Ana içeriğe atla

Değerli Bilim İnsanımız Erdal İnönü’yü vefatının 14. yılında saygıyla anıyoruz

31 Ekim 2007 tarihinde aramızdan ayrılan Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyemiz Prof. Dr. Erdal İnönü’yü saygı ile anıyoruz.

Erdal_İnönü

Hayatının önemli bir kesitini temel bilimlere adamıştı...

Erdal İnönü, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun (TÜBİTAK) kuruluşuna katkıda bulundu, TÜBİTAK Temel Araştırmalar Enstitüsü'nde kurucu müdürlük yaptı, fizik alanında verilen Wigner Madalyası'nı aldı. Sabancı Üniversitesi de olmak üzere Türkiye’de birçok üniversitede fizik profesörlüğü yapan Prof. Dr. İnönü, yaşamının önemli bir kesitini temel bilimlere adamıştı.

Erdal İnönü, Ekim 2002 yılından tedavisi için ABD'ye gidene kadar  Sabancı Üniversitesi’nde 'Bilim Tarihi' dersi verdi.

Erdal İnönü’nün ülkemizin bilimsel gelişimi için yaptıklarını daha da ileriye taşımak, kendisinin bilime olan inancı ve bu alandaki sayısız katkılarını onurlandırmak üzere, Sabancı Üniversitesi’nde Erdal İnönü Kürsüsü kuruldu. Bu kürsü Türkiye ve dünyada Erdal İnönü adına kurulan ilk kürsü olma özelliğini taşıyor. Kürsünün amacı, kariyerinin başında olan ve gelecek vaat eden bir genç araştırmacının “Doğa Bilimleri veya Bilim Tarihi” alanında yapacağı çalışmaları en az altı yıl boyunca desteklemek.

Prof. Dr. Erdal İnönü

Prof. Dr. Erdal İnönü, 6 Haziran 1926 tarihinde Ankara'da dünyaya geldi. Türkiye'nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile Mevhibe İnönü'nün oğlu olan Erdal İnönü'nün çocukluğu, dönemin siyasi gelişmeleriyle iç içe geçti.

İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da yapan Erdal İnönü, 1947'de Fen Fakültesi'nden fizik lisansı diploması aldıktan sonra ABD'ye gitti. California Teknoloji Enstitüsü'nde doktora derecesini tamamlayan Erdal İnönü, ''teorik fizik'' alanında araştırmalar yaptı ve Türkiye'ye döndükten sonra Ankara Üniversitesi'nde asistan olarak göreve başladı.

Askerlik görevinin ardından doçent olan Erdal İnönü, 1957-1960 arasında yeniden ABD'ye giderek çeşitli üniversite ve araştırma enstitülerinde çalıştı.

1964-1974 yılları arasında Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde (ODTÜ) ''Fizik Profesörü'' olarak görev alan Erdal İnönü, üniversitede bölüm başkanlığı, dekanlık ve rektörlük görevlerinde bulundu.

Erdal İnönü, 1974'te Boğaziçi Üniversitesi'ne geçti ve burada fizik profesörlüğünün yanı sıra Temel Bilimler Fakültesi Dekanlığı görevini üstlendi.

TÜBİTAK'ın kuruluşuna katkıda bulunan Erdal İnönü, bir süre Temel Araştırmalar Enstitüsü'nde ''kurucu müdürlük'' görevini sürdürdü.

Prof. Dr. Erdal İnönü, NATO Fen Komitesi'nin yanı sıra UNESCO Yürütme Kurulunda da görev aldı.

SİYASET DÜNYASINA ADIM

12 Eylül 1980 harekatının ardından, 1983 yılında yeni partilerin kurulmaya başlamasıyla aktif siyasete girdi.

Sosyal Demokrasi Partisi'nin (SODEP) kurucu genel başkanı olan Erdal İnönü, SODEP ile Halkçı Partinin birleşmesiyle kurulan Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin (SHP) ilk olağanüstü kurultayında bu partinin genel başkanlığına seçildi. Erdal İnönü, SHP Genel Başkanlığı görevini 1993 yılına kadar sürdürdü.

Erdal İnönü, 1986 yılında yapılan ara seçimlerinde İzmir'den milletvekili seçildi; 18. ve 19. Dönemlerde de TBMM'de görev aldı.

DYP-SHP KOALİSYONU

Erdal İnönü, 1991 genel seçimlerinden sonra, SHP'nin Doğru Yol Partisi (DYP) ile kurduğu, Süleyman Demirel'in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümünün ardından Süleyman Demirel'in 16 Mayıs 1993'te 9. Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Tansu Çiller'in başbakanlığında DYP-SHP koalisyonu devam ederken, Erdal İnönü genel başkanlığı bırakma kararını açıkladı ve SHP'nin 11 Eylül 1993'teki 4. kurultayında yeniden aday olmadı.

SHP'nin CHP ile birleşmesinin ardından, 27 Mart 1995 tarihinde koalisyon hükümetinin sosyal demokrat kanadında değişikliğe gidildi ve Erdal İnönü Dışişleri Bakanlığı görevini üstlendi. Erdal İnönü, 1995 yılının Mart ayında başladığı bu görevini Ekim ayına kadar sürdürdü.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun

Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz."

Cumhuriyetimizin 98. yılı kutlu olsun!

CumhuriyetBayramı

Online Lise Kış Okulları İçin Kayıtlar Başladı

Sabancı Üniversitesi’nin lise öğrencilerine yönelik organize ettiği eğitim programları Lise Kış Okulları ile devam ediyor. Online olarak gerçekleşecek Lise Kış Okulları için kayıtlar başladı. 

Online Lise Kış Okulu ve Online Nanoteknoloji Kış Okulu olmak üzere iki farklı kategoride gerçekleşecek eğitim programlarına son başvuru tarihi 1 Ocak 2022.  

Üniversite eğitimine giriş: Lise Kış Okulu 

Sabancı Üniversitesi’nin 2011 yılından bu yana düzenlediği Lise Kış Okulu, öğrencilere üniversite deneyimi kazandırmayı amaçlıyor. 

24 Ocak – 4 Şubat 2022 tarihleri arasında gerçekleşecek Online Lise Kış Okulu’nda öğrenciler doğa bilimleri ve mühendislik, sosyal bilimler, sanat, yönetim, başarı ve meslek dahil olmak üzere 20’den fazla üniversite dersi arasından seçim yapabiliyorlar. Öğrenciler iki hafta süre ile hafta içi her gün kayıt oldukları dersler için online eğitim alacaklar. 

Bilime meraklılar Online Nanoteknoloji Kış Okulu’nda buluşacak

Sabancı Üniversitesi bilime meraklı lise öğrencileri için 24 Ocak – 4 Şubat 2022 tarihleri arasında online olarak Nanoteknoloji Kış Okulu düzenleyecek. 

Sabancı Üniversitesi Nano Tanı İçin Fonksiyonel Yüzeyler ve Arayüzler Mükemmeliyet Merkezi (EFSUN) ve Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) desteğiyle içeriği oluşturulan, Üniversite öğretim üyeleri ve araştırmacıları tarafından verilen derslerde öğrenciler ilgi duydukları bilim dallarına göre ders seçiminde bulunabiliyorlar. Program kapsamında verilen dersler arasında nano üretim, pil çalışma prensibi, genetik hastalıklar ve gen tedavisi, nanoteknoloji gibi farklı konular yer alıyor. 

Detaylı bilgi almak için burayı tıklayabilirsiniz. 

GEARING-Roles Yarışması için Son Başvuru Tarihi 31 Ekim

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender) tarafından yürütülen GEARING-Roles (Araştırma Kurumlarında Toplumsal Cinsiyet Rollerini Dönüştürmek için Cinsiyet Eşitliği Eylemleri) Projesi yarışması için son başvuru tarihi 31 Ekim 2021'e uzatıldı. 

Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Karşı Geliştirilen Dirençler temalı GEARING-Roles yarışmasında, Araştırma Ödülü ve Yaratıcılık Ödülü olmak üzere iki farklı kategoride toplam 5 kişi ödüllendirilecek.

Araştırma Ödülü

Araştırma ödülü için toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı geliştirilen dirençler konusunda kısa araştırma yazılarınız beklenmektedir. Yazıların uzunluğu 1000 kelimeyi geçmemelidir. Lisans, yüksek lisans ve doktora seviyelerinde başvuran adaylar arasından birer kazanan belirlenecektir. Araştırma yazıları İngilizce olarak iletilmelidir. (İngilizce ana diliniz değilse, değerlendirme aşaması için yazınızı iletirken bunu belirtmeniz gerekmektedir.)

Yaratıcılık Ödülü

Yaratıcılık Ödülü,  toplumsal cinsiyet eşitliğine karşı geliştirilen dirençleri mizah yoluyla eleştiren en fazla 2 dakikalık videolar ve karikatür veya illüstrasyonlar şeklinde iki farklı kategoride verilecektir.

GEARING-Roles yarışmasının değerlendirme aşamalarında jüri fikir ve yenilikçi yaklaşımları ölçüt olarak alacağı için iletilen işlerin sanatsal anlamda mükemmel olması gerekmemektedir.

Yarışmanın kazananları tüm masrafları karşılanacak bir Estonya seyahati ile ödüllendirilecektir. Kazananlar ayrıca GEARING Roles çalışmalarını geliştirmek için uzman ve danışmanlardan destek alma fırsatı bulacaktır.

Yarışmaya son başvuru tarihi: 31 Ekim 2021’dir. Kazananlar 15 Kadım 2021 tarihinde açıklanacaktır.

Yarışmayla ilgili detaylı bilgiye burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz. 

Daha fazla bilgi için Olivia.iannelli@trilateralresearch.com veya ilayda.ova@sabanciuniv.edu  adreslerine yazabilirsiniz.

“Türkiye’de Göç, Çevre ve Toplumsal Cinsiyet” Projesinin Final Raporu Yayında!

SU Gender Araştırmacısı ve Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Kristen Biehl’in Raoul Wallenberg Enstitüsü İnsan Hakları Araştırmaları Hibe Programı desteğiyle yürütücülüğünü yaptığı projenin "Göç ve çevre çalışmalarında toplumsal cinsiyet nerede? Türkiye’de sivil toplumdan örnekler" başlıklı raporu yayınlandı.


Rapor, çoğunlukla birbirinden bağımsız ele alınan göç ve çevre konularını kesiştikleri ortak alan olan toplumsal cinsiyet temelli olgular üzerinden birbirleriyle konuşturuyor. Bu bağlamda Türkiye’de göç ve çevre ile ilgili çalışmalar yürüten sivil toplum örgütlerinin toplumsal cinsiyete duyarlılık ve yaklaşımları yakından inceleniyor. Göç ve çevre konularına toplumsal cinsiyet odağıyla yaklaşmasıyla alanında öncü çalışmalardan biri olan proje, aynı zamanda feminist siyaset ekseninde bir arada düşünmenin yollarını arıyor.

Türkiye’de göç̧ ve çevre ile ilgili konularda çalışmalar yürüten sivil toplum örgütlenmeleri toplumsal cinsiyeti çalışma konularıyla nasıl ilişkilendiriyor, toplumsal cinsiyet eşitliğini çalışma alanlarına ve kendi iç yapılanmalarına ne şekillerde yansıtıyorlar? Bu soru etrafında ve kesişimsel bir yaklaşımla yürütülen bir araştırma projesi göç, çevre ve toplumsal cinsiyet konularını hangi açılardan beraber düşünmeye katkı sağlar? Bu temel soruları cevaplamak amacıyla tasarlanan bu araştırma için Türkiye’de aktif olarak hak temelli çalışmalar yürüten, kuruluş misyonunda kendini kadın ve/ya LGBTİ+ örgütlenmesi olarak tanımlamayan, yarısı göç, yarısı çevre alanından olmak üzere toplam 30 farklı STK ile yarı-yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirildi. 

Raporun ilk bölümünde araştırma konusunun arka planını teşkil eden dört temel kavramın (sivil toplum, toplumsal cinsiyet, göç ve çevre) kesiştikleri noktalar etrafında Türkiye’yi merkeze alan akademik yayın ve raporların özeti sunulmaktadır. Raporun ikinci bölümünde görüşme yapılan kuruluşların seçim süreci ve görüşme yöntemlerine yer verilmektedir. Üçüncü bölümde ise araştırmanın bulguları önce göç sonra çevre başlığı altında incelenmektedir. Her iki başlık altında da ilk olarak kuruluşların çalıştıkları konu alanı ile toplumsal cinsiyet ilişkisini nasıl gördükleri sorusu bağlamında tespit edilen farklı kavramsal bakış açıları sunuluyor. İkinci olarak kuruluşların yürütmekte oldukları çalışmalarda toplumsal cinsiyet duyarlılığını ve/ya toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik adımları ne şekilde dahil ettikleri ele alınıyor. Son olarak da kuruluşların kendi iç yapılanmaları toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinden değerlendiriliyor. Raporun sonuç ve tartışma kısmında ise hem göç ve çevre bölümlerinin bulguları özet olarak aktarılmakta hem de bu iki alanı beraber düşünmenin ortaya çıkardığı bazı noktalar üzerine paylaşımda bulunulmaktadır. 

Raporu Kristen Biehl, Kadir Has Üniversitesi’nde misafir akademisyen olan Özlem Aslan ile beraber kaleme aldı. Araştırma sürecinde Central European University doktora öğrencisi Mert Koçak ve Sabancı Üniversitesi toplumsal cinsiyet çalışmaları programı doktora öğrencileri Aslı Aygüneş ve Begüm Selici de önemli katkılarda bulundu. 

Rapora burayı tıklayarak ulaşabilirsiniz.  

Mezunumuz Özlem Kalkan’a LİSA Ödülü

Leadership in Sales Awards 2021 (LiSA) kapsamında mezunumuz Özlem Kalkan, SabancıDx Satış ve Pazarlama Genel Müdür Yardımcılığı göreviyle Teknoloji kategorisinde ödül aldı.

Sales Network Topluluğu tarafından bu yıl ilk kez organize edilen LİSA’da kazanan isimler, Sales Network Summit'te açıklandı. 12 ayrı kategoride yılın liderlerinin açıklandığı LiSA 2021 ödüllerinin kazananları, halk oylamasıyla seçilen kısa listedeki adayların seçkin bir jüri tarafından değerlendirmesi sonucu belirlendi. 

Mezunumuz Özlem Kalkan, teknoloji sektöründeki çok yönlü tecrübesiyle ödüle layık görüldü. 

2003 yılında Sabancı Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Programından mezun olan Özlem Kalkan, yine Sabancı Üniversitesinden 2005 yılında işletme ve telekom bilimi üzerine çift yüksek lisansını tamamladı. İş hayatına 2004 yılında atılan Özlem Kalkan, 2019 yılından bu yana SabancıDx’te çalışıyor. 

Sabancı Üniversitesi bu yıl da Türkiye’den birinci sırada yer aldı

Times Higher Education (THE), Gelişen Ekonomilerdeki Üniversiteler 2022 Sıralaması’nı açıkladı. Sabancı Üniversitesi, bu yıl da Türkiye’den birinci sırada yer alan üniversite oldu. Böylece Sabancı Üniversitesi geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi Türkiye'den sıralamaya giren üniversiteler arasında liderliğini sürdürdü.

THE2022

Dünya üniversiteleri sıralama kuruluşu Times Higher Education (THE), Gelişen Ekonomilerdeki Üniversiteler 2022 Sıralaması’nı duyurdu. Sabancı Üniversitesi, 52 ülkeden 698 üniversitenin değerlendirildiği listede 44. sırada, Türkiye’den ise 54 üniversite arasında birinci sırada yer aldı.

Sabancı Üniversitesi ayrıca, Times Higher Education Alanlara Göre Dünya Üniversiteler 2022 Sıralaması sonuçlarına göre; Bilgisayar Bilimi’nde 891 üniversite arasında 401-500 bandında, Türkiye’deki vakıf üniversiteleri arasında birinci sırada yer aldı.

Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Leblebici, THE verilerine göre; bilimsel yayın ve araştırmacı sayısı ile belirlenen araştırma boyutunda Türkiye’nin en önde gelen üniversitesi olduklarını söyledi.

Dünyada tanınan ve takdir edilen bir araştırma üniversitesi olma yolunda ilerlediklerini ifade eden Yusuf Leblebici, şu şekilde konuştu: Sabancı Üniversitesi olarak gerek eğitim programlarımızın kalitesi ve özgünlüğü, gerekse bilim dünyasına yapmakta olduğumuz katkıları simgeleyen araştırma çıktılarımızla, Türkiye’de ve dünyada fark yaratıyoruz. Bunun sonucu olarak gelişmekte olan ülkeler sıralamasının yanı sıra dünya üniversiteler sıralamalarında da çok iyi sonuçlar elde ediyoruz. Times Higher Education (THE) Asya Üniversiteleri Sıralamasında son 3 yılda Türkiye’den sıralamaya dahil olan üniversiteler arasında 1. Sırada yer alıyoruz. THE verilerine göre; bilimsel yayın ve araştırmacı sayısı ile belirlenen araştırma boyutunda Türkiye’nin en önde gelen üniversitesiyiz. Ayrıca, sanayi destekli projeler ve sanayi gelirleri kategorisinde tüm dünya üniversiteleri arasında 27. sırada bulunuyoruz. Türkiye’nin en iyisi olmayı sürdürmekle kalmayıp, tüm dünyada en üst sıralarda tanınan ve takdir edilen bir araştırma üniversitesi olma yolunda ilerliyoruz. Bu amaca yönelik olarak sürekli geleceğe hazırlanıyoruz. Araştırma altyapımızı daha da zenginleştirecek adımları atıyoruz. Üniversitemiz bünyesindeki merkezlerimiz ile ulusal ve uluslararası çok büyük ölçekli projelere ev sahipliği yapıyoruz. Geldiğimiz noktada, bilimsel başarılara ve geleceğe yön veren pek çok çalışmada Sabancı Üniversitesi imzasını görebilirsiniz. Bu sonuçlar da yaptığımız başarılı çalışmaların bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Öğretim Üyelerimizin projesi, Annalen der Physik Dergisi’ne kapak oldu

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Burç Mısırlıoğlu’nun yürütücülüğünü yaptığı ve Mekatronik Programı Öğretim Üyesi Kürşat Şendur’un da katkı sağladığı proje, dünyaca ünlü Annalen der Physik Dergisi’nin Ekim sayısının kapağında yer aldı. Burç Mısırlıoğlu ve Kürşat Şendur ile projede bulunan ekip, dergide üzerinde çalıştıkları proje ile bir makaleyi kaleme aldı.

BurçMısırlıoğlu_KürşatSendur

Kürşat Şendur - Burç Mısırlıoğlu

Fizik hakkındaki en eski bilimsel dergilerden biri olan ve 1799 yılından beri yayımlananan Annalen der Physik Dergisi, Ekim ayındaki kapak sayfasını MDBF Öğretim Üyesi Burç Mısırlıoğlu’nun yürütücülüğünü yaptığı projeye ayırdı. Burç Mısırlıoğlu ile projede yer alan Mekatronik Programı Öğretim Üyesi Kürşat Şendur, Malzeme Bilimi ve Nanomühendislik Doktora Programı Öğrencisi Wael Aldulaimi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü (İYTE) Öğretim Üyesi M. Barış Okatan ve University of Manchester'da doktora öğrencisi olan Can Akaoğlu dergideki yazıda manyetizmanın nano yapılarda diskin normali boyunca nanosaniye elektrik sinyalleri yoluyla kiralitenin deterministik ve lokal olarak kontrolünü sağlayan bir yöntemi gösterdiler.

Burç Mısırlıoğlu dergide yer alan makale ile ilgili şunları söyledi: Girdap tipi manyetizmanın genellikle ferromanyetik nano disklerde kararlı olabildiği bilinmektedir. Bir ferromanyetik nano diskteki girdabın kiralitesi saat yönünde veya saat yönünün tersine olabilir. Bu kiralite esasen çok yüksek yoğunlukta veri depolamaya izin veren bilgi bitleri olarak kullanılabilecek durumlara tekabül etmektedir. Ayrıca, manyetizmanın elektriksel kontrolü, geleneksel manyetik indüksiyon bazlı yöntemlere göre avantajlara sahip olduğu için elektronik ve spintronikte yeni cihaz tasarımının ön saflarında yer alan bir başka konudur. Bu makalede manyetizmanın elektriksel kontrolü için önerilen metot nano yapının manyetik dipollerine eşleşen teğetsel manyetik alanlar oluşturan ve kiraliteyi tersine çevirebilen, zaman ekseninde asimetrik nano saniye mertebelerindeki elektrik darbelerine dayanmakta.

AnnalenDerPhysik_Dergisi

IPRES 2021 Uluslararası Dijital Koruma Konferansı'nda Türkiye'yi bu yıl Sakıp Sabancı Müzesi temsil edecek

Çin’in başkenti Pekin’de 19-22 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek IPRES2021 17. Uluslararası Dijital Koruma Konferansı’nda bu yıl ilk defa Türkiye de temsil edilecek. Konferansta Sakıp Sabancı Müzesi Türkiye’den katılan tek kurum olarak yer alacak.

IPRES2021

Aralarında Amerika, Almanya, İngiltere, Hollanda gibi ülkelerin yer aldığı ve alanının uzmanlarının katıldığı konferans,  Zenginleştirilmiş Dijital Ekosistem İçin Dijital Korumayı Güçlendirme konusuna odaklanacak. İlk defa Türkiye’nin de konuşmacı olarak yer alacağı konferansta Sakıp Sabancı Müzesi digitalSSM Araştırma Yöneticisi Osman Serhat Karaman “Sürükleyici Medyayı Korumak”  (Preserving Immersive Media) başlıklı bir sunum gerçekleştirecek.

Osman Serhat Karaman konuşmasında; sanal, artırılmış veya karma gerçeklik teknolojileriyle üretilmiş yeni medya sanat eserlerinin gelecekte de sergilenebilir ve izlenebilir olmalarını sağlamak için sanat kurumlarının oluşturması gereken stratejilere değinecek.  Sürekli değişen teknolojiler ve buna bağlı olarak ortaya çıkan teknolojik çürümeye ve teknolojiye bağlı yaşayan yeni medya sanat eserlerinin gelecekte nasıl hayatta kalabileceklerine dikkat çekecek Karaman, dijital korumanın başarısının kurumlararası işbirliği ve bilgi paylaşımıyla mümkün olacağını, SSM’in iş birliği yaptığı dünyanın en önemli dijital koruma programlarını yürüten Tate ve ZKM ile yapılan ortak çalışmalar kapsamında ele alacak. Konuşma, 22 Ekim Cuma, Türkiye saati ile 15.00’te gerçekleşecek.

Türkiye’de ilk defa digitalSSM tarafından hayata geçirilen ve dijital sanatın korunmasını odağına alan  “Teknolojik Sanat Eserlerinin Korunması Projesi”,  2019’dan itibaren önde gelen uluslarası kültür sanat kurumlarıyla birlikte ortak çalışmalar gerçekleştiriyor.

Bu anlamda uluslararası öncü bir araştırma platformu olan digitalSSM; Sabancı Üniversitesi işbirliğiyle dijital kültürün korunması, ağ bilimi, yapay zeka ve blockchain teknolojisi üzerine sanat temelli araştırma projeleri geliştiriyor ve yürütüyor.

19-22 Ekim tarihleri arasında çevrimiçi gerçekleştirilecek 17. Uluslararası Dijital Koruma Konferansı https://zoom.ipres2021.ac.cn/ linkinden takip edilebilecek.

*Görsel için kredi bilgisi: "Memory Theater VR", 1997, ZKM © Agnes Hegedüs

Deniz Gündoğan İbrişim Antroposen Travması Kavramını Türkiye Literatürüne Kazandırıyor

Deniz Gündoğan İbrişim’in AB H2020 Marie Skłodowska Curie Uluslararası Burs ve Araştırma Dolaşım Destekleri (MSCA- Individual Fellowships) kapsamındaki projesi, Antroposen travması ve iklim yası kavramlarını ve temsillerini Türkiye literatürüne kazandırıyor. Geç Osmanlı döneminden çağdaş Türkiye edebiyatına uzanan geniş yelpazede, Antroposen travmasına dair multidisiplliner bir kavramsal ve feminist metodolojik çerçeve öneriyor.


SU Gender bünyesindeki “Antroposen Çağı’nda İmparatorluk Sonrası Hafıza, Toplumsal Cinsiyet ve Travma: Türkiye’de Feminist Yeni Yaklaşımlar” (Postimperial Memories, Trauma, and Gender in the Anthropocene: A New Feminist Perspective on Turkey; akronimi POGETA) isimli projenin[1] süpervizörü SU Gender Direktörü Hülya Adak. Proje, SU Gender bünyesinde başlatılan ekoloji ve iklim değişikliği odaklı araştırma alanlarıyla da örtüşüyor, kültür ve edebiyat incelemeleri aracılığıyla bu alanları besliyor.

POGETA, Antroposen’de şiddet, travma, yas ve hatırlama temsillerine dair feminist, queer ve ekolojik perspektifte açılan “dolaşık” yaklaşımlar geliştirmek gerektiğinin acileyetinin altını çiziyor. Dahası proje, Antroposen teriminin ve Antroposen Çağı’nın Avrupa merkezci, ayrıcalıklı ve eril perspektifini sorunsallaştırarak, feminist ve queer yaklaşımları ve eko-etik çözümlemeyi ön plana çıkarıyor ve yeni bir okuma öneriyor. POGETA’nın iki temel amacı bulunuyor. Birincisi interdisipliner bir bakışla “Antroposen travması”nı ilk kez Türkçe’de kavramsallaştırıyor. Projede “Antroposen travması” travma ve bellek çalışmaları, kültür ve edebiyat çalışmaları, toplumsal cinsiyet çalışmaları, feminist ve queer kuramlar, çevreci beşeri bilimler gibi farklı disiplinlerdeki etkileşim ve diyalogdan beslenerek literatüre kazandırılıyor.

İkinci olarak, Antroposen Çağı’na feminist ve queer odaklı bir bakış geliştirmeyi amaçlayan POGETA, Osmanlı sonrası ve günümüz Türkiye edebiyatı ile Türkiye’nin Avrupa diasporasındaki yazınını karşılaştırmalı bir perspektifle araştırıyor. Avrupa ve Batı merkezci söylemi genişletmeyi “dekolonize” etmeyi hedeflerken hem Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk gibi eril kanonik metinlerini yeniden gözden geçiriyor, hem de Leyla Erbil, Sevim Burak, Latife Tekin ve Emine Sevgi Özdamar, gibi feminist filtrelemeyi (bilinç, söylem ve anlatı çerçevesinde) öneren yazarların ürettiği eserleri ve ortaya koydukları performansları inceliyor. Söz konusu düşünür ve yazarların günümüz neoliberal patriarkal anlayışına ve küresel iklim değişikliği ve krizine hem açık hem de örtük olarak nasıl seslendiklerine de değinecek olan bu proje, Osmanlı sonrası kültür ve edebiyatta Antroposen tartışmalarını başlatarak Türkiye ve Avrupa arasında multidisipliner bir çerçeve sunuyor.

Antroposen Tartışmaları: Antroposen Niçin Bu Kadar “Moda” Bir Sözcük?

Halihazırda içinde yaşanılan Antroposen zamanlar, çoğu durumda seyirlik kimi zaman da örtük ve birikimli ilerleyen yavaş bir ekolojik tükeniş ve yıkıma, küresel Covid-19 pandemisine tanıklık edilen bir çağa işaret ediyor. Antroposen aynı zamanda hem kavramsal hem de pragmatik açıdan özellikle son yıllarda giderek yaygınlaşarak edebiyattan psikolojiye, mimariden sanata değin yerindeyse oldukça moda olan bir sözcük olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, Antroposen terimi çok yeni olmamasına karşın tam da bugün hem kültürel çalışmalarda hem edebiyat eleştirilerinde en çok tartışılan, tanımlanmaya, imkânları ve sınırları çizilmeye çalışılan en tartışmalı kavramların başında yer alıyor. Uluslararası Stratigrafi Komisyonu’nun küresel jeolojik zaman ölçeği olarak onayladığı, bugünden yaklaşık on bir bin altı yüz elli yıl önce başlayan jeolojik çağ Holosen’in bitişi olarak adlandırılan Antroposen Çağı esasen resmi olarak henüz onaylanmadı. Ancak bilhassa yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren tanıklık ettiğimiz ekolojik tükeniş ve küresel iklim krizini dile dökmenin yollarını aramak, Antroposen’i hem çağ hem analitik kategori olarak görünür kılıyor. Zira Antroposen ve temsillerine dair sayıları giderek artan akademik (jeolojik, antropolojik, sosyolojik, psikolojik, felsefi ve edebi) ve sanatsal çalışmaları görmek mümkündür.

Antroposen Tanımı

Antroposen’in tanımı “Antropos”un, (Eski Yunanca’da ideal erkek insana tekabül eder), başka deyişle insan öznenin, dünyayı geri gelinemez biçimde jeolojik bir güç olarak değiştirdiğine işaret ediyor. İlk olarak 2002 yılında atmosferik kimyager Paul Crutzen ve ardından E. F. Stoermer Antroposen kavramını kullanarak Holosen’den Antroposen’e geçişten bahsediyorlar. İnsanın bir kuvvet olarak dünyaya olan etkisinin en üst düzeylere çıktığı Sanayi Devrimi’nden bugüne değin gelinen sürecin kaygı duygusu aracılığıyla altını çizen Crutzen ve Stoermer, müthiş bir değişimin ve tahribatın gerçekleştiği çağın “İnsan Çağı” olarak adlandırılmasının önemini vurguluyor. Crutzen ve Stoermer insanın jeolojik güç haline gelmesinin olumsuz etkisi üzerinden Antroposen’i tanımlarken, bugün yaşadığımız ekolojik ve iklim felaketleri ile bağlantısını kuruyor. Antroposen’in analitik kategori olarak ele aldığı konular arasında kentleşme, erozyon, küresel ısınma, deniz seviyesinin yükselmesi, karbon, azot, fosfor ve çeşitli metaller gibi elementlerin yeni kimyasal bileşiklerle birlikte ani bozulmaları, okyanusların asidifikasyonu ve ölü bölgelerinin yayılması bulunuyor. Bunlara ek olarak, avlanma, habitat kaybı, evcil hayvan popülasyonlarının ve türlerin yok oluşu, biyosferdeki hızlı değişiklikler, beton, uçucu kül, plastiklerden üretilen malzemelerin atığa dönüşmesi sonucunda “teknofosil” adı verilen yeni mineraller ve kayaların oluşması gibi durumlar da Antroposen Çağı’nın soruları ve sorunları arasında yer alıyor. Günümüzde Antroposen’in ne zaman başladığı hâlâ tartışılırken üç başlangıç senaryosu bulunuyor.

Antroposen’den önceki tarihsel çağlar milyon yıllarla değerlendirirken, Sanayi Devrimi’nin yeryüzünün jeolojik yapısında geri dönüşü olmayan değişimleri başlattığını ileri sürülüyor. İkinci olarak ilk atom bombası patlamasının stratigrafik katmanlar üzerindeki etkisi nedeniyle 1945 tarihi Antroposen’in başlangıcı olarak kabul ediliyor. Ancak Heather Davis ve Zoe Todd gibi sömürge sonrası eleştirilerden beslenen araştırmacılar, Antroposen Çağı’nın esas başlangıcının izini 1600‘lere, Avrupa’nın kıta Amerika’sını sömürgeleştirmesine ve uzun döneme yayılan sömürge politikalarına kadar götürüyorlar.[2] Davis ve Todd Antroposen Çağı’nın sömürgecilik, yerinden yurdundan etme ve savaş pratikleriyle yakından ilişkisini inceleyerek Avrupa ve Batı merkezli bir Antroposen kurgusunu eleştiriyor. Bu eleştiri, yerel kültürler ile yerel toplulukların uzun tarihte nasıl mülksüzleştirildiklerine ve günümüzdeki etkilerine odaklandığından oldukça kıymetlidir.

Antroposen Çağı’nın başlangıç senaryolarının birbirinden farklı ve birbiriyle çelişiyor olmasına karşın, Antroposen’in bize disiplinler ötesi bereketli bir eleştiri alanı sunduğu aşikâr. Bununla birlikte bu kavram hem çevre bilimlerin hem beşeri bilimleri araştırmacıları tarafından oldukça eleştiriliyor. “In The Climate of History: Four Theses” adlı önemli çalışmasında Dipesh Chakrabarty, Antroposen’in sömürgecilik, ırkçılık ve ırkçı kapitalizm bağlamında yeterince çalışılmadığını ileri sürüyor.[3] Farklı bir eleştiri de Antroposen’in “Antropos”unu , başka deyişle ideal erkek öznesini ele alıyor ve Antropos’un kuvvetinin hem yüceltildiğinin hem de yerküre üzerindeki insan etkisinin kavram ile birlikte doğallaştırıldığının altını çiziyor. Peki bu doğallaştırma ne demek? Antroposen Çağı veya İnsan Çağı diyerek bütün insanları jeolojik güç olduğunu, dolayısıyla ekolojik yıkıma bütün insanlığın neden olduğunu savunuyoruz. Böylelikle doğa/kültür, insan/doğa gibi Aydınlanmacı düaliteleri yeniden üreterek insanın doğadan ayrı olduğunu söylüyoruz. Böylelikle ya eninde sonunda mutlaka doğaya dönüşün bulunduğunu ya da aklın kutsandığı, doğanın tahakküm altına alındığı bir alana hapsoluyoruz.

Türkiye’deki Edebiyat Çalışmaları Kapsamında Antroposen Travması, Kederi ve Yası

POGETA, Antroposen’e getirilen eleştirileri tanıyıp merkezine alarak Antroposen kavramının ve çağının zamansal ve mekânsal aciliyetini vurgularken ilk kez Türkiye’deki edebiyat çalışmaları kapsamında Antroposen travmasını kavramsallaştırıyor. Antroposen Çağı’nın bütün başlangıç senaryolarıyla birlikte düşünüldüğünde farklı bir psikolojik kırılmayı ve psikolojik travmayı ve yas tutmayı önerdiğini ileri sürüyor. Antroposen travmasının biyolojik, çevresel, teknolojik ve politik bağlamda “dolaşık” bir kırılma olduğunu ve sadece zihinsel veya bedensel bir süreç olmadığını tartışıyor. Bu bağlamda, Avrupa ve Amerika’daki çevre çalışmaları, kültür ve edebiyat çalışmaları, travma ve hafıza kuramlarının interdisipliner ve transdisipliner biçimde henüz literatüre kazandırdığı “yavaş şiddet”, “ekolojik travma”, “ekolojik keder”, “iklim kederi”, “iklim yası” gibi kavramların ve yol verdiği temsillerinin peşi sıra gidiyor ve bunların Türkiye’deki zamansal ve mekânsal açılımını inceliyor. Başka deyişle, POGETA Antroposen travmasının Osmanlı sonrası edebi kartografyasını çıkararak bir ilke imza atıyor.

Antroposen’de Feminist ve Queer Yakınlıklar: Kanona Yeniden Bakmak

İnsanı jeolojik bir kuvvet veya çevresel bir fail olarak anlarken cinsiyet, ırk, etnisitye, sınıf gibi farklılıkları birbiriyle olan kesişimsellikleri aracılığıyla ele alan POGETA, bilhassa toplumsal cinsiyet ve Antroposen arasında göz ardı edilen ilişkiye odaklanıyor. Antroposen kavramının tanımladığı, toplumsal, ekonomik, coğrafi, sınıfsal, etnik ve cinsiyete dayalı bütün ayrımlardan, niteliklerden azade, soyut bir bütün olarak tahayyül edilip kabul gören insanlık kavramını eleştiriyor. Bu eleştirisinde makbul erkek insanlık tahayyülü dışındaki feminist, queer ve türler arası çok yönlü temasları, eko-politik tanıklıkları ve ilişkilenme biçimlerini odağına koyuyor.

Bu çerçevede POGETA, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Sevim Burak, Leyla Erbil, Latife Tekin ve Emine Sevgi Özdamar gibi yazarların metinlerindeki açık veya örtük Antroposen travmasına, kederine ve yasına ışık düşürürken Türkiye ve Avrupa diasporasındaki travma ve hafıza çalışmalarının sınırlarını yeniden düşündürtüyor.



[1] Ana yürütücü ve koordinatör: Deniz Gündoğan İbrişim, SU Gender. Süpervizör ve koordinatör: Hülya Adak, SU Gender.

[2] Antroposen ve sömürgecilik arasındaki tarihsel ilişki için Davis ve Todd’un 2019 tarihli On the Importance of a Date, Or Decolonizing the Anthropocene adlı çalışmasına bakılabilir.

[3] Chakrabarty’nin 2009 çıkışlı “The Climate of History: Four Theses”adlı önemli çalışmasına bakılabilir.

Abone ol