Ana içeriğe atla

DAVET: Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi -SUNUM- Açılışı

Sabancı Üniversitesi’nde Nanoteknoloji konusunda Türkiye’nin ilk ‘Disiplinlerarası’ İleri Araştırma Merkezinin Açılış Töreni, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirilecek

Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin -SUNUM- Açılış Töreni, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla, Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı,  Rektör Prof. Dr. Nihat Berker ve SUNUM Direktörü Volkan Özgüz’ün evsahipliğinde, 9 Temmuz Cumartesi günü saat 14.00'te, Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi -SUNUM- önünde gerçekleşecek.

Tören çerçevesinde katılımcılara, dünyada ve Türkiye’de nanoteknoloji alanındaki son gelişmeler, Sabancı Üniversitesi’nin nanoteknoloji alanındaki faaliyetleri ve Araştırma Merkezi hakkında bilgi verilecek.

Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi SUNUM’un Açılış Töreni’ne tüm Sabancı Üniversitesi ailesi davetlidir.

Tarih: 9 Temmuz 2011, Cumartesi
Saat: 14:00
Yer: Sabancı Üniversitesi Kampusu Orhanlı - Tuzla

VİDEO: SUNUM'u yakından tanıyın

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile Mercator Vakfı Stratejik ortaklık anlaşması basının gündeminde

Sabancı Üniversitesi’nden Dünya Üniversitesi Olma Yolunda Bir İmza Daha…

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile Mercator Vakfı Stratejik ortaklık anlaşması imzaladı

Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı Mercator Vakfı yıllık konferansı’nın ana konuşmacısı oldu.


Güler Sabancı: “MIT’den sonra Mercator Vakfı ile de yapılan bu uzun vadeli stratejik ortaklık anlaşması üniversitemizi global arenaya taşıyacaktır.“

“Günümüz Türkiyesi, Avrupa için önemli bir ortaktır”
“Dünya üniversitesi olma” vizyonuyla çalışmalarını sürdüren Sabancı Üniversitesi,  geçtiğimiz Ocak ayında da dünyanın en saygın eğitim kurumlarından MIT Sloan School ile yaptığı uzun vadeli işbirliği anlaşmasının ardından şimdi de Mercator Vakfı ile stratejik bir ortaklığa imza attı.



Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile Mercator Vakfı arasındaki stratejik ortaklık alanlarını tanımlayan çerçeve anlaşması Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı ve Mercator Vakfı Başkanı Bernhard Lorentz tarafından Alman iş, siyaset ve sivil toplum çevrelerinin önde gelen temsilcilerinin yer aldığı, Mercator Vakfı’nın Essen’deki Yıllık Konferansı’nda imzalandı.

İstanbul Politikalar Merkezi’nin Mercator Vakfı’yla yapacağı beş yıllık stratejik ortaklık; iklim değişikliği, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri ve eğitim alanlarında ortak araştırma ve kamu politikaları oluşturma çalışmalarını hedef alıyor.  Özellikle iklim değişikliği üzerine yapacağı kapsamlı araştırmalarla ve toplum bilincinin güçlendirilmesine sağlayacağı katkılarla, bu işbirliği Türkiye için bir ilk olacak.  İstanbul Politikalar Merkezi-Sabancı Üniversitesi-Mercator Vakfı girişiminin,  AB-Türkiye ilişkilerine yaklaşımı ve diğer alanlarda sergileyeceği, eşit temeller üzerine kurulu Türk-Alman ortak vizyonuyla bir araştırma ve kamu politikası kurumu olması amaçlanıyor.

İmza töreninin ardından Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı Mercator Vakfı Yıllık Konferansı’nda bir de konuşma yaptı. 

“Küresel Sorunlara Ortak Yaklaşımlar” başlıklı konuşmasında Sabancı şunları kaydetti: “Almanya ile Türkiye arasındaki yakın işbirliği ve dostluk ilişkileri bir asırdan uzun bir geçmişe sahiptir.  Almanya, Türkiye’nin en önemli ticaret ortağıdır ve 1980'den itibaren yaklaşık 8,5 milyar doları bulan yatırımla Türkiye'deki en büyük yabancı yatırımcıdır. Karşılıklı ticaret 2010 yılında yaklaşık 26 milyar Avro'ya ulaşarak yeni bir rekor kırmıştır.”

-KÜRESEL SORUNLARA ORTAK YAKLAŞIM-
Sabancı sözlerine şöyle devam etti: “Hem Türkiye hem de Almanya, küresel sorunların çözülmesinde daha da etkili olması gereken bir yapı olan G-20 üyesidir. Almanya ve Türkiye, karşılıklı kalkınma işbirliğinde sağladıkları başarının 50. yılını 2009'da birlikte kutlamıştır. Günümüzde, 3900'den fazla Alman şirketi Türkiye'de iş yapmaktadır, ki bu sayı diğer tüm ülkelerden fazladır. Demografik verilere göre, Almanya'da Türk kökenli yaklaşık 2,7 milyon kişi yaşamaktadır ve bunların 700.000'den fazlası Alman vatandaşıdır. Bu nüfus, Türkiye dışındaki en büyük Türk topluluğunu oluşturmaktadır.  Almanya'da yaklaşık 100.000 Türk girişimci, ülkede yaklaşık 400.000 kişiyi istihdam etmektedir.  Toplam yatırımları yaklaşık 10 milyar Avro değerindedir.  Her yıl dört milyon Alman, tatilini Türkiye'de geçirmektedir.  Bu güçlü bağlar sayesinde, Türkiye ve Almanya günümüzün küresel sorunlarına karşı ortak bir yanıt geliştirmek için emsallerine göre daha iyi bir konumdadır. Bu küresel sorunlar üç geniş kategori altında özetlenebilir: iklim değişikliği, çalkantılı küresel ekonomi ve aynı zamanda AB'nin hinterlandı olan bu bölgedeki siyasi istikrarsızlık.

Mevcut küresel enerji tablosu, sürdürülebilir görünmemektedir. Dünyanın hızla artan talebini karşılamak için enerji kaynaklarımızı artırma konusundaki zorluklar, tek bir kaçınılmaz gerçekte özetlenebilir: Yaşam koşullarımızı değiştirecek ciddi bir sıcaklık artışına doğru sürüklenmekteyiz. Gezegenimiz, hızlı ekonomik büyümenin yan etkilerinin üstesinden gelmek için mücadele vermektedir.   Ancak, Almanya istisna olmakla birlikte, hükümetler, sürdürülebilir enerji politikaları geliştirmeye giderek daha az finansal ve entelektüel sermaye aktardığından, iklim değişikliğinin gidişatını değiştirme şansımız kaybolmaktadır. 

-“ŞİMDİ BİRAZ EYLEM”-
Hem Türkiye hem de Almanya iklim değişikliği konusunu son derece ciddiye almaktadır.  Ancak, Goethe'nin sözleriyle, “Yeterince söz söylendi;Şimdi biraz eylem görmek istiyorum!” Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile Mercator Vakfı arasındaki işbirliği, iki ülkenin iklim değişikliğini durdurmak için gerekli eylemleri koordine edebileceği ilk adımlardan biridir.

Türkiye, Avrupa’nın enerji güvenliği için yaşamsal öneme sahip bir ülkedir. Bunun nedeni, sadece Türkiye'nin bölgesinde bir “istikrar adası” olması değil, aynı zamanda bölgesini etkileyebilmesi ve her an patlama ve çatışmalara yol açabilecek gerilimi azaltmada bir faktör olmasıdır.
Avrupa Birliği şu tehditlerle karşı karşıyadır: gaz ve petrol ithalatına yüksek seviyede ve artan bağımlılık; tamamen entegre bir enerji pazarı oluşturma çabaları; tedarikçi ülkelerdeki siyasal huzursuzluk ve ekonomik durgunluk ve temiz teknolojiye geçme gereksinimi. Enerji kaynaklarını güvence altına almak için, AB'nin tedarikçilerini ve transit yollarını çeşitlendirmesi ve üretici ve transit bölgeleriyle daha yakın bir diyalog geliştirmesi gerekmektedir. Potansiyel bir ana merkez olarak Türkiye'nin buradaki rolü nedir?

“AB GÜVENLİĞİNE KATKI”
Türkiye, dünyanın kanıtlanmış gaz ve petrol rezervlerinin %70'i ile komşudur ve bu sayede Orta Asya, Hazar Havzası, Orta Doğu ve Afrika'daki üreticilerle Avrupa arasında doğal bir köprü oluşturmaktadır. Türkiye, stratejik konumunun avantajlarını kullanarak AB'nin enerji güvenliğine önemli ölçüde katkı sağlayabilir.  Orta Doğu ve Orta Asya'dan gelen malzemeler için transit ülke olmakla birlikte, Rusya kaynakları için de alternatif bir rotadır. AB, kazançlı Güney Amerika pazarlarından İspanya ve Portekiz'in katılımıyla birlikte faydalanabilmiştir.  Benzer şekilde, Türkiye'nin Orta Doğu, Orta Asya, Hazar bölgesi ve Kafkasya ile güçlü bağları ve bu bölgelerdeki etkisi sayesinde, Türkiye'nin AB'ye kabul edilmesi, AB'nin bu bölgelerde de aynı faydaları sağlamasına olanak tanıyacaktır.

Türkiye güvenli ve istikrarlı bir ülkedir, laik sisteme sahip bir demokrasidir ve uzun süredir NATO üyesidir. Bölgedeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında bunlar önemli değerledir. Türkiye, AB'nin sadece Orta Doğu'ya değil Hazar ve Kafkasya bölgelerine de istikrar getirmesine yardımcı olabilir. Türkiye, kaynakları bu bölgelerden Batı pazarlarına ileterek, bu pazarların zenginliğinin artmasına ve böylece siyasi ve ekonomik istikrarın gelişmesine yardımcı olabilir. Güneydeki komşularımızda, uzun zamandır eşitsizlik ve otoriter rejimlerin kurbanı olan halklar tarafından yürütülen emsalsiz bir isyan dalgasına şahit olduk.  Zenginliğin eşitsiz dağılımı ve en temel hakların baskı altına alınması, Arap bölgesinde ve Orta Doğu'nun diğer bölgelerinde daha çok insanı birer birer baskıcı hükümetlere karşı büyük protestolar yapmaya zorluyor. 

-ALMANYA VE TÜRKİYE İKİ İSTİKRAR ADASI-
Yolculuk bitmedi.  Arap Baharı devam ediyor.  Henüz yeni başladı ve demokratikleşme ve özgürleşme süreci on yıllar sürecek.  Bu zor zamanlarda, Türkiye önemli bir destek kaynağı olarak hareket edebilir.

Konuşmamın başında Türkiye'nin bölgesinde bir istikrar adası olduğunu söylemiştim.  Almanya da ekonomik kriz süresince Avrupa'da bir istikrar adası olmuştur.  Ekonomisi sağlamdır, sanayisi büyümektedir ve başarı şansı büyüktür.  Almanya ve Türkiye, bölgelerindeki iki istikrar adasıdır.  Ve iki ülke arasında işbirliği mutlaka her iki taraf için de faydalı olacaktır. Doğu ve güney Akdeniz'deki birçok sorunun, bölgesel ve küresel çözümler gerektiren küresel sorunlar olduğunun farkındayız. Bu bağlamda, Türkiye ile Almanya arasında ortak bir yaklaşım büyük öneme sahiptir.

Türkiye, geçtiğimiz on yılda, gelişmekte olan daha dinamik ekonomilerden biri olarak öne çıkmıştır. Türkiye'nin bu yılın ilk çeyreğindeki büyüme hızı yüzde 11 gibi inanılmaz bir rakamdır. Geçtiğimiz yılda ise büyüme yaklaşık yüzde 9 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye'nin dayanıklılık ve dinamizmi, Almanya ile Türkiye arasında, geçmişe oranla daha eşit ve dengeli olabilecek yeni bir ortaklık olasılığının sinyallerini vermektedir. Bugün, iki ülke de işler görünen ve başkalarına örnek teşkil edebilecek ekonomileriyle "başarılı ülkeler" olarak algılanmaktadır. Böyle bir performansla gurur duymamız gerekmektedir ancak tarihin bize öğrettiği üzere, başarı, aşırı özgüven tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Bugün itibarıyla Türkiye'ye baktığımızda, zor reformların gerçekleştirilmesi, mali politikaların sıkılaştırılması, cari işlem açığının düşürülmesi ve gerçek bir sürdürülebilir büyümenin temellerinin atılması gereken, nispeten iyi bir zaman olduğunu görüyoruz.

Almanya'ya baktığımızda, Alman ekonomisinin gücü ve Alman sanayisinin dünya pazarlarındaki performansı, hem Avro bölgesi yükümlülüklerini yerine getirme bakımından her bir ülkenin taşıdığı daha büyük sorumluluğa hem de aynı para birimini ve kaderi paylaşan ülkeler arasında politikaların daha fazla koordinasyonuna ve dayanışmaya dayalı olarak, 2020 Avrupa'sının inşasında, Almanya'ya liderlik görevini üstlenme imkanı tanımalıdır.

Karşılıklı bağımlılık çeşitli şekillerde arttığından, dünya ekonomisindeki sistemik risk daha karmaşık hale gelmiştir. Komşumuz Yunanistan örneğine bakalım.  Yunanistan'ın GSMH'si, dünya GSMH'sinin yaklaşık yüzde birinin yarısı. Dünya GSMH'si veya dünya ticareti ya da aslında dünya finansal varlıkları açısından çok küçük bir ekonomi. Ancak Yunanistan'daki durum kısa sürede çözümlenmezse, sadece Avrupa Birliği için değil dünya ekonomisi için de gerçek bir tehdit haline gelebilir.

 

Çeşitli finansal türev ürünler, Yunanistan'ın borcunu dünya finans sistemine bağlamaktadır. Ayrıca, Yunanistan'da olanlar emsal oluşturabilir.  Çok daha düşük borç-GSMH oranına sahip ülkeler dahi savunmasız hale gelebilirler. Yayılma korkusunun nedeni budur. 

Hepimiz, yirmi veya otuz yıl öncesine göre çok daha fazla birbirimize bağımlı hale geldik. Ne Almanya ne de Türkiye doğrudan tehdit altında olsa dahi, Yunanistan'ın durumunun düzelmesi her iki ülkenin de çıkarınadır. Çünkü Avrupa ve tüm dünya ekonomisi tehdit altında kalabilir ve bu da tabii ki hepimizi etkileyecektir.  Günümüz Türkiye'si Avrupa için önemli bir ortaktır.  Türkiye, Avrupa dahilindeki geleceğinde ısrarlı olmaya devam etmekle beraber, demokrasisinin temellerini sağlamlaştırırken, halihazırda Akdeniz ve küresel enerji alanındaki sorunların çözümünde Avrupa'nın ortağı olacak konumdadır.

Türkiye, bölgesindeki tek istikrarlı ülke olarak gelişimini sürdürmektedir.  Laik demokrasisi, hızla büyüyen ekonomisi ve güçlenen sivil toplumuyla, komşuları için iyi bir örnek olmaya devam edebilir. 

Avrupa Birliği çeşitlilik, barış ve işbirliği ilkeleri üzerine kurulmuştur.  Türkiye ile ilgili konular üzerinde, özellikle de üyeliği hakkında konuşurken, aynı zamanda Avrupa'nın kuruluş ilkeleri olan kültürel çeşitlilik, barış bölgesini genişletme ve birlikte uyum içinde yaşama ilkelerini de konuşuyor oluruz.  

Avrupa Birliği bir müze olmayı göze alamaz.  Uluslararası siyaset alanında aktif bir oyuncu olmalıdır.  Kısacası, Türkiye ve AB'nin birbirine ihtiyacı vardır.  Ve AB, Türkiye'nin kaderidir.  Türkiye’nin AB'ye girmesi, hem Türkiye hem de AB için bir devrimdir.  Hükümetler gelip geçicidir.  Kalıcı olan ilişkilerdir.  Ve ilişkiler iyiye gitmektedir.  Yolculuğun kendisi varılacak yerden daha önemli olsa da, Türkiye'nin er ya da geç AB'nin tam üyesi olacağına dair umudumu asla yitirmiyorum.

Türkiye kolu olan Avrupalı sivil toplum kuruluşlarının sayısı son on yılda ikiye katlanmıştır.  Friedrich Naumann Vakfı, Konrad Adenauer Vakfı ve Heinrich Boll Vakfı gibi prestijli Alman düşünce kuruluşlarının Türkiye'de temsil edilmesiyle birlikte, Almanya'nın bu inisiyatifin başını çektiğini görmekten mutluluk duyuyorum. 

Bugün, bu olumlu gelişmelerin ışığında, Alman dostlarımızla bir başka önemli ortaklığı başlatmak üzere burada bulunuyoruz.  Mercator Vakfı ve Sabancı Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi tarafından uygulanacak stratejik ve uzun vadeli bir işbirliğini faaliyete geçirmeye karar vermiştir.

İstanbul Politikalar Merkezi-Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Vakfı, hem Avrupa ve geleceği hem de küresel sorunlar üzerine Alman ve Türk perspektiflerini araştıracak ve geliştirecektir.  Ortaklık, şu üç ana alan üzerine odaklanacaktır: iklim değişikliği, Avrupa'nın geleceği ve AB-Türkiye ilişkilerine ortak bir Alman-Türk yaklaşımı ve eğitim. 

Almanlar ve Türkler, bu küresel sorunu nasıl algılıyor ve bu soruna nasıl yaklaşıyor? Bu sorun ekonomi ve enerji politikalarını nasıl etkileyebilir? Almanya ve Türkiye, G20 toplantılarında konuya nasıl yaklaşacak? Türkler ve Almanlar, bu konuda birlikte neler yapabilir?  İklim değişikliği söz konusu olduğunda, Almanya ve Türkiye, Çin ve ABD gibi diğer büyük oyuncuların konumunu nasıl algılıyor?  Önümüzdeki beş yılda bunlara ve başka sorulara yanıtı arayacağız.  Türkiye ve Almanya'nın birbirlerini başka bir gözle görmeye başlayacaklarını umuyoruz.  Zihniyetleri değiştirmek için buradayız.”

Mezunlar SU’ya geri döndü…

Sabancı Üniversitesi Mezunlar Buluşması & Reunion etkinliği, 2-3 Temmuz’da sayıları 200’ü aşan mezunun ve misafirlerinin katılımıyla gerçekleşti.

Tüm mezunların davetli olduğu Cumartesi günü Rektörümüz Nihat Berker’in açılış konuşmasıyla başladı, Tosun Terzioğlu’nun dersi ve Nakiye Boyacıgiller’in moderatörlüğünü üstlendiği Mezunlar Paneli ile devam etti.

Sinema Salonu’nu dolduran ders ve paneller serisi Vodafone Türkiye İcra Kurulu Başkanı Serpil Timuray’ın söyleşisi ile son buldu. Yoğun ve eğlenceli programın detaylarını görmek için tıklayınız.

Mezunlarımızın Göl Başı’nda verdiği perküsyon konseriyle geceye bağlanan buluşma MAN ’10 ve MIF ’11 mezunu Alper Baltalı konseriyle sürdü. Gelenekselleşen Luxus performansı ardından, geliri Burs Fonu’na aktarılan hediye çekilişi yapıldı. Büyük ödül olan Halil Hocamızın Yale tişörtü ve şapkasını, 25 bilet satın alan Onur Sarkan (BSTE ‘2010) kazandı. Gece SUMED’in kokoreç partisi ile son buldu.

3 Temmuz Pazar günü Hangar Cafe’de gerçekleşen brunch mezuniyetinin 10. ve 5. yılını geride bırakan 2006 ve 2001 mezunlarına özeldi. Hafızaları zorlayan ödüllü yarışmada “favorileri en uzun olan hocamız” gibi zor sorular bile cevabını buldu.

“Mezunlar SU’ya geri dönüyor” sloganıyla yola çıkan Mezunlar Buluşması & Reunion; SU Mezunlar Ofisi ve SUMED işbirliğiyle mezunlarımızı üçüncü kez kampüse geri çağırdı.

Ünlü fizikçi Eugene Stanley'in ana konuşmacı olduğu '18. İstatistiksel Fizik Günleri' Sabancı Üniversitesi'nde yapıldı

18. İstatistiksel Fizik Günleri 30 Haziran - 2 Temmuz 2011 tarihlerinde Ünlü fizikçi Eugene Stanley'in de ana konuşmacı olarak katıldığı '18. İstatistiksel Fizik Günleri' Sabancı Üniversitesi'nde yapıldı.

Konferansın ana konuşmacısı Eugene Stanley (Boston Üniversitesi), suyun istatistiksel fiziği ve ekonofizik konularında iki ayrı seminer verdi.

Katılımın ücretsiz olduğu ve 14 farklı davetli konuşmacının en yeni bilimsel bulgularını sunduğu toplantıda, kırkın üzerinde genç araştırmacının kısa konuşmaları da dinlendi.

Sabancı Üniversitesi foursquare'de

Kampüsümüzdeki alanlarda kimler var? Bu alanlar için bırakılan duygu ve düşünceler nedir? Artık kampüsümüzü foursquare'den takip edebilrisiniz.

Sabancı Üniversitesi foursquare hesabına ulaşıp takipçisi olmak için tıklayın

foursquare i telefonunuza indirmek için https://foursquare.com/download/

Sabancı Üniversitesi'nde Küresel Sorumluluk Seminerleri

Kasım 2010- Mayıs 2011 tarihleri arasında Sabancı Üniversitesi’nde Küresel Sorumluluk üzerine Sabancı Seminerleri gerçekleştirildi. Brookings Enstitüsü’nden Hakan Altınay ve rektörümüz Nihat Berker tarafından altı ay boyunca ayda bir kez düzenlenen seminerlerde, farklı görüşlere ve donanımlara sahip katılımcılar, çeşitli yazılı ve görsel kaynaklardan yola çıkarak küreselleşme çağının sorunları ve dünyamızın mevcut durumu üzerine düşünerek fikirlerini ve gözlemlerini paylaşma fırsatı buldular.



Küresel Sorumluluk Seminerleri’nin ana fikri, Hakan Altınay’ın Brookings Enstitüsü çatısı altında yürüttüğü “Global Civics” projesine dayanıyor. “Global Civics” kavramının Türkçede maalesef tam karşılığı bulunmuyor. “Küresel vatandaşlık” kavramı oldukça alakalı olmakla birlikte vatandaşlık fikrinin kendi içerisindeki karmaşıklığından dolayı “küresel sorumluluk” kavramının kullanılması daha uygun bulunmuş. Bu kavrama, küresel vicdan ve dünyada birlikte yaşamanın kuralları gibi tanımlamaları da eklemek mümkün.

Peki, küresel sorumluluk fikriyle tam olarak ne kastediliyor? Hakan Altınay, karşılıklı bağımlılıklarımızın giderek arttığı ve aşikârlaştığı bir dünyada yaşadığımızın altını çizerek birbirimize olan etkilerimiz ve sorumluluklarımız üzerine daha fazla düşünmemizin bir zorunluluk olduğunu belirtiyor. Dünyanın bir ucunda gerçekleşen bir finansal kriz ya da çevresel problem dünyanın diğer ucunda yaşayan insanların hayatlarını etkileyebiliyorsa, dünya üzerindeki insanların kaderleri bu derece birbirine yakın duruyorsa tüm insanların birbirine karşı sorumluluğu olduğunu kabul etmesinin, en azından ilk aşamada bu fikir üzerine düşünmesinin gerekliliğini vurguluyor. Bu noktada, devletler ve kurumlar düzeyindeki diyalogla yetinmeyip bireyler olarak vatandaşlık bağıyla bağlı olmadığımız kişilere karşı sorumluluklarımız üzerine düşünmek ve düşüncelerimizi paylaşmak bir süreç başlatabilmek adına büyük önem kazanıyor. Bu süreç dâhilinde, Altınay, kendi ulus devletlerinin sınırları içerisindeki dinamiklerden çok dünyadaki dinamiklerle kaderleri belirlenecek gelecek nesillerin, küresel sorumluluk ve vicdan fikirlerini tartışabilmesi, paylaşabilmesi ve içselleştirebilmesinde üniversitelere büyük rol biçiyor.  Üniversite kampüslerinin, gençlerin bu fikirler üzerine düşünebilmeleri ve düşüncelerini birbirleriyle paylaşabilmeleri için ideal bir alan olduğunun altını çizerek, üniversitelerin öğrencilere küresel sorumluluk anlayışı üzerine düşünmelerini sağlayacak gerekli altyapıyı sağlamasının hayati öneme sahip olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda, Küresel Sorumluluk Projesi çerçevesinde; ABD, Brezilya, Çin, Fransa, Gana, Güney Afrika, Hindistan, İtalya, Polonya, Rusya ve Türkiye’den bu kavrama inanan yirmiye yakın üniversiteyi biraraya getiren bir ağ kuruluyor. Bu ağ sayesinde, üniversiteler, üniversite eğitimi sırasında sadece kendisine değil insanlığa karşı olan sorumlulukları üzerine düşünmüş ve bu konuları kafasında oturtmuş nesiller için gerekli alanı nasıl oluşturacakları ve bu fikirleri üniversite derslerine ve aktivitelerine nasıl oturtacakları üzerine düşünme ve tartışma fırsatı buluyorlar.



Bu alanda çok önemli birtakım somut adımlar atılmış bile. Hakan Altınay’ın editörlüğünü yaptığı ve Brookings Enstitüsü tarafından basılan Global Civics: Responsibilities and Rights in an Interdependent World adlı kitabın ikinci bölümü küresel sorumluluk üzerine oluşturulabilecek üniversite ders programlarına ayrılmış. Bu bölümde, örneğin, Bilgi Üniversitesi’nden Murat Belge küresel sorumluluk kavramının edebiyat üzerinden ele alındığı bir müfredat kaleme alırken; University College of Dublin’den Graham Finlay ve University of Johannesburg’ten Vusi Gumede, küresel sorumluluk fikrine temel oluşturan birtakım kavram ve teoriler üzerine yoğunlaşan detaylı bir ders programı sunuyor. Bu çalışmanın yanısıra, 15-16 Mayıs tarihlerinde, Brookings Enstitüsü ve Paris School of International Affairs of Sciences Po tarafından Paris’te düzenlenen “Academia and Global Civics” adlı toplantıda, aralarında Ghassan Salame, Kemal Derviş, Nihat Berker, Thomas Pogge gibi isimlerin de bulunduğu 21 akademisyen ve uzman yer almış. Toplantıda, katılımcılar küresel sorumluluk fikrinin bugününü ve geleceğini bağlı bulundukları kurum çerçevesinden değerlendirirken, küresel sorumluluk dersleri kapsamında işbirliği yollarını analiz etmişler.

Küresel sorumluluk fikrinin üniversite eğitiminde yer alması yönündeki atılan bir diğer somut adımı, Sabancı Üniversitesi’nde 2010-2011 döneminde düzenlenen Küresel Sorumluluk Seminerleri oluşturuyor. Yazının başında da belirtildiği gibi seminerler, Hakan Altınay ve Nihat Berker tarafından Karaköy Minerva Han’dadüzenlendi. Üniversite öğrencilerinin yanısıra tüm çalışanlara da açık olan seminerleri, katılımcıların aktif paylaşımını barındıran atölye çalışmaları olarak da nitelendirmek mümkün. Altı seanstan oluşan seride, katılımcılar çeşitli görsel ve yazılı kaynaklardan yola çıkarak küreselleşme ve küresel sorumluluk eksenindeki birçok konuyu masaya yatırıp görüşlerini paylaştılar.

İlk seansta, küresel sorumluluk fikrine bir temel oluşturması için küreselleşme kavramı ve yaşadığımız dünyanın mevcut durumu üzerine düşünüp fikirlerini paylaşan katılımcılar; bir sonraki atölye çalışmasında, karşılıklı bağımlılıklarımızın belki de en açık şekilde altını çizen çevresel problemler ve küresel ısınma üzerinde yoğunlaştılar. Üçüncü oturumun konusu ise, tüm dünya tarafından büyük bir insanlık suçu olarak kabul edilen soykırım meselesiydi. Katılımcılar, soykırım çerçevesinde uluslararası kurumların işlevselliği ve bu insanlık suçunu durdurmak için her birimize düşen sorumluluklar üzerine görüşlerini paylaştılar. Sonraki seanslarda yoksulluk, daha genel çerçevede kurumsal ve bireysel sorumluluklar üzerine tartışan katılımcılar, en son seminerde, Kemal Derviş’in de katılımıyla Derviş’in A Better Globalization kitabı üzerinden küresel sorumluluk anlayışı ve somut çözüm önerileri üzerine hem Kemal Derviş’in görüşlerini dinleme fırsatı buldular hem de kendi değerlendirmelerini paylaştılar.

Hayatlarımızın birbirinden bu derece etkilendiği ve kaderlerimizin yan yana durduğu dünyamızın sorunları üzerine düşünen, kafasında soru işaretleri bulunan ve çözüm için kendi yaşadığımız coğrafyanın sınırlarını aşan bir sorumluluk ve vicdan anlayışının gerekliliğine inanan katılımcılar, bu etkinliğe gönüllü olarak zaman ayırdılar, mesai harcadılar. Üniversitemizde düzenlenen Küresel Sorumluluk Seminerler Serisi ile oldukça küçük bir grupla da olsa bu alanda düşünmek, tartışmak ve paylaşmak yönünde çok önemli somut bir adım atıldı. Bu küçük grubun neredeyse tamamı bu etkinliğin, bir üniversite dersi olarak tüm öğrencilere sunulması ve herkesin bu konular üzerine düşünmesi gerektiğine inanıyor. Aralarında Hakan Altınay, Kemal Derviş ve Nihat Berker’in de bulunduğu çeşitli ülkelerden birçok uzman ve akademisyen tüm üniversite gençliğinin bu yeni ve elzem sorumluluk anlayışı üzerine düşünebilmeleri için kafa yoruyorlar ve tartışıyorlar. Bu yönde, Sabancı Üniversitesi’nde çok önemli bir başlangıç yapıldı; bizler de üniversite eğitiminin bir parçası olmasını dilediğimiz daha geniş katılımlı dersler ve kendi çabalarımızla düzenleyebileceğimiz etkinliklerle küresel sorumluluk anlayışının bir parçası olabilir, tüm dünya gençliğiyle bu konuları tartışabiliriz.

18. İstatistiksel Fizik Günleri Sabancı Üniversitesi'nde Başladı

18. İstatistiksel Fizik Günleri 30 Haziran - 2 Temmuz 2011 tarihlerinde FMAN 1099'da gerçekleşecek.

Konferansın ana konuşmacısı Eugene Stanley (Boston Üniversitesi), suyun istatistiksel fiziği ve ekonofizik konularında iki seminer verecek. 14 farklı davetli konuşmacının en yeni bilimsel bulgularını sunacağı toplantıda, kırkın üzerinde genç araştırmacının kısa konuşmaları dinlenebilecek.

Son yılların güncel malzemesi grafenin temelleri ile hakkındaki en yeni teorik deneysel gelişmeleri öğrenmek, Cumartesi sabahı İstatistiksel Fizikte Temel Problemler oturumunda mümkün olacak.

Katılım ücretsizdir. Kayıt ve diğer bilgiler için tıklayın

Ana konuşmacı Eugene Stanley hakkında bilgiye buradan  ulaşabilirsiniz.

7. Türkiye Nanobilim ve Nanoteknoloji Konferansı (NanoTR VII) Sabancı Üniversitesi'nde başladı

21. yüzyılın en önemli gelişmelerinden biri olarak değerlendirilen ‘nanoteknoloji’ alanında ülkemizde düzenlenen en kapsamlı konferans olan Nanobilim ve Nanoteknoloji Konferansı’nın yedincisi  (NanoTR VII-2011) 27 Haziran 2011 - 1 Temmuz 2011 tarihleri arasında Sabancı Üniversitesi kampüsünde düzenleniyor.


27 Haziran -1 Temmuz 2011 tarihleri arasında Sabancı Üniversitesi kampüsünde ve  Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde gerçekleşecek 7. Nanobilim ve Nanoteknoloji Konferansı (NanoTR VII – 2011) kapsamında alanlarında uzman olarak tanınmış konuşmacılar ve katılımcılar, çalıştıkları alanlardaki son gelişmelere ilişkin önemli bilgiler ve açıklamalar sunacaklar.

Her yıl farklı bir üniversitenin ev sahipliğini yaptığı 7. Nanobilim ve Nanoteknoloji Konferansı'nın (NanoTR VII – 2011) amacı, ülkemizde ve dünyada nanobilim ve nanoteknoloji alanında araştırma yapan temel bilim, mühendislik, eczacılık ve tıp gibi farklı disiplinlerden bilim insanlarını, araştırmacıları, öğrencileri ve sanayi kuruluşlarını biraraya getirerek ilgili alanlardaki son gelişmelerin tartışılması ve bir sinerji oluşturarak yeni açılımlara doğru adım atılmasını sağlamaktır.

Nanobilim ve Nanoteknoloji Konferansı Hakkında:

İlk NanoTR konferansı, 2005 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde Prof. Dr. Oğuz Gülseren, Prof. Dr. Raşit Turan ve Prof. Dr. Atilla Aydınlı tarafından düzenlendi. Türkiye’de nanobilim ve nanoteknoloji alanında çığır açan bu konferans, tüm disiplinlerden bilim insanlarını, araştırmacıları ve öğrencileri bir çatı altında topladı. Geçen zaman içinde NanoTR, dünyanın her yerinden katılımcı çeken bölgesel çapta bir konferans halini aldı.

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu soruyor: “Toplumsal Cinsiyet Analizinden Kim Korkar?”

Dünyaca ünlü feminist düşünür ve akademisyen Cynthia Enloe, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu tarafından düzenlenen konferansta “Toplumsal Cinsiyet Analizinden Kim Korkar? Feminist Merakı Akıllı Sorular Sormak İçin Kullanmak” başlıklı bir konuşma yaptı.


Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu; kadın çalışmaları, uluslararası siyaset, milliyetçilik ve militarizm alanlarını önemli ölçüde etkilemiş, dönüştürmüş; feminist düşünür ve akademisyen Cynthia Enloe’yi konuk etti.

Clark Üniversitesi Kadın Çalışmaları ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde profesör olan Cynthia Enloe, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu tarafından 14 Haziran 2011 Salı günü, Sabancı Üniversitesi Karaköy Minerva Han’da düzenlenen konferansta, “Toplumsal Cinsiyet Analizinden Kim Korkar? Feminist Merakı Akıllı Sorular Sormak İçin Kullanmak” (Who is Afraid of Gender Analysis? Using Feminist Curiosity to Ask Smart Questions) başlıklı bir konuşma yaptı. Konferansa, birçok üniversite ve sivil toplum kuruluşundan temsilciler katıldı.

Cynthia Enloe konuşmasına toplumsal cinsiyet ile ilgili soru sormanın bir tabu olduğunu söyleyerek başladı. Birçok insan için toplumsal cinsiyet konularında soru sormanın zor olduğunu ve hatta bu konu ile ilgili soru sormaktan korktuğunun altını çizen Enloe, konuşmasında toplumsal cinsiyet konusunda soru sorulmasını reddetmenin  altında yatan sebepleri de sorguladı.

Cynthia Enloe çalışmalarında, “Erkek olmak ve kadın olmak”, “kadınlar nerededir, erkekler nerededir?”, ve “Erillik ve dişilik nedir?” kavramlarını sıklıkla sorguladığını ifade etti. Genelde çoğu insanların aklına kadına dair sorular sormanın gelmediğini veya bilinçli olarak sorumluluk almamak adına kadına dair soruları sormayı reddettiğini söyleyen Enloe, doğal afetler konusunu kullanarak feminist aklı kullanmanın nasıl bir fark yaratabileceğini gösterdi. Çalışmalarında rastladığı bir bulgunun da doğal afet olaylarında kadınların yaşamlarını yitirme oranlarının erkeklere göre daha fazla olduğunu söyleyen Enloe, 2005 yılı sonunda Hint Okyanusu’nda yaşanan tsunami olayından da örnekler verdi. Katılımcılardan bunun sebebini düşünmelerini isteyen Cythia Enloe, bu durumun toplumsal cinsiyet olgusu ile bağlantısını açıkladı. Toplum yapısı itibariyle kadınların evde olmalarının, çocuklarla ilgilenmelerinin etkenler arasında yer aldığını söylerken, diğer önemli faktörlerin de erkeklerin çocukluklarından bu yana koşmak, tırmanmak ve yüzmek gibi konularda eğitildiğini ancak kadınların bunlardan uzak tutulması olduğunu ifade etti.

Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının dünyanın en güçlü sivil toplum kuruluşlarında bile görülebildiğine dikkat çeken Cynthia Enloe, dünyada 98 ülkede yoksulluk ve adaletsizlik gibi konularda mücadele veren OXFAM’dan örnek verdi. Bu organizasyon içinde “tehlikeli”, “acil” ve “kriz” gibi içerikleri olan birimlerin maskülen yapısına, maskülen olması gerekliliği düşüncesine, dikkat çekti. Enloe, organizasyon içinde “eğitim” biriminin feminen olduğunu dile getirirken, diğer birimlerin feminen bir yapıya sahip olmasının, birimin değerini düşüreceği düşüncesine dikkat çekti. Enloe ayrıca, feminen olduğu düşünülen birimlere yeterli kaynak akışının sağlanamaması nedeniyle gerekli etkiyi yaratamadığını da bildirdi.

Sempozyum birçok mecrada haber olarak da yer aldı.

Abone ol