın vazgeçilmez bir parçası oldu ODA TiyatroSU.

 

 

NUNe kadar sıklıkta prova alıyorsunuz? Provalar nasıl ilerliyor? Hiç unutmadığınız, “ah o prova var ya” dediğiniz bir provanız var mı? Ya da birkaç prova bilemedim.

EE: Öncelikle her hafta provamız oluyor. İlk dönemden spesifik bir iş üzerine çalışmaya başlamıyoruz. Konsantrasyon, ısınma, doğaçlama çalışmaları yapıyoruz provalarda. Gayet güzel de geçiyor.

Unutamadığım prova… Benim aklıma ormandaki ilk provamız geliyor. Bir pazar günü ormana gidişimiz!

Metin bitmiş, provalar başlamış. Sonunda ormana gidilecek biliyoruz, o fikir hep bir köşede duruyor ama hiç gitmemişiz daha. Ben yokken ormanda bir yer belirlenmiş. Pazar günü de hadi ormana gidelim dendi. Peki, tamam. Ormana gittik, yürüyoruz . Düşünüyorum yolda nasıl geçicek bu prova şimdi diye. Ama gerçekten çok da eğlenceli geçmişti. O kadar hevesliydik ki çünkü… Provadan sonra koşarak çıktık ormandan! Dışardan bakanlar deli demiştir. Dört saat bu insanlar ormanda ne yaptı? Koşarak niye çıkıyorlar. (Gülüyoruz.)

ET: Birtakım sesler duyduğumuzda bu kesin çıngıraklı yılan deyip, korka korka prova yapıyorduk. Hatta Ecem dedesinden yılan kaçırma yöntemleri öğrenmişti.

EE: Dedem kükürt dök dedi! İşin kötüsü ormanın girişinde, kenarlarda kükürt gerçekten de vardı. Tabi ben bunu görünce çok gerildim! Dedim geliyor yılan o zaman, valla geliyor!

(Kısa bir sessizlik.)

ET: Sıra bende sanırım.

NU: Evet evet!

ET: Unutamadığım prova, unutamadığım prova… Buldum! Ben yönetme halindeyken “tak tak” ve “aaaayyneeeen” laflarını çok kullanıyorum.

EE: (Gülüyor.)

ET: O “tak tak”ın kimse ne olduğunu bilmiyor ama ben kendimi çok iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. O çok güldüğüm provada da; Ecem, Selin ve Berkcan benim bu “tak tak” ve “aaaayyneeeen”lerimle dalga geçmişlerdi.

EE: Ama çok komikti! (Gülüyoruz.) Mesela Ece, Selin’in bir şeyi daha net söylemesini istiyor. Bu yüzden de “Selin anladın mı? Tak tak tak.söylemelisin, taak taaak taaak değil.” diyor. Ece’yle çok eğlenmiştik o gün.

SM: Ama birbirimizi de anlıyorduk yani. Güzel yöntemdi! (Gülüyoruz.)

ET: Ama elimde olmadandı! Başka şekilde kendimi ifade edemiyordum. Benim taklidimi yapmaya başladıkları zaman çok güldüğümü hatırlıyorum ve dedim ki ne çektirmişim arkadaş. (Gülüyor.)

SM: Benim aklıma ilk gelen prova da belki de en uzun provamızdı. Oyunu yazdığımız sıralarda saatlerce oturup kafa patlatıyorduk studylerde. Provaları oyun yazmaya harcıyorduk. Ama o provada fena takılıp kalmıştık. Yetmezmiş gibi elimizde bir şey olsun, o gün bir şeyler çıkarmış olalım diye altı saat boyunca aynı odada oturmuştuk. Baktığımızda gecenin sonunda sadece beş cümle yazabilmiştik. Ama nasıl bir ortam? Sadece sessizce oturuyoruz ve ‘Naz bundan sonra ne derdi’yi düşünüyoruz. Herkes birbirine bunu soruyor. Saçmasapan sessizliklerin olduğu, uzun bir provaydı.

NU: Altı saat diyorsun. İnsan sessizce oturmasın da ne yapsın? (Gülüyoruz.) Ama metin yazıyordunuz sanırım. Dolayısıyla bu zor ve uzun bir süreç.

SM: Gerçekten uzun bir süreç. Deprem için depoluyormuşçasına yemek alırdık!

NU: Bak bu iyiymiş işte!

SM: (Gülüyor.) Çok hoşumuza gidiyordu. Ece zaten annemiz gibi her zaman torbalarla gelirdi. Daha çok sağlıklı yiyeceklerle ama! En son sadece bir kere pes edip cipslerle gelmişti! (Gülüyoruz.)

 

 

NUO zaman gelelim son oyununuz olan “Gidelim Mi Artık?”a. Biliyorum ki oyunun metnini siz oluşturdunuz. Nasıl oluşturduğunuzdan biraz bahseder misiniz? Yaratım süreci nasıldı?

ET: Şöyle; oyunu ormanda oynamak istediğimizi biliyorduk en başında. Ama ormanda oynanmak için yazılmış bir oyun yoktu.

NU: İlk önce mekan fikriyle mi ortaya çıktınız? Nedense hep tam tersi olmuştur, olmalı gibi düşünmüştüm. Bu fikir kimden çıktı peki?

ET: Bu sene gerçekleştirilicek proje olarak orman hayali hep vardı benim kafamda. Ama sadece orman hayali, daha fazlası yoktu. Biraz korkmama rağmen fikrimi diğerlerine açıkladığımda ise herkes çok sahiplendi. O yüzden orman fikrinin üzerine inşa edilen her şey ortak ürünümüz diyebilirim.

 

 

NU: Peki neden orman en başından beri?

ET: Ormanda oyun yapma fikri ODTÜ ormanının tahrip edilmesiyle aklıma gelmişti. Bizim ormanımız için benzer bir tehdit olmasa da ormanımızı sahiplenelim istedim. Gezi direnişiyle ağacın anlamı çok değişti çünkü. Bir ağaç sadece bir ağaç, bir park sadece bir park değil artık. Günümüzde doğanın her parçası sahip çıkılmaya muhtaç. Orman fikriyle de aslında hem seyircilerin ormanla farklı bir ilişki kurmasını istedik, hem de bizler farklı bir ilişki kurmuş olduk. Orman da, en büyük yardımcımız oldu seyirci üzerinde istediğimiz etkiyi bırakmak için.

 

Metnin hazırlanma sürecine geri dönersek.

Nasıl ilerledik?

Açıkçası hiç oyun yazma deneyimimiz yoktu. Karanlıkta oynamak istediğimize emindik, o yüzden bir akşam ormana gittik.Gece ormanda yürümek çok tedirgin ediciydi. Daha sonra da dönüp odada toplandık ve ormanın şimdi bize ne çağrıştırdığını konuştuk. Herkes teker teker kelimeler ortaya atmaya başladı.

EE: Yalnız ortaya atılan kelimeler arasından çok garip şeyler çıktı! Hatta o kadar uçuk fikirler çıktı ki, biraz daha temel şeyleri düşünelim derken bulduk kendimizi.

ET: “Unutulan”, “zamanın yavaşlaması”, “çirkin olan” gibi fikirlerle kalakaldık başta. Bir sonraki provada bunlardan birini seçip ilerleriz diye düşünmüştük ama o şekilde hiç yürümedi. Onun üzerine; oyunda üç kişi olucaktı. Bu kişiler arasındaki ilişkiler nasıl olabilir diye çeşitli ilişki ağları çıkardık. Ama işte orda da lezbiyen aşklar üstüne gelen cinayet hikayeleri çıktı. O noktada içten içe biraz gerilmeye başlamıştım. Kendimi sorumlu hissediyordum. Pek bir şey çıkaramıyorduk. Ancak bir gün çok basit düşünmeye karar verdik –o günü de çok iyi hatırlıyorum- ve kamp fikri çıkıverdi. İşte kampa gidince ne olur? Korku hikayesi anlatılır. Ya sonra, diye diye ilerledik.Şaşırtma üzerine ilerlemek istedik. Bu tarz oyunlar hoşumuza gidiyordu. O yüzden korku hikayesini öyle kurguladık. Oyunun yarısı masa başında, yarısı da doğaçlamalarla ortaya çıktı. 

NUOynadığınız karakterleri bir de sizden dinlesek. Oynarken nasıl hissettiniz?Selin sen Naz’ı, Ecem sen de Defne’yi oynuyordun sanırım.

SM: Karakterleri genel olarak düşündüğümüzde özellikle okuldaki insanlara yabancı gelmeyecek, kendi yaşlarımızda karakterlerle yola çıkmak istemiştik. O yüzden de yirmili yaşlarında üç karakterimiz olacaktı. Önce bu karakterlerin kişiliklerini oturttuk. Daha sonra karakterler arasındaki ilişkileri, en son da olayı kurguladık.

EE: Karakterleri nasıl oluşturduk? Sorular sorarak. Defne nasıl güler? Nasıl konuşur? Arkadaşlarıyla arası nasıldır? Defne’yi oluştururken benim aklımdaki şey, Ecem gibi bir karakter olmasını istemediğimdi. Başkaları izledikten sonra bu karakter aynı Ecem desin istemiyordum. Bu tedirginliği avantajıma çevirmeye çalıştım hep. Bir yerden sonra Defne öyle bir karakter oldu ki; Defne böyle yapardı, Defne böyle derdi diyebilir olmuştum ve bu çok hoşuma gitmişti. Daha sonra oyunu yazma kısmında bu çok işimize yaradı, güzel oldu.

NU: Bi’ dakika, bi’ dakika! Yani ilk önce karakterleri yarattınız, daha sonra da onları metni yazma sürecine dahil mi ettiniz?! Nedense metin yazılıydı ve siz karakterleri oynayarak içselleştirdiniz sanmıştım. Beni sürekli olarak şaşırtıyorsunuz! (Bütün şaşkınlığımla bakıyorum.)

EE: Yok! (Gülüyor.)

NU: Ama böylesi tabi ki daha mantıklı!

EE: Hatta bazen Defne’yle röportaj yaptık. “Defne bu soruya nasıl cevap verirdi?”ye daha da hakim olabilmek için.

NU: Gelelim Naz karakterine o zaman. Naz nasıl biridir?

SM: Benim karakterim; Naz, geçmişindeki olayı atlatamamış, hala onunla birlikte yaşayan; o olayı geçmişte bırakmak istemeyen biri. Her şey eskisi gibi olsun istiyor ve bunu sağlamak için de elinden geleni yapıyor. Ama daha da önemlisi Defne’yi de bu oyunun içinde istiyor. Kendiyle de sorunları var. Kendini suçluyor. Sağlıklı bir psikolojide değil kısaca. Böyle bir karakterdi Naz. Yazarken tabi ki zorlandık haliyle.

ET: Bir tane dengesiz bir karaterimiz olacağından emindik. Oyunu ilerletmek adına. Defne de bizim sesimiz olmalıydı. Ama Naz daha iki boyutlu, Defne daha tek boyutlu bir karakter oluverdi. Zaman içerisinde bunun böyle olmasından rahatsız olup Defne’ye de bir dengesizlik kattık ki, bir oraya bir buraya götürebilelim seyirciyi.

 

 

NUİlk defa oyunu sahneledikten sonra nasıl hissetmiştiniz peki?Alkışlar geldi ve sizleyiz mesela.

EE: Benim üzerinden yüz insan kalkmış gibi oldu. Bir de bittiğinde aklımdaki şeylerden biri çok hızlı oynadığımızdı. Alkışlar “alnınızın akıyla bu işi bitirdiniz ve şu an karşılığını alıyorsunuz” diyordu. Çok güzeldi! O alkışlar çok güzeldi!

SM: Ben de inanılmaz heyecanlıydım o gün! Acayip kalbim çarpıyordu. Acaba oyun bitince ne tepki vericek seyirci diye merak ediyordum daha çok. Ve insanlardan gelen alkış sesleri… Yüzlerini pek göremiyordum ışıklar yüzünden oyun bittiğinde ama; sonradan gelen tepkiler beni inanılmaz mutlu etmişti! Hatta beklediğimden iyi tepkiler aldığımızı düşünüyorum. Çünkü ben biraz grubun karamsar elemanıydım. Ama beni bile ikna edecek kadar güzel tepkiler aldık. O yüzden çok mutluydum.

ET: Ben belli bir süre sadece yönetmeniydim oyunun. Oyuncular arasında değildim ama prova yaparken, metni yazarken, her süreçte beraberdik. Her anlarını izliyordum.Ormanda, öncesinde, sonrasında her zaman beraberdik. Ama oyunun başlamasına yirmi dakika kala benim onlardan ayrılmam gerekti. Ve böyle tek başıma yürürken kalbim küt küt atar oldu. Çok heyecanlandım. Gözlerim doldu! Bu kuşlar şimdi uçucaklar tek başlarına! Oyun başlamadan telefonlarınızı kapalı tutunuz tadında bir konuşma yapmam gerekiyordu fakat sesim çıkmıyordu o an. Bu sefer oyuncular arasında değildim ama sanki ben de seyirci karşısındaymışım gibi hissettim. Oyun bittiğindeyse hiçbir repliği atlamamışlardı! O inanılmaz bir mutluluk! Prova anında bile unutulan replikler oluyor, başka hatalar oluyor. Bana her şey çok doğru geldi! Gerçekten çok güzeldi her şey.Çok gurur duydum. O alkışı onlarla hep beraber almak çok güzeldi. Bir de insanlar anında tebrik etmek istiyorlardı. O sarılmalar, hemen yanınıza gelenler. En güzel his o belki de gerçekten.

 

 

NUOyunu Yoğurtçu Park’ı, Kuzguncuk vb. halka açık alanlarda da oynadınız. Gelen yorumlar ne yöndeydi?

EE: İlk önce Yoğurtçu Parkı’nda oynadık. Yoğurtçu Parkı Forumu ile işbirliği yapmıştık. Forumdan, sokaklardan duyan, tanımadığımız insanların gelmesi ve oyunu beğendiklerini belirtmeleri, alkışları… O çok güzel bir duyguydu!

Bunun ardından üç parkta daha oynadık.En güzeli Kuzguncuk’takiydi diyebilirim sanırım.Son oyunumuzdu o.

SM: Evet! Kuzguncuk’taki yorumlar bizi çok etkilemişti! Bostanın atmosferi çok güzeldi. Kuzguncuk halkı ayrı güzeldi!

EE: Ben daha önce Kuzguncuk Bostanı’na hiç gitmemiştim. İnsanlar gerçekten hevesliydi. Çocuklarını alıp gelmişlerdi.Benim en çok hoşuma giden şeylerden biri, çocukların bizlere soru sormasıydı. Bizim yetişkinlerden oyunla ilgili beklediğimiz sorular, çocuklardan geldi. Şaşırdık ve güldük bu duruma. Sorduk mesela “Naz’ı mı, Defne’yi mi daha yakın hissettin kendine?” diye. Ve inanılır şey değil beklediğimiz cevapları da yine onlardan aldık.

ET: Okulda oynadığımız oyunlarda, tabi ki bizleri daha iyi tanıdığı için insanlardan daha çok geri dönüş olmuştu. Bir şekilde daha samimi olduğunuz insanlar çünkü onlar.

NU: Çekinmiyorlar tabi.

ET: Evet! Ama tabi yine çok güzel tepkilerle karşılaştık! Mesela Abbasağa’da balkondan teyzeler alkışlamışlar bizleri. Ben fark etmemiştim arkadaşımız söyledi. Yoğurtçu Parkı’nda annem yaşlı, seksenlerinde bir teyze görünce kimin akrabasısınız demiş. Normalde akşam sekiz buçukta kalkıp parka gelmesini bekleyeceğiniz bir teyze değil çünkü o. Halbuki teyze oyunu muhtardan duymuş, ve gerçekten sadece izlemek istediği için gelmiş. Bunların dışında ağlayan oldu oyunda! O da Yoğurtçu Parkı’ndaydı. Benim akrabalarım zaten ağlıyordu da. tanımadıklarımızdan bahsediyorum (Gülüyor.)

 

 

Ama Kuzguncuk halkı bizi ayrıca çok mutlu etti! Orda olmamızdan heyecan duymuşlardı belli ki, bir de oyunu da beğenmişlerdi.

SM: Evet evet! İşte hep gelin, anlaşalım, oynayın diyorlardı. Hepsi tontiş tontiş sandalyelerini alıp gelmişti izleyicilerimizin.

ET: Şeyi unutmuyorum Kuzguncuk’ta. Son oyunumuzdan sonra oturmuşuz çay içip, kek yiyoruz. Aradan da iki, üç saat geçmiş. Oyunun tozu kalmamış artık otobüse binip eve döneceğiz. Otobüse doğru yürürken bir anda alkış başladı. Orada kenarda oturan ablalar, aferin gençler nidalarıyla alkışladılar bizi.

NU: Ya! Tüylerim diken diken oldu! Ne güzel.

ET: Gerçekten öyle! Ben ertesi gün yine Kuzguncuk’a gittim hatta. Ama tabi farklı bir sebepten.Bakkala girdim su almaya. Bakkaldaki amca bile dün akşamki oyundan beni hatırladı, ve tebrik etti. Anlamsız bir önyargı yapmak istemem, ama beklemiyordum.Kat ve kat daha mutlu olmuştum o gün.

 

 

NU“Gidelim Mi Artık?”ı kaçıranlar ne demek istersiniz?

ET: Bizim her oyunumuz çok güzel oluyor biliyor musunuz! (Gülüyoruz.) Şaka bir yana herkesin ilgisini çekecek, herkesi heyecanlandırıcak ögeler oluyor oyunlarımızda. Başka projelerimiz her zaman olacak. Farklı bir tiyatro deneyimini her oyunumuzda yaşayabilirler.

SM: Bekleyin! Bu dönem sonunda bomba gibi projeler geliyor!

 

 

NUODA TiyatroSU’na katılmaya istekli yeni gelen, gelmek isteyip de utanıp gelemeyen arkadaşlara burdan söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

SM: Utanmayın! Utanmayı gerektirecek hiçbir şey yok.

EE: Aynen! Çekinmeyin arkadaşlar, rica ederim. Alternatif tiyatro diyoruz evet ama amuda kalkarak oynamıyoruz. İnsanlarda yanlış bir algı oluşmasın. Üniversite yeni şeyleri deneme, kendini bulma mekanı. Kimse çekinmesin. Belki bir daha bu şekilde bir fırsat bulamazlar. Üniversitede yeni bir şeyler denesinler, ODA TiyatroSU da bunun için, tiyatro düşünen biri için güzel bir yer.Tiyatro düşünmeyene de güzel. Çünkü hiçbirimizin öyle havalı bir tiyatro geçmişi yok. İşin güzel yanı da bu!

NU: Gerçekten benim bile giresim geldi kızlar!

ET: Selin, Ecem ve Berkcan;  küçükken şunu oynamıştım, bunu yapmıştım tiyatroda diyorlardı ilk geldiklerinde. Ve o andan bir yıl sonra, bir oyun yazıp, kaç kişinin karşısında oynadılar. Bu gerçekten bambaşka bir gelişim ve tecrübe. Üniversite bunu yaşamak için harika bir yer. ODA TiyatroSU olmasın da başka bir yer olsun. Ama kulübümüzün herkesin bir şeyler yaratabiliceği, kötü bir anında destek bulabiliceği, gülüp eğlenebiliceği, eğlenirken de büyüyebiliceği bir yer olduğunu söyleyebilirim.Biz hiçbirimiz büyük yetenekler arıyoruz gibi bir hedefle yola çıkmıyoruz. Hiçbirimiz öyle değiliz. Zaten doğallık ve samimiyetten yanayız. Kapımız herkese açık.

SM: Sadece tiyatro yapmak değil mesele. Eğlenerek vakit geçirdiğin bir yer ODA TiyatroSU.

EE: Öyle olmasa çıkmazdı bu işler zaten.

NU: Sizi izlemiş biri olarak da rahatça söyleyebilirim; belli ki eğleniyordunuz.İşinizle gurur duyuyordunuz.Orda olmaktan mutluydunuz.Ve ben de sizi izlemekten çok keyif almıştım.Ormana gitmeden başka bir yerde buluşup ormana gittiğimizi hatırlıyorum.Bu hikayeyi daha inandırıcı hale getirmişti, çünkü biz adeta Naz ve Defne’nin hayatına dahil oluvermiştik. Sizlerle, ODA TiyatroSU’yla daha nice hayatlara dahil olmak dileğiyle!

Çok keyifli bir röportajdı!

Sizlerin ağzına sağlık.

Bir de internet bağlantımız sağolsun.

 

ODA TiyatroSU ile ilgili linkler:

https://www.facebook.com/kulup.odatiyatrosu?fref=ts

http://kulup.sabanciuniv.edu/~tiyatro/

 

Muhasebe Araştırmalarında Disiplinlerarası Yaklaşımlar

Sabancı Üniversitesi “11. Uluslararası Muhasebe Konferansı” ev sahipliği yaptı

Sabancı Üniversitesi, 31 Ekim -2 Kasım 2014 tarihleri arasında “11. Uluslararası Muhasebe Konferansı”na evsahipliği yaptı. Bu yılki teması, “Muhasebe Araştırmalarında Disiplinler Arası Yaklaşımlar” olarak belirlenen konferans Sabancı Üniversitesi’nin Tuzla’daki kampüsünde, Yönetim Bilimleri Fakültesi binasında gerçekleşti.


Muhasebe Öğretim Üyeleri Bilim ve Dayanışma Vakfı (MÖDAV) tarafından 11 yıldır düzenlenen bu konferans, ilk olarak bir vakıf üniversitesi kampüsünde, Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi’nde (YBF) yapıldı. Konferans organizasyonun ağırlıklı kısmının da YBF Muhasebe alanındaki öğretim üyelerince üstlenildiği konferansın katılımcıları Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli üniversitelerinden gelen öğretim üyeleri ve doktora öğrencileri ile iş dünyasından ve çeşitli düzenleyici kurumlardan gelen yöneticiler oluşturdu.

Uluslararası yazında, disiplinler arası muhasebe araştırmalarına olan ilgi giderek artarken, muhasebe ve diğer sosyal bilim araştırmacılarını bir araya getirerek, muhasebenin sosyal, politik ve ekonomik çevre ve diğer disiplinlerden nasıl etkilendiği ve/veya nasıl etkilediğini tartışmayı amaçladı. Muhasebe bilgi ve uygulamalarındaki gelişmeleri ele alan konferansın, muhasebe ve diğer disiplinler arasındaki etkileşimin tartışıldığı bir platform oluşturması hedeflendi. Çağdaş muhasebe araştırmalarında eğilim, farklı araştırma yöntemleri ve disiplinlerin yarattığı sinerjiden yararlanmak için faklı ve tamamlayıcı yaklaşımları bir arada kullanma yönünde seyrederken; ekonomik, örgütsel ve sosyal teorilerdeki gelişime entegre olan muhasebe araştırmaları, bu gelişimden faydalanabilineceği ortaya kondu.

Sunulan tebliğler ve konferans oturumlarında, çağdaş teori ve uygulamalar tartışıldı, muhasebe araştırmalarının tarihi ve disiplinler arası boyutu incelendi ve muhasebe araştırmalarındaki değişimin daha iyi algılanmasına yardımcı olacak yeni boyutlar ele alındı. Konferansta, ana tema ve iki panelin konuşmacılarının sunumlarının yanı sıra, seçilmiş çalışmaların sunumlarının yapıldığı eş zamanlı oturumlar da yer alacak ve oturumlar Sabancı üniversitesi mensuplarına açık olarak gerçekleşti. Konferans, Sabancı Müzesinde Miro Sergisi gezisi ve gala yemeği ile son buldu.

34. KABATEK/2. TUZLA EDEBIYAT ŞÖLENİ'nin akademik programı 7 Kasım tarihinde kampüsümüzde gerçekleşecek

"6-10 Kasım tarihleri arasında Tuzla Belediyesi ve Kıbrıs-Balkanlar-Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu (KIBATEK) ile ortaklaşa gerçekleştirilecek 34. KABATEK/2. TUZLA EDEBIYAT ŞÖLENİ'nin akademik programı 7 Kasım tarihinde kampüsümüzde Üniversite Merkezi, Sinema Salonunda gerçekleşecektir.  13:35'de Rektörümüz Nihat Berker'in açılış konuşması ile başlayacak program Uluslararası Türkçe ve Türk Edebiyatı üzerine panel tartışmaları ve şiir şöleni ile tamamlanacak."

Etkinlik Programı

Türkiye’de Kadınların Üniversitede 100. yılı sempozyum ve sergi ile kutlanıyor

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu ve İstanbul Kadın Müzesi Türkiye’de kadınların üniversiteye giriş hakkını elde etmelerinin 100. Yılını, uluslararası bir sempozyum ve sergi ile kutluyor. 6-7-8 Kasım 2014 tarihlerinde düzenlenecek “Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu”na, “Kadınların Üniversitede 100 Yılı - İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919” başlıklı sergi eşlik edecek. Sergi, 7 Kasım – 21 Aralık 2014 tarihleri arasında Yunanistan Başkonsolosluğu Sismanoglio Megaro’da görülebilecek.

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu ve İstanbul Kadın Müzesi işbirliğiyle, Türkiye’de kadınların üniversiteye girme hakkını elde etmelerinin 100. yılında, üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için geliştirilen politikaları,  programları ve iyi uygulama örneklerini uluslararası bir platformda tartışmak üzere 6 – 7 – 8 Kasım 2014 tarihlerinde, Karaköy Minerva Palas’ta, “Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu” düzenlenecek.

Sempozyum çerçevesinde 7 Kasım – 21 Aralık 2014 tarihleri arasında, Yunanistan Başkonsolosluğu Sismanoglio Megaro’da “Kadınların Üniversitede 100 Yılı - İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919”  adlı sergi görülebilecek. 

Sempozyumda uluslararası örnekler tartışılacak

Türkiye’de kadınların üniversiteye girme hakkını elde etmelerinin üzerinden 100 yıl geçti.  Kadınlar şimdi, üniversitede toplumsal cinsiyet eşitliğine ne kadar yaklaşıldığını, akademinin hangi alanlarında var ya da yok olduklarını sorguluyorlar. Günümüzde yükseköğrenim kurumlarında verilen eğitimin kalitesiyle birlikte, akademide toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleşmesi ve özellikle de bunun ne kadar kurumsallaştırıldığı,  üniversitelerin kalitesini belirleyen faktörler arasında yer alıyor.

Bu kapsamda; Akademide Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - Uluslararası İyi Örnekler Sempozyumu’nda İtalya, Avusturya, Almanya İsviçre, Norveç, İngiltere, İsveç, Fransa ve ABD’deki üniversitelerden toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve çeşitliliği üniversitenin politikası yapmak için geliştirilmiş programlar, strateji konseptleri ve başarılı olmuş uygulama örnekleri tartışılacak. Türkiye’den de Ankara Üniversitesi’nde, Mersin Üniversitesi’nde ve Sabancı Üniversitesi’nde yürütülen, akademide toplumsal cinsiyet eşitliğini tesis etme programları irdelenecek.  TÜBİTAK gibi kurumların yurt dışındaki benzerlerinde, akademide toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik geliştirilmiş konseptler ele alınacak.

Sempozyumun açılış konuşmasında siyaset bilimci ve Türkiye´de 1980 sonlarındaki ikinci dalga feminist hareketin en önemli aktivisti Şirin Tekeli’nin mesajını Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Ayşe Gül Altınay aktaracak. Kapanış konuşmasını ise New York Üniversitesi'nden antropolog Emily Martin gerçekleştirecek.

(Şirin Tekeli'nin hazırladığı açılış konuşması)

Üniversite kalitesini,  kadın faktörü bağlamında yeniden tanımlamaya yönelik düzenlenecek sempozyumun, Türkiye’deki üniversitelerde de toplumsal cinsiyet eşitliğini ve çeşitliliği sağlayacak, kurumsallaştıracak ve koruyacak mekanizmalar geliştirilmesiyle ilgili çalışmalara ve üniversite politikalarında kalıcı sistem değişikliklerine yol açacak bir sürece katkı sağlaması amaçlanıyor. 

Sergide kadınların şekillendirdiği bir tarih süreci hatırlanıyor

Sempozyum eşliğinde İstanbul Kadın Müzesi’nin sunduğu Kadınların Üniversitede 100 Yılı - İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919 isimli sergi ise, kadınların üniversiteye başlamalarının öyküsüne, Kadınlar Dünyası dergisinin oynadığı rol, dergide dile getirilen yüksek eğitim talepleri, kadınların yüksek eğitim hakkını elde etmek için denedikleri yöntemler, yüksek eğitime giden yolda kadınların ittifak ortakları ve kadınların kadın üniversitesi deneyimi gibi örneklerle bakıyor. Sergide kadınların şekillendirdiği bir tarih süreci hatırlanıyor.   

Kadın akademisyenlerin öğretim ve idari kariyerlerinden örneklerle,  akademide toplumsal cinsiyet eşitliği konusu, çeşitlilik kavramıyla genişletiliyor. Kadınların yüksek eğitim hakkını kazanmalarının 100. yılında, üniversitede hem toplumsal cinsiyet eşitliğine ve hem de çeşitliliğe hangi alanlarda ve ne kadar yaklaşıldığı konusunda düşünmek öneriliyor. 

Sergi ve sempozum, İstanbul Kadın Müzesi`nin “Kadın Kültür Mirası” Etkinlikleri konsepti bağlamında tasarlandı. Kadın Kültür Mirası Etkinlikleri, İstanbul Kadın Müzesi’nin sürekli sergisinde tanıtılan “ilk”lerin kültür mirasını tanımlar ve bu kültür mirasının günümüzde içerdiği anlamı inceler. Kültürel mirasın günümüzdeki anlamı,  uluslararası konferans, panel ve seminerlerde disiplinlerarası bakış açısıyla incelenir. 

Türkiye’de kadınların üniversiteye giriş tarihçesi

12 Eylül 1914´te Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınlar yüksek eğitim yapma hakkını kazandılar.  

Türkiye’de kadınların üniversiteye girebilme hakkını kazanmaları ile günümüz feminist kadın dergilerinin büyükannesi sayılan, Kadınlar Dünyası dergisinin çok yakından ilişkisi vardır. Kadınlar Dünyası dergisini, Nuriye Ulviye,  şahsi servetini kullanarak bir grup kadın hakları aktivisti ile birlikte 4 Nisan 1913 ve 21 Mayıs 1921 tarihleri arasında çıkardı. Dergide, eğitim ve çalışma gibi alanlarda hak elde etme politikaları geliştirdiler, kadınlararası somut dayanışma projeleri gerçekleştirdiler, kadınlar için işyerleri kurdular. 

Kadınlar Dünyası’nda “Biz de maarif vergisi veriyoruz.” yazan kadınlar, yüksek eğitimden yararlanmayı kadının en doğal hakkı olarak tanımladılar. Yüksek eğitim taleplerini entelektüel ve siyasi otoritelere ilettiler. Devletin eğitim siyasetine yön verme stratejisini izlediler.

Kadınlar Dünyası’nda, yükseköğrenim hakkının kadınlara tanınması için her kesimden kadının katıldığı bir kampanya başlatıldı. Dergideki tartışmalar ve etkili lobi çalışmaları,

7 Şubat 1914’te Darülfünun (üniversite) tarihinde ilk kez kadınlar için konferanslar düzenlenmesini sağladı. Bu konferanslar Türkiye’de kadınların yükseköğrenime katılmaları sürecinin başlangıcı oldu. 12 Eylül 1914’te bugün yerinde Fen ve Edebiyat Fakülteleri bulunan, Zeynep Hanım Konağı’nda, kadınlar için edebiyat ve fen bölümlerinden oluşan İnas Darülfünunu, yani kadın üniversitesi açıldı. 

Ailelerimiz Sabancı Üniversitesi’nde yeniden öğrenci oldu

Sabancı Üniversitesi, gelenekselleşen “Aile ve Eğitim Günü”nde aileleri ağırladı. Bilimden sanata geniş yelpazede gerçekleşen sunumlarla; organ tasarımı ve yapımından beyin sinyalleriyle bilgisayar ve robot kullanımına; Meksika, Hindistan ve Türkiye’yi birleştiren ortak noktalardan, insanlar, kurumlar, yönetim bilimleri ve yaşama kadar uzanan geniş yelpazedeki konular hakkında bilgi sahibi oldular. 

Sabancı Üniversitesi “Aile ve Eğitim Günü” 1 Kasım 2014, Cumartesi günü Sabancı Üniversitesi’nin Tuzla’daki kampüsünde gerçekleşti. Aile ve Eğitim Günü etkinlikleri, Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi’nde Rektör Nihat Berker’in açış konuşması ile başladı.

Aile ve Eğitim Günü’nün ilk sunumu Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Bahattin Koç tarafından gerçekleştirildi. Bahattin Koç, “Tıp Bilimlerinde Yüksek Teknoloji: Organ Tasarımı ve Yapımı” başlıklı bir konuşma yaptı. Ardından, Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Müjdat Çetin “Beyin Sinyalleriyle Bilgisayar ve Robot Kullanımı” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Işıl Özel “Meksika, Hindistan ve Türkiye’yi Birleştiren Ne Var? Gelişen Piyasalar, Ekonomi ve Politika” başlıklı bir konuşma yaptı. Son olarak Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Nakiye Boyacıgiller de “İnsanlar, Kurumlar, Yönetim Bilimleri ve Yaşam” başlıklı bir konuşma yaptı. 

Sunumlarından ardından geçilen öğle yemeğinde aileler öğretim üyeleri ile birlikte yemek yeme ve sorularını sorma fırsatına sahip oldular. Öğle yemeğinin ardından Bilgi Merkezi ve SUNUM turları ile fakülte programlarına geçildi. Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde (SUNUM) aileleri SUNUM Direktörü Volkan Özgüz karşıladı ve SUNUM hakkında ailelere bilgi verdi. 

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nde Dekan Yardımcısı Cem Güneri; Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde Dekan Ayşe Kadıoğlu, Yönetim Bilimleri Fakültesi’nde öğretim üyesi Çağrı Haksöz ile Diller Okulu’nda Direktör Jacqueline Einer ailelere bilgi vererek, onlardan gelen soruları yanıtladılar. 

2013-2014 Yılı Öğretim Ödülleri verildi

Temel Geliştirme Yılı Öğretim Görevlisi Ödülü kategorisinde Sonat Demirdirek birincilik, Michael John Thomas ikincilik ve Sharon Turner üçüncülük ödülünün sahibi oldular.

Birinci Sınıf Üniversite Derslerine Katkı Ödülü – Küçük Sınıf Dersleri kategorisinde Nadire Banu Gümüştüs birinci olurken, Brian Rodrigues ikinci ve Ali Nihat Eken üçüncü oldular.

Birinci Sınıf Üniversite Derslerine Katkı Ödülü - Amfi Dersleri kategorisinde de Albert Erkip birinci, Saygın Salgırlı ikinci ve Yusuf Hakan Erdem üçüncü oldu. 

Lisans son sınıf öğrencilerinin oyları ile belirlenen Bu Yılın Mezunları Ödülü kategorisinde ise Ahmet Esen ve Yoong Wah Alex Wong birinci, Bratislav Pantelic üçüncü oldu.

Birinci Sınıf Eğitim Asistanı Ödülü kategorisinde Elif Saçıkara birinci, Iyad Hashlamon ikinci ve Abigail Rood Bowman üçüncü oldular.

Birinci sınıf üniversite dersleri dışındaki Eğitim Asistanları için tasarlanmış Eğitim Asistanı Ödülü kategorisinde birincilik ödülünü Serkan Sırlı, ikincilik ödülünü İnanç Arın, üçüncülük ödülünü ise Nurşen Aydın aldı.

Kazananlar ödüllerini Rektör Nihat Berker, Genel Sekreter Haluk Bal, YBF Dekanı Füsun Ülengin, SSBF Dekanı Ayşe Kadıoğlu ve MDBF Dekanı Yusuf Menceloğlu’ndan aldılar. 

Sunumlar mini konserlerle renklendi

Sabancı Üniversitesi öğrenci kulübü Müzikus iki ayrı solo performansla Aile ve Eğitim Günü’ne renk kattı.

“ERG, Türkiye sivil toplumu için çok ilginç ve özgün bir modeldir.”

Üstün Ergüder: “Çoğu zaman insanlar değişimi anlayıp yöneteceklerine reaksiyon veriyorlar. Değişimi anlamak ve yönetmek gerekir. Diyalog kurmadan değişimi anlayamaz, yönetemezsiniz. Çoğulcu bir demokratik sistemde diyaloğa girmeden, konuşmadan iş yapmak mümkün değil. 


Aslında benim Türkiye’deki bütün hayatım değişimi gözlemekle geçti. Bir koyduğunuz şeyi, ertesi gün yerinde bulamadığınız bir ülkede yaşıyoruz. 

ERG gibi öncü ve vizyoner bulduğum bir projenin yaratılmasında rektör olarak Tosun Terzioğlu’nun hakkını teslim etmek, tabii bu arada ERG’nin hayata geçirilmesinde önemli roller üstlenen başka arkadaşları da unutmamak gerek. Hakan Altınay ve Ayla Göksel. ERG’nin kurulmasında Güler Sabancı ve Hüsnü Özyeğin’in verdikleri destek ve sağladıkları imkânları da şükran duygularıyla dile getirmek istiyorum. 

Genelde insanlar Türkiye’de dağa, taşa, toprağa, binaya çok daha kolay para verirler. ERG ise bir bina, okul yapma projesi değil, kamu politikası süreçlerini etkilemeye çalışma projesidir. Eğitim Reformu Girişimi’nde veriye dayalı analiz yapıyor, bunu devletin, hükümetin, toplumun dikkatine sunuyor, eğitimin önemine yönelik bilinç yaratıyoruz. ERG’yi, eğitimin Türkiye’nin bir numaralı sorunu olduğunu düşünerek hayata geçirdik.”

Çarşamba Sohbetleri’nin konuğu Üstün Ergüder ile sohbetimiz devam ediyor. Söyleşimizin bu bölümünde “Türkiye’nin bir numaralı sorunu” olarak tanımladığı eğitim ile ilgili ciddi ve toplumun tüm kesimleri tarafından başvurulacak kadar güven duyulan raporlar yayınlayan, çalışmalar yapan Eğitim Reformu Girişimi’nin ortaya çıkış öyküsünü kendisinden öğreneceğiz. Onbir yıl önce faaliyete geçen ERG, bu süre içinde Türkiye’nin dört bir yanından 12 bine yakın eğitimciyi bir araya getirdiği ve Üstün Beyin pozitif, yapıcı yaklaşımının bir eseri olan “Eğitimde İyi Örnekler Konferansları”nı gerçekleştirdi. Eğitim İzleme Raporları başta olmak üzere kız çocuklarının okullaşması, eğitime erişimi, meslek eğitimi, din ve eğitim gibi eğitime ilişkin son derece önemli alanlarda güvenilir, objektif, bilimsel verilere dayanan raporlar yayınladı. Objektif yaklaşımı ile her kesimin saygınlığını kazanan ERG’de bu çalışmalar Üstün Ergüder’in liderliğinde bir avuç iyi eğitimli gençler tarafından gerçekleştirildi. 

Üstün Beyin yükseköğretim de dahil eğitim ve sivil topluma adanmış renkli yaşamının öyküsü kitaplaştırılmış olarak önümüzdeki günlerde okurlarla buluşacak. Şu sıralarda yayıma hazırlanmakta olan ve Yükseköğretimin Fırtınalı Sularında – Boğaziçi Üniversitesi’nde Başlayan Bir Yolculuk adıyla yayımlanacak olan otobiyografi, Türkiye’nin son elli yıllık yükseköğretim serüvenini, Türk ve dünya siyasetinde yaşanan gelişmeler ışığında Üstün Bey’in gözlerinden görmek isteyen okurların beğenisine sunulacak. Üstün Ergüder ile söyleşimizde söz konusu bu kitaptan bazı bölümlere de yer verdik. 

İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) çerçevesinde yaptığınız en önemli proje Eğitim Reformu Girişimi (ERG) oldu. ERG’nin oluşum hikayesini anlatır mısınız?

Sabancı Üniversitesinde işe başladığımda Tosun’un da (Terzioğlu) kafasında benzer fikirler olduğunu kısa zamanda anladım. Aramızdaki konuşmalar sonrasında eğitim konusuna İPM çatısı altında eğilmeye karar verdik. Aynı günlerde Boğaziçi Üniversitesi’nden öğrencim olan Hakan Altınay ve Anne Çocuk Vakfı koordinatörü Ayla Göksel de benzer düşünceler içindeydiler. Hakan o günlerde Soros Vakfı’nın İstanbul’daki Açık Toplum Enstitüsü’nün yöneticisiydi.  2002 yılının içinde sık sık bir araya geldik ve proje teklifinin hazırlanmasına karar verdik. Bu çabayı tetikleyen de ilginç bir tesadüf oldu. George Soros Açık Toplum Enstitüsü’nün toplantılarına katılmak üzere İstanbul’a gelmişti. Enstitü’nün danışma kurulunda olduğum için Soros ile tanışma fırsatı bulmuştum. Bu toplantıdan hemen sonra bir sabah İtalya’ya gitmek üzere Atatürk Havalimanı’nın VIP salonundayım. George Soros da VIP salonuna geldi. Burada uzun uzun eğitim üzerine konuşma fırsatını bulduk. Kendisine Tosun, Ayla ve Hakan ile konuştuklarımıza dayanan bir projenin kafamda olduğunu anlattım. “Hemen yaz, hazırla ve bize başvur” dedi ve uçağına gitti. Proje ortak çalışmalarımızla hazırlandı, Açık Toplum Enstitüsü’ne sunuldu ve kabul edildi. Eğitim Reformu Girişimi 2003 yılının Şubat ayında Anne Çocuk Eğitim Vakfı, Açık Toplum Enstitüsü ve Sabancı Üniversitesi’nin ortak destekleriyle faaliyetlerine başladı.

ERG’nin ilginç bir yapısı var, bundan söz eder misiniz?

Sabancı Üniversitesi şemsiyesi altında özerk bir yapı olarak düşünülmüş olan İPM’nin şemsiyesi altında ERG nin de özerk bir yapıya sahip olmasını planladık. Kamuoyuna dönük faaliyetlerde doğrudan ERG markası altında faaliyet gösteriyorduk. Zaten ERG kendi kaynaklarını yaratıyor ve bu da “özerklik” için iyi bir gerekçe oluyordu. 2011’den beri ERG, İPM şemsiyesi altında değil. 2013 itibariyle kendine has ve vakıf senedine benzeyen, Sabancı Üniversitesi ve destekçi 19 kuruluşla ilişkilerini düzenleyen bir yönergesi de var.

Özerk bir statünün ERG için çok özel bir anlamı var. ERG Türkiye’de bir eğitim seferberliğine ön ayak olmalıydı. Bunu da iki şekilde yapacaktı. Ürettiği projelerde, siyasa önerilerinde, savunu projelerinde veri tabanlı ve yansız analizleri ön plana çıkarmalı, ne söylüyorsa ne öneriyorsa ciddi araştırmalara, ortak akıl üretme çabalarına dayanmalı ve önerilerini yapıcı bir üslup ve söylemle kamuoyuna sunmalı, herkesle ama herkesle veri ve bilgi bazlı diyaloga girebilmeli, bu çabalarıyla da kamuoyunda bir güven ortamı yaratmalıydı. İkinci olarak ERG’nin destek yapısının kabil olduğunca geniş olmasında fayda vardı. Türk insanının, Türk elitlerinin eğitimin önemine inanması, sahiplenmesi ve bu hedefler arkasında seferber olması gerekiyordu. Bu nedenledir ki 2003 ve 2011 yılları arasında verilen uğraşlar sayesinde ERG destekçi sayısı 3 kuruluştan 19’a çıktı. Bunların arasında Bahçeşehir, Kadir Has, Kültür ve Bilgi Üniversiteleri de var. Projeyi sadece Sabancı Üniversitesi’nin olmaktan çıkarıp Türkiye’nin projesi haline getirdik. Sabancı Üniversitesi ERG’nin özerkliğine hürmet ederek destek hizmetlerini çok iyi bir şekilde sağladı. Karaköy’deki Sabancı Üniversitesi’ne ait Minerva Han’ın  5. Katı ERG’ye tahsis edildi. Bilgiişlem destek hizmetleri eksiksiz sağlandı. ERG’ye diğer kuruluşlar tarafından bağışlanan fonlar çok etkin ve güvenilir bir şekilde yönetildi. ERG, resmi olarak özerk olmadan fiilen özerk bir kuruluş gibi çalışma lüksüne sahip oldu.  Sabancı Üniversitesi yöneticilerinin vizyonerliği ve destekleri ERG’nin bu yaklaşımı gerçekleştirmesinde çok önemli rol oynamıştır.  Bunu Türkiye’de başka bir çatı altında gerçekleştirebilir miydik?  Sanmıyorum. Bu nedenledir ki “vakıflaşmak” seçeneği ciddi olarak masaya yatırılmamıştır.

ERG’yi ilk kurduğumuz yıllarda Türkiye ilginç günlerden geçiyordu. 2002’de AKP seçimleri kazanarak iktidar olmuş, Türkiye’nin AB’ye katılma süreci ivme kazanmıştı. Alışageldiğimiz her şeyin değişmekte olduğu bir döneme giriyordu Türkiye. İktidarın “saklı niyetleri” hakkında ciddi şüpheler giderilememiş, AKP takiye yapmakla suçlanıyor, “ulusalcılar” ise hem AKP’den hem de AB sürecinden tedirgin oluyorlar, Cumhuriyet’in tehdit altında olduğunu düşünüyorlardı. Türkiye tam bir paranoya ortamına girmişti. Milli Eğitim Bakanlığı ile diyaloga girsek iktidar yanlısı olmakla suçlanıyor, bakanla bile konuşmamız eleştiri konusu oluyordu. Çoğu zaman insanlar değişimi anlayıp yöneteceklerine reaksiyon veriyorlar. Değişimi anlamak ve yönetmek gerekir. 

Diyalog kurmadan değişimi anlayamaz, yönetemezsiniz. Çoğulcu bir demokratik sistemde diyaloğa girmeden, konuşmadan iş yapmak mümkün değil. Aslında benim Türkiye’deki bütün hayatım değişimi gözlemekle geçti. Bir koyduğunuz şeyi, ertesi gün yerinde bulamadığınız bir ülkede yaşıyoruz. 

ERG başka cenahlardan da tepkiler alıyordu. Açık Toplum Enstitüsü desteği aldığımız için ülkeyi Soros’a satmakla suçlanıyorduk. İnternet sitelerinde “Soros çocukları” diye hakaret dolu yakıştırmalar çıkıyordu. Hattâ bizim projelerimizden birinde çalışması söz konusu olan ve önde gelen üniversitelerimizden birinin öğretim üyesi bir arkadaşımız “İyi iş yapıyorsunuz, ama Soros’tan para alıyorsunuz, Soros ve dış güçlere hizmet ettiğiniz söyleniyor” diyerek projede görev almayı kabul etmemişti. “Söyleniyor”un altını çiziyorum. İyi bir üniversitemizin mezunu ve Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden birinde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Araştırmadan, kanıt bulmadan nereden neşet ettiği bilinmeyen bir rivayete göre hareket edebiliyor. Acaba eğitim sistemimiz hakkında bir gösterge mi? Tabii bu örnekten genelleme yapmak güç, ama insanı düşünmeye sevk ediyor. Çok garibime gitmişti bu olay.  

Özetle, Açık Toplum Enstitüsü’nden aldığımız destek o günlerde biraz başımızı ağrıtmıştı, ama biz önemsemedik. Ne yaptığımızı gayet iyi biliyorduk. Kendimizden emindik. Koç’tan para aldığımız, Sabancı Üniversitesi ile ilişkili bulunduğumuz için “Bunlar sermayenin adamları,” diyen öğretim üyeleri bile vardı. 

Ne Açık Toplum Enstitüsü, ne de “sermaye”, yaptığımız işe hiçbir şekilde karışmadı. Tek şikâyetim Açık Toplum Enstitüsü çok ayrıntılı bir şekilde rapor istiyor, parayı ne kadar dikkatle kullandığımızla yakından ilgileniyordu. Bürokrasileri biraz fazlaydı. Ama bu sayede biz de destekçilerimize düzenli rapor vermeyi öğrendik. 

İlk finansörlerimiz arasında olan Açık Toplum Enstitüsü’nün desteği 2007 yılında son buldu. O tarihten beri ERG’nin bütün destekçileri yerli kuruluşlardır. Burada çalışan 12 arkadaşımızın maaşları yarattığımız fonlardan ödenir. Her sene aşağı yukarı 1 milyon Türk Lirası civarında bir para bulmak için uğraş vermemiz gerekiyor. Bu modelin avantajı yirmi civarında kuruluşun destekliyor olması. ERG’nin ilginç bir yönü de 2001-2002 yılında İPM için düşünülen özerk finansal model çok ortaklı bir yapıyla Eğitim Reformu Girişimi ortamında gerçekleştirildi. Kanımca ERG, Türkiye sivil toplumu için çok ilginç ve özgün bir modeldir.

ERG’nin Karmaşık ve Özerk Yapısı Nasıl Gerçekleşti?

İPM ve ERG’nin kurulmasında Tosun’un (Terzioğlu) rektör olarak verdiği desteğin anlamı çok büyüktür. Yeniliği hayata geçirmek dünyanın hiçbir yerinde kolay iş değildir. Elbette Sabancı Üniversitesi kuruluş aşamasında olmasından dolayı eski üniversitelerin klasik statükocu sendromuna daha girmemişti. ERG gibi öncü ve vizyoner bulduğum bir projenin yaratılmasında rektör olarak Tosun Terzioğlu’nun hakkını teslim etmek, tabii bu arada ERG’nin hayata geçirilmesinde önemli roller üstlenen başka arkadaşları da unutmamak gerek. Hakan Altınay ve Ayla Göksel. ERG’nin kurulmasında Güler Sabancı ve Hüsnü Özyeğin’in verdikleri destek ve sağladıkları imkânları da şükran duygularıyla dile getirmek istiyorum. 

Genelde insanlar Türkiye’de dağa, taşa, toprağa, binaya çok daha kolay para verirler. ERG ise bir bina, okul yapma projesi değil, kamu politikası süreçlerini etkilemeye çalışma projesidir. Yapılacak bir binaya, yani Amerikalıların dediği gibi brick and mortar  (tuğla ve çimento) yatırımlarına para bulmak kolay. Aldığın bağışla binayı yapıp bağışçının ismini veriyorsun. Bağışçı bundan şeref duyuyor ve isminin hayırsever olarak tarihe mal olacağını düşünüyor. Ama biz Eğitim Reformu Girişimi’nde veriye dayalı analiz yapıyor, bunu devletin, hükümetin, toplumun dikkatine sunuyor, eğitimin önemine yönelik bilinç yaratıyoruz. ERG için fon ararken bu konuya dikkat çekerek sosyal adalet ve politika süreçlerinin desteklenmesini ön plana çıkaran bir yenilikçi bir filantropi kültürünün gelişmesine de katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Ama şunu söyleyebilirim ki Superdorm gibi bir binaya 1 milyon dolar bulmak, Eğitim Reformu Girişimi gibi bir fikre, bir sürece her sene 50 bin dolar bağış bulmaktan daha kolaydır. Ortada elle tutulur bir şey olmadığı için insanların yapılan işe gönülden inanmaları gerekir. 

ERG tüzel kişiliği olan resmi bir sivil toplum örgütü değil, yani ne vakıf ne de dernek. Sabancı Üniversitesi ev sahipliğinde 20 kuruluşun her yıl azar azar yaptığı bağışlarla finanse edilen bir “girişim.” Ancak, fiiliyatta tamamen bağımsız bir sivil toplum örgütü gibi yönetiliyor. Bir büyük destekçi yerine 19 sivil toplum örgütünün birer ucundan tuttuğu, yani çok ortaklı malî yapı, bize önemli bir esneklik ve bağımsızlık veriyor. Bu karmaşık yapıyı Sabancı Üniversitesi yöneticilerinin Türkiye’de ender rastlanan anlayışlı tutumları sayesinde 10 yıldır bağımsız bir sivil toplum örgütü gibi sürdürebildik. 

ERG’nin ilginç ve biraz da karmaşık tarafı şu: Vakıf olmadığı için ERG’ye yapılan bağışlar Sabancı Üniversitesi hesabına yatırılıyor. Sabancı Üniversitesi’nin ERG’ye verdiği önemli hizmetlerden biri de budur. Gelen fonların hesabını bizim için tutuyor, yönetiyorlar. Ancak bu özellikle fon yaratma açısından zorluk doğurabilecek bir durum. Gidip bağışçılara “ERG’ye bağış yapın. ERG Türk sivil toplumunun eğitim projesi. Hep birlikte destekleyelim” diyoruz. Eğer ikna etmişsek bağış yapmayı kabul edenlerin sorduğu ilk sual “Parayı nereye yatıracağım?” oluyor. Cevap, Sabancı Üniversitesi. İlk başta “Sabancı’ya mı bağış yapıyoruz?” diyorlar. Bu durumda ERG – Sabancı ilişkisinin iyi izah edilmesi gerekiyor. “Buraya yapılan bağış ERG’ye yapılıyor, Sabancı yalnız bizim için bunun hesabını tutuyor. 

Bağışçılarımıza bu durumu izah etmekte başarılı olduk. Mart 2013 itibariyle ERG’yi destekleyen kuruluş sayısı 19 oldu. En güzel örneği Koç Vakfı’dır. Sabancı ve Koç gruplarının rakip olduklarını hepimiz biliyoruz. Ama Koç Vakfı her sene ERG’ye bağış yapar. Rahmi Koç üç yıl evvel ERG için fund raising yapmıştır “hadi arkadaşlar bu projeye para veriyoruz” diyerek.  2014 yılının Mayıs ayında gene Rahmi Bey ve Semahat Arsel hanımefendinin himayelerinde bir öğle yemeği daha yaptık.  Benzer fon yaratma toplantılarını Güler Sabancı, Hüsnü Özyeğin, ve Bahçeşehir Üniversitesi Mütevelli Heyeti başkanı Enver Yücel beyefendinin himayelerinde de yaptık. Türkiye’de bunun benzeri bir proje yok sanırım. Demek ki güven ortamı yaratmakta başarılı olmuşuz. ERG aslında, ilerde öyküsü yazılacaksa, ilginç bir modeldir Türkiye için. 

Çeşitli söyleşilerinizde ERG’yi “Eleştirel Dost” olarak tanımlıyorsunuz, ne anlatmak istediğinizi söyler misiniz?

ERG Türkiye’de, hele bugünün ortamında, az bulunan bir şeyi gerçekleştiriyor. Diyalog kuruyor ve bunu veriler üzerinden önyargısız bir dille yapıyor. Şahsen bu yaklaşımları Boğaziçi Üniversitesi ve Robert Kolej’de içselleştirdim. Sabancı Üniversitesinde de uygulama fırsatını buldum. Türkiye’de olmayan şey diyalog.  Sanki herkes kendi kutusu içine çekiliyor ve ancak kendi kutusundakilerle konuşuyor. Elimden geldiğince de diyalog, bilgiye, veriye ve mantığa göre hareket etme kültürünü ERG’de yerleştirmeye çalıştım.

Bugünkü siyasi ortama ERG yaklaşımı için avantaj olarak bakıyorum. Herkesin karşıdakini dinlemeden bağrıştığı bir ortamda Türkiye’nin özlediği bir şeyi veriyorsunuz. McKinsey kuruluşu ERG için bir araştırma yaptı. 2013 yılının Mart ayında ön raporlarını sundular. Raporun hazırlanması sürecinde ERG ile şu veya bu şekilde ilişkisi olan, iş yapan kimselerin görüşleri alındı. Millî Eğitim eski Bakanı Ömer Dinçer’in sözleri başarılı olduğumuzun kanıtıdır: “Bizi eleştiriyorlar. Ama samimi ve araştırmalarına dayanarak yapıyorlar. Önyargıları yok. Güvenim var onlara. Ne söylüyorlarsa arkasından bir veri çıkarıyorlar.” diyor. Bu bir iltifat. Bu algıyı yerleştirmek zaman alıyor. ERG’nin çok önemli bir iş yapma metodolojisi var. Ben ona friendly critic diyorum, yani dostça eleştiren. Biz herkesle diyalog kurmaya çalışıyoruz. Ve herkesle de veri ve bilgi bazında konuşuyoruz. Hiçbir zaman da ideolojik tartışmalara girmiyoruz. Her fikre, görüşe hürmet ediyoruz, radarlarımızı açık tutuyoruz.  Hiçbir olaya ön yargı ile girmiyoruz. Evrensel değerleri ilke olarak alıyoruz. Çok kullanılan bir terimle “evrensel düşünüp yerel iş yapıyoruz” (think global, act local).  Öyle yapınca Türkiye’de çok yol alınıyor. ERG, şu anda birçok kişinin teslim ettiği gibi Türkiye’de marka olmuşsa bu sayede olmuştur. 

Bağımsız duruşu, ürettiği çalışmalar ile geçtiğimiz 10 yıl içinde eğitim camiasında önemli bir saygınlık kazandı ERG. Ve gücünü bu saygınlığından alıyor. “4+4+4” adıyla bilinen millî eğitim tasarısı yasalaştırılmak istendiği günlerde hiçbir şekilde sözümüzü sakınmadık, ama bunu da dostça bir diyalog esprisi içinde yapmaya çalıştık. Kimseden bize ters bir çıkış gelmedi. Hattâ yasa çıktıktan sonra uygulama aşamasında olabilecek sorunları çözmek üzere yapılan toplantılara Millî Eğitim Bakanlığı tarafından davet edildik. 

Türkiye’de diyalog ortamının önündeki en büyük engel, dolayısıyla ERG’nin yaptığı işi de güçleştiren, her bireyin, kurumun arkasında bir aidiyetin aranmasıdır. Eğer bağımsız bir birey olmaya, olaylara akıl ve bilgi perspektifinden bakmaya öykünüyorsan verilecek savaş yokuş yukarıdır. Hele kamu yönetiminde görev almak istiyorsan, mutlaka bir taraf seçmek, bir gruba yanaşmak durumunda bırakılırsın. Bu açıdan bakıldığında Boğaziçi Üniversitesi çok önemli bir kurumdur. Farklı görüşlerin, diyalog içinde var olabildiği bir vahadır. ERG’de yerleşen kültürde Boğaziçi Üniversitesi’nin bu geleneğinin izlerini görmek beni mutlu ediyor. Burada Sabancı Üniversitesi yöneticilerinin etkisini de unutmamak gerekir. Yalnız şunu da belirteyim.  Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı Boğaziçi Üniversitesi mezunudur.  Tosun Terzioğlu ise iyi bir Robert Kolejlidir.

Bu kamplaşma eğilimi siyasi çıkar hesaplarında belirleyici olmanın ötesinde gündelik yaşamımızı da tamamen esir almaktadır. Kamuoyunu bilgilendirmek için yapılması gereken basit tartışmalar bile kamplara bölünmüş algılarımızın kurbanı olmaktadır. Yakın zamanda bunun en açık örneğini “4+4+4” tasarısının yasalaşması sürecinde yaşadık. Kamuoyunda açık bir şekilde, sakin kafayla tartışılması gereken çok ciddi meseleler “kamplar savaşı”nın patırtısı arasında konuşulamadan kaldı. Tasarı üzerine tartışıp eksiklerin giderilmesi yönünde adım atmak gerekirken ateşli siyasi tartışmalara girip boğuluyorduk. Herkes kendi camiasına konuşuyor, kimse karşı tarafı dinleme çabasında bulunmuyordu

Eğitimde kalite ve eşitlik sorunu yalnız para harcamakla çözülecek bir sorun değil. Kalite ve eşitliği artırmak üzere akılcı, verilere dayalı politikalar geliştirmek şart. ERG’de yaptığımız çalışmalarda sürekli olarak eğitimde kalite sorununu ve akılcı çözüm yollarını gündeme koymaya çalıştık. Ne yazık ki eğitim Türkiye’de aşırı siyasallaşmış durumda. Hizmet (Gülen) hareketinin odak noktası eğitim, 28 Şubat döneminde alınan en önemli tedbir belki de 8 yıllık kesintisiz eğitim, 2012 yılının Şubat ayında biraz da 28 Şubat ile hesaplaşma kokan 4+4+4 düzenlemesinin de hedefi eğitim sistemi. Cumhuriyetimizin kuruluşunda da eğitim sistemi aracılığı ile yeni bir millet bilinci yaratılması ön planda olmuş. Türkiye’nin artık eğitim sistemini akılcı politikalarla yeniden tasarlaması çok önemli: Bunun için de eğitim sistemi üzerinde çok geniş bir oydaşma (consensus)  yaratıp siyasi kutuplaşmadan arındırmak gerekiyor. Başka türlü ülkenin günümüz dünyasına yelken açıp ilk on ülke arasına girmesi mümkün değildir. ERG bu konuyu Türkiye’nin gündemine koymaya çalışmaktadır.

Toplumun büyük bir kesimi iyi eğitimden yararlanamıyor diyor ERG. Doğru mu?

Evet, PISA ve TIMMS gibi araştırmalar eğitimde kalitenin iyi dağılmadığına işaret ediyor.  Bu nedenledir ki biz ERG’yi “herkese kaliteli eğitim” hedefi ile kurduk. ERG’nin kuruluş yıllarında Tosun Terzioğlu ile birlikte aklımızdan bunlar geçiyordu. Eğitimin Türkiye’nin bir numaralı sorunu olduğunu düşünerek hayata geçirdik ERG’yi.

Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim Üstün Bey. 


Türkiye’nin İklim Liderleri Açıklandı

CDP Türkiye 2014 İklim Değişikliği Raporu Açıklandı

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından Akbank’ın ana sponsorluğu ve EY Türkiye’nin rapor sponsorluğuyla yürütülen CDP (Karbon Saydamlık Projesi) Türkiye’nin 2014 yılı raporu, 3 Kasım 2014, Pazartesi günü yapılan etkinlik ile kamuoyuna duyuruldu. 

CDP Türkiye İklim Liderleri ödüllerinin de sahiplerini bulduğu etkinlikte, bu yıl ilk defa “CDP İklim Performans Liderlik Endeksi" (CPLI) ve "CDP İklim Saydamlık Liderlik Endeksi" (CDLI) de açıklandı. Küresel “CDP İklim Performans Liderlik Endeksi"ne (CPLI) Türkiye’den giren tek şirket Tofaş Otomotiv oldu.

CDP Türkiye İklim Liderleri Ödüllerini ise Garanti Bankası, Coca-Cola İçecek, Zorlu Enerji Elektrik Üretim, Ekoten Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve Noor Fındık aldılar. Ödül töreni TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Erkut Yücaoğlu’nun katılımıyla gerçekleşti.

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından, Akbank’ın ana sponsorluğu ve EY Türkiye’nin rapor sponsorluğunda 2010 yılından bu yana yürütülen CDP (Karbon Saydamlık Projesi) Türkiye’nin 2014 raporu, 3 Kasım 2014, Pazartesi günü Sakıp Sabancı Müzesi the Seed salonunda düzenlenen etkinlik ile kamuoyu ile paylaşıldı. Şirketlerin iklim değişikliğine yönelik stratejilerini uluslararası kurumsal yatırımcıların bilgisine sunabileceği bir platform sağlayan CDP, dünyanın en prestijli ve yaygın çevre girişimi olarak kabul ediliyor. 

CDP Türkiye 2014 İklim Değişikliği Raporu, CDP’ye Türkiye’den dahil olan 41 şirketin verdikleri yanıtların analizini içeriyor. Raporun önsözü CDP CEO’su Paul Simpson ve Akbank Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas Üyesi Suzan Sabancı Dinçer tarafından kaleme alındı.

CDP Türkiye 2014 Raporu'nun açıklandığı toplantının açılış konuşmasını Akbank Yatırımcı İlişkileri ve Sürdürülebilirlik Bölüm Başkanı Cenk Göksan yaptı. Cenk Göksan’ın ardından, CDP Başkan Yardımcısı Sue Howells söz aldı. Avrupa Komisyonu İklim Hareketi Bölümü, Genel Müdürü Jos Delbeke’nin video mesajının yayınlanmasının ardından Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu ve CDP Türkiye Direktörü Melsa Ararat CDP Türkiye 2014 İklim Değişikliği Raporu sonuçlarını açıkladı. Konuşmalardan sonra, Dr. Artunç Kocabalkan’ın moderatörlüğünde Tofaş Otomotiv CEO’su Kamil Başaran, Garanti Bankası Proje ve Satınalım Finansmanı, Sürdürülebilirlikten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ebru Dildar Edin ve CDP Başkan Yardımcısı Sue Howells’ın katıldığı “CDP İklim Liderleri” başlıklı panele geçildi. Etkinlik TÜSİAD Yüksek İstişare Komisyonu Başkanı Dr. Erkut Yücaoğlu’nun konuşmasıyla başlayan ödül töreni ile sona erdi.

“Günümüzde sürdürülebilir bir kalkınma için  şirketlerden  kârlılığın yanı sıra  toplumun ve çevrenin geleceğini gözetmeleri beklenmektedir.”

Akbank Yatırımcı İlişkileri ve Sürdürülebilirlik Bölüm Başkanı Cenk Göksan konuşmasında, “Türkiye’nin  lider kuruluşlarından birisi  olarak, çevreyle ilgili duyarlılığın artırılması  ve  iklim değişikliğine yol açan etkilerin en aza indirilmesi için etkin bir rol üstlenmenin ülkemiz ve dünyamız için önemli olduğu görüşündeyiz. Günümüzde sürdürülebilir bir kalkınma için  şirketlerden  kârlılığın yanı sıra  toplumun ve çevrenin geleceğini gözetmeleri beklenmektedir. Akbank’ın bu amaca yönelik çalışmalarından birisi de küresel bir girişim  olan Karbon Saydamlık Projesi’nin (CDP) Türkiye  uygulamasına 2010 yılından bu yana sağladığı destektir. Bu projenin sponsoru ve  katılımcısı olarak  attığımız adımlar, Akbank’ın iklim değişikliği konusundaki duyarlılığının bir ifadesidir.” dedi.

“Kurumların iklim değişikliği üzerindeki etkileri ve bu etkileri azaltma stratejileri ile ilgili bilgilere her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.”

CDP Başkan Yardımcı Sue Howells konuşmasında "Sera gazı emisyonları gitgide artmakta ve eğer bu artışı durdurmayı başaramazsak iklim değişikliğinin finansal risklerine daha fazla maruz kalacağız. Şirketlerin iklim değişikliği üzerindeki etkileri ve bu etkileri azaltma stratejileri ile ilgili bilgilere her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu nedenle CDP olarak Türkiye’de ilk kez uygulanan CDP İklim Performans Liderlik Endeksi ve CDP İklim Saydamlık Liderlik Endeksi’ne girmeyi başaran şirketleri kutluyoruz. Çevresel hesap verebilirlik konusundaki hızla artan talebe yanıt veren bu şirketlerin diğer şirketlere de ilham vermesini umuyoruz." dedi.

“Özel sektör iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir rol oynuyor.”

Avrupa Komisyonu İklim Hareketi Bölümü, Genel Müdürü Jos Delbeke konferansa gönderdiği mesajda şöyle dedi: ‘Küresel emisyonunun sadece yüzde 10’unu üreten Avrupa Birliği’nin iklim değişikliğini tek başına kontrol etmesi mümkün değil ... Türkiye de dahil olmak üzere henüz bu konuda çalışmalara başlamamış tüm ülkeleri çalışmalara başlamaları için destekliyoruz. Türkiye’nin Eylül ayında New York’ta düzenlenen İklim Zirvesi’nde temsil edilmesi olumlu bir gelişme. Türkiye Küresel iklim sözleşmesine katkı payını 2015’in ortalarına kadar hazırlayacağını belirtti. Avrupa Birliği giriş müzakereleri sürecinde Türkiye zaten bu konu üzerinde çalışmalarını devam ettiriyor. Özel sektör önemli bir role sahip ve ilk defa bir Türk şirketinin Küresel İklim Performans Liderleri Endeksi’nde yer almasından mutluluk duydum. Umarım Türk şirketleri bu başarıların devamını getirir ve iklim konusunda harekete geçerler. Umarım Türkiye’de politikaya yön verenler zorlukların arkasındaki fırsatları fark edebilirler.” dedi. 

“İklim değişikliği şirketlerin iş yapış biçimlerini ve insanların yaşam tarzını değiştirecek.”

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi ve CDP Türkiye Direktörü Melsa Ararat da yaptığı sunumda, “İklim değişikliği şirketlerin iş yapış biçimlerini ve insanların yaşam tarzını değiştirecek. Enerjiye ve suya erişim kısıtlara tabi olacak. Biz Yönetim Bilimleri  alanında çalışan akademisyenler,  şirketlerin bu değişikliklere gerek tedarik ve değer zincirlerini gerekse yönetişim sistemlerini yeniden yapılandırarak nasıl yanıt verebileceklerini incelemek durumundayız. Benzeri daha önce yaşanmamış bu değişikliklere karşı dirençli olmak şirketler için kısa dönemli karlılık veya büyümeden daha önemli olacak. İklim değişikliğinin yaşam biçimine yönelik tehditleri vatandaş aktivizminin şirketlerle bir iletişim biçimi olarak öne çıkmasına yol açacak.” dedi. 

CDP’nin Küresel Derecelendirme Yöntemi’ne göre yanıtların derecelendirmesini yapan EY Türkiye’nin İklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlik Hizmetleri Ortağı Zeynep Okuyan "Bu seneki CDP Türkiye sürecine daha fazla katılımcının olması, katılımcıların her sene daha iyiyi başarma çabaları, iklim değişikliği ile ilgili olarak Türk iş dünyasındaki fırsatlar ve riskler konusunda yaratılan farkındalığın en açık göstergesi. Bunun yanı sıra süreçlerin bağımsız güvence yolu ile doğrulanması, düşük emisyon hedeflerinin belirlenmesinde önümüzdeki dönemlerde daha da iyileşme  yapılabileceğine inanıyoruz." dedi.

CDP Türkiye 2014 İklim Liderleri ödüllendirildi.

Toplantı CDP Türkiye 2014 İklim Liderleri Ödül Töreni ile son buldu. Törende CDP İklim Performans Liderlik Endeksi (CPLI) ödülü ve CDP İklim Saydamlık Liderlik Endeksi (CDLI) ödülü olmak üzere iki ana dalda ödüller verildi. 

CDP’nin küresel olarak belirlediği ve CDP İklim Performans derecelendirmesine göre ‘A’ bandında yer alan 187 şirketi içeren CDP İklim Performans Liderlik Endeksi’nde yer alan Tofaş Otomotiv sadece Türkiye’de CDP İklim Performans Lideri olmakla kalmadı ayrıca CDP’nin Global Liderler Rapor’unda (CDP A list Report) da yer alan ilk ve tek Türk şirketi oldu. Tofaş Otomotiv CEO’su Kamil Başaran “Kendini sürekli yenileyen, global bir firma olarak, bizi ulusal ve uluslararası arenada sürdürülebilir rekabet gücüyle öne çıkaracak alanın, Ar-Ge ve yenileşim olduğunun bilincine erken eriştik. Bu açıdan şanslıyız, çünkü sürdürülebilir geleceğimizi de bu doğruluda inşa ediyoruz. Dünya klasında fabrikamızın ulaştığı ‘Altın Seviye’ üretim seviyesi ile başlayan yolculuğumuzu farklı platformlardan aldığımız önemli kriterler ile sürdürüyoruz. Tabii ki bu çalışmalarımız sonucunda CDP Global Liderler Raporu’nda yer alan ilk ve tek Türk firması olmaktan dolayı gururluyuz. Çıtayı yükselterek A bandına girmiş olmak övünülecek bir durum; ancak tek olmak da istemeyiz. Herkesten aynı duyarlılığı ve performansı bekliyoruz.” dedi.

Yerel olarak belirlenen ve CDP Türkiye'ye yanıt veren şirketlerin derecelendirmede en yüksek puanı alan %10'unu içeren CDP İklim Saydamlık Liderlik Endeksi’nde yer alan beş şirket arasında en yüksek puanı Garanti Bankası aldı. Garanti Bankası Proje ve Satınalım Finansmanı, Sürdürülebilirlikten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ebru Dildar Edin “2010 yılından bu yana, iklim değişikliği ile mücadele kapsamında sera gazı envanterimizi raporladığımız CDP Projesi’nde; 2012 yılında “CDP Türkiye Karbon Performans Liderliği” ödülünden sonra, bu yıl “CDP Türkiye Karbon Saydamlık Liderliği” ile ödüllendirilmiş olmayı iklim değişikliğiyle mücadele açısından çok teşvik edici buluyoruz. Bu kapsamda yürüttüğümüz; %35 pazar payına sahip olduğumuz rüzgar enerjisi projelerinin finansmanı ve şubelerimizdeki enerji tüketiminin azaltılması gibi çalışmaları, aynı kararlılıkla, daha da ileriye taşımayı hedefliyoruz.” dedi.

TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Erkut Yücaoğlu’nun konuşması ile başlayan ve ödülleri taktim etmesi ile devam eden törende CDP İklim Performans Liderlik Endeksi Ödülünü Tofaş Otomotiv CEO’su Kamil Başaran teslim aldı.

CDP İklim Saydamlık Liderlik Endeksi birincilik ödülünü Garanti Bankası adına Sürdürülebilirlikten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ebru Dildar Edin; ikincilik ödülünü Coca Cola İçecek  adına Kurumsal İlişkiler Direktörü Atilla Yerlikaya, üçüncülük ödüllerini ise Zorlu Enerji Elektrik Üretim adına Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Selen Zorlu Melik, Ekoten Tekstil  adına İnsan Kaynakları Müdürü Deniz Köksal ve Noor Fındık aldı.

CDP Türkiye 2014 İklim Değişikliği Raporu Sonuçları Hakkında

2014 yılında CDP, BIST-100 endeksinde yer alan şirketlerden iklim değişikliği ile ilgili bilgi talep etti ve diğer  şirketleri de CDP’ye yanıt vermeleri için teşvik etti. CDP Türkiye 2014 İklim Değişikliği Raporu, emisyon azaltımı, iklim değişikliği ile ilgili risk ve fırsatlar konusunda Türkiye’de şirketlerin kat ettiği yolu gösteriyor. Rapor, lider şirketlerin artan ilgi ve taahhütlerine rağmen iş dünyasının büyüme stratejilerini tehlikeye atmadan emisyon azaltımı yönünde daha fazla çaba göstermesi gerektiğine işaret ediyor. Bu konuda öncü olan  şirketlerin iklim değişikliği fırsatlarından yararlanma ve düşük karbonlu ekonomiye geçişte rakiplerine oranla daha başarılı olması beklenmekte.

Bazı ana çıktılar aşağıda sıralanmıştır:

• Bu sene toplamda 41 şirket CDP’ye yanıt verdi: Yanıt veren şirketlerin 20’si 70 ve üzeri not aldı. Performans değerlendirmesinde bir şirket A ve 9 şirket B bandında yer aldı.

• 2011 yılından bu yana yanıt veren şirketlerin sayısı ikiye katlayarak bugüne kadarki en yüksek yanıt verme sayısına ulaşıldı.

• 2011’de ilk defa yanıt veren şirketlerin yüzde 90’ı her yıl yanıt vermeye devam etti.

• İlk defa 2013’de yanıt veren şirketlerin yüzde 80’i bu yıl da yanıt verdi. 

• 2014’te yanıt veren şirketlerin yüzde 10’u ilk defa yanıt verdi.

• İklim yönetimini iş stratejilerine entegre eden şirket sayısı arttı: Şirketlerin yüzde 85’i iklim değişikliğini iş stratejilerine entegre etti. Şirketlerin yüzde 53’ü emisyonlarını düşürmek üzere hedef belirledi. Şirketlerin yarıya yakını henüz emisyon azaltım hedefi koymadı.

• Gelişmiş emisyon raporlaması:  2014 yılında, 39 (%94) şirket Doğrudan (Kapsam 1) ve Dolaylı (Kapsam 2) emisyon verilerini açıkladı. Şirketlerin yüzde 38’i ise doğrudan ve dolaylı emisyon verilerinde düşüş kaydetti.

• Doğrulatma yetersizliği: Verilerini üçüncü taraflarca doğrulatan şirketler tüm yanıt verenler içinde %29’a ulaştı. Gelecek yıllarda şirket paydaşları ve yatırımcıların doğrulama taleplerinin artması ve de hükümetin İzleme, Raporlama ve Doğrulama (MRV) sistemi kapsamında oluşturduğu düzenlemelerin şirketlerin üçüncü taraflarca raporlarını doğrulatmaları konusunda teşvik edici olması bekleniyor.

• İklim değişikliği ile alakalı konuların şirketlerin üst yönetimlerde ele alınması oranında artış yaşandı. Bu sene şirketlerin yüzde 91’inde iklim değişikliğinin yönetim kurulu ve üst düzey seviyede ele alındığı raporlandı.

• Raporlama yapan şirketlerin en iyi puanı alan yüzde 50’lik kesiminde yer alan tüm şirketler saydamlık puanlarında artış kaydederken performans derecelerinde de yüzde 71’lik bir yükselme kaydettiler.

CDP Hakkında

CDP, iklim değişiklikleri risklerinin şirketler tarafından nasıl yönetildiğini küresel çapta raporlayan ve dünyanın en büyük küresel iklim değişikliği verisine sahip olan bağımsız ve kar amacı gütmeyen uluslararası bir kuruluştur.  Örgüt, 2014 yılında, 93 trilyon dolar değerindeki varlığı yöneten 877 kurumsal yatırımcı adına hareket etmektedir. Tüm dünyada yaklaşık 60 ülkeden 5000 civarında kuruluş, azatlım hedeflerini belirlemek ve performanslarını arttırmak amacıyla sera gazı emisyonlarını, su kaynaklarının yönetimini ve iklim değişikliği stratejilerini CDP aracılığıyla ölçmekte ve açıklamaktadır. CDP bu verileri birbirleriyle uyumlu hale getirir ve uluslararası raporlama standartlarını geliştirmeyi hedefler. Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu tarafından 2010 yılından bu yana Türkiye’de yürütülen CDP, Akbank’ın sponsorluğu ve EY Türkiye’nin rapor sponsorluğu ve derecelendirme ortaklığı ile çalışmalarına devam etmektedir. 2011 yılından itibaren Borsa İstanbul 100 (BIST-100) endeksinde bulunan şirketler her yıl CDP tarafından iklim değişikliği stratejileri ve emisyon verilerini açıklamaları için davet edilmektedir.  

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu (SU CGFT) Hakkında 

Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu kurumsal yönetim ve sürdürülebilirlik konularına odaklanmış disiplinler arası bir akademik araştırma ve düşünce merkezidir. Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi ev sahipliğinde çalışmalarını sürdüren Kurumsal Yönetim Forumu, gelişmekte olan piyasalarda kadınların güçlendirilmesi,  sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği konularını kurumsal yönetim çerçevesinde ele alan bir uzmanlık merkezi olarak uluslararası platformlarda ve çalışma gruplarında sıklıkla yer almaktadır.  

Students Go Green: Sabancı Üniversitesi Takımı

Sabancı Üniversitesi öğrencileri Aslıhan Dal, Neslihan Sümer, Begüm Kobanbay ve Ali Şimşek Yeşilist tarafından düzenlenen çevre yarışmasında Consumption Takımı olarak kampüste boşa harcanan kağıtlar, kağıt tüketimi problemi üzerine odaklandılar. 


Students Go Green projesi, Yeşilist tarafından düzenlenen bir çevre yarışması olup temel amacı üniversitelerdeki çevre problemlerini saptayarak çözüm bulmaktır. Sabancı, Koç, İTÜ, Boğaziçi ve Özyeğin Üniversitesi bu projede yer alıyor.

Üniversitelerden gelen öğrencilere geçtiğimiz günlerde Yeşilist tarafından Koç Üniversitesi'nde 3 gün boyunca çevre problemleri ve çözümleri hakkında detaylı bilgiler aktarıldı. Toplam 16 takımdan oluşan öğrenciler önce kendi üniversitelerine göre sonra da Consumption, Permaculture, Food ve Mobility olmak üzere 4 ana başlığa ayrıldılar. 3 günün sonunda her grup kendi başlığı altında kendi kampüsünün çevre problemini buldu ve çözüm sürecine ulaştırmaya başladı. 

Sabancı Üniversitesi öğrencileri Aslıhan Dal, Neslihan Sümer, Begüm Kobanbay ve Ali Şimşek Consumption Takımı olarak kampüste boşa harcanan kağıtlar, kağıt tüketimi problemi üzerine odaklandılar. Ekip, kullanılmış kağıtları tekrar hayata geçirmek üzeirne fikirler geliştirdi. Bunun için de Sabancı Üniveritesi Toplumsal Duyarlılık Projesleri (TDP - CIP) bünyesinde kendi süpervizörlüklerinde bir Upcycle projesi açılması girişiminde bulundular. Gönüllülerle birlikte her hafta 2 saat boyunca bu kullanılmış kağıtları kullanılabilir eşyalara çevirmeye başladılar. Bu eşyaları CIP Güneş Günü'ne bağış geliri elde edebilme fikri ile CIP'nin her dönem uyguladığı CIP Kermesi'nde satmayı planlıyorlar. 

Sabancı Üniversitesi Consumption Takımını yakından takip ederek çevreye katkıda bulunmak isterseniz sosyal medya üzerinde “SUgoesGreen” yazmanız yeterli.

Daha detaylı bilgi için: 

Blog: http://www.studentsgogreenproject.com/team11/

Facebook: https://www.facebook.com/sugoesgreen?fref=ts

Twitter: https://twitter.com/SUgoesGreen

Instagram: SUgoesGreen

                                                           

Ali Koşar ve Kürşat Şendur Patent Ödülü Aldı

Yıldız Teknik Üniversitesi'nin düzenlediği Yıldızlı Patentler Proje Pazarı'ında Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyelerimiz Ali Koşar ve Kürşat Şendur'un 'Nanoplasmonic Device with Nanoscale Cooling' adlı patentleri 2.lik ödülünü aldı.

Yıldızlı Patentler Proje Pazarı yarışması, fikri haklar konusunda bilinç oluşturmak, akademik ve iş camiasının bu haklara dikkatini çekmek amacıyla düzenleniyor. Yıldızlı Patentler bu yıl ikinci kez sahiplerine verildi.

 

İş Fikri Yarışması

Visual Meta'nın düzenlediği iş fikri yarışması başvuruları başladı. Ayrıntılı bilgi için tıklayın.

Shoppala.com’dan İş Fikri Yarışması

Bir iş fikrin var ama henüz gerçekleştiremedin, başlangıç aşamasındasın ya da belki henüz fikrin yok ama bu konuda kafa yoruyorsun. Öyleyse bize fikrini gönder ve jürilerimizin beğenisine sun, kazanırsan 2000 TL’nin sahibi ol! Ayrıca kazanamayan katılımcılar arasından yapılacak çekilişle dağıtacağımız alışveriş çekleri de seni bekliyor.

Kim Katılabilir?

Türkiye’de herhangi bir üniversiteye kayıtlı tüm öğrenciler bu yarışmaya katılabilir. Başvurular okul e-posta adresi hesabıyla yapılmalıdır.

Hangi Fikirler Yarışabilir?

Hayal gücünü kısıtlama! Yeni bir mobil uygulama, inovatif bir ürün, çok tutacak bir web sitesi ya da dünyayı değiştirebilecek bir fikir – her şey mümkün! Ama ayakların yere basması fena olmaz. UFO’lar için havaalanı fikrinin henüz zamanı gelmemiş olabilir.

Abone ol