Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile Mercator Vakfı Stratejik ortaklık anlaşması imzaladı
Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı Mercator Vakfı yıllık konferansı’nın ana konuşmacısı oldu.

Güler Sabancı: “MIT’den sonra Mercator Vakfı ile de yapılan bu uzun vadeli stratejik ortaklık anlaşması üniversitemizi global arenaya taşıyacaktır.“
“Günümüz Türkiyesi, Avrupa için önemli bir ortaktır”
“Dünya üniversitesi olma” vizyonuyla çalışmalarını sürdüren Sabancı Üniversitesi, geçtiğimiz Ocak ayında da dünyanın en saygın eğitim kurumlarından MIT Sloan School ile yaptığı uzun vadeli işbirliği anlaşmasının ardından şimdi de Mercator Vakfı ile stratejik bir ortaklığa imza attı.

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile Mercator Vakfı arasındaki stratejik ortaklık alanlarını tanımlayan çerçeve anlaşması Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı ve Mercator Vakfı Başkanı Bernhard Lorentz tarafından Alman iş, siyaset ve sivil toplum çevrelerinin önde gelen temsilcilerinin yer aldığı, Mercator Vakfı’nın Essen’deki Yıllık Konferansı’nda imzalandı.
İstanbul Politikalar Merkezi’nin Mercator Vakfı’yla yapacağı beş yıllık stratejik ortaklık; iklim değişikliği, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri ve eğitim alanlarında ortak araştırma ve kamu politikaları oluşturma çalışmalarını hedef alıyor. Özellikle iklim değişikliği üzerine yapacağı kapsamlı araştırmalarla ve toplum bilincinin güçlendirilmesine sağlayacağı katkılarla, bu işbirliği Türkiye için bir ilk olacak. İstanbul Politikalar Merkezi-Sabancı Üniversitesi-Mercator Vakfı girişiminin, AB-Türkiye ilişkilerine yaklaşımı ve diğer alanlarda sergileyeceği, eşit temeller üzerine kurulu Türk-Alman ortak vizyonuyla bir araştırma ve kamu politikası kurumu olması amaçlanıyor.

İmza töreninin ardından Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı Mercator Vakfı Yıllık Konferansı’nda bir de konuşma yaptı.
“Küresel Sorunlara Ortak Yaklaşımlar” başlıklı konuşmasında Sabancı şunları kaydetti: “Almanya ile Türkiye arasındaki yakın işbirliği ve dostluk ilişkileri bir asırdan uzun bir geçmişe sahiptir. Almanya, Türkiye’nin en önemli ticaret ortağıdır ve 1980'den itibaren yaklaşık 8,5 milyar doları bulan yatırımla Türkiye'deki en büyük yabancı yatırımcıdır. Karşılıklı ticaret 2010 yılında yaklaşık 26 milyar Avro'ya ulaşarak yeni bir rekor kırmıştır.”
-KÜRESEL SORUNLARA ORTAK YAKLAŞIM-
Sabancı sözlerine şöyle devam etti: “Hem Türkiye hem de Almanya, küresel sorunların çözülmesinde daha da etkili olması gereken bir yapı olan G-20 üyesidir. Almanya ve Türkiye, karşılıklı kalkınma işbirliğinde sağladıkları başarının 50. yılını 2009'da birlikte kutlamıştır. Günümüzde, 3900'den fazla Alman şirketi Türkiye'de iş yapmaktadır, ki bu sayı diğer tüm ülkelerden fazladır. Demografik verilere göre, Almanya'da Türk kökenli yaklaşık 2,7 milyon kişi yaşamaktadır ve bunların 700.000'den fazlası Alman vatandaşıdır. Bu nüfus, Türkiye dışındaki en büyük Türk topluluğunu oluşturmaktadır. Almanya'da yaklaşık 100.000 Türk girişimci, ülkede yaklaşık 400.000 kişiyi istihdam etmektedir. Toplam yatırımları yaklaşık 10 milyar Avro değerindedir. Her yıl dört milyon Alman, tatilini Türkiye'de geçirmektedir. Bu güçlü bağlar sayesinde, Türkiye ve Almanya günümüzün küresel sorunlarına karşı ortak bir yanıt geliştirmek için emsallerine göre daha iyi bir konumdadır. Bu küresel sorunlar üç geniş kategori altında özetlenebilir: iklim değişikliği, çalkantılı küresel ekonomi ve aynı zamanda AB'nin hinterlandı olan bu bölgedeki siyasi istikrarsızlık.

Mevcut küresel enerji tablosu, sürdürülebilir görünmemektedir. Dünyanın hızla artan talebini karşılamak için enerji kaynaklarımızı artırma konusundaki zorluklar, tek bir kaçınılmaz gerçekte özetlenebilir: Yaşam koşullarımızı değiştirecek ciddi bir sıcaklık artışına doğru sürüklenmekteyiz. Gezegenimiz, hızlı ekonomik büyümenin yan etkilerinin üstesinden gelmek için mücadele vermektedir. Ancak, Almanya istisna olmakla birlikte, hükümetler, sürdürülebilir enerji politikaları geliştirmeye giderek daha az finansal ve entelektüel sermaye aktardığından, iklim değişikliğinin gidişatını değiştirme şansımız kaybolmaktadır.

-“ŞİMDİ BİRAZ EYLEM”-
Hem Türkiye hem de Almanya iklim değişikliği konusunu son derece ciddiye almaktadır. Ancak, Goethe'nin sözleriyle, “Yeterince söz söylendi;Şimdi biraz eylem görmek istiyorum!” Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi ile Mercator Vakfı arasındaki işbirliği, iki ülkenin iklim değişikliğini durdurmak için gerekli eylemleri koordine edebileceği ilk adımlardan biridir.
Türkiye, Avrupa’nın enerji güvenliği için yaşamsal öneme sahip bir ülkedir. Bunun nedeni, sadece Türkiye'nin bölgesinde bir “istikrar adası” olması değil, aynı zamanda bölgesini etkileyebilmesi ve her an patlama ve çatışmalara yol açabilecek gerilimi azaltmada bir faktör olmasıdır.
Avrupa Birliği şu tehditlerle karşı karşıyadır: gaz ve petrol ithalatına yüksek seviyede ve artan bağımlılık; tamamen entegre bir enerji pazarı oluşturma çabaları; tedarikçi ülkelerdeki siyasal huzursuzluk ve ekonomik durgunluk ve temiz teknolojiye geçme gereksinimi. Enerji kaynaklarını güvence altına almak için, AB'nin tedarikçilerini ve transit yollarını çeşitlendirmesi ve üretici ve transit bölgeleriyle daha yakın bir diyalog geliştirmesi gerekmektedir. Potansiyel bir ana merkez olarak Türkiye'nin buradaki rolü nedir?
“AB GÜVENLİĞİNE KATKI”
Türkiye, dünyanın kanıtlanmış gaz ve petrol rezervlerinin %70'i ile komşudur ve bu sayede Orta Asya, Hazar Havzası, Orta Doğu ve Afrika'daki üreticilerle Avrupa arasında doğal bir köprü oluşturmaktadır. Türkiye, stratejik konumunun avantajlarını kullanarak AB'nin enerji güvenliğine önemli ölçüde katkı sağlayabilir. Orta Doğu ve Orta Asya'dan gelen malzemeler için transit ülke olmakla birlikte, Rusya kaynakları için de alternatif bir rotadır. AB, kazançlı Güney Amerika pazarlarından İspanya ve Portekiz'in katılımıyla birlikte faydalanabilmiştir. Benzer şekilde, Türkiye'nin Orta Doğu, Orta Asya, Hazar bölgesi ve Kafkasya ile güçlü bağları ve bu bölgelerdeki etkisi sayesinde, Türkiye'nin AB'ye kabul edilmesi, AB'nin bu bölgelerde de aynı faydaları sağlamasına olanak tanıyacaktır.

Türkiye güvenli ve istikrarlı bir ülkedir, laik sisteme sahip bir demokrasidir ve uzun süredir NATO üyesidir. Bölgedeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında bunlar önemli değerledir. Türkiye, AB'nin sadece Orta Doğu'ya değil Hazar ve Kafkasya bölgelerine de istikrar getirmesine yardımcı olabilir. Türkiye, kaynakları bu bölgelerden Batı pazarlarına ileterek, bu pazarların zenginliğinin artmasına ve böylece siyasi ve ekonomik istikrarın gelişmesine yardımcı olabilir. Güneydeki komşularımızda, uzun zamandır eşitsizlik ve otoriter rejimlerin kurbanı olan halklar tarafından yürütülen emsalsiz bir isyan dalgasına şahit olduk. Zenginliğin eşitsiz dağılımı ve en temel hakların baskı altına alınması, Arap bölgesinde ve Orta Doğu'nun diğer bölgelerinde daha çok insanı birer birer baskıcı hükümetlere karşı büyük protestolar yapmaya zorluyor.
-ALMANYA VE TÜRKİYE İKİ İSTİKRAR ADASI-
Yolculuk bitmedi. Arap Baharı devam ediyor. Henüz yeni başladı ve demokratikleşme ve özgürleşme süreci on yıllar sürecek. Bu zor zamanlarda, Türkiye önemli bir destek kaynağı olarak hareket edebilir.
Konuşmamın başında Türkiye'nin bölgesinde bir istikrar adası olduğunu söylemiştim. Almanya da ekonomik kriz süresince Avrupa'da bir istikrar adası olmuştur. Ekonomisi sağlamdır, sanayisi büyümektedir ve başarı şansı büyüktür. Almanya ve Türkiye, bölgelerindeki iki istikrar adasıdır. Ve iki ülke arasında işbirliği mutlaka her iki taraf için de faydalı olacaktır. Doğu ve güney Akdeniz'deki birçok sorunun, bölgesel ve küresel çözümler gerektiren küresel sorunlar olduğunun farkındayız. Bu bağlamda, Türkiye ile Almanya arasında ortak bir yaklaşım büyük öneme sahiptir.
Türkiye, geçtiğimiz on yılda, gelişmekte olan daha dinamik ekonomilerden biri olarak öne çıkmıştır. Türkiye'nin bu yılın ilk çeyreğindeki büyüme hızı yüzde 11 gibi inanılmaz bir rakamdır. Geçtiğimiz yılda ise büyüme yaklaşık yüzde 9 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye'nin dayanıklılık ve dinamizmi, Almanya ile Türkiye arasında, geçmişe oranla daha eşit ve dengeli olabilecek yeni bir ortaklık olasılığının sinyallerini vermektedir. Bugün, iki ülke de işler görünen ve başkalarına örnek teşkil edebilecek ekonomileriyle "başarılı ülkeler" olarak algılanmaktadır. Böyle bir performansla gurur duymamız gerekmektedir ancak tarihin bize öğrettiği üzere, başarı, aşırı özgüven tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Bugün itibarıyla Türkiye'ye baktığımızda, zor reformların gerçekleştirilmesi, mali politikaların sıkılaştırılması, cari işlem açığının düşürülmesi ve gerçek bir sürdürülebilir büyümenin temellerinin atılması gereken, nispeten iyi bir zaman olduğunu görüyoruz.
Almanya'ya baktığımızda, Alman ekonomisinin gücü ve Alman sanayisinin dünya pazarlarındaki performansı, hem Avro bölgesi yükümlülüklerini yerine getirme bakımından her bir ülkenin taşıdığı daha büyük sorumluluğa hem de aynı para birimini ve kaderi paylaşan ülkeler arasında politikaların daha fazla koordinasyonuna ve dayanışmaya dayalı olarak, 2020 Avrupa'sının inşasında, Almanya'ya liderlik görevini üstlenme imkanı tanımalıdır.
Karşılıklı bağımlılık çeşitli şekillerde arttığından, dünya ekonomisindeki sistemik risk daha karmaşık hale gelmiştir. Komşumuz Yunanistan örneğine bakalım. Yunanistan'ın GSMH'si, dünya GSMH'sinin yaklaşık yüzde birinin yarısı. Dünya GSMH'si veya dünya ticareti ya da aslında dünya finansal varlıkları açısından çok küçük bir ekonomi. Ancak Yunanistan'daki durum kısa sürede çözümlenmezse, sadece Avrupa Birliği için değil dünya ekonomisi için de gerçek bir tehdit haline gelebilir.
Çeşitli finansal türev ürünler, Yunanistan'ın borcunu dünya finans sistemine bağlamaktadır. Ayrıca, Yunanistan'da olanlar emsal oluşturabilir. Çok daha düşük borç-GSMH oranına sahip ülkeler dahi savunmasız hale gelebilirler. Yayılma korkusunun nedeni budur.
Hepimiz, yirmi veya otuz yıl öncesine göre çok daha fazla birbirimize bağımlı hale geldik. Ne Almanya ne de Türkiye doğrudan tehdit altında olsa dahi, Yunanistan'ın durumunun düzelmesi her iki ülkenin de çıkarınadır. Çünkü Avrupa ve tüm dünya ekonomisi tehdit altında kalabilir ve bu da tabii ki hepimizi etkileyecektir. Günümüz Türkiye'si Avrupa için önemli bir ortaktır. Türkiye, Avrupa dahilindeki geleceğinde ısrarlı olmaya devam etmekle beraber, demokrasisinin temellerini sağlamlaştırırken, halihazırda Akdeniz ve küresel enerji alanındaki sorunların çözümünde Avrupa'nın ortağı olacak konumdadır.
Türkiye, bölgesindeki tek istikrarlı ülke olarak gelişimini sürdürmektedir. Laik demokrasisi, hızla büyüyen ekonomisi ve güçlenen sivil toplumuyla, komşuları için iyi bir örnek olmaya devam edebilir.
Avrupa Birliği çeşitlilik, barış ve işbirliği ilkeleri üzerine kurulmuştur. Türkiye ile ilgili konular üzerinde, özellikle de üyeliği hakkında konuşurken, aynı zamanda Avrupa'nın kuruluş ilkeleri olan kültürel çeşitlilik, barış bölgesini genişletme ve birlikte uyum içinde yaşama ilkelerini de konuşuyor oluruz.
Avrupa Birliği bir müze olmayı göze alamaz. Uluslararası siyaset alanında aktif bir oyuncu olmalıdır. Kısacası, Türkiye ve AB'nin birbirine ihtiyacı vardır. Ve AB, Türkiye'nin kaderidir. Türkiye’nin AB'ye girmesi, hem Türkiye hem de AB için bir devrimdir. Hükümetler gelip geçicidir. Kalıcı olan ilişkilerdir. Ve ilişkiler iyiye gitmektedir. Yolculuğun kendisi varılacak yerden daha önemli olsa da, Türkiye'nin er ya da geç AB'nin tam üyesi olacağına dair umudumu asla yitirmiyorum.
Türkiye kolu olan Avrupalı sivil toplum kuruluşlarının sayısı son on yılda ikiye katlanmıştır. Friedrich Naumann Vakfı, Konrad Adenauer Vakfı ve Heinrich Boll Vakfı gibi prestijli Alman düşünce kuruluşlarının Türkiye'de temsil edilmesiyle birlikte, Almanya'nın bu inisiyatifin başını çektiğini görmekten mutluluk duyuyorum.
Bugün, bu olumlu gelişmelerin ışığında, Alman dostlarımızla bir başka önemli ortaklığı başlatmak üzere burada bulunuyoruz. Mercator Vakfı ve Sabancı Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi tarafından uygulanacak stratejik ve uzun vadeli bir işbirliğini faaliyete geçirmeye karar vermiştir.
İstanbul Politikalar Merkezi-Sabancı Üniversitesi- Stiftung Mercator Vakfı, hem Avrupa ve geleceği hem de küresel sorunlar üzerine Alman ve Türk perspektiflerini araştıracak ve geliştirecektir. Ortaklık, şu üç ana alan üzerine odaklanacaktır: iklim değişikliği, Avrupa'nın geleceği ve AB-Türkiye ilişkilerine ortak bir Alman-Türk yaklaşımı ve eğitim.
Almanlar ve Türkler, bu küresel sorunu nasıl algılıyor ve bu soruna nasıl yaklaşıyor? Bu sorun ekonomi ve enerji politikalarını nasıl etkileyebilir? Almanya ve Türkiye, G20 toplantılarında konuya nasıl yaklaşacak? Türkler ve Almanlar, bu konuda birlikte neler yapabilir? İklim değişikliği söz konusu olduğunda, Almanya ve Türkiye, Çin ve ABD gibi diğer büyük oyuncuların konumunu nasıl algılıyor? Önümüzdeki beş yılda bunlara ve başka sorulara yanıtı arayacağız. Türkiye ve Almanya'nın birbirlerini başka bir gözle görmeye başlayacaklarını umuyoruz. Zihniyetleri değiştirmek için buradayız.”