Ana içeriğe atla

MSP Avrupa Eğitim Araştırmaları Konferansı’nda büyük ilgi gördü

Sabancı Vakfı'nın desteğiyle, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender) tarafından yürütülen Mor Sertifika Programı ve sözlü tarih çalışması olan On Yılın Hikâyesi kitabı ile öğretmen deneyimlerini anlatan belgesel, İtalya'da gerçekleştirilen Avrupa Eğitim Araştırmaları Konferansı’nda tanıtıldı.

Fotoğraf: Agos Gazetesi

Sabancı Vakfı'nın desteğiyle, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender) tarafından yürütülen Mor Sertifika Programı kapsamında hazırlanan 'Mor Dosya' İtalya’da gerçekleştirilen Avrupa Eğitim Araştırmaları Konferansı’nda anlatıldı. 

Mor Sertifika Programı (MSP) ekibi, İtalya’nın Bolzano’da kentinde, Avrupa Eğitim Araştırma Birliği (European Educational Research Association) tarafından düzenlenen Avrupa Eğitim Araştırmaları Konferansı’na (European Conference on Educational Research - ECER) katıldı. Mor Sertifika Program Koordinatörü Ayşegül Taşıtman ve MSP Uzmanı Betül Sarı, konferans kapsamında düzenlenen, “Cinsiyette Adalet için Disiplinler ve Farklılıklar Arası Çalışmak: Feminist Eğitimciler için Yöntemsel, Teorik ve Pratik Zorluklar” oturumunda Mor Sertifika çalışmalarını katılımcılarla paylaştı.

Konferansa katılan SU Gender araştırmacısı Gülru Göker de "Yüksek Öğretimde Toplumsal Cinsiyet" isimli panelde, Raoul Wallenberg Enstitüsü'nün desteğiyle Aslı Polatdemir ile birlikte gerçekleştirdikleri, Türkiye'de yükseköğretimde toplumsal cinsiyet eşitliği eylemlerine dair araştırmanın sonuçlarını anlattığı bir sunum yaptı.

Mor Sertifika Programı güçlenerek yola devam ediyor

Mor Sertifika Programı'nın, Sabancı Vakfı'nın desteğiyle 11 yıldır Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmel Merkezi tarafından sürdürüldüğünü belirten Mor Sertifika Program Koordinatörü Ayşegül Taşıtman, konferansa ilişkin şunları söyledi:

"Programın amacı öğretmenlere toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı yaratmak.  2018 yılına geldiğimizde de toplamda 17 ilde 3 bin 500'den fazla öğretmene ulaşmış olduk. Öğretmenlere kendi ders içi pratiklerinde veya kendi derslerinde gerek bireysel gerek mesleki anlamda kendilerini geliştirecek toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili farkındalıklar kazanılması için çalışıyoruz. İtalya’da çok güzel geri dönüşler aldık. Biz de farklı panellerin yanı sıra SU Gender olarak parçası olduğumuz ‘Toplumsal Cinsiyet ve Eğitim’ ve Öğretim Bilimleri- Öğrenme ve Öğretme Ağı’ toplantılarına da katıldık.”

Mor Sertifika Programı Uzmanı Betül Sarı da, ECER Konferansı’na Mor Dosya'yı da tanıtmak için geldiklerini belirterek, “Mor Dosya bizim bir yıl önce 2017 yılında başladığımız bir proje. Bu projede akademisyenler ve öğretmenler bir araya gelip 4 farklı alanda toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı eğitim materyalleri üretti. Materyallerin özelliği öğretmenlerin hem müfredatta çok rahat bir şekilde kullanabilecekleri hem müfredatın içine yedirebilecekleri hem de müfredata alternatif toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda öğrencilerde birtakım duyarlılıklar yaratabilecek materyaller. ECER’de de Mor Sertifika Programı ve Mor Dosya’yı tanıttık, büyük ilgi gördük” dedi.

Mercator-İPM Araştırmacıları Türkiye’deki Suriyeliler’in durumunu ele aldı

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Mercator-İPM Araştırma Bursu Programı bünyesinde, AB/Almanya-Türkiye ilişkileri çalışma alanının alt başlıklarından biri olan mültecilerin topluma entegrasyonuna ilişkin modeller geliştirilmesine katkı sağlayacak yeni bir çalışma yapıldı. Türkiye’deki Suriyeliler’in mevcut durumunu ve Suriye’den göçün başlangıcından bu yana benimsenen politikaları ele alan “Türkiye’deki Suriyeliler” çalışmasına ilişkin panel 8 Ekim’de İKSV’de gerçekleştirildi.

 

İstanbul Politikalar Merkezi-Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi’nin en önemli unsuru olan Mercator–İPM Araştırma Bursu Programı bünyesindeki araştırmacılar, Suriyeliler’in mevcut durumunu, gelişmeleri ve görüşleri “Türkiye’deki Suriyeliler” penceresinden paylaştı. 

Bu çalısmaya katkı veren araştırmacıların katıldığı panelde; sağlık, eğitim, istihdam, toplumsal cinsiyet, sivil toplum ve toplumsal kaynaşma alanları üzerinden Suriyeliler‘in mevcut durumu ele alındı. 

Gerçeklerden yola çıkmak toplumsal uyumu güçlendirir 

Oturum Başkanlığını Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Araştırma ve Akademik İşler Koordinatörü Doç. Dr. Senem Aydın-Düzgit’in yaptığı panelde, Türkiye’nin geçtiğimiz 7 yılda 3.5 milyondan fazla Suriyeli’ye ev sahipliği yaptığına dikkat çekilerek, şu görüşlere yer verildi: 

“3.5 milyon Suriyeli, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR)'ye kayıtlı toplam Suriyeli mülteci sayısının % 63'ü demektir. 2011'de akın başladığında, Türkiye kısa vadede az sayıda Suriyeliyi “misafir” olarak almayı bekliyordu. Ancak, Suriye ve Avrupa'nın ihtilaflı mülteci politikalarındaki çatışmanın uzun süren doğası, Suriyeliler’in daha uzun süre kalmasına yol açtı. Türkiye. Özellikle 2015 sonrasında, Türkiye ve uluslararası toplum Suriyeli “misafirlerin” kalıcı olduğunu ve kalış süreleriyle ilgili ihtiyaçların uzun vadeli olduğunu fark etti. Türkiye'deki pek çok Suriyelinin dil edinimi için sağlık, eğitim ve iş/istihdam olanaklarına erişim temel kaygıları oldu. Aynı zamanda, Türkiye'deki yerleşik toplulukların Suriyeli mültecilerle karşılaşmalarında farklı deneyimler yaşanmış, bu da yerel dinamikleri analiz etmeyi, ev sahibi toplulukların adalet duygusunu anlamayı, siyasi ve toplumsal cinsiyet ile ilgili duyarlılıkları fark etmeyi, sivil toplum girişimlerini teşvik etmeyi ve nihayetinde sosyal uyumu güçlendirmeyi zorunlu kıldı.”   

Panelde, mültecilerin topluma entegrasyonuna ilişkin modeller geliştirilmesi, Mercator-İPM Araştırma Bursu Programı’nın AB/Almanya-Türkiye ilişkileri ayağı kapsamındaki alt baslıklardan birini oluşturduğu dile getirildi. Bu kitapçık, söz konusu

amaç doğrultusunda Türkiye’deki Suriyelilerin mevcut durumunu ve Suriye’den göçün başlangıcından bu yana benimsenmiş olan politikaları ele aldığı ifade edildi. 

Panelde, Mercator-İPM Araştırmacıları Souad Osseiran-Sağlık ve İşgücüne, Emre Üçkardeşler Eğitime, Gabriele Cloeters Toplumsal Cinsiyete İlişkin Konulara ve Hande Paker Sivil Toplum ve Toplumsal Kaynaşma alanındaki araştırma sonuçlarına değindi. 

Araştırmacıların sunumlarında şu noktalara dikkat çekildi: 

-          Sağlık: hizmetlere erişim konusu hem Suriyeli mülteciler hem de uluslararası ve Türkiye’den paydaşlar açısından hayati öneme sahiptir.

-          Eğitim: Türkiye’de bulunan 3,6 milyon Suriyeli’den yaklaşık 1 milyonu okul çağındaki çocuklardan oluşmaktadır.

-          İşgücü: Piyasadaki koşullar ve istihdam konusunda belirli sektör ve lokasyonlara ilişkin kısıtlamalar nedeniyle resmi çalışma izinleri konusunda sıkıntı vardır.

-          Toplumsal cinsiyet: Mültecilerin 2/3’ü kadınlar ve çocuklardan oluştuğundan sınırların güvenliği konusundaki uluslararası süreç ve geçici koruma konusundaki idari yaklaşım önemlidir.

-          Sivil toplum: Devletin ve sivil toplumun söylemi insani yardımdan entegrasyona, acil yardımdan devamlılığa doğru değişim göstermiştir.

-          Toplumsal kaynaşma: Toplumsal kaynaşma yerel seviyelerde farklılaştığı için ulusal düzeyde bir değerlendirme yapılması mümkün değildir. 

İPM-Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Araştırma Bursu Programı’nın yeni dönemi başladı

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin Stiftung Mercator iş birliğiyle hayata geçirdiği Mercator–İPM Araştırma Bursu Programı’nın yedinci dönemi başladı. 8 Ekim Pazartesi günü İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nda düzenlenen hoş geldiniz etkinliğinde yeni dönem araştırmacıları ve üzerinde çalışacakları konular tanıtıldı

 

İstanbul Politikalar Merkezi-Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi’nin en önemli unsuru olan Mercator–İPM Araştırma Bursu Programı yeni döneminin araştırmacıları, düzenlenen bir toplantıyla tanıtıldı. Türkiye-Almanya ve Türkiye-Avrupa arasındaki akademik, politik ve sosyal bağları güçlendirmeyi hedefleyen Mercator-İPM Araştırma Bursu Programı’nın yeni döneminin başlaması nedeniyle İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nda “hoş geldiniz” etkinliği gerçekleştirildi. Etkinliğin açış konuşmalarını Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi ve İPM Direktörü Fuat Keyman ve Stiftung Mercator Danışma Kurulu Başkanı Rüdiger Frohn yaptı. 

“Almanya-Türkiye bağı, bundan sonraki yıllarda da devam edecek” 


Etkinliğin açılışında konuşan Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi ve İPM Direktörü Fuat Keyman, yedinci yılına giren programın bu sürede; 44 araştırmacı ve 13 kıdemli araştırmacı ağırladığını, Türkiye’de ve yurtdışında 200’den fazla panel, konferans, kitap tanıtımları gibi etkinlik organize ettiklerini, 30’dan fazla ulusal ve uluslararası kuruluşla iş birliği yaptıklarını belirtti. Keyman, 100’den fazla küresel yayını İPM bünyesinde yayınladıklarını, farklı mecralarda yüzlerce köşe yazısı, akademik makale ve sunumlar hazırlayıp yayınladıklarını, tüm araştırmacıları kapsayan mezun ağı kapsamında İstanbul’da üç buluşma gerçekleştirdiklerini dile getirdi. 

Sabancı Üniversitesi çatısı altında faaliyet gösteren İPM’nin; Varşova, Lima, Paris ve Bonn’daki son dört COP (Uluslararası İklim Değişikliği Konferansı) ile temsil edilirken Türk akademi ve medya çevrelerince önemli bir bağlantı noktası olarak değerlendirildiğini ifade eden Keyman, sözlerine şöyle devam etti: 

 “İPM olarak, Avrupa Birliği-Almanya/Türkiye ilişkileri alanında hedefimiz bu alanda ortaklığı artırmak adına yeni bir itici güç oluşturmak.  Projelerimizde de Avrupa Birliği’nin Türkiye’deki demokratikleşme yönündeki siyasi dönüşümünde üstlendiği rolü vurgulamamıza ek olarak diplomasi çalışma grubunu kurduk ve bu bağlamda gümrük birliğinin modernleşmesine ve mülteci sorunlarına da odaklandık. Şu ana kadar, Türkiye’ye gelen Suriyelilerin durumu ve onlara yönelik politikalar bağlamında yaptığımız çalışmaları 6 başlıkta inceledik: Sağlık, eğitim, istihdam, toplumsal cinsiyete ilişkin konular, sivil toplum ve sosyal kaynaşma. 

İklim değişikliği alanında ise ağ oluşturma, politika önerileri sunma ve kamu farkındalığı yaratma amacıyla desteklediğimiz ve düzenlediğimiz aktiviteler ile Türkiye’de bu konuda merkez olduk. Enerji dönüşümü ve Türkiye’nin enerji politikalarındaki bölgesel rolü de çalışma alanlarımız arasında yer almaya başladı.”

Rüdiger Frohn: “Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkiler siyasi ve ekonomik olduğu kadar aynı zamanda kültüreldir.” 


Toplantıda konuşan Stiftung Mercator Danışma Kurulu Başkanı Rüdiger Frohn, İPM – Sabancı Üniversitesi – Stiftung Mercator Girişimi’nin kurulduğu dönemden bu yana çok şeyin değiştiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti: “Farklı görüşlerin ifade edilme fırsatı ve aynı görüşlerin daha da güçlenme şansını yaşadık. Karşılıklı faydamıza hizmet eden konularda sonuç odaklı ve dostane ilişkiler içinde olmaya ve daha çok diplomasiye ve daha çok anlayışa ihtiyacımız var. Yeni araştırmacıların aramıza katıldığı bu öğretim yılının verimli olduğu kadar keyifli geçmesini diliyorum. Bu vesileyle, Sabancı Üniversitesi bünyesinde bunların ifade edilmesine olanak sağlayan Sayın Güler Sabancı Hanımefendi’ye şahsında teşekkür etmek istiyorum.   

AB-Almanya/Türkiye ilişkileri, iklim değişikliği, enerji siyaseti ve toplumsal cinsiyete uzanan geniş bir araştırma yelpazesi 

Açış konuşmalarından sonra, Programın 2018/19 döneminde, kıdemli araştırmacı olarak görev yapacak ODTÜ Avrupa Çalışmaları Merkezi’nde Kıdemli Araştırmacı ve ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Fahri Profesörü Atila Eralp ve Alman Federal Meclisi eski milletvekili ve Yeşil Parti üyesi Özcan Mutlu tanıtıldı. Ardından, bu yılki araştırmacılar Annegret Warth, Maissam Nimer, Jannes Tesmann, Joanna Krzeminska, Yohanan Benhaim, Ender Peker ve Cem İskender Aydın’ın yer aldığı ve konularını özetledikleri bir video gösterildi.

Araştırmacılar; Almanya ve Türkiye arasındaki gençlik değişim programlarında belediyelerin rolü, Suriyeli gençlerin dil eğitimine erişimi, Suriyeli mültecilerin işyeri entegrasyonu, Suriyeli mültecilerin kültür eğitimi yoluyla Türkiye’ye kaynaştırılması, dış politikanın ekonomik boyutunun Türkiye-AB ilişkilerine etkisi, iklime duyarlı kentsel gelişim ve Türkiye’deki rüzgar santralleri çatışmaları gibi geniş bir yelpazede çalışmalarını sürdürecek. 

Erasmus+ ve Global Exchange Başvuruları

2018-2019 Akademik Yılı Erasmus+ ve Global Exchange başvuruları devam ediyor.

2018-2019 Akademik Yılı Erasmus+ ve Global Exchange başvuruları 1 Ekim tarihinde başladı. Başvurularınızı 15 Ekim 2018 Pazartesi günü saat 16.00'ya kadar yapabilirsiniz.  

Başvuru koşulları, kurallar, anlaşma listesi ve diğer detaylar için tıklayınız


SU Gender, Horizon 2020 GEARING-Roles Projesi'nin Türkiye Yürütücüsü Oldu

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender)’ın proje ortağı olarak yer aldığı uluslararası konsorsiyum, Avrupa Birliği Horizon 2020 Programı’nın “Science with and for Society” (Toplumla ve Toplum İçin Bilim) başlığı altında “Gender Equality Actions in Research Institutions to traNsform Gender Roles” (GEARING-Roles) projesi ile 3 milyon Avro’luk fon aldı. Kasım ayında başlayacak proje dört yıl sürecek.

Fotoğraftakiler: Zeynep Gülru Göker, Ayşe Gül Altınay

Koordinatörlüğünü İspanya’dan University of Deusto’nun üstlendiği projede Türkiye’den yer alan tek üniversite Sabancı Üniversitesi. Projenin Türkiye ayağını Ayşe Gül Altınay ve Zeynep Gülru Göker yürütecek. Çok uluslu proje konsorsiyumunda ayrıca, Portekiz’den Universidade de Lisboa IGOT, Slovenya’dan University of Ljubljana, Birleşik Krallık’tan Oxford Brookes, Estonya’dan Estonian Research Council, Belçika’dan Yellow Window, İspanya’dan Euraxess-FEYCIT, İrlanda’dan Trilateral Research ve Hollanda’dan Radboud University Nijmegen gibi çeşitli üniversite ve araştırma kurumları yer alıyor.

Kasım ayında başlayacak ve dört yıl sürecek proje ile:

  • Kadınların yüksek öğretimdeki durumunu iyileştirmek üzere işe alım ve yükselmeler sırasında karşılaşabilecekleri doğrudan ya da dolaylı engellerin ve bunlara sebep olan önyargıların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapılması; içerici ve liyakata dayalı bir kurumsal iklimin oluşturulması için kişisel kariyer gelişim planlarının oluşturulması,
  • Kadınların yükseköğretimde karar alma süreç ve mekanizmalarına katılımının teşvik edilmesi; temsil mekanizmaları ve karar alma süreçlerinde ortaya çıkabilecek toplumsal cinsiyete dayalı dengesizliklerin giderilmesi,
  • Araştırma ve müfredatta toplumsal cinsiyet bilgisi ve bakış açısının yer alması ve güçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılması; kadın araştırmacıların kariyer gelişimlerinin teşvik edilmesi ve desteklenmesi,
  • STEM alanlarında kadınların, insani ve sosyal bilimler alanlarında erkeklerin eşitsiz temsiline sebep olan toplumsal cinsiyet norm ve rollerinin sorgulanması; tüm proje paydaşlarının Araştırma Kurumlarında Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin teşvik edilmesine yönelik yapacakları çalışmaların ortak çerçevesinin oluşturulması, amaçlanıyor.

Proje kapsamında kurumların ihtiyaçlarına yönelik Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eylem Planları (Gender Equality Action Plans – GEP) geliştirilecek ve uygulamaya koyulacak. Eylem planları proje ortaklarından Sabancı Üniversitesi, University of Deusto, University of Lisbon, Oxford Brookes ve Estonian Research Council’de hayata geçirilecek.

Proje ortakları güçlü ve deneyimli oldukları alanlarda birbirlerine yol gösterecek, mentoring ve eğitim çalışmaları, ortak araştırmalar ve yaygınlaştırma çalışmaları yapacak.

Eylem planı geliştirilmesi ve uygulamasına yönelik tüm çalışmaların kurum içerisinde ortak çalışmalar ve işbirliği ile yapılması, sürdürülebilirliğin sağlanması için gerekli mekanizmaların oluşturulması ve yapılan çalışmaların kurum dışında da yaygınlaştırılması da proje amaçları arasında yer alıyor.

 

Sabancı Üniversitesi öğrencilerinden yaratıcı kodlama sergisi

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Selçuk Artut tarafından verilen “VA345 Yaratıcı Kodlama” dersi öğrencilerinin işlerinin sergilendiği RECIPHER Sergisi İstanbul’un iki ayrı noktasında sanatseverler ile buluştu. 

Sergide bilgisayar kodlamayı yaratıcı bir ifade biçimi olarak kullanan öğrenciler, teknolojiye hayranlık duyan, makine estetiğini öven, hareketi ve moderniteyi öne çıkaran İtalyan Futurizmi ile Jeneratif Sanat arasındaki simbiyotik ilişkiyi sorguluyor. 

"VA345 Yaratıcı Kodlama” dersi öğrencilerinin çalışmaları Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sergi Salonu’nda ve Zorlu PSM Sergi Salonu’nda sergilendi. Sergilerin yanı sıra 4. İstanbul Tasarım Bienali Akademi Günleri kapsamında 16 Ekim 2018 günü Akbank Sanat’ta Yaratıcı Kodlama dersinden bahsedilen bir sunum yapıldı. 

Küratörlüğünü Selçuk Artut’un yaptığı sergide “VA345 Yaratıcı Kodlama” dersi öğrencilerinden Deniz Beren Akural, Ipek Ganiyusufoglu, Eylül Naz Kırelli, Havva Neslihan Sümer, Cem Tunaboylu, Cansu Ülker ve Göksun Yüksel’in işleri sergileniyor. Sergi tasarımı Ezgi Yılmaz tarafından yapılmış. Görsel tasarım Onur Yılmaz’a, sergi metni ise Kateri O’Neil’a ait. 

RECIPHER, Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı’nda ders veren Öğretim Üyesi Selçuk Artut’un “Yaratıcı Kodlama” dersi öğrencileri tarafından oluşturulan bir grup gösterisi. İtalyan Fütürizminin estetiğinden ve felsefesinden ilham alan öğrenciler, dijital tablolardan etkileşimli görsel-işitsel parçalara kadar eşsiz jeneratif işler tasarlamak için hesaplama kodları ve yaratıcı betikler geliştirdiler. Kodlamayı yaratıcı bir ifade biçimi olarak kullanan öğrenciler, bu sergide teknolojiye hayranlık duyan, makine estetiğini öven, hareketi ve moderniteyi öne çıkaran Futurizm ile Jeneratif Sanat arasındaki simbiyotik ilişkiyi sorguluyorlar. 

Selçuk Artut’un öğrencilerinin işlerinin sergilendiği Recipher Sergisi, teknoloji ve yaratıcılık arasındaki şaşırtıcı uyumu vurgulamakla birlikte, aynı zamanda hesaplamalı kodlama yöntemleri ile yeniden yorumlanmış İtalyan Fütürizmi’ne ait bir takım eserleri de izleyicilere sunuyor. 

IICEC petrol konulu yeni raporunu kamuoyu ile paylaştı

Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi’nin (IICEC) petrol konulu yeni raporu kamuoyu ile paylaşıldı:

Rusya, Suudi Arabistan ve ABD’nin stratejik çıkar çatışmaları küresel petrol pazarını dalgalandırabilir

 

Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi’nin (IICEC), Rusya Ulusal Araştırma Üniversitesi – Enerji Politikaları Merkezi Başkanı Dr. Vitaliy Yermakov tarafından hazırlanan, “Rusya, Suudi Arabistan ve ABD: Üç Büyük Petrol Üreticisi Arasında Tedarik Dinamikleri” konulu raporu kamuoyu ile paylaşıldı. Dr. Yermakov tarafından açıklanan rapora göre, dünya düşük karbonlu bir geleceğe geçiyor ve bu geçiş Rusya, Suudi Arabistan ve ABD’nin küresel petrol pazarında stratejik çıkar çatışmasına dayalı dramatik ve yıkıcı fiyat dalgalanmasına neden olabilir.

Enerji ve iklim alanlarındaki kilit paydaşları bir araya getiren Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC), sektör adına önemli raporların hazırlanmasına öncülük ediyor. Rusya Ulusal Araştırma Üniversitesi – Enerji Politikaları Merkezi Başkanı Dr. Vitaliy Yermakov tarafından IICEC Enerji ve İklim Araştırmaları Serisi için hazırlanan “Rusya, Suudi Arabistan ve ABD: Üç Büyük Petrol Üreticisi Arasında Tedarik Dinamikleri” başlıklı rapor, İstanbul’da düzenlenen bir toplantıyla kamuoyu ile paylaşıldı.

Toplantıya ev sahipliği yapan Sabancı Üniversitesi IICEC Direktörü Prof. Difiglio, açılışta yaptığı konuşmada “Enerji ve iklim alanlarındaki kilit paydaşları bir araya getiren, seçkin bir platform olan  Sabancı Üniversitesi IICEC, bu hedef doğrultusunda sektörün önemli isimlerine ev sahipliği yapmaya devam edecek” dedi.

Toplantıda konuşan raporun yazarı Dr. Vitaliy Yermakov; Rusya, Suudi Arabistan ve ABD’deki petrol piyasasının son on yılda tecrübe ettiği gelişmelerin petrol sanayîni nasıl şekillendirdiğini, stratejilerinin hangi sebeplere dayalı olarak ve nasıl değiştiğini ve bu değişikliklerin sektörün bugünü için ne anlama geldiğini anlattı. Raporun paylaşımının ardından düzenlenen panelde ise Abdullah Bin Hamad Al-Attiyah Enerji ve Sürdürülebilir Kalkınma Vakfı Enerji Danışmanı Howard Bevan ve  Engie Türkiye CEO’su Denis Lohest, rapora ve sektöre ilişkin görüşlerini aktardı.

Dr. Yermakov: “Rusya belki asla göründüğü kadar güçlü olamayabilir ancak asla göründüğü kadar da zayıf olmayacaktır.”

 

Dr. Yermakov, toplantının açılışında yaptığı konuşmasına petrol fiyatlarındaki değişkenliğin hızına vurgu yaparak başladı. Reel arz-talep dengesinin ve reel ülke stratejilerinin petrol piyasasına olan etkilerine değinen Dr. Vitaliy Yermakov, Amerika, Rusya ve Suudi Arabistan için “bu 3 ülkenin toplam petrol üretimi tüm dünyadaki üretimin hemen hemen 3’te 1’i ” dedi. Dr. Yermakov sözlerine şöyle devam etti: “Üretimdeki artış petrol fiyatlarını düşürdü. Amerika’nın üretim artışı ise herkes için sürpriz oldu. Petrol ticareti yeni coğrafyalara kaydı, özellikle Amerika, Avrupa ve Asya pazarlarını hedeflemeye başladı. Diğer taraftan Suudi Arabistan OPEC’te daha etkin rol oynamaya başladı.” Rusya ve OPEC arasında yapılan anlaşmanın beklenenden daha uzun soluklu oluşuna değinen Dr. Yermakov, “bu anlaşma ile piyasadaki fazla petrol tüketilmiş oldu ve bu durum piyasaya bir denge getirdi. Yakın geçmişte sıkıntılı yaşanan son 2-3 yılda, Rusya’nın taktiksel olarak Ruble’nin değerini düşürmesi uzun vadede petrol üretimi konusunda Rusya’ya istikrar sağladı” diyerek sunumunu tamamladı. 

Abdullah Bin Hamad Al-Attiyah Enerji ve Sürdürülebilir Kalkınma Vakfı Enerji Danışmanı Howard Bevan, paneldeki konuşmasında şunları söyledi: “OPEC ile Rusya arasındaki antlaşmanın uzun soluklu oluşunu sadece bu iki tarafın başarısına bağlamamak gerektiğini düşünüyorum. Bu durumu ortamda olan negatiflikler ve diğer ülkelerde yaşanan olumsuzlukların yarattığı bir şans olarak değerlendiriyorum.” 

Engie Türkiye CEO’su Denis Lohest ise şöyle konuştu:

“Petrol piyasasında parçalanma ihtimali olup olmadığına odaklanmalıyız, hangi etkenlerin bu piyasayı ne denli etkileyeceği önemli. Artık petrol üretimi petrol piyasası üzerinde çok etkili” 

Üç büyük üretici, piyasaları nasıl şekillendirdi?

IICEC Enerji ve İklim Araştırmaları serisinin “Rusya, Suudi Arabistan ve ABD: Üç Büyük Petrol Üreticisi Arasında Tedarik Dinamikleri” raporunda, “üç büyük” küresel petrol üreticisinin günümüz dünya petrol piyasasını oluştururken yarattıkları dinamikleri ve bu bağlamda, petrol piyasalarını nasıl şekillendirdiklerine ve bugünkü duruma nasıl gelindiğine dikkat çekiliyor.  

Rapora göre, dünya düşük karbonlu bir geleceğe geçiyor ve bu geçiş, küresel petrol pazarında stratejik çıkar çatışmasına dayalı dramatik ve yıkıcı fiyat dalgalanmasına yol açabilir. Bu noktada, geçmiş-şimdi-gelecek zaman zincirini düşünmek; “üç büyük”teki yeni petrol piyasası gelişmelerinin petrol sanayiini nasıl şekillendirdiğini, stratejilerin neden ve nasıl değiştiğini ve bu değişikliklerin ne anlama geldiğini anlamak önem kazanıyor. Rapor, “üç büyük” küresel üreticinin karşılaştığı zorlukları ortaya koyarak, küresel petrol piyasasındaki gelişmeleri kapsamlı bir şekilde inceliyor. Dr. Yermakov’un raporda en çok dikkat çektiği temel problem ise farklı gelir ihtiyaçları ve farklı finansal dayanıklılık düzeylerine sahip üretici ve ihracatçı ülkelerin, nasıl uzlaşma sağlayabileceği. 

Raporu okumak için tıklayınız.

“Tasarım Odaklı Düşünme” ile inovasyona yönelik tüm problemleri çözebilir miyiz?

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Mikroelektronik Mühendisliği 2005 lisans, Sanayi Liderleri Elektronik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimi 2007 yüksek lisans mezunumuz Ergi Şener "Tasarım Odaklı Düşünme" üzerine yazdı. 

Ergi Şener

Son zamanlarda, tasarım odaklı düşünme (design thinking), iş dünyasında, özellikle inovasyon özelinde, oldukça yaygın bir “buzzword” (sık kullanılan bir terim) haline geldi. Hatta o denli ki, inovasyon gerçekleştirmek için her derde deva, olmazsa olmaz bir araç olarak gösterilmeye başlandı. Inovasyon bir yana, olur olmaz yerlerde de bu metodoloji kullanılmaya başlandı (dijital dönüşüm yöneticiliği yapan bir arkadaş evinin dekorasyonunu bu yöntemle gerçekleştirdiğini belirtip, sosyal medyada uzun süre bunu gündeme bile getirdi!..)

Tasarım odaklı düşünme, özünde, birbirleri ile etkileşimli bir takım süreçlerden oluşan yenilikçi bir problem çözme süreci. Bu yöntemin, merkezinde bir müşteri sorununa, doğru ve yaratıcı çözümler getirebilmek için müşteri ile empati kurabilmek yer alırken; ideal süreç sonunda amaç, hedef müşterilere, uygulanabilir ve finansal olarak da hayata geçirilebilir bir çözüm götürmek olarak belirleniyor. Dünyanın önde gelen Yönetim Bilimleri Okulları’nın da pek çok yayınında iş süreçlerine yönelik sorunlara çözüm getirmek üzere bu yöntemin kullanılabileceği belirtiliyor.

Ancak, bence işin gerçeği bu denli basit değil (Kurumsal pek çok firmaya, “design thinking” eğitimi veren biri olarak bunu paylaşıyorum)… Şunu unutmamak gerekli, tek başına “design thinking”, tüm inovasyon problemlerini çözmek için, yeterli değil… Bunun nedenlerini, entrepreneur.com'da Amantha Imber tarafından yayınlanan bir “article”dan da yararlanarak paylaşmak istedim. Ancak, öncesinde “design thinking” aşamalarını hatırlamakta yarar var. İlk olarak süreç problemi anlamak ve doğru tanımlayabilmek ile başlıyor (problemleri, olaylara müşteri gözünden bakarak, en iyi şekilde tanımlayabildiğimiz için; müşteri ile empati kurabilmek, olaylara müşterilerin bakış açısından yaklaşabilmek, bunun için de mikro anlara tanıklık edebilmek oldukça önem arz ediyor). İkinci adım olarak, detaylı olarak çözüm alternatiflerine odaklanmak ve sınır tanımadan, yaratıcı bir düşünce tarzı ile heterojen grupları sürece dahil ederek problemi ele almak gerekiyor. Bu aşamada, uçuş serbest. Hatta, benzer sorunlara yaklaşımları, “benchmark” çalışmalarını da incelemekte yarar var. Üçüncü aşama, deneme yanılma ya da “design thinking” sürecindeki adıyla “prototipleme ve test etme” adımı. Bu süreçte, gözlemlediğiniz problem karşısında geliştirdiğimiz çözüm önerisini elle tutulur hale getirmeye çalışıyoruz. Son olarak da çözüm önerisini uygulayarak, müşterilerden geribildirim ve önerileri almak gerekiyor. “Design thinking” tekniklerini iş problemlerine uygulayarak, ürün değer tekliflerinin ve pozisyonlamalarının yeniden gözden geçirilmesini, hedef pazarların büyütülmesini, müşterilere yönelik daha doğru yaklaşım ve iletişim becelerinin geliştirilmesini ve inovasyona giden doğru adımların atılmasını sağlamak mümkün.

Peki, “design thinking”in çözemediği problemler neler…

Sadece “design thinking” ile invasyon odaklı bir kültür oluşturulmuyor…

Çalışanlarınıza, “design thinking” eğitimleri aldırmak, “post-it”lerle, “white-board”lar (beyaz tahta) üzerinde grup çalışmaları ile “brain-storm”lar (beyin fırtınası) yaptırmak; çalışanları eğitim süresince eğlendirse ve eğitim sonrasında da bir müddet, bu yöntemleri uygulamalarına sebep olsa da, altını dolduracak bir inovasyon kültürü oluşturmadan her eğitimin unutulacağını akılda tutmakta yarar var. Inovasyonun önemli öğelerini sağlayan bir kültür oluşturmak kolay değil, ancak bu oluşturulduktan sonra, rekabette gizli ve taklit edilemeyen bir avantaj da sağlanmakta. Eğer, kurum içerisinde gerçekten inovasyon odaklı bir kültür oluşturulduysa, “design thinking” zaten tüm çalışanların günlük işlerinde dahi kullanacakları bir yöntem olarak organik bir şekilde, inovasyona destek olacaktır. Ancak, takım çalışmasını, farklı fikirleri, risk almayı desteklemeyen bir kültürde, “design thinking” uygulamaya çalışanlar göze batabilir, hatta aforoz bile edilebilirler…

Tek başına “design thinking” uygulamaya çalışarak kaynak ve bütçe yaratamazsınız…

Hangi inovasyon metodolojisini benimsiyor olursanız olun, inovasyona kaynak yaratmak adına, somut bir plana sahip olmanız gerekir. Bu da hem zaman hem de para demek. Pek çok kuruluş “design thinking” eğitimlerini alıp, bunu şirket genelinde, uygulamaya başladıklarını duyurma hatasına düşmekte. Çünkü, bu açıklandıktan sonra, gerçekten inovasyonların ortaya çıkması bekleniyor, ancak sonuçlar genellikle hayal kırıklığı oluyor. Sebebi ise gayet açık: Çalışanlara, “design thinking” süreçlerini doğru bir şekilde işletebileceği bir ortam ile inovasyon gerçekleştirmek için gerekli imkanların sağlanamaması… “Design thinking”in iki günlük bir eğitimden çıkıp, gerçek anlamda, inovasyonları destekleyen bir yöntem haline gelmesi için, bu konuda stratejik olarak kararlar alınıp, gerekli bütçe ve zamanın da ayrılması gerekiyor. Zaten bu plan ve strateji doğru kurgulandığı ve yönetildiği sürece, kurumun inovasyon kültürü de oluşmaya başlıyor…

Üzgünüm, “design thinking” size bir inovasyon stratejisi de sunmuyor…

“Design thinking” metodolojisini doğru bir şekilde kullanmak ve bu yöntemden yararlanmak için, net bir inovasyon stratejinizin olması gerekiyor (yani problemleri gerekli çözüm önerileri ile alternatifli bir şekilde analiz etmeye başlamanızda yarar var). Şirketinizin inovasyon odağını netleştirdikten sonra, müşteri odaklı problem çözümlerinde bu yöntem devreye girmekte. Örneğin, hangi pazarların hedeflendiği, yeni hedef müşteri segmentlerinin belirlenmesi, yeni girilecek kategorilerin karar verilmesi gibi kritik konularda, “design thinking” uygulamadan önce, stratejik kararların belirlenmiş olması gerekiyor.

Ve son olarak, “design thinking”, çalışanlarınızı inovasyon gerçekleştirmek için motive etmiyor…

En nihayetinde, dünyadaki en iyi metodolojileri kullansanız da, çalışanlarınız inovasyon hayata geçirme vizyonunda değillerse, boşuna kürek çekiyorsunuz demektir… Öncelikle, açık iletişim ve net hedefler ile çalışanlarınızı vizyona ikna etmeyi, hatta vizyonun bir paydaşı haline getirmeyi başarmanız gerekiyor. Bu doğrultuda  da herkesin ortak amaç için çalışmasını sağlamayı hedeflemelisiniz. Çalışanlarınıza verdiğiniz işler ve çalışanlarınızın üzerinde çalıştığı projeler ner kadar zor olursa olsun; bu zorluklarla baş etmenin kendileri açısından da önemli beceriler kazandıracağını vurgulamak  ve ortak amacın gerçekleşmesi ile birlikte de büyük faydalar kazanacaklarına inandırmak gerekiyor. Ancak, bu ortak payda sağlandığı takdirde, organizasyonuz içerisinde inovasyonlar kendiliğinden baş göstermeye başlayacaktır.

“Design thinking” özünde akademik bir altyapısı da bulunan ve dünyanın teknoloji odaklı en önemli firmalarının uygulayarak büyük kazanımlar elde ettikleri bir inovasyon destek yöntemi. Ancak, bu metodolojinin yüzeysel olarak yaklaşılıp söylemde kalmasındansa, doğru anlaşılıp gerçek anlamda bir inovasyon aracına dönüşmesi Sizin, bu süreci nasıl özümsediğiniz ile ilişkili…

 

Sabancı Üniversitesi Ulusal Duyarlılık Konferansında “Bilinçli Ebeveynlik” ele alındı

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Duyarlılık Projeleri (TDP) tarafından düzenlenen Ulusal Duyarlılık Konferansının üçüncüsü Kadıköy Belediyesi işbirliği ile Kozyatağı Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Teması “Bilinçli Ebeveynlik” olarak saptanan 3. Ulusal Duyarlılık Konferansında üç uzman konuşmacı yer aldı.

Açış konuşmalarının Sabancı Üniversitesi Rektörü Zehra Sayers ve  TDP Yöneticisi Zeynep Bahar Çelik tarafından yapıldığı konferansta AÇEV Aile Eğitimleri Koordinatörü Ahmet Çetin “Destekleyici Ebeveynlikte Babanın Rolü ve Önemi” başlıklı konuşmasında Çocuğun bakım, beslenme ve gelişiminde sorumluluk alma, ortam ve fırsat sunma, ev içi sorumlulukları eş ile paylaşma, katılımcı ve demokratik davranma gibi “ilgili babalık” davranışlarının toplumsal cinsiyet, babanın çevreden aldığı sosyal destek gibi değişkenler tarafından etkilendiğini söyledi.

Seksolog eğitmen Rayka Kumru “Pozitif Ebeveynlik” başlıklı konuşmasında çocukların cinselliğe dair eğitimlerinin geleneksel anlamıyla bir eğitimden çok tepkiler, sorulan sorulara cevaplar ve gündelik hayattaki yaşayış biçiminden oluştuğunu belirterek bunun en sağlıklı şekilde yapılabilmesi ebeveynlerin ve bakım sağlayan yetişkinlerin algı ve değerlerinin incelenmesinin önemini vurguladı.

Psikiyatrist yazar Yankı Yazgan da “Çocuklu Hayat” başlıklı konuşmasında başkalarıyla beraber ve kendisi gibi olarak yaşamanın sırrını arayarak geçen bir hayatta çocuklar hayatı nasıl daha iyi anlar, nasıl daha anlamlı yaşar? Nasıl başkalarının hayatına değer veren bir insan olarak gelişir? Sorularının etrafındaki konular hakkında düşünmeye dikkati çekerek, çocuklu hayatın herkese getirdiği gelişim fırsatlarına dikkati çekti. Konferans, dinleyici olarak katılan eğitimci ve ebeveynlerin çeşitli soruları ve aktif katılımı ile dinamik bir ortamda sürdü.    

2017 yılında ilk defa bir üniversite çatısı altında gerçekleşen Ulusal Duyarlılık Konferansı’nda Türkiye’nin önde gelen üniversiteleri, liseleri, özel sektör ve sivil toplum örgütlerinden temsilciler bir araya gelerek “Gençlik Çalışmaları” teması etrafında deneyimlerini paylaşmıştı. Geçen yıl ikincisi gerçekleşen konferansın teması ise “Kadın Çalışmaları” olarak Sabancı Vakfı desteğiyle düzenlenmişti. Söz konusu konferansta gençlerle işbirliği, kadının güçlenmesi ve istihdam konuları hakkında akademi, özel sektör ve sivil alandan iyi örnek çalışmaları katılımcılarla paylaşılmıştı. 

"Rüzgâr ve Güneş Enerjisi Yatırımlarının Sistem Odaklı Yerleştirilmesi" raporu tamamlandı

SHURA’nın ilk çalışması olan “Türkiye’nin Enerji Sisteminde Yenilenebilir Kaynakların Artan Payı” raporunun ardından gerçekleştirdiği SHURA Danışma Konseyi ve Paydaş Danışma Toplantıları sonucunda ortaya çıkan en önemli sorulardan birine cevap veren “Rüzgâr ve Güneş Enerjisi Yatırımlarının Sistem Odaklı Yerleştirilmesi” raporu tamamlandı.

Sadece kaynakların iyi olduğu yerlere yatırım yapılmasını baz alan kaynak odaklı yaklaşıma kıyasla, sistem odaklı yaklaşımda ne tür avantajların elde edilebileceği üzerine bilimsel veriler sunan raporun lansmanı 9. Türkiye Enerji Zirvesi’nde yapıldı.

Raporu bu linkten okuyabilirsiniz. 

Abone ol