Ana içeriğe atla

Sabancı Üniversitesi öğrencileri Singapur’da “CEO’larla Çay Sohbetleri”nde buluşuyor

Sabancı Üniversitesi Ekonomi İşletme Kulübü öğrencileri, 23-30 Ocak tarihleri arasında ilk kez Singapur’da CEO’larla buluşuyor. “CEO’larla Çay Sohbetleri” adı altında 5. yutdışı etkinliğini gerçekleştirecek öğrenciler, Singapur’un iş, politika ve medya dünyasının önemli isimleriyle biraraya gelecek.

Sabancı Üniversitesi Ekonomi İşletme Kulübü öğrencileri “CEO’larla Çay Sohbetleri” toplantı dizisi ile Singapur’un lider kuruluşlarının önemli isimleri samimi bir ortamda bir araya geliyor. Öğrenciler bu etkinlik ile ilk kez bir uzak doğu ülkesinin iş dünyasını yakından tanıma şansı bulacaklar. 

Bu sefer rotasını farklı bir coğrafya ve kültüre yönelten ekip, toplantı serisini 23-30 Ocak 2011 tarihleri arasında Singapur’da gerçekleştirecek. 16 öğrencinin katılacağı sohbet dizisinin konukları arasında McKinsey & Co., Günaydoğu Asya Danışma Kurulu Üyesi ve Partneri Jonathan Auerbach, Allianz Singapore CEO’su Kevin Leong, Aviva Singapore CEO’su Simon Newman, SingTel International CEO’su Hui Weng Cheong, ST Engineering Genel Müdürü ve CEO’su Tan Pheng Hock, SICC Genel Müdürü Phillip Overmyer, SBF CEO’su Teng Theng Dar ve MediaCorp Genel Müdürü Teo Ming Kian, DBS Singapore CEO’su Sim Lim, Loe Burnett Singapur ve Malezya CEO’su Tan Kien Eng olacak.

Şimdiye kadar 130 civarında CEO ile görüşen öğrenciler, hiç bir kaynakta bulmayacakları bilgileri ve tavsiyeleri başarısını kanıtlamış liderlerin ağzından dinlemenin ve sohbetlerin samimi ortamı sayesinde merak ettikleri konuları CEO’lara rahatlıkla sorabilmenin kişisel gelişimlerine ve gelecek planlarının şekillenmesine çok büyük katkıları olduğunu vurguluyor.

CEO’larla Çay Sohbetleri Ekibi Singapur görüşmeleri için ne dedi?

Şimdiye kadar İstanbul, İngiltere’de, Hollanda’da, Almanya ve Fransa’da düzenlenen ve Türkiye’nin ve Avrupa’nın ekonomi dünyasının liderleri ile görüşen Sabancı Üniversitesi Ekonomi İşletme Kulübü öğrencileri Singapur görüşmesi için şunları söylüyorlar; “Organizasyon olarak hedefimiz; dünya çapında başarı yakalamış insanlardan başarı hikayelerini dinlemek ve dünyadaki farklı iş kültürlerini mümkün olduğunca anlamak. Bu bağlamda; Singapur, anlamaya çalıştığımız dünya mozağininin Uzak Doğu kısmı için çok önemli bir parçası. Toplumu tamamen bir sentezden oluşan bu ülke, global vatandaş ve yönetici olmanın nasıl olduğu hakkında birçok sorunun yanıtını sunacak.” 

SUOyuncuları yeni projeleri ile farklı illerdeki çocuklarla buluşuyor

Sabancı Üniversitesi Tiyatro Kulübü Öğrencileri, “Düşler Bahçesi” adlı yeni çocuk tiyarosu projeleri ile Anadolu’nun farklı şehirlerini gezerek çocuklar için sahne alacaklar. Toplumsal duyarlılık bilincini bu kez tiyatro ile birleştiren öğrenciler, bu proje ile Kayseri, Adana ve Hatay’da daha önce tiyatroyla hiç tanışamamış çocuklara ulaşacaklar.



Sabancı Üniversitesi Tiyatro Kulübü “SUOyuncuları” bu yıl ilk kez hayata geçirecekleri “Düşler Bahçesi” adlı çocuk tiyatrosu projeleri ile 23 – 28 Ocak 2011 tarihleri arasında Kayseri, Adana ve Hatay’da çocuklarla buluşacaklar. Tiyatronun ulaşamadığı yerlere giderek, çocuklara güzel bir anı armağan etmeyi de amaçlayan öğrenciler ilk kez bu proje ile Anadolu’nun farklı illerinde sahne alacaklar. Günde 3 kez sahneye konacak oyun ile 6000 civarı çocuğa ulaşmak hedefleniyor.

Toplumsal duyarlılık bilinci ile bir sanat dalını birleştiren SUOyuncuları projelerini şu şekilde ifade ediyorlar: “Bu bağlamda, tiyatroyla henüz tanışamamış gerek İstanbul’da gerek Anadolu’nun değişik bölgelerinde milyonlarca insan ve çocuk bulunuyor., Çocuklara tiyatronun nasıl bir sanat dalı olduğunu göstermek ve onlara oyunumuzla ulaşmak amacıyla yola çıktık. Ayrıca yurt genelinde böyle projelerin az olduğunu tespit ederek, oyunumuzu İstanbul dışında Anadolu’nun farklı illerinde oynamaya karar verdik. Böylece, bir üniversite tiyatro kulübünün yapabileceklerini ve sonucunda oluşabilecek faydaları herkese göstermiş olacağız. Bununla birlikte farklı illerdeki öğrencilere ulaşıp onlara da farklı birer tecrübe yaşatmış olacağız.”

Proje Takvimi: 23 Ocak’ta yola çıkacak ekip 24 ve 25 Ocak’ta Kayseri’de, 26 Ocak’ta Adana’da, 27 Ocak’ta Hatay’da sahne alıp 28 Ocak’ta da İstanbul’a dönecek.

Mühendis, ekonomi ve sosyal bilimci öğrencilerden oluşan SUOyuncuları’ndan 8 kişilik ekiple ve Ayhanlar Holding’in desteği ile hayata geçecek bu proje, ileride geleneksel olarak farklı bölgelerde de gerçekleşecek.

“Düşler Bahçesi” Oyunun Özeti :
İki sevimli kımıl zararlısı olan Kırt Kırt ile Cırt Cırt da sebzeler yetişmediği için aç kalmışlardır ve çok mutsuzdurlar. Bir süre neden doğanın bu hale geldiğini tartışırlar ve sürekli birbirleriyle didişirler. O kadar sevimlidirler ki onlara kızamayız ve aslında o kadar doğru bilgiler aktarırlar ki onlara geveze diyemeyiz.

Nihayet, tabiat ana kızın ve babanın yakarışını duyar ve sebzeleri olgunlaştırır. Büyülü bir atmosferle SALATALIK, DOMATES, HAVUÇ, ISIRGAN OTU canlanırlar. Salatalık; çok olgun ve kibardır. Havuç; narin ve süslüdür. Domates; sabırlı ve panik ataktır. Isırgan otu, her şeyden şikâyet eder ama dostları için de her türlü fedakârlığı yapar. Kız ve baba ile tanışırlar onlara yardım etmek için tabiat ana tarafından gönderildiklerini söylerler. Sebzelerin çiftlikte yeşerdiğini gören Kırt Kırt ve Cırt Cırt karınlarını doyurmak için, sebzeleri yemek için harekete geçer. Buna karşılık Kız ve sebzelerimiz de Kırt Kırt ve Cırt Cırt ile mücadele etmek için bir plan yaparlar ve eğlenceli şekilde devam eden çekişme insanların, böceklerin ve sebzelerin hep birlikte şarkı söylemeleriyle sona erer.

Yazar: Savaş ÖZDEMİR
Yönetmen: SUOyuncuları
Dekor: SUOyuncuları
Kostüm: Ayten YENER
Ses – Işık: Metin DEMİRCİ
Müzik: ALPER SELAN
Oyuncular: Hüseyin GÜVEN, Emir ADIBELLİ, Yusuf DOĞAN, Ece ÇAVUŞLU, Berk ESKİLİ, Tuba DİLBAZ, Ebru GÜMRÜKÇÜOĞLU.

2010 Yılı "Yılın Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçıları Ödülü"

Türkiye Yazarlar Birliği'nin her yıl ocak ayında ülkemizin yazar, şair ve sanat adamlarının emek ve çalışmalarına verdiği "Yılın Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçıları Ödülü"nü  bu yıl araştırma alanında Cemil Koçak Türkiye’de iki partili siyasal sistemin kuruluş yılları (1945-1950) konulu "İkinci Parti" kitabı ile kazandı. Eser ayrıca Radikal gazetesi kitap editörleri tarafından da 2010'un en iyi elli kitabı arasında gösterilmişti.


Emeritus Prof. Şerif Mardin ise "Üstün Hizmet" ödülüne layık bulundu.

2010 Yılı "Yılın Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçıları Ödülü" ne layık görülenler şöyle:

Hikâye’de -  Mehmet Harmancı, Muhtemel Menkıbeler
Şiir’de - Hayriye Ünal, Gerekli Açıklama
Roman’da - Ayşe Kara, Lal
Deneme’de - Ali Ural, Ejderha ve Kelebek
Fikir’de - Osman Can, Darbe Yargısının Sonu
Araştırma’da - Cemil Koçak, İkinci Parti
İnceleme’de - Şeyda Başlı, Osmanlı Romanının İmkânları Üzerine
Dil’de - Efrasiyap Gemalmaz, Türkçenin Derin Yapısı
Edebi Tenkit’te - Murat Üstübal, Dirim Kurgu
Biyografi’de - Ali Birinci, Tarihin Alacakaranlığında
Tiyatro’da - Ali Berktay, Kerbela adlı oyunuyla
Çocuk Edebiyatı’nda - Birdirbir Dergisi
Basın Fikir’de - Mahir Kaynak, Star
Basın Fıkra’da - Mustafa Özcan, Yeni Akit
Basın Röportaj’da - Salih Zengin, Zaman
Dergi Yayıncılığında - Türk Edebiyatı Dergisi
Elektronik Yayıncılık’ta - Haber Kültür
TV Programı’nda - “Ömür Dediğin” TRT, Osman Gökmen
Sinema’da - “Bal” filmiyle Semih Kaptanoğlu
TV Belgesel’de - “Ali Adnan” TRT, Cengiz Göktaş
Halk Kültürü’nde - İlhan Ersoy, Diaspora, Kimlik ve Müzik eseriyle
Şehir Kitapları’nda - İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı
Kamu Yayıncılığında - Mardin Valiliği
Özel Yayıncılık’ta - Okur Kitaplığı

Türkiye Yazarlar Birliğinin Üstün Hizmet Ödülleri
Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu
Prof. Dr. Şerif Mardin
Nevzat Kaya

2011 Serhat Özyar Yılın Genç Bilim İnsanı Ödülü

Bilim ve Ütopya Kooperatifi, ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği ve Elektrik Mühendisleri Odası tarafından “Serhat Özyar Yılın Genç Bilim İnsanı Ödülü”nün dokuzuncusu veriliyor.

Genç araştırmacıların başvuru yapabilmesi için;

  • Doktorasını Türkiye’deki bir üniversitede 1 Ocak 2010 tarihinden ödülün başvuru tarihine kadar tamamlamış olması,
  • Çalışmasıyla ülkemizin bilim gündemindeki temel sorunlardan birinin çözümüne katkıda bulunmuş olması,
  • Daha önce bu ödüle başvuru yapmamış olması gerekiyor.

Kazanan araştırmacıya 3000TL tutarında para ödülü verilecektir. Yapılacak başvurularda herhangi bir alan kısıtlaması bulunmamaktadır. 

2011 yılı ödülleri için son başvuru tarihi 4 Şubat 2011’dir.

Ayrıntılı bilgi için lütfen tıklayın

başvuru için;

Tel/Faks: 0312 210 4225

Adres: ODTÜ Güneşevi 06531 ODTÜ-Ankara

E-posta: oed@metu.edu.tr

Temel Geliştirme Programı (TGP) Danışmanlığı'ndan haberiniz var mı?

Neden Temel Geliştirme Programı Danışmanlığı?

Her yıl üniversitemize gelen öğrencilerin yaklaşık % 70’i Diller Okulu tarafından yürütülen Temel Geliştirme Yılı’na, % 30 dolayında bir bölümü de ‘freshman’ yılına, yani Temel Geliştirme Programı’na başlamaktadır.  Bu yıllar öğrenciler için İstanbul’a ve üniversite hayatına uyum yıllarıdır.  Öğrencinin hayatı boyunca devam edecek bir ‘Sabancı Üniversitesi ailesi üyesi olma’ anlayışının yerleşmesi ve Sabancı Üniversitesi kültürünün zenginleşerek aktarılması açısından kritik yıllardır.

Temel Geliştirme Yılı boyunca Diller Okulu öğretim görevlileri danışmanlık yapmakta, bu uyum sürecine destek vermektedir. ‘Freshman’ yılı boyunca ise şimdiye kadar TGP Direktörlüğü akademik çalışanları danışmanlık yapmakta idi. Bu, örneğin şu sırada tamamlamakta olduğumuz 2010 Güz Dönemi için, 391 öğrenci için toplam 4 danışman olması anlamına geliyordu.

TGP Danışmanlığı hem öğrencilerimiz hem de üniversitemiz için önemli olan bu kritik yıllardaki boşluğu doldurmak amacıyla yapılandırıldı.



Amacı ne?

TGP Danışmanlığı’nın amacını, öğrencilere üniversite içinden bir müttefik yaratılması olarak tanımlıyoruz; kolayca erişebilecekleri, danışabilecekleri, sorularını yanıtlayacak ya da yanıtlayabilecek kişilere yönlendirecek bir müttefik.

Üniversite açısından ise, bu sistem aracılığıyla öğrencilerin sorunlarını öğrenmek, tekil sorunları hemen çözmek, yaygın olduğu anlaşılan sorunlara ise daha genel çözümler üzerinde çalışmak olanaklı olacaktır.

Kimler TGP Danışmanı?

Şu anda 52 TGP Danışmanı var. Rektör, bütün dekanlar ve bu sisteme katılmaya gönüllü olan 16 idari çalışan 12’şer öğrenciye danışmanlık yapıyor. Öğretim üyelerimize ise, üzerlerinde zaten var olan danışmanlık yükleri göz önünde bulundurularak  daha az öğrenci ataması yapıldı.

TGP Danışmanları ile yapılan bilgilendirme toplantılarından sonra devreye giren bu sistem BAGEM’e bağlı olarak çalışıyor. Danışmanlar, kendilerine atanan öğrencilerle elektronik posta ya da telefon aracılığıyla bağlantı kurarak davet ediyor ve onlarla tanışıyorlar. Yeni sistemi anlatıyor, öğrenciyi dinliyor, gerekiyorsa ilgili kişi ya da birimlere yönlendiriyorlar ve BAGEM’e geri bildirimde bulunuyorlar.

Bahar dönemi boyunca TGP Danışmanları ile toplantılar yaparak ve gerek onlardan gerekse öğrenci arkadaşlarımızdan alacağımız geri bildirimler ile bu sistemi geliştirmeyi ve yetkinleştirmeyi hedefliyoruz.

Öğrencilerimize çağrı


Lütfen danışmanınızın gönderdiği davet mesajını yanıtlayın, randevu alın ve aldığınız randevuya uyun. Üniversiteye ilişkin her konuda en doğru yanıtları, her sorunda en uygun çözüm yollarını bulmanın en kısa yolu bu.

VAVCD öğrencimiz Gizem Acarla Amerikan Polonya Müzesi'ndeki Sergide

Sabancı Üniversitesi Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı öğrencilerinden Gizem Acarla 2009 Bahar dönemini  Socrates Değişim Programı çerçevesinde Cracow Güzel Sanatlar Akademisi'nde geçirdi.

Gizem'in çalışmaları Polonya öğretim kurumlarından 51 yetenekli ve ödüllü öğrenci ile birlikte Prof. Piotr Kunze tarafından seçildi.

Sergi Chicago Belediye Başkanı Richard M. Daley himayesinde 16 Nisan-16 Mayıs 2010 tarihleri arasında gerçekleştirildi.

REF'e Atama

TÜSİAD - Sabancı Üniversitesi Rekabet Forumu Direktörlüğüne, görev süresi dolan Yönetim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Dilek Çetindamar'ın yerine Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi İzak Atiyas atandı. Kendisini tebrik ediyor, yeni görevinde başarılar diliyoruz.

İslam Sanatı Tarihçisi Prof. Dr. Oleg Grabar, ABD'deki Evinde Vefat Etti

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesinden (SSM) yapılan yazılı açıklamada, "yaşayan en büyük İslam sanatı tarihçisi" olarak kabul edilen Prof. Dr. Oleg Grabar'ın, ABD Princeton'daki evinde 8 Ocak Cumartesi günü 81 yaşında hayata gözlerini yumduğu belirtildi.

Oleg Grabar'ın, SSM'ye kurulum aşamasından itibaren görüşleriyle yön verdiği, 2004 yılından itibaren de Müzenin Uluslararası Danışma Kurulu üyesi olduğu vurgulanan açıklamada, SSM Müdürü Nazan Ölçer'in şu görüşlerine de yer verildi:

"Bir özel koleksiyondan müzeye geçiş aşamasında Sakıp Sabancı Müzesi'ne geniş bir vizyon kazandırmış olan Oleg Grabar, son derece kıymetli bir akademisyen ve hepimizin sevgili dostuydu. Yetiştirdiği bilim insanları, onun misyonunu gelecek kuşaklara aktarırken, yazdığı kitaplar da her zaman en değerli başvuru kaynağı olmayı sürdürecek. Onu daima hatırlayacak ve çok özleyeceğiz. Bütün sanat tarihi camiasının başı sağ olsun."

Prof. Dr. Grabar Kimdir?
Erken ve Ortaçağ tarihinde uzman olan tanınmış Bizantinolog Andre Grabar'ın oğlu olan Oleg Grabar, Strasbourg'da 1929 yılında doğdu.

Grabar, 1948 yılında ABD'ye gitti. Öğrenimini, Paris, Harvard ve Princeton üniversitelerinde tamamlayan Grabar, 1954-1969 yılları arasında Michigan Üniversitesinde ders verdi, aynı üniversitede 1964 yılında profesör unvanını aldı.
1969 yılında Harvard Üniversitesinde ders vermeye başlayan Grabar, 1990 yılında Princeton Üniversitesine geçinceye kadar bu görevine devam etti. 1998 yılında emekliye ayrılan Oleg Grabar, "Emeritus Profesör" olarak öğrenci yetiştirmeyi ve yayın yapmayı hayatının sonuna kadar sürdürdü.

Pek çok İslam sanatı tarihçisinin yetişmesine katkıda bulunan ve 50'den fazla esere imza atan Prof. Dr. Grabar'ın çalışmaları arasında Türkçeye çevrilen ve İslam sanatı konusunda temel bir başvuru kaynağı olarak kabul edilen "İslam Sanatının Oluşumu" adlı yapıtı da bulunuyor.

Kaynak: AA

'TÜBA' 'Doktora Sonrası Araştırma' için başvuruları alıyor

2011 Yılı Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) "Doktora Sonrası Araştırma Programı" (TÜBA-DSAP) başvuruları kabul edilmeye başlandı.

2011 yılı için programa başvuracakların en geç 25 Şubat tarihine kadar başvurularını tamamlamaları gerekmektedir.
Ayrıntılı bilgi için lütfen tıklayınız.

Doktora Sonrası Araştırma Programı (TÜBA-DSAP) Başvuru Formu 

Anneannem’den Torunlar’a Suskunluk Kapıları Aralanırken

Sezai Sarıoğlu ile nehirmuhabbetle...

Fethiye Çetin, Ayşe Gül Altınay:
“Anneannem’den Torunlar’a Suskunluk Kapıları Aralanırken”

Bir kitabın kalbini okumak
Hayat bazı kitapları bize bağışlar. Fethiye Çetin’in “Anneannem” kitabı bu bağışın emanetidir. Her kitap kitaptan fazla bir şeydir, bazı kitaplar ise daha da fazla…Fethiye Çetin’in “Anneannem” kitabı Heranuş’un hikâyesinden çok fazlasını içerir ve ima eder kıymettedir. Kitabın içine gizlenen, tarihe gömülü kıyımın sesini duyan, Özgün Acılar Cumhuriyeti’nin değişik yörelerine saçılmış torunların dillenmesiyle, bu kez Ayşe Gül Altınay ile Fethiye Çetin yeni bir kitap bağışladılar bize: “Torunlar”.  Her iki kitabı okurken, dil ve sürgün travmasıyla baş etmek için şiirlerinin içine kaçan Cemal Süreya’nın “1948’de Dostoyevski’yi okudum o gün bugün huzurum yoktur” cümlesi yeniden yürürlüğe girdi hayatımda… O gün bugün, acılardan dokunmuş huzursuzluk hırkası giymiş derviş gibi, kitapların açtığı soru kapılarının anahtarlarını arıyorum.

Okuru, hatırlamaya, hatırladıklarını yüzleşmek için anlatmaya çağıran “Anneannem” ve “Torunlar” kitapları devletin diline ve bilgisine teslim olmamayı öğütler bize. Travmalarımızla baş etmemiz için, belleğimizin çekmecelerinde gizlediğimiz “sır”ların dillenme zamanının gelip de geçtiğine işaret eder... Ve ellerimizden tutup, travma ve iyileşme bahsinin kapısına götürür bizi. Travmayla baş etmenin yollarından birinin hikâyeyi anlatmak, iyileştirici bir adalet için yeniden kurmaktır. “Anneannem” ve “Torunlar”, bu topraklarda binlerce insanın dillerini altına ve içine gizlenmiş sırların dillendirilmesi gerektiğini, iyileşmenin ancak yaşayanların ve duyanların hikâyelerini anlatmaktan geçtiğini söyleyerek ve ima ederek toplumu yüzleşmeyi davet ediyor. Judith Lewis Herman’ın,“Travma ve İyileşme” kitabı için “Travma mağdurlarının anlatımları bu kitabın kalbinde yer alır” demişti. Heranuş’un ve 25 torunun ise anlattıkları hikâyeler her iki kitabın tam kalbinde yer alıyor. Her iki kitapta dillenenlerin; yani, iyi bir şey mi devletin arkasına saklanmak… Yetmedi, devlet sözünü çarşı-pazar dolaştırıp satmak, iyi bir şey mi, dediklerini duyar gibiyim… Hal böyle olunca da bu kitaplar tarihsel ve güncel kıymetleri gereği, kalbinden okunması gereken kitaplar sülalesinden…

Başkalarının acılarını anlamaya çalışırken, insanın, kendi hikâyesinden parçalar çıkıyor bilinçaltından bilinçüstüne… Bir tür, bastırılmışın geri dönüşü… Fethiye, anneannesinin hikâyesini anlattıkça, çok aklını, şarkılı aklını daha yirmili yaşlarda yitirmiş annem geldi aklıma. Dilinden, “az” komşuların çok şarkılarını düşürmeyen annem… Dilini tamir etmek istediğinde komşu alfabenin harflerini diline süren annem; içimizi tamir etmek için önce içimizi tahmin etmek gereklidir, diyen, sonra da komşudan iyilik almaya giden annem…

(evde şarkı bittiğinde annem komşuya şarkı almaya gönderirdi/ evde komşu bittiğinde annem şarkılara komşu almaya gönderirdi) Heranuş, “Dersim dört dağ içinde” türküsüyle “Hovivı sarum dıkhretz/ Siro yerkı nıvakets/Üzgün çoban dağlara çıktı/Aşkın şarkısını söyledi” sözleriyle başlayan “Hingalla” isimli şarkıyı söylerdi. “Bir daha geri gelmesin” dediği yıllardan sonra karşılaşmadığı kardeşi Horen Amerika’da öldüğünde onu türkü söylerken gören olmadı. Ermeni ahretliği kovulduğunda annem; her komşu için ayrı makamda bir şarkı söylemiş, tez dönsünler diye peşlerinden bir avuç Karadeniz , bir avuç komşu emaneti şarkı dökmüştü. (o zamanlar çok sokaklar az evlere cevaptı/ az evimiz çok dernekti, çok devrimciler az sinema ve az aşktı/ udi hrant’ın göz kaçamağı rosa eskenazi’nin ahretliği anneme göre/ alaturka musiki bilmeyen maddeci lenin’in manalı eksiklikleri vardı/ devrimin manisi yoktu bize çok sık uğrar, çaya fasıla kalırdı/ annem için devrim; babamdan habersiz rahmetli che ile tanışmaktı/ “az” komşuların iki vakte kadar fasıla geri dönmesiydi)

Günlerdir “Anneannem” ve “Torunlar” kitapları elimde. Kitapların içine girdim çıktım, imaların ve fısıltıların sokak aralarında dolandım. Bunaldığımda ayağa kalktım. Nefesimi tuttum, ah’ımı saldım. Uzun zamandır üstüm başım tarihti, şiirleri ihmal etmiştim. Bu kitapların içinde kışlarken birden şiirler, dizeler kondu dilimin ucuna. Şair İlhan Berk, “Dilin uyku halini merak ediyorum. Uyurken dil ne yapıyor acaba?” demişti. Bu iki kitabı okuduktan sonra, dil’in ve dillerin susarken, susturulurken ne(ler) yaptıklarını düşündüm günlerce. Sonra sokağa Ermeni olarak çıktım. Sanki ahparik Hrant ile yürüyorduk ve ben ona şiirler okuduktan sonra, "Yine azınlığa düştü yüreğim…" diyordum eski günlerdeki gibi…

Kesik, kesik anlatılan bir masal gibi Heranuş’un hikâyesi… Kitabı, Heranuş’u ve Torunlar’ı kalbinden okuyunca, masalcı, hikâyeci oluyor insan. Kalbinden duyup okunan masalın sahibi olunca da Ortadoğu masalcıları gibi bir masal/hikâye dili kurarak sanki anlatmaya başlıyor her yerde: Diline devlet sürülmüş Heranuş, gelmiş geçmiş bütün susmaları dener… Osmanlı'dan Cumhuriyet’e devlet, susturmanın ticaretini yapmaktadır. Suçsuz su yerine, suçsuz öldürülenlerle doldurulmuş uzak ve yakın tüm kuyular şaibelidir. Sesinde o günlerden kalma derin hikâyeler vardır. Yıllarca bilinçaltında oturup, tarihin küllerini eşeleyip durur. Uyuyunca, o günlerden kalma sesler içinde uyur. Uyanınca devlet sesiyle uyanır. Yıllarca, konuşmayı oyalar. Memleketin "Ödleriyle öten kuşlar gibi" olduğunu gördükçe, korkunun tarihini düşünür. Belki de bu nedenle musalla taşında bile düşüncelidir...

Heranuş’tur adı... Suskunluğu uzun boyludur. Eski ama eskimeyen zorunlu susuşu içine derttir. Devlet ve devletsiler dilinin başında gardiyandır. Susmaya görgülüdür; içine ve dışına susarak biriktirir kendini. Günün birinde susmak da eskir. “İki yaprak yerde konuşur ya, o zaman”, anneanne makamında dili çözülür. Torununun kulağına geçmişi hikaye etmeyi iyi huy edinir. Yeni bir dil kurulur aralarında... Yeni dillerine taşınırlar. Birlikte tarihe bakarlar. Heranuş, kötülük toplumuna, eski ve yeni dinince şöyle beddua eder sanki: “Ne çıkar siz bizi anlamasanız da...” Torunu da ona, "Ne gelir elimizden insan olmaktan başka” diyerek gönlünü alır.

“Yeni bir sözcük öğrendim geçende rastlantı sonucunda;/ Eskiden yüreğin ortasında bulunduğu sanılan siyah nokta,/ Yani mecazi anlamda bir gizli niyet bir duygu ve düşün/ Ve bitkibiliminde tohumun içindeki o itici güç sürgün/ Yoklayın kendinizi şimdi hepiniz ve söyleyin bana/ Nedir yüreğinizdeki siyah nokta gizli niyet süveyda?”  (Metin Altıok)

Bazı sözcükler bir tarihin özetini verirler bize. O sözcükler üzerinden de devlet ve kötülük toplumu suçüstü yapılabilir. Heranuş’un nüfus cüzdanında yazan “Mühtedi” sözcüğü böylesi huyu olan sözcüklerden. Sanırım çok azımız duymuştur pek ortalıkta dolaşmayan, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e özel bir anlamı olan, kıssası da hissesi de kötülük ve ötekileştirme olan şifreli sözcüğü. Dağa-taşa milliyetçi tuğralarını işleyen geleneğin, “Kılıç artığı!” da denilen, kırımdan kaçamayan, göçemeyen, el konulan çocukların ve kadınların hüviyetine “mühtedi” damgasını vurması kötülüğün doğasına uygun. Mühtedi, yani devletin ve ahalinin diline doladığı “dönme!”, yani dinini değiştirilip Müslümanlaştırılarak hidayete eren, dili çıkarılıp yerine başka bir dil takılan kişi…  Sizin ailenizde kafile, kafle, sevkıyat, tehcir, götürme, göç, sürgün, soykırım, katliam sözcükleri hiç cümle içinde kullanıldı mı? Sahi; Heranuş ninenin, torununa “o günler” dediği günler hangi günlerdi… Şimdi, yoklayın yüreğinizi hepiniz ve söyleyin bana, “Nedir yüreğinizdeki siyah nokta gizli niyet süveyda?”
Sezai Sarıoğlu


Abone ol