Ana içeriğe atla

Teachers Are Human'ın yeni konuğu Ali Nihat Eken

Sevilerek dinlenen ve birbirinden değerli öğretim üyelerinin konuk olduğu Teachers Are Human'ın 7 Aralık Perşembe günü gerçekleşecek programına Ali Nihat Eken konuk oluyor!

7 Aralık Perşembe akşamı saat 20.00'de yayınımızı dinleyebilir, hocamıza sorularınız varsa bunları RadyoSU'nun internet sitesindeki "Sesini Duyur" köşesinden sorabilirsiniz.

Sizi nasıl dinleyebilirim?

Bizlere radyosu.sabanciuniv.eduradyosu.org, TuneIn, mySU ve RadyoSU mobil uygulaması üzerinden ulaşabilirsiniz. Sesini duyur köşesine soru göndermek için ilk iki seçenekten birini tercih edin lütfen :) 

SGM'de ''İntiharın Genel Provası''

Tiyatroadam’ın eğlenceli, coşkulu tarzı ve yüksek performansıyla, gizemini oyunun sonuna kadar koruyan bir bulmaca, şaşırtıcı bir macera…

“İNTİHARIN GENEL PROVASI”, bu akşam SGM'de...

“İNTİHARIN GENEL PROVASI”,  20. yüzyılın Balkanlar’dan çıkmış en keskin kalemlerinden biri olarak anılan, aynı zamanda Emir Kustrika’nın “Underground” filminin de senaristi Duşan Kovaçeviç’in kendine has üslubuyla, kara mizah tarzında kaleme aldığı, alaycı ve sarsıcı bir sistem eleştirisi...

“İntiharın Genel Provası”nı, Tiyatroadam’ın geçtiğimiz sezon oynadığı “İvan İvonoviç Var mıydı, Yok muydu?”nun da yönetmeni Emrah Eren, anlamı gölgede bırakmadan, seyir zevki yüksek, eğlencesi bol bir şekilde sahneye taşıyor.  Tiyatroadam da güçlü oyuncu ve yaratıcı kadrosuyla, izleyenleri bu sürprizlerle dolu bulmacaya, gizemli maceraya ortak ediyor.

Yazan: Duşan Kovaçeviç

Çeviren: Bilge Emin

Yöneten: Emrah Eren

Dekor ve Kostüm Tasarımı: Barış Dinçel

Işık Tasarımı: Yakup Çartık

Koreografi: Gizem Erdem

Müzik: Tevfik Kulak

Oynayanlar: Erdem Akakçe, Fatih Koyunoğlu , Kadir Çermik, Selen Öztürk 


Biletleri Akbank karşısındaki "SGM Gişe"sinden ya da biletix kanalından temin edebilirsiniz.

Bilet Fiyatlar

SU Öğrenci: 10 TL

SU Çalışan:  20 TL

Tam:             25 TL


Bilimsel düşünce, bilimsel eğitim, bilimsel yöntem

Şirin Tekinay: “Kendime çok gülüyorum. ‘Hayat gıdıklıyor’ diyebilirsiniz yani.”

“… Dilek dileyip evrene yollamak iyi de evrenden yanıt bekleyenlere artık düpedüz kızıyorum. Dilemeyi bırakıp üstümüze düşeni yapmaya söz verelim.”

Sabancı Üniversitesi 2017/2018 akademik yılında öğrencilerine 19. kez kapılarını açtı. Yıllar geçiyor, kurumlar da insanlar gibi doğuyor bebekliğini çocukluğunu gençliğini yaşıyor ve giderek olgunlaşıyor. Üniversitemiz son derece yetkin ve öncü ruha sahip, vizyonu ve öngörüsü geniş kurucu kadroların çalışmaları ile doğdu, heyecanla emeklemeye ve ardından sevinçle yürümeye ve artık hızla koşmaya başladı. Bu zevkli büyüme sürecinin hemen her aşamasına şahit olan şanslı çalışanlardan biri olarak kurucu kadrolarımızı sevgi ile yad ediyorum. Yaşamın doğal akışı içinde eskiler yenilere yer veriyor ve bu döngü heyecanlı, sevinçli, umutlu bir şekilde hep daha ileri doğru sürüyor. Sabancı Üniversitesi öğrencileri, mezunları, akademik ve idari kadroları ile yıllar geçtikçe daha da büyüyor, gelişip güçleniyor.   

Sabancı Üniversitesi Ailesi Eylül ayında yeni bir üye kazandı: Yaşama “heyecanla” ve “özenle” bakan, kendisini “Yaşamın dolaşımında doğanın bir aracıyım” diye tanımlayan, önceliğinin, aldığını verdiğini özenle, dikkatle yönetmek olduğunu söyleyen; Hiç bir şeyi geçmişten miras değil, her şeyi geleceğe borç olarak gören; Avrupa Birliği’nde danışman ve hakemlik yapan, Japonya’da proje yapıp, Tayvan’da ders veren, ABD’nin TÜBİTAK’ı sayılan NSF’de 750 milyon dolarlık yeni bir program kurup yöneten; babasını, Uzay Yolu’ndaki Mister Spock’ı ve Leonardo da Vinci’yi rol model alan son derece zarif, selam verirken, hal hatır sorarken gözlerinin içine kadar gülen, aydınlık yüzlü bir kadın Şirin Tekinay.

Sabancı Üniversitesi Ailesine Araştırma ve Geliştirmeden sorumlu Rektör Yardımcısı olarak katılan Şirin Tekinay’ı tanımak ve kendisine hoş geldin demek için Çarşamba Sohbetlerinin konuğu olarak ağırladık. Röportajı okudukça kendisi ile ilgili çok hoş ve enteresan bilgiler edinecek, bilim, sanat, spor, sinema, edebiyat ile ilişkisini, karşısındaki kişiyi de içine alan doğal neşesini göreceksiniz.  


20 yıl ABD’de kalmışsınız, Türkiye’ye dönmenize sebep olan etken nedir?

2008 yılında, ülkemizde oluşturulan ilk “araştırmadan sorumlu rektör yardımcısı” pozisyonunu üstlenmeye davet edildim. O sırada üç yıldır ABD Ulusal Bilim Kuruluşu’nda direktörlük yapıyorum. Bir sonraki yıl da orada mı kalayım, yoksa yıllardır hocası olduğum, beni artık geri çağırıp yönetime katmak isteyen üniversiteme (New Jersey Institute of Technology’ye) mi döneyim, diye kararsızlık içindeyim. Derken ülkemden gelen bu davet sanki her ikisini de çok iyi bildiğim, başa baş seçenekler arasında karar vermek güçlüğünü ortadan kaldırdı. Doğrusu bilinmezleri daha fazla olsa da ülkeme katkıda bulunmanın heyecanıyla, beklemediğim bir zamanda koşarak geldim. İyi ki de gelmişim. Yaptığım işin katma değeri daha yüksek, değişim ve gelişim daha fazla; verimli hissederek mutluyum.

ABD’deki üniversite yaşamı ile Türkiye’dekini karşılaştırır mısınız?

Aslında Sabancı gibi evrenseli yakalamış üniversitelerimizle iyi Amerikan üniversiteleri arasında az fark var. 

Yönetsel açıdan ABD’de üniversiteler ülkemizdeki üniversitelerden çok daha özerk. Kurumsal kültürleri oturmuş, yeni üniversite kurulması çok ender rastlanan bir olay.

ABD’de yüksek öğretimdeki öğrencilerin yaş ortalaması daha yüksek, özellikle lisansüstü seviyede daha deneyimli oluyorlar. Belki bu yüzden, öğretimi hocanın “vermesinden” çok talepkar öğrencinin “alması” söz konusu. Zaten devlet okulları bile paralı. Özellikle mühendislik dallarında dünyanın bambaşka yerlerinden gelen öğrenciler ve öğretim üyeleri çoğunlukta. Farklılık, çeşitlilik çok değerli. Yaş, cinsiyet, ırk, din farklılıklarıyla ilgili en ufak ayırımcılığa, hele hele tacize karşı kurallar kesin; şikayet eden korkmuyor. 

Spor, üniversite takımları, ülkemizdekinden çok daha büyük bir öncelik ve üstelik gelir kaynağı.

2005- 2009 yıllarında ABD Ulusal Bilim Kuruluşu'nda (National Science Foundation, US NSF) Program Direktörlüğü yapmışsınız, NSF ABD’nin TÜBİTAK’ı mı? Bu kurum neler yapar?

Evet, her ülkenin ulusal bilim kuruluşu aşağı yukarı aynı işlevi görse de NSF’in ilginç özellikleri de var; kutup araştırmaları için filosu var mesela. 1950’lerde soğuk savaş döneminde, Sovyetler Sputnik’le teknolojik gövde gösterisi yapınca NSF kurulmuş. Hala kurumsal kültürü o dönemin izlerini taşıyor. Doğa bilimlerine, sosyal bilimlere, mühendisliğe, siber-altyapıya, uluslararası programlara, eğitime sadece kar amacı gütmeyen kurumlar aracılığıyla destek veriyor. Savunma ile hiç ilgili değil, tamamen sivil; tüm araştırmalar açık erişimle paylaşılıyor. Uzay ve havacılık, tıp alanları NSF’in dışında kalır, bu alanlar için benzer işlev gören NASA ve NIH gibi kuruluşlar var. NSF doğrudan Amerikan Başkanına bağlı ve NSF Direktörü başkanlık süresinin ortasında yenileniyor ki politik atamalar olmasın.

Ben bir kaç yıl efsanevi Bell Laboratuvarlarının son demlerine yetişerek endüstride deneyim kazandıktan sonra, 1997 yılında New Jersey Institute of Technology’de Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde Yardımcı Doçent olarak göreve başladım; telsiz ve mobil başta olmak üzere haberleşme sistemleri, lokasyon ve navigasyon sistemleri, sensör ağları gibi konularda çalıştım. 2002-2003 akademik yılında Amerikan üniversite sisteminin ünlü cenderesi “tenure” (yani, süresiz kadro) ını kazanmak üzere değerlendirilmeden geçerek tenure kazandım ve aynı yıl doçent oldum. Üniversiteme getirdiğim devlet ve endüstri kaynaklı fonlar sayesinde 12 kişilik araştırma ekibimle çalışıyordum, dünyanın dört bucağından yüksek lisans, doktora ve doktora sonrası düzeylerinde araştırmacılarla. NSF’ten davet gelince bu şerefli göreve layık görülmekten çok mutlu oldum. NSF’te çalıştığım dört yıl boyunca New Jersey-Washington DC arasında mekik dokuyarak bir taraftan lisans üstü öğrencilerimle çalışmaya devam ettim. 

NSF’de 750 milyon dolar bütçeli, çok disiplinli bir yeni program kurmuş ve yönetmişsiniz, bu program ile ilgili biraz bilgi verir misiniz?

NSF beni üniversitemden 2005 yılında “ödünç” aldı; öncelikle ülkede kendi alanımdaki araştırmaları (yani haberleşme, enformasyon teorisi) yönetmem için. Bir buçuk yıl sonra Amerikan Kongresi’nin “vurucu, oyun değiştiren, ezber bozan” yeni program önerileri istemesiyle “Siber-etkinleştirilmiş keşif ve icat (Cyber-enabled Discovery and Innovation CDI)” atılımını önerdim. Bilişim teknolojilerini kullanarak doğadaki, sosyal ağlardaki ve insan yapısı sistemlerdeki tümleşik, karmaşık (complex) etkileşimi incelemek, kontrol etmek ve davranışını kestirebilmek; büyük veriden hızla bilgi üretebilmek amaçlı, çok heyecanlanarak yazdığım bir öneriydi. Kabul edilince, iki çalışma arkadaşımla birlikte yönetimini üstlendik; tüm NSF birimlerinden temsille bir komisyon kurduk. Farklı disiplinlerden bilim insanlarını bir masa etrafında konuşturmak, uzlaştırmak hem harika bir deneyimdi hem de zordu: gece gündüz tanıtıma, geniş katılım sağlamaya çalışıyorduk. Sonunda biz “üç silahşörler” demeye başladılar. Ilk yılda 50 M USD ile başlayıp her yıl 50 M USD artarak 5 yılda 750 M USD harcanması öngörüldü.

2008 den itibaren Türkiye’ye döndükten sonra Sabancı Üniversitesi’ne kadar olan dönemde neler yaptınız?

İlk üç yıl, ülkemizin ilk Araştırma ve Teknolojiden Sorumlu Rektör Yardımcılığını yaptım. Görevim, 1. Lig araştırma üniversitesi olma iddiasıyla yeni kurulan bir üniversitenin araştırma stratejisini belirlemekti. Kulağa zor gelse de ipuçları o kadar gözümün önündeydi ki, hemencecik işe koyuldum: 2008 yılı ve İstanbul… 2008 yılında gezegenimizdeki toplam insan nüfusunun şehirlerde yaşayan yüzdesi insanlık tarihinde ilk kez  % 50’ye erişti ve geçti. Böylece insanların yarısı gezegenin yaşanabilir alanının %3’üne sıkıştı. İstanbul, bunun etkilerini en çok gören ve gösteren “megakent”lerin önde gelenlerinden. Yani maalesef ve iyi ki, İstanbul tüm planlama, yenileme, enerji, çevre, ekonomi, trafik… akla gelebilecek bütün problemler için bir “şehir laboratuvarı.”

Bu arada Açık Erişim, Açık Bilim, Açık Tasarım ve Açık İnovasyon hareketinin de ülkemizdeki öncülüğünü yapmak hem zevkli hem de gerekliydi.

Daha sonraki üç yıl, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekanlığı yaptım. Burada endüstriden destek kazanarak yerel yönetimle ortak Şehir Mühendisliği araştırma laboratuvarını kurduk ve aynı adlı lisansüstü programı oluşturduk. Diğer taraftan dünyada 2000’lerde başlayıp çığ gibi büyürken ülkemizi atlayarak Amerika, Avrupa, Afrika ve Asya’da yayılmış yeni sayısal devrimi; yerel, kolay, hızlı, ucuz sayısal üretim hareketini yakalamak üzere ülkemizin ilk FabLab (fabrikasyon laboratuvarı)’ini kurduk. Uluslararası FabLab ağına katıldık, açık erişimi sağladık.

Dekanlık görevimi başka bir üniversiteden gelen rektörlük davetini kabul ederek ama çalışma arkadaşlarımdan kopmadan bıraktım. Hala fakültenin danışma kurulundayım. Rektörlük bambaşka bir sorumluluk. Kaç çocuğunuz var, diye sorulunca 7000 diyordum. Kampüste kaldım, öğrencilerimle sabah spor yaptım, akşam yemek yedim. Bir taraftan dış işlerini bir taraftan iç işlerini yürütmek hep bir adrenalin yüksekliğiyle günleri birbirine ekledi. Eğitimle araştırmayı birleştirip bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik (STEM) disiplinlerine sanatı ekleyerek beş boyutlu eğitim ve araştırma sistemi olan “STEAM” akımını ülkemize getirdik. Bunu yine bir FabLab kurarak, tasarım ve inovasyon odaklı girişimciler yetiştirerek destekledik.

Neden Sabancı Üniversitesi? Göreve başlayalı henüz iki aydan birkaç gün fazla bir süre oldu, Sabancı Üniversitesi’ne ilişkin ilk düşünce ve izlenimleriniz nelerdir? 

Göreve başlayalı sadece iki ay olduysa da bir akademik yönetici olarak son sekiz yıldır Sabancı Üniversitesi’ni izliyorum. Bir de bazılarını taa liseden veya Amerika yıllarımdan beri tanıdığım meslektaşlarım var burada. Ayrıca stratejik plan çalışmasına özellikle ar-ge kısmına aylardır katılmam kurumu içeriden tanımaya başlamamda çok yararlı oldu. Araştırma altyapısının üstünlüğü, esnek öğretim programı, dışarıdan beğendiğim ama içine girince daha da takdir ettiğim özellikler.

Öğrencilerin cıvıl cıvıl kulüp etkinliklerinden etkilendim; kendilerine güvenli oluşları, iletişim becerileri çok güzel.

Akademik çalışma arkadaşlarımın özgeçmişleri dünyanın en iyi üniversitelerindekilerle boy ölçüşecek değerde; ne kadar övünsek az. Akademik idari çalışma arkadaşlarımızın kurumsal sadakati ve mezunlarımızın dönüp üniversitede çalışması 20 yıllık bir üniversitenin kurumsal kimliğinin ve kültürünün oluşmasını sağlamış, bunu görmek bana gurur verdi.

Kampüs son sekiz yıldır güzelleşiyor.  Galiba en güzel yeri Tosun Terzioğlu bahçesi. Allah rahmet eylesin, kurucu rektörümüz Tosun Hoca’yı böyle huzurlu, “meditasyon ve yansıma” içinde kalınabilecek, yaşayan bir alanda anmak onun tüm üniversiteye sinmiş vizyonuna, emeğine yakışmış. Karaköy’ü ise ayrı sevdim: rahmetli babacığımın ofisi Bankalar Caddesi Vefai Han’da idi. Oraya gidince içimden basamakları çifter çifter çıkmak isteyen küçük kız çıkıyor. Üstelik ERG, IICEC, IPM, … birbirinden heyecan verici katlar.

Sabancı Üniversitesi’nde neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Sabancı Üniversitesi’nin Design Thinking yaklaşımıyla, çoklu-disiplinli, problem ve proje bazlı, bütünleşik eğitim ve araştırmayla erişimini ve etkisini büyütmek isterim. Elbette bunu hep birlikte yapmakta bir çarpan rolü oynamak, bileşenlerin toplamından büyük bir bütün elde etmek görevim.

Ders verecek misiniz (ya da veriyor musunuz)? Ne dersi?

Ders vermeden edemiyorum. Bu üniversitemizdeki ilk dönemim, kuruluş ve tanışma aşamasında olduğum için vermiyorum ama gelecek dönemden itibaren vermek isterim. Son yıllarda Sensör ağları, Nesnelerin Internet’i, Mobil haberleşme ağları gibi dersleri veriyorum, bir de ülkemizde ilk kez “Bilişim Teknolojilerinin Fiziği” dersini geliştirdim, onu da verebilirim.

Nerelisiniz, çocukluğunuzdan, aile yaşamınızdan söz eder misiniz?

İstanbul’luyum. Hem anne hem baba tarafımdan gazilerin torunuyum. Rahmetli babacığım, kadın ve çocuk hakları savunucusu bir Medeni Hukuk Profesörüydü. Annem, zamanında babamın öğrencisi olmuş, o da hukukçu. Büyükannelerimin biri Bulgaristan’dan, biri Kilis’ten; birbirlerine dayanamayan benzer karakterlerdi. İkisini de çok severdim, yemekleri benzemez, torun sevgileri benzerdi. Galiba farklılığa düşkünlüğüm o zamandan. Çocukluğum ne istisnai bir yer olduğunu sonradan anladığım Profesörler Sitesi’nde geçti. Binaların arasındaki yeşil alanlarda oynardık, birbirimize “senin annen baban ne profesörü” diye sorduğumuzu hatırlıyorum. Hala annem ve her ikisi de profesör olan ablamla eniştem orada otururlar. Etiler’deki Hasan Ali Yücel İlkokulu’na gittim. Okula yürüyerek giderdik, manav, kasap, kırtasiyeci çocukları tanırdı. Öğretmenimiz tam bir Cumhuriyet kadınıydı, hem otoriterdi, hem çok severdik. Bize aşıladıklarını hala paylaşıyoruz, sosyal medyanın da yardımıyla kopmadan 5A sınıfı olarak sıkça bir araya geliyoruz. Ortaokul giriş sınavlarına hazırlık o güzelim mahalledeki çocukluğa biraz engeldi, ama sonunda 10 yaşımda sekiz sütuna manşet olarak sınavlarda birinci oldum. “Başarı”ya müstehzi bakışım da oradan kalma. Robert Kolej’e girdim, ayrıcalıklı, hala bana bir şeyler katmaya devam eden yedi yıl sonunda Edebiyat ödülüyle mezun olup üç yaşımdan beri istediğim gibi Elektrik-Elektronik Mühendisliği’ne girdim. Yazmayı, şiiri hiç bırakmadım.

Mesleğinizi nasıl seçtiniz? Kim ya da ne etkili oldu bu seçimde? Hep bu mesleği mi istediniz yoksa fikir değiştirdiniz mi?

Mesleğim beni seçti, diyorum. Küçücükken en sevdiğim oyuncağım tornavidamdı; sayesinde başka birçok şey oyuncağım oluyordu çünkü! “Elektyonik”çi olmayı istediğime göre, daha r’leri söyleyemeden, 3 yaşımda falan seçmişim mesleğimi. Annemle babam biri edebiyatçı biri mühendis iki kız yetiştirdiler, yani çocuklarını kendi eğilimlerine ve güçlü yanlarına doğru desteklediler. Uzay Yolu dizisi beni derinden etkiledi, diyebilirim.

Rol modeliniz oldu mu?

Uzay Yolu’ndan bahsediyordum, rol modellerimden biri Mr. Spock, uzay gemisi Atılgan’ın bilim subayı, mantık-duygu dengesini mantık lehine kurmaya çalışan, Vulkanlı bir baba ile dünyalı bir annenin oğlu.

Bir başka rol modelim Leonardo da Vinci, her yönüyle, hem sanatçı, hem deneysel bilim insanı, hem mühendis, tasarımcı olarak. Bir röportajda “ne ilginç, sanatçı Leonardo’yu değil de bilim insanı Leonardo’yu örnek almışsınız,” dediler, çok güldüm. Ben Leonardo’yu örnek aldım. 

En önemli rol modelim, babam; en yakın arkadaşım, insan odaklı bilim insanı, uygulamalı araştırmacı.  Vefat ettiği 1995 yılında doğmuş bugünkü Hukuk öğrencilerinin hala anma günü düzenlediği İstanbul Üniversitesi Hocası…

Kadınların akademik kariyer yapmalarına engel oluşturacak faktörler var mı? Siz engel ile karşılaştınız mı? Ya da: Kadın olmanız mesleğinizde avantaj mı dezavantaj mı?

Mühendislik ve yöneticilik erkek-egemen alanlar olduğu için kadın olmam herhalde değişik önyargılarla algılanmama neden olmuştur. Elimden gelen, ayrımcılığı yanımda üstümde yani beynimde taşımamak. Bu benim için kolay çünkü gerçekten düşünmüyorum. Zira bir kadın hakları savunucusunun kızıyım; öyle şartlanmadım hiç.

Böylece ben olmadığım için “önyargıç”lardan biri eksik oluyor, diğerlerinin de kendi sorunu. Ben, kadınların azınlıkta olduğu yerlere (bazen tek kadın olarak) girmekten mutlu oluyorum; geleceğe bir borç ödediğimi düşünüyorum.

Japonya’da projemi podyumdan sunduktan sonra sponsorum NTT DoCoMo yöneticileri, izleyicilerin arasında oturan erkek proje ortağımı kutlamışlardı. Daha sonra başarılı buldukları projeyi kutlamak için hep birlikte gittiğimiz akşam yemeğinde beni “fahri erkek” kabul ettiklerini söylemişlerdi. Yine de araştırmama güvenip yüzbinlerce dolarla destekledikleri için utangaçlıklarına verip kültürel farklılıkları saygıyla kabul ettim; ince ince incelemesini yapacak zamanım olmadı.

Mesleğiniz dışında tutkuyla bağlandığınız bir uğraşınız var mı? İş dışında neler yaparsınız? Nasıl dinlenirsiniz, nasıl eğlenirsiniz? Tatillerde ne yaparsınız? Sporla aranız nasıl?

Her gün spor yaparım. Bu benim vazgeçilmezim. Günlük antrenmanım beni hem güne, hem de yılda bir-iki yapabildiğim yelken, trekking, yüzme, dalış gibi tatillere hazırlar, sağlam tutar. İnsan vücudu, hareketsiz yaşam için evrilmemiş. Bunu spor yapamadığım ender günlerde hisseder, rahatsız olurum. Ofisimde dumbell’ler var! Son zamanda ayrıca yogaya da zaman ayırmaya çalışıyorum.

Hala ilkokul, orta lise ve üniversite arkadaşlarımla, hocalarımla görüşüyorum. Çalışma arkadaşlarımla da saygı ve güven yeterliyken sevgi de paylaşıp büyüttüğüm güzel dostluklarım var, çok şanslıyım.

Dostlarla birlikte yenen akşam yemeklerinden büyük keyif alıyorum. Yemek yapıp sevdiklerimi beslemekten de. Bu arada et, beyaz un ve şeker yemediğim için güzel sohbetlerle yenen yemekler her bakımdan sağlıklı besleyici oluyor!

Hayvanları çok seviyorum. Bir kurt köpeğim ve iki toraman kedim var.

Kariyeriniz fen bilimleri alanında peki sanat ile ilişkiniz var mı? Sanat alanında yaptığınız bir şeyler var mı?

STEAM örneğindeki gibi, bilimle sanatın bir kuşun kanatları gibi eşit gerekliliğine inanıyorum. Yaratıcı yazın ve şiirle uğraşıyorum. Sanatçısı sayılamayacağım ama fotoğraf çekiyorum. Onun dışında sanatın tüketicisiyim, ama “sanatsever” olduğumu söylemek, insan olduğumu söylemek gibi bir şey.

Edebiyatı, sinemayı sever misiniz? En son okuduğunuz kitap nedir? En son izlediğiniz film? Gösteri Merkezimizdeki tiyatro, konser vb sanat etkinliklerini izliyor musunuz?

Çok, ama çok severim! Bir kaç kitabı birden okurum. Bu günlerde elimin altındaki kitaplar,  Yuval Noah Harari’nin Sapiens’i, Doğan Cüceloğlu’nun “DERVİŞ'in Aklı.. “Prof. Ahmet Dervişoğlu ile Sohbetler’"i (Dervişoğlu benim de hocamdı), Bülent Atalay’ın “Math and the Mona Lisa: The Art and Science of Leonardo da Vinci”si (adını kullanmasa da tam da STEAM’i anlatıyor). En son “Kedi” ve “Ayla” filmlerini izledim. Her ikisine de bayıldım. Sosyal medya hesaplarımdan amatör film eleştirmenliği yaparım bazen. Belgesel izlemeyi seviyorum. SSM’deki Istanbul Resitallerine aboneyim. Klasik müzik dinlemeyi, opera izlemeyi çok seviyorum. Bebekliğimden beri Mozart’a düşkünüm.

Sizi ne güldürür? Ya da En çok neye gülersiniz?

Kendime çok gülüyorum. “Hayat gıdıklıyor,” diyebilirsiniz yani. Kendimle dalga geçmek çok eğlenceli, fena alınıyorum ama çok gülüyorum. 

Bazen de çocukluk arkadaşlarımla birbirimizin yüzüne bakıp bir şey söylemeden gülüyoruz.

Diğer taraftan mizah ve hiciv bence en ince ve zeka isteyen sanat dalları ve çok ama çok ciddi bir iş. Bilgiye dayalı, zarif, düşündükçe güldüren esprilere bayılıyorum. Mesela Sunay Akın’a Cem Yılmaz’a güldüğümden daha çok gülüyorum, Recep İvedik’i izlesem ancak belgesel izler gibi izleyebilirim herhalde.

Yapaylığa, özentiye, gösteriş çabasına, bilineni inkara, yüzeyselliğe çok gülüyorum.

Yaşama nasıl bakarsınız? Tutkuyla, mantıkla…?

Öyle tek sözcükle yanıtlamamı isterseniz, “heyecanla,” diyeceğim. Hemen arkasından, “özenle.” 

Ataol Behramoğlu’nun çok sevdiğim şiirini hatırladım şimdi; son iki mısraı: “Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır/ ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.”

Enerjimi sürekli verimli kullanmayı hayata karşı sorumluluğum olarak görüyorum.  Uykunun bile en kalitelisini uyumalı, iyice dinlenmeli insan.

Şirin Tekinay kendisini nasıl tanımlar? Öncelikleriniz nedir?

Allah aşkına bu soruyu nasıl yanıtlayayım (kahkaha).

Yaşamın dolaşımında doğanın bir aracıyım işte. Önceliğim, aldığımı verdiğimi özenle, dikkatle yönetmek. 

Önce sağlık; sağlığıma iyi bakmak, fiziksel sağlığıma spor ve diyetle, ruhuma sanatla, yaratıcılıkla ve sevgiyle bakmak. Öz değerlerimden, benim için önem taşıyan şeylerden söz edeceksek, evrensellik, adalet, dürüstlük, bilimsel düşünce, bilimsel yöntem ve bilimsel eğitim… diye sayabilirim.

Mühendisim, öğretmenim, yöneticiyim, Hiç bir şeyi geçmişten miras değil, her şeyi geleceğe borç olarak gördüğüm için, tatlı bir telaşla uyanıyorum hep; çalışma arkadaşlarıma, öğrencilerime, bilime, Ar-Ge ekosistemine elimden beynimden geçirirken iyileştirerek ne vereyim, diye. Ailem, dostlarım, çalışma arkadaşlarım, öğrencilerim benim için çok ama çok önemli.

Email adresim .com, .edu, .gov, .org oldu; noktaları birleştirince kariyerim ortaya çıkıyor. Endüstride, üniversitede ve devlet sektöründe çalıştım. Amerika’da ve Türkiye’deki kariyerimi anlattım ama Avrupa Birliği’nin de danışmanı ve hakemiyim. Japonya’da proje yaptım, Taiwan’da ders verdim. Brezilya-Avrupa Ar-Ge ilişkilerine bakıyorum. Avustralyalı meslektaşlarla işbirliği yaptım. Bir de tabii dünyanın pek çok yerini gezdim, konferanslara, gezilere katıldım, ondan söz etmiyorum; değişik kültürleri öğrenmek, tadları tadmak, yeryüzüne daha sağlam bastığımı hissettiriyor.

Mutlu musunuz? Geleceğe ilişkin planlarınız nedir? Yaşamınızda istediğiniz yerde misiniz? Hayal kırıklığınız (ya da yaşadığınız zorluklar) oldu mu? Bununla nasıl başa çıktınız?

Şükretmeyi asla yetinmek anlamında kullanmadan şükrediyorum. Sağlığım gücüm yerinde oldukça ben hep istediğim yerdeyim.  Yaşamın beni getirdiği yerleri hep severek, hakkını vererek yaşadım. “Öldürmeyen zorluk daha güçlü kılar” deyip yaşadığım sevinçler kadar zorlukların da değerini biliyorum. Yaşamın zorluğuna, acımasızlaşabilen yanlarına toleransla değil, anlayışla ve kabulle yaklaşmalı insan.  Ölüm yaşama dair, rekabet dayanışmaya dair. “Keşke” diye farklı bir şey istemeden ama elimde olan herşeyi değiştirip geliştirip iyileştirmeye özenle çalışarak.

Ülkemize uzun yıllar sonra döndüğüm için “o dediğin bur’da olmaz, burası Türkiye, Hoca,” diyenler beni çok kızdırdı mesela. Sonunda insanları rahatlık alanlarından dışarı çekiştirdiğimi anlayıp yeni yöntemler ararken ben geliştim.

Son zamanda çevremi kaplayan bir karamsarlık var. Evriminde farklı fazlarda, kötü ve ilkel insanlar olduğunu görmek ve onların yıkıcılığını izlemek umutsuzluğa neden oluyor. Umuda sarılmaktan başka çare yok. En kötüye hazırlıklı olup en iyiyi ummaktan vazgeçmeyelim. Öğrenilmiş çaresizlikleri kırmak istiyorum.

Dilek dileyip evrene yollamak iyi de evrenden yanıt bekleyenlere artık düpedüz kızıyorum. Dilemeyi bırakıp üstümüze düşeni yapmaya söz verelim. 

“Gezegendeki hayatı daha sağlıklı, sürdürülebilir, güvenli ve mutlu kılmak için” elimden geleni yapmaya ben söz veriyorum. En kolay kontrol edebildiğim şey, benim.

Gençlere meslek seçimi, mutlu bir yaşam, yol haritası çizmelerinde…. ne önerirsiniz?

Mutluluğun reçetesi herkes için farklı olabilir. Ön şartları ise sanırım ortak; sağlığına iyi bakmak, rahat ayakkabılar giymek, gibi. Sonra sorgulamak, bitmez tükenmez merak, bilgiye görgüye deneyime açlık, her şeyin herşeyle ilgili olduğunu bilmek, öğrenmek, öğretmek, tasarlamak, yapmak, yaratmak, yaşatmak… Yeryüzünde yaşamanın onunla karışmak olduğunun bilinciyle, yaşama sevincini ve insan sevgisini herşeyin üstünde tutmak. Maddiyatı, prestij göstergelerini doğru konumlandırmak gerek.

Üniversite eğitimi şart mı? Ders dışında neler yapmalı, bu konuda önerileriniz?

Üniversite eğitimi hızla evrilirse, istenilen, 21. Yy’ın gerektirdiği hale gelirse, şart. Klasik, sınıfta bilgi aktarma biçimindeki eğitim şart değil. Gençler sosyal ortamda sorgulayıcı, bilimsel düşünceyi, takım çalışmasını, zaman ve insan dahil kaynak yönetimini, nasıl araştırma yapıp nasıl üreteceğini, açık inovasyonu ve tasarımı ancak 21. Yy üniversitesinde öğrenebilir.

“T biçimi” dediğimiz, hem kendi uzmanlığında derin, hem baştan başa çözümlerde diğerleriyle iletişimi güçlü insan olabilmek için üniversite eğitimi gerekli. 

Herkes Steve Jobs’ın üniversite mezunu olmayışından söz ediyor. Üniversiteyi bitirmemiş az sayıda başarılı örnek için. “istisnalar kaideyi bozmaz,” diyeceğim.

Bu zevkli röportaj için teşekkür ederim. Sizi tanımak zevkti. Tekrar hoş geldiniz. 

Subject-Based Discussions devam ediyor

Subject-Based Discussion 6 Aralık 2017 günü Bahri Yılmaz'ın “Relations of Turkey with the EU. Candidate for ever?” konulu semineri ile devam ediyor.

“Relations of Turkey with the EU. Candidate for ever?”  konulu seminer 6 Aralık Çarşamba günü saat 13.40'da FENS G032'de gerçekleşecek. 

Mor Sertifika Programı 10 Yılda 17 İlde 3 bin 500’e Yakın Öğretmene Ulaştı

Sabancı Vakfı’nın desteğiyle, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender) tarafından, 2007’den beri yürütülen Mor Sertifika Programı 10 yaşında…

Sabancı Üniversitesi Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı ve Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı: 

  • Biz, toplumsal cinsiyet eşitliğini her zaman öncelikli meselemiz olarak gördük.
  • Tüm kurumlarımızda bu konuyu önemsiyoruz ve bütünsel bir anlayışla bakıyoruz.
  • 2011 yılında, Sabancı Holding olarak Birleşmiş Milletler Kadını Güçlendirilmesi İlkeleri’ne Türkiye’den imza atan ilk şirket olduk.
  • Sabancı Vakfı ve Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile ilgili Mor Sertifika Programı’mızı 2007’de başlattık.
  • Toplumsal cinsiyet eşitliği, toplumsal adalet için birincil şart. Bu da ancak eğitimle mümkün olabilir.
  • 10 yıl önce başlattığımız Mor Sertifika Programı’mız bugün 3 bin 500’e yakın öğretmene ulaştı.

Sabancı Vakfı’nın desteğiyle, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender) tarafından yürütülen Mor Sertifika Programı, 10’uncu yaşını, 30 Kasım 2017 Perşembe akşamı, Sabancı Center’da, Mor Sertifikalı öğretmenlerin de katıldığı özel bir geceyle kutladı. Gecede, programın 10’uncu yaşı nedeniyle hazırlanan “10 Yılın Hikayesi” kitabının tanıtımı yapılırken, programa ilişkin kısa bir belgesel de gösterildi. Eğitimin farklı kademelerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik farkındalık kazandırmayı amaçlayan Mor Sertifika Programı, 2007 yılından bugüne kadar 17 ilde 3 bin 500’e yakın öğretmene ulaştı.

Sabancı Üniversitesi Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı ve Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, Mor Sertifika Programı’nın 10’uncu yıl kutlama gecesinin açılış konuşmasında, şunları söyledi:

“Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yürüttüğümüz bu programın başarıyla bugünlere gelmesinden dolayı büyük memnuniyet duyuyoruz. Biz, toplumsal cinsiyet eşitliğini her zaman öncelikli meselemiz olarak gördük. Tüm kurumlarımızda bu konuyu önemsiyoruz ve bütünsel bir anlayışla bakıyoruz. 2011 yılında, Sabancı Holding olarak Birleşmiş Milletler Kadını Güçlendirilmesi İlkeleri‘ne Türkiye’den imza atan ilk şirket olduk. Sabancı Üniversitesi’nde Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi‘mizi kurduk. Bu çatı altında öncü çalışmalar yürütüyoruz.  Ancak bu konudaki çalışmalarımız daha da öncelere dayanır.  Örneğin, Sabancı Vakfı’nda 2006 yılında Birleşmiş Milletler Kız Çocuklarının İnsan Hakları ve Kadın Dostu Kentler programlarını hayata geçirdik. Ve bugün bir arada olmamıza vesile olan Sabancı Vakfı ve Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile ilgili Mor Sertifika Programı‘mızı 2007’de başlattık.“

TOPLUMSAL DEĞİŞİM VE GELİŞİM, UZUN SOLUKLU YAKLAŞIMLA VE ORTAK ÇALIŞMAYLA MÜMKÜN OLUR

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, toplumsal adalet için birincil şart olduğunu belirten Güler Sabancı, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu da ancak eğitimle mümkün olabilir. Bu noktada da, toplumun dönüşüm ve gelişiminde öğretmenlerimize uzun soluklu görevler düşüyor. Mor Sertifika Programı da bunun bilinciyle başladı. Bugün görüyoruz ki, 10 yıl başlattığımız Mor Sertifika Programı’mız bugün 3 bin 500’e yakın öğretmene ulaştı. Onların bilgiyi kendi çevreleriyle paylaşmaları ve yaygınlaştırmalarıyla da etkisi her geçen gün daha da büyüyor. Bu vesileyle bir kez daha hatırlamamız gerekir ki; bu tip toplumsal değişim ve gelişim, ancak uzun soluklu bir yaklaşımla ve ortak çalışmayla mümkün olur. Bu anlayışa, Başarı Üçgeni deniyor. Bir tarafında STK’lar, Vakıflar, Üniversiteler; bir tarafında kamu, bakanlıklar, ilgili kurumlar ve kuruluşlar; bir tarafında da tüm bunları destekleyen iş dünyası, çalışan, kazanan kesim. Bu denklemi kurduğunuzda da Mor Sertifika Programı gibi iyi örnekler ortaya çıkabiliyor. Mor Sertifika Programı’nın, daha fazla öğretmenimizin katılımıyla daha uzun yıllar sürmesini temenni ediyorum. “

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİ TALEP ETMEYİ SÜRDÜRECEĞİZ

 

Sabancı Üniversitesi Rektörü Ayşe Kadıoğlu da konuşmasında, Sabancı Üniversitesi’nde 2007 yılından bugüne aralıksız yürütülen Mor Sertifika Programı’nın kartopu misali büyüdüğünü söyledi. Mor Sertifika Programı’nın eğitim faaliyetlerini ve materyal üretme çalışmalarını her geçen yıl geliştirerek sürdürdüğünü ve bundan sonra da yeni projeler ile gelişerek devam edeceğini söyledi. Kadınların; korunmak ve kollanmak değil eşitlik talep ettiğini belirten Kadıoğlu, toplumsal cinsiyet eşitliğini talep etmeye ve buna yönelik farkındalık yaratacak etkinlikler yapmaya devam edeceklerini söyledi. Kadıoğlu, şöyle konuştu:

“Mor Sertifika Programı 2007’de başlarken öğretim üyeleri bir araya gelmiştik. Bu ilk toplantılarda birbirimizi duymaya ve anlamaya başlamıştık. Bunun gibi birlikteliklerden türeyen enerji ile bugün SU Gender ismini verdiğimiz Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi’mizin kuruluşuna doğru ilerledik. Bu merkez 2010 yılında forum olarak çalışmalarına başladı. Çok geniş bir yelpaze içinde yer alan tüm bu forum etkinlikleri, yavaş yavaş merkezimizin kuruluşuna doğru evrildi. Hedef büyütmeye yönelik olarak attığımız ilk adımlardan birisi de toplumsal cinsiyet alanında Türkiye’de İngilizce eğitim verecek olan ilk doktora programının kurulması oldu.”

MOR SERTİFİKA YOLCULUĞU GÜÇLENEREK VE GENİŞLEYEREK DEVAM EDİYOR

 

Mor Sertifika Programı’nın 10 yıllık yolculuğunun hikayesini anlatan SU Gender Direktörü Ayşe Gül Altınay ise, süreç içinde öğretmen adaylarıyla birlikte, eğitimin farklı kademelerindeki öğretmen ve öğrencilerin dahil edildiği Mor Sertifika Programı’nın 10 yılda 17 ilde 3 binden fazla öğretmene ulaştığını belirtti.  Altınay, şunları söyledi: 

“Mor Sertifika Programı, 10 yıldır yaratıcı, besleyici, dönüştürücü bir alan olmaya devam ediyor. Bu alanın bizim için çok heyecan verici meyvelerinden biri Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın

Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi, kısa adıyla SU Gender oldu. 2006 - 2007 yıllarında Mor Sertifika etrafında buluşan öğretim üyesi, öğrenci ve idari çalışanların zaman içinde başka alanlarda da birlikte çalışmaya devam etmelerinden doğan SU Gender, bugün üç farklı program yürüten, pek çok alanda araştırma yapan, farkındalık çalışmaları ve eğitimler yürüten çok dinamik bir merkez. Mor Sertifika çalışmasında hep birlikte geliştirdiğimiz farkındalık, öğretmenlerin de öğrencilerin de toplumsal cinsiyeti bir engel olarak değil, toplumsal cinsiyet eşitliğini bir özgürleşme, harekete geçme, dayanışma alanı olarak yaşamalarının yolunu açtı.  Sabancı Üniversitesi’nin Tuzla kampüsünde doğan Mor Sertifika, şimdi İzmir ve Ankara’ya doğru yol almaya başladı. Başka bir eğitim, başka bir dünya mümkün diyerek yola çıktık, 10 yıl sonra aynı yolda daha da güçlenmiş, çoğalmış, derinleşmiş olarak devam ediyoruz. “

TOPLUMSAL CİNSİYET FARKINDALIĞI YARATMAK İÇİN 2007’DE YOLA ÇIKILDI

 

Mor Sertifika Program Koordinatörü Ayşegül Taşıtman da programın 2007 yılından itibaren Sabancı Vakfı'nın desteğiyle Türkiye'nin farklı illerinden lise öğretmenlerine toplumsal cinsiyet farkındalığı kazandırmak amacıyla yola çıktığını söyledi.  Taşıtman, şöyle konuştu:

“2007 yılında Sabancı Üniversitesi bünyesinde iki günlük bir eğitim olarak başlayan Mor Sertifika Programımızı ve çalışma alanlarımızı zaman içinde yeni beliren ihtiyaçlar, edindiğimiz deneyimler ve öğretmenlerin önerileri doğrultusunda sürekli yeniledik, değiştirdik. 10. yılda Mor Dosya ve Genç Mor Sertifika programlarını hayata geçirdik. SU Gender olarak hazırladığımız “Sivil Toplum Kuruluşlarına Yönelik Toplumsal Cinsiyet Sertifika Programı” ile yeni bir sertifika programı daha başlattık. Tüm Türkiye’den –özellikle de Mor Sertifika illerinden- eğitim, engellilik ve mülteci alanında çalışan STK’ları bir araya getirdik. 2007’de başlayan Mor Sertifika Programı, 2017 yılına gelindiğinde birçok bileşeniyle başarıyla sürüyor. Daha çok öğretmeni, öğretmen adayını ve üniversite öğrencisini bünyesine dâhil ederek büyüyen program, eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması açısından eğitim alanındaki tüm aktörlere ve politika yapıcılara öncülük etme hedefiyle yoluna devam ediyor.”

Sabancı Vakfı Hakkında:

1974 yılında Sabancı kardeşler tarafından kurulan Sabancı Vakfı, Merhum Hacı Ömer Sabancı'nın "Bu Topraklardan Kazandıklarımızı Bu Toprakların İnsanlarıyla Paylaşmak" felsefesi ile çalışan, Sabancı'nın insan sevgisi anlayışını samimiyetle hayata geçiren öncü bir vakıftır.

Kuruluşundan bu yana Türkiye'nin dört bir yanında eğitimden sağlığa, kültürden spora kadar 120'den fazla kalıcı eser yaptıran Sabancı Vakfı'nın eğitim alanındaki en büyük eseri, yenilikçi ve özgün eğitim modeli sunan Sabancı Üniversitesi'dir.

Bugüne kadar sağladığı on binlerce burs ve binden fazla ödül ile başarılı bireyleri teşvik eden Sabancı Vakfı, ayrıca kültür ve sanatın yaygınlaşması amacıyla çeşitli festivallere ve etkinliklere destek olmaktadır.

Sabancı Vakfı, "Toplumsal Gelişme Programlarıyla" sosyal meselelerin çözümüne katkıda bulunmayı amaçlayan sivil toplum kuruluşlarına hibe desteği vermektedir.

Vakıf bugüne kadar yaptığı çalışmalarla, Türkiye'nin dört bir yanında milyonlarca insanın hayatına olumlu katkıda bulunmuştur.

Sabancı Üniversitesi Hakkında:
Sabancı Üniversitesi 1,26 milyon m2 alana kurulu, en son teknolojiyle donatılmış eğitim ve araştırma merkezlerine sahip genç bir vakıf üniversitesidir. Ülkemizde öğrencilerin kendi lisans programlarını seçme özgürlüğüne sahip olduğu tek üniversitedir. Ana eğitim dili İngilizce olan Sabancı Üniversitesi’nde, akademik etkinlikler üç fakülte çerçevesinde yürütülmektedir: Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi (MDBF), Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi (SSBF) ve Yönetim Bilimleri Fakültesi (YBF).  Yüksek lisans programları, öğrencileri kariyer odaklı alanlarda ve/veya araştırma alanında hazırlamak üzere tasarlanmıştır. Kamu, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve diğer yükseköğrenim kurumlarıyla yakın ilişkiler kuran Sabancı Üniversitesi, Avrupa Kalite Yönetim Vakfı (EFQM) üyeliğine kabul edilen Türkiye’deki ilk eğitim kurumu olmuştur.

Su Gender Hakkında:

Resmi olarak 2015’te merkez niteliği kazanan Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender), çalışmalarını 2006’dan beri sürdürüyor. 11 senedir toplumsal cinsiyet üzerine çalışmalar yürüten Merkez, Mor Sertifika ve Cins Adımlar gibi ana faaliyetlerine ek olarak, Dicle Koğacıoğlu Makale ve Şirin Tekeli Araştırma Ödülleri gibi programlarıyla da alandaki birikimin taşıyıcılığını üstleniyor. Merkez, bu faaliyetlerin yanı sıra; birçok alana dokunan uluslararası konferans, panel, söyleşi, yetişkin eğitimi gibi etkinliklerle de, toplumda bu alanda ihtiyaç duyulan dönüşüme destek oluyor.

 

MDBF öğrencilerimiz Hackathon'da birinci oldu

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği lisans öğrencileri Emre Emin ve Kadir Can Ekşi ile yüksek lisans öğrencisi Halit Alptekin, Anadolu Sigorta tarafından düzenlenen Hackathon'da 1. oldu.

 

“Müşterilerimizi “Dijital Sigortacılık” dünyasına davet edecek, sigortacılık ürün ve hizmetler ile sürdürebilir bağ kurduracak; gündelik hayatı kolaylaştıran fikirler arıyoruz.” konseptinde gerçekleşen Hackathon’un ilk etabına toplam 50 takım katıldı.

18-19 Kasım 2017 tarihinde Anadolu Sigorta Genel Müdürlüğü’nde yapılan Hackathon’un ikinci aşamasında 16 takımdan yaklaşık 65 kişi katıldı. 

Yarışmada birinciliği elde elden SUREDTEAM üyesi MDBF öğrencilerimiz Emre Emin, Kadir Can Ekşi, Halit Alptekin’i tebrik ederiz.

‘Politika Kampüste’ projesi devam ediyor

Sabancı Üniversitesi Politika Kulübü’nün 2016 yılı Kasım ayında başlattığı ‘Politika Kampüste’ projesi devam ediyor. Öğrencilerin güncel konular hakkındaki farkındalığını arttırma ve bilgi birikimlerinden yararlanma amacı taşıyan projenin bu dönemki ikinci konusu: "Türkiye'de Eğitim Sistemi".

Kulüp, kampüsün sesini duymak için mikrofon yönelttiğinde bakın bu konuda nasıl cevaplar aldı?

Her ay düzenli olarak sürpriz konularla sizlere sorular yöneltecek olan Politika Kulübü öğrencileri, Sabancılıları bu projenin bir parçası olmaya davet ediyor. 

Detaylı bilgi ve içerik için Kulübün sosyal medya adreslerini ziyaret edebilir, sorularınız için politika@sabanciuniv.edu adresine mail atabilirsiniz. 

Fonksiyonel Yüzeyler ve Arayüzeyler Çalıştayı

Fonksiyonel Yüzeyler ve Arayüzeyler Çalıştayı, 25 Kasım 2017 tarihinde Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) binasında gerçekleşti.

Sabancı Üniversitesi Nanotanı için Fonksiyonel Yüzeyler ve Arayüzeyler Mükemmeliyet Merkezi (EFSUN) bünyesinde düzenlenen çalıştayın açılış konuşmalarını Sabancı Üniversitesi Araştırma ve Geliştirmeden Sorumlu Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Şirin Tekinay, SUNUM Direktörü Prof. Dr. Fazilet Vardar Sukan ve Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Cengiz Kaya yaptı.

Enerji, fizik, moleküler biyoloji, malzeme mühendisliği, kimya ve biyoinformatik gibi konularda uzman davetli konuşmacıların katılımıyla gerçekleşen çalıştay, farklı disiplinlerden yaklaşık 100 araştırmacıyı bir araya getirdi.

Prof. Dr. Pınar Mengüç’ün ana nokta konuşmacı, Doç. Dr. Devrim Gözüaçık, Prof. Dr. Alper Kiraz, Doç. Dr. Gözde Özaydın İnce, Doç. Dr. Funda Yağcı Acar ve Yard. Doç. Dr. Saliha Durmuş’un davetli konuşmacı olarak yer aldığı çalıştayda, katılımcılar fonksiyonel yüzeyler, arayüzeyler ve uygulamalarıyla ilgili konuları uzmanlarından öğrenme, güncellenme, öne çıkan uygulamalardan haberdar olma, fikir alışverişi ve iletişim ağı kurma fırsatını yakaladı.

Çalıştayda ayrıca genç araştırmacılar için bir poster yarışması düzenlendi. Bilimsel jüri üyeleri ve katılımcıların oylarıyla kazananların belirlendiği yarışmada, Hakan Yılmazer birincilik, Yunus Akkoç ikincilik, Yavuz Ali Ekmekçioğlu üçüncülük ve Ahmad Reza Motezakker halkın seçimi ödüllerinin sahibi oldu.

Çalıştay, fonksiyonel yüzeyler ve arayüzeylerle ilgili farkındalık yaratmış ve konuyla ilgili araştırmacıları bir araya getirerek motive edici bir ortam sunmuştur.

Öğretim üyelerimize TÜBİTAK desteği

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyelerimizden Dr. Lütfi Taner Tunç’un proje yürütücüsü ve Dr. Mustafa Ünel’in danışmanı olduğu proje TÜBİTAK 1003 - İleri Makina Tasarım ve Algoritmalarının Geliştirilmesi Çağrısı kapsamında destek almıştır. 

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyelerimizden Dr. Lütfi Taner Tunç’un proje yürütücüsü ve Dr. Mustafa Ünel’in danışman, İspanya'dan IK4-IDEKO isimli araştırma merkezinde kontrol ve dinamik grubu yöneticisi Dr. Jokin Munoa’nın yurtdışı danışman, Modesis Makina Elektronik ve Bilişim Teknolojileri San. ve Tic. Ltd. Şti.‘nin proje ortağı Kuruluş olduğu “Robotik Talaşlı İmalat Süreçleri Için Takımyolu Boyunca Pozisyon Takip ve Titreşim Sönümleyici Sistemlerin Geliştirilmesi” başlıklı, 36 ay sürecek, büyük ölçekli projesinin TÜBİTAK 1003 - İleri Makina Tasarım ve Algoritmalarının Geliştirilmesi Çağrısı kapsamında desteklenmesine karar verilmiştir.

TÜBİTAK Öncelikli Alanlar Ar-Ge Projeleri Destekleme Programının (1003) amacı, Ulusal Bilim Teknoloji ve Yenilik Stratejisi çerçevesinde belirlenecek öncelikli alanlarda sonuç odaklı, izlenebilir hedefleri olan, ilgili bilim/teknoloji alanlarının dinamiklerini gözeten ve yurt içinde yapılan Ar-Ge projelerini desteklemek ve bu projeler arasında eşgüdüm sağlamaktır.

Proje kapsamında, talaşlı imalat süreçlerinde kullanılan endüstriyel robotların takım yolu takip hasassiyetlerini ciddi miktarda iyileştirici yenilikçi ve gerçek zamanlı pozisyon düzeltme sistemi, süreç sırasında robotların yapılarından kaynaklanan titreşimleri sönümleyici sistem tasarlanması üzerine çalışılacaktır. Projedeki çalışmalar Kompozit Teknolojileri Mükemmeliyet Merkezi (KTMM) bünyesindeki Tümleştirilmiş Üretim Teknolojileri Araştırma ve Uygulama Merkezi altyapısı kullanılarak gerçekleştirilecektir.

Teachers Are Human'ın yeni konuğu Can Akkan

Sevilerek dinlenen ve birbirinden değerli öğretim üyelerinin konuk olduğu Teachers Are Human'ın 30 Kasım Perşembe günü gerçekleşecek programına Can Akkan konuk oluyor!

30 Kasım Perşembe akşamı saat 20.00'de yayınımızı dinleyebilir, hocamıza sorularınız varsa bunları RadyoSU'nun internet sitesindeki "Sesini Duyur" köşesinden sorabilirsiniz.

Sizi nasıl dinleyebilirim?

Bizlere radyosu.sabanciuniv.eduradyosu.org, TuneIn, mySU ve RadyoSU mobil uygulaması üzerinden ulaşabilirsiniz. Sesini duyur köşesine soru göndermek için ilk iki seçenekten birini tercih edin lütfen :) 

Abone ol