Ana içeriğe atla

Ankara Online Mezunlar Buluşması Gerçekleşti

Ankara Mezun Elçimiz 2007 mezunumuz Derya Baykal öncülüğünde 24 Mart 2020, Salı günü gerçekleşen etkinliğe, Ankara’da yaşayan mezunların yanı sıra, Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Cem Güneri, Mezunlarla İlişkiler ve Kariyer Geliştirme Müdürü Şule Yalçın, Mezunlar Ofisi çalışanları ile diğer şehirler ve ülkelerde yaşayan Mezun Elçileri de katıldı.

Ankara Online Mezunlar Buluşması

Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Cem Güneri, buluşmada 23 Mart 2020 tarihinde uzaktan eğitime bağlayan Sabancı Üniversitesi’nde yaşanan gelişmeleri, uzaktan eğitim uygulamalarını ve bu alanda geleceğe ilişkin öngörülerini anlattı ve mezunlarla sohbet etti. Görüşmede mezunlar yaşadıkları yer ve çalıştıkları sektörlerde salgın çerçevesinde alınan tedbirleri aktardı.

Sabancı Üniversitesi Mezunlarla İlişkiler ve Kariyer Geliştirme Müdürü Şule Yalçın ise, Kariyer Ofisi olarak, Mezun Elçileri vasıtasıyla, farklı şehirler, ülkeler ve sektörler nezdinde online toplantılar gerçekleştirmek istediklerini, her toplantıya da farklı konuklar çağırmayı planladıklarını iletti.

2007 yılından bu yana bir araya gelen Sabancı Üniversitesi Ankara Mezunları, sıcak bir sohbet havasında geçen görüşmede özlem giderdi.  


#EvdeKal

"Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Türkiye'de Göç Araştırmaları" e-kitabı çıktı

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender) ve Göç Araştırmaları Derneği (GAR) ortak yayını olan "Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Türkiye'de Göç Araştırmaları" e-kitabı çıktı! 


3 Mayıs 2019'da düzenlenen aynı başlıklı atölye çalışmasından ilham alınarak derlenen bu kitap ile Türkiye'de sosyal bilimlerin, göç ve toplumsal cinsiyet araştırmalarının geleceğine dair umutlandıran araştırmacıların çalışmaları bir araya getiriliyor. Kristen Biehl ve Didem Danış tarafından derlenen kitaba Selin Altunkaynak Vodina, Meriç Çağlar Chesley, Saniye Dedeoğlu, Çisel Ekiz Gökmen, Seda Gönül, Mert Koçak, Hilal Sevlü, Hasret Saygı ve Canan Uçar katkıda bulundu.

Kitap, Türkiye'de toplumsal cinsiyet ve göç alanında öncü çalışmaları olan Ferhunde Özbay'a ithaf edildi.

"Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Türkiye'de Göç Araştırmaları" e-kitabına linki tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Sabancı Üniversitesi ve Kordsa'dan Covid-19 mücadelesinde destek

Sabancı Üniversitesi ve Kordsa, Covid-19 mücadelesinde Sağlık Bakanlığı ve sağlık çalışanlarına destek olmak için tüm tasarım, analiz ve üretim kabiliyet ve altyapılarını açıyor.

Kompozit Teknolojileri Mükemmeliyet Merkezi çatısı altında bulunan iki kurum, Covid-19 tedavisinde kullanılan medikal cihazların ve parçalarının, aynı zamanda sağlık çalışanlarının kişisel koruyucu ürünlerinin tasarım, analiz ve prototiplerinin üretilmesi için katkıda bulunacak. Merkez, tedavide kullanılan medikal cihazların metal ve plastik yedek parçalarının üç boyutlu yazıcılarla üretilmesi için de destek vermek için hazırlıklara başladı.

KTMM

COVID-19 ile mücadeleye Sabancı Holding'den 10 ton yeni nesil dezenfektan desteği

Sabancı Holding, Covid-19 ile mücadele kapsamında, nano teknolojiyle üretilen 10 ton yeni nesil dezenfektanı Sağlık Bakanlığı’na bağışladı. Yapılan bağışla, 1,5 milyon metrekarelik bir alan dezenfekte edilebilecek. Sabancı Üniversitesi tarafından geliştirilen ve uygulandığı ortamda bakteri ve virüslere karşı 3 aya kadar hijyen sağlayan Antimic ürünüyle, sağlık emekçilerinin iş gücü yükünün hafifletilmesi hedefleniyor.

Antimic 

Geliştirme çalışmaları Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Yusuf Menceloğlu liderliğinde, Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Nanoteknoloji laboratuvarlarında yapılan Antimic, korona virüsün de aynı familyadan geldiği SARS’a karşı etkili olduğu kanıtlanan hammaddeyle üretildi. Patenti Sabancı Üniversitesi’ne ait olan Antimic, Sağlık Bakanlığı tip 2 ruhsatına sahip. İnsan sağlığını tehlikeye sokacak ağır metal ve kalıcı toksik kimyasallar içermeyen, su bazlı ve uygulandığı yüzeyde kalıcılığı olan geniş spektrumlu Antimic, yaşam alanlarında ve giysilerde oluşturduğu çok ince, camsı ve elastik koruyucu tabaka ile konforlu koruma sağlıyor.  Bu örtü bakteri ve virüslerin ortamda tutunmasını engelliyor.

Antimic hakkında detaylı bilgiyi gazeteSU haberimizden okuyabilirsiniz.


İklim Değişikliği ve Corona Virüs (Covid-19) İlişkisi

CDP Türkiye, COVID-19 küresel salgınının iklim değişikliğiyle bağlantısına yönelik uluslararası akademi dünyası tarafından paylaşılan görüşleri derledi.

Corona virüsünün sebep olduğu Covid-19 hastalığının tüm dünyayı etkisi altına alması ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından 11 Mart 2020 tarihinde pandemi ilan edilmesi sonrasında, bu durumun iklim değişikliği ile olan bağlantısına dair birçok görüş ortaya atıldı.

Virüsün ortaya çıkmasında iklim değişikliğinin rolü olup olmadığı konusuyla ilgili yorum yapan Harvard Üniversitesi İklim, Sağlık ve Küresel Çevre Merkezi Direktörü Dr. Aaron Bernstein, corona virüsünün hızla yayılmasını iklim değişikliğinin tetiklediğine dair bir kanıt olmadığını belirtiyor. Fakat, iklim değişikliğinin Dünya'daki diğer türlerle ilişkimizi değiştirdiğini ve bunun enfeksiyon riski açısından önemli olduğunu belirtiyor.1 Aaron’a göre, gezegen ısınırken, karada ve denizde yaşayan çeşitli türler sıcağın artan etkisi sebebiyle kutuplara yöneliyor. Bu da, normalde temas etmemesi gereken pek çok türün temas etmesi anlamına geliyor ve patojenlere yeni türlere yerleşmek için bir fırsat doğuruyor. Ayrıca ormansızlaşma, dünyadaki habitat kaybının en büyük nedeni. Yaşam alanı kaybı da, hayvanları göç etmeye, yeni türlere temas etmeye ve dolayısıyla yeni patojenlerle tanışmaya zorluyor.

Virüs ve iklim değişikliği arasında diğer kurulan bağlantı ise geçici de olsa Çin ve İtalya gibi virüsten en çok etkilenen ülkelerin sera gazı emisyonlarının azalması. Corona virüsü sebebiyle endüstriyel çalışma saatlerinin azaltılması, dükkânların kapalı tutulması ve değişen yaşam alışkanlıklarımız sebebiyle küresel emisyonlarda azalma meydana geldi. Guardian Küresel Çevre Editörü Jonathan Watts’a göre karbon salınımındaki bu azalma trendi devam ederse, 2008 mali krizinden bu yana küresel emisyonlarda ilk kez düşüşe şahit olabiliriz.2

Kimi uzmanlar, corona virüsünün iklim değişikliği ile alakalı başka olumlu sonuçları da olabileceğini düşünüyor. Örneğin Çevre Aktivisti Bill McKibben’a göre, salgın sonrasında devletler, içinde yaşadığımız dünya ve onun getirdiği birtakım risklerden bir ders çıkarabilir ve iklim kriziyle mücadelede daha radikal, daha uzun vadeli planlar yapabilirler.3 Aynı şekilde Stockholm Çevre Enstitüsü ABD Direktörü Michael Lazarus’a göre, bir tehdide yanıt olarak ortaya çıkan bir sosyal işbirliği duygusu kamuoyunun iklim krizi için de bir araya gelmesi için bir işaret olabilir. 4

Son olarak, birçok uzmanın corona virüsünün iklim krizine olumsuz etkisi olacağını söylüyor. Örneğin Stanford Üniversitesi Öğretim Üyesi Rob Jackson’a göre; corona virüs krizi küresel karbon emisyonlarında geçici bir düşüşe yol açmış olsa da, salgın sonrası ekonomik toparlanmaya ihtiyaç duyacak olan devletler temiz enerjiye yapılan küresel yatırımlardan, iklim dostu politikalarından ödün verecek ve bu durum uzun vadede iklim değişikliği mücadelesi için ciddi bir tehdit oluşturacak.5

Yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz. 

https://www.hsph.harvard.edu/c-change/news/coronavirus-climate-change-and-the-environment/
2 https://www.theguardian.com/world/2020/mar/10/coronavirus-could-cause-fall-in-global-co2-emissions
3 https://www.cnbc.com/2020/03/13/coronavirus-could-weaken-climate-change-action-hit-clean-energy.html
https://insideclimatenews.org/news/10032020/coronavirus-climate-change-economy-emissions  
5 https://www.cnbc.com/2020/03/13/coronavirus-could-weaken-climate-change-action-hit-clean-energy.html 

 

TÜBİTAK Destekli BiGGMentor Programına Kayıtlar Başladı!

Sabancı Üniversitesi tarafından Türkiye'nin ilk teknoloji ticarileştirme ve çekirdek fon şirketi olarak kurulan Inovent’in BiGG+ kapsamında hayata geçirdiği BiGGMentor programı için ön kayıtlar başladı.

“1601 Yenilik ve Girişimcilik Alanlarında Kapasite Artırılmasına Yönelik Destek Programı” kapsamında TÜBİTAK tarafından yürütülen Mentor Arayüzü (BiGG+) Planı, KOBİ'lerin iş geliştirme ve yenilik kapasitelerini artırmaya yönelik gerekli olabilecek mentorluk mekanizmalarının oluşturulması ve yürütülmesini amaçlıyor. Bu kapsamda belirlenen 11 ‘Resmi Arayüz Kuruluşu’ndan biri olan Inovent, Şubat 2020 itibarıyla destek sunulacak KOBİ’leri ve bu işletmelere uygun olabilecek mentorları belirlemek üzere BiGGMentor programını hayata geçirdi.

21 aylık bir süreci kapsayan BiGGMentor programı için işletmelerin belirlenmesi ve mentor eşleştirmelerine yönelik ön kayıt süreci başladı. 

30 işletmeye mentorluk desteği

BiGGMentor

Inovent, KOBİ’lerin işletme başarılarını ve yenilik becerilerini artırmayı amaçlayan programda, mentorluk mekanizmasını sağlamanın yanında; inovasyon yetkinlik analizi, ticari olgunluk değerlendirmesi gibi kurumsal farkındalık faaliyetleri, sürdürülebilir büyüme stratejileri eğitimleri, patentlenebilirlik değerlendirmeleri ve kurumlar arası iş birliklerin kurulması gibi farklı katma değerli hizmetler sunacak.

30 işletmenin desteklenmesinin hedeflendiği programda, çalışmalar, mentorluk sürecinin daha verimli yürütülebilmesi için İstanbul ve Kocaeli merkezli yürütülecek.

Uzmanlar, mentor havuzundan seçilecek

Ön kayıt ve değerlendirme ile birlikte firma-mentor eşleştirme süreçlerini içeren ilk 6 aylık süreçte gerekli mentorlar, TÜBİTAK’ın 550’den fazla uzmanı içeren mentor havuzundan seçilecek. Havuz, KOBİ’lerin ihtiyaçları doğrultusunda Ar-Ge, danışmanlık, finans-muhasebe, satın alma, kalite, satış-pazarlama, iş geliştirme, üretim, yönetim gibi alanlarda uzmanlığı olan sektör profesyonelleri ve akademisyenlerden oluşuyor.

Programa seçilecek işletmeler, TÜBİTAK tarafından belirlenen katılım koşulları gereği, TÜBİTAK TEYDEB programları kapsamında son 10 yıl içerisinde destek aldıkları Ar-Ge projelerini başarıyla tamamlayan KOBİ’ler arasından belirlenecek.

BiGGMentor programıyla ilgili detaylı bilgi için Biggmentor.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

 

Sabancı Üniversitesi’nden Covid-19 mücadelesine kitlesel üretim desteği

Sabancı Üniversitesi Collaboration Space Yöneticisi Erdem İnanç, Türkiye’deki 3D yazıcı sahiplerini, yazılımcı ve tasarımcıları Covid-19 mücadelesine destek için bir araya getirdi. 

Erdem İnançCollaboration Space Yöneticisi Erdem İnanç

Sağlık çalışanlarının medikal araç ve gereç ile kişisel korunma ihtiyaçlarına yönelik malzeme üretimini gerçekleştirmek amacıyla tasarımcı, yazılımcı ve donanım geliştiricilere çağrı yapan Sabancı Üniversitesi Collaboration Space Yöneticisi Erdem İnanç kısa sürede bine yakın gönüllüye ulaştı. 

Türkiye’nin Covid-19 ile mücadelesinde sağlık çalışanlarına düşük bütçeli koruyucu malzemeler ile hastaların kullanabileceği medikal araçlar sağlamak amacıyla gönüllülerden oluşan kitleseluretim.org platformunu arkadaşları Ahmet Alpat, Yaşar Celep, Mert Mumcu ve Umut Yıldız'la birlikte hayata geçiren Erdem İnanç, 3 boyutlu yazıcı, yazılımcı ve tasarımcı gibi teknik konularda yeterli bir sayıya ulaştıklarını ve sağlık çalışanlarından gerekli olan malzeme ve donanımlar hakkında bilgi talep ettiklerini belirtti. 

Merkezsiz bir platform kuruldu

Kitlesel Üretim Hareketi adı verilen oluşum, Covid-19 salgınına karşı mevcut üretim kapasitesini ve insan kaynağını ihtiyaçlarla bir araya getirmeyi amaçlayan bağımsız, merkezsiz bir inisiyatif olarak kuruldu. Platformun kurucuları, kitlenin üretim gücüyle salgının vereceği zararların azaltabileceklerini inandıklarını belirttiler. 

Sağlık çalışanlarından ihtiyaç listesi bekleniyor

Hastaneler ve sağlık kuruluşlarında görev yapan çalışanların ihtiyaç duydukları koruyucu maske, siper, solunum cihazı, oksijen konsantratörü gibi ürünlerin üretilebilmesi konusunda destek sağlayabileceklerini belirten İnanç, sağlık çalışanlarından olası ihtiyaç listelerini paylaşması bekleniyor. 

Medyascope.tv'nin Collaboration Space Yöneticisi Erdem İnanç'in ile gerçekleştirdiği röportajı aşağıdan izleyebilirsiniz.

Collaboration Space Hakkında

Sabancı Üniversitesi Bilgi Merkezi bünyesinde kurulan Collaboration Space, DIY (do-it-yourself, kendin yap) projeleri ile yaratıcı olmak ve fikirleri paylaşmak için kurulmuş bir alan. Makerspace alanı 3D yazıcılar, 3D tarayıcılar, VR, elektronik ve donanım malzemeleri gibi kaynaklar sunuyor. Collaboration Space'te kullanıcılara yönelik atölye çalışmaları ve eğitimler düzenleniyor, yaparak öğrenme, hatadan öğrenme ve ortak üretimleri deneyimleyebildikleri bir alan sunuyor.  Kullanıcılar girişime dönüştürebilecekleri bir prototip geliştirdikleri takdirde Sabancı Üniversitesi'nde girişimciliği desteklemek üzere yürütülen SU ASSET programında, fon ve mentorluk desteği alıyor.

Öğretim Üyemiz Ayşecan Terzioğlu'ndan Covid-19'un etkileri

Akademisyenlerimiz her yönüyle Covid-19'un etkilerini değerlendirdi. Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Kültürel Çalışmalar Programı Öğretim Üyesi, Antropolog Ayşecan Terzioğlu'nun “COVİD- 19 ve Toplumsal Değişimlerin Gizli Öznesi Olarak Salgınlar” konulu yazısını aşağıda okuyabilirsiniz. 

Ayşecan Terzioğlu

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Kültürel Çalışmalar Programı Öğretim Üyesi, Antropolog Ayşecan Terzioğlu

Salgın hastalıklar insanlık tarihi boyunca sadece yaşandıkları zaman toplumda büyük bir korku ve paniğe yol açmakla kalmadı, uzun vadede de köklü toplumsal değişimlere yol açtı. Tarihçiler bugün salgın hastalıkları bir çok toplumsal değişime yol açan ve onları hızlandıran önemli bir etken; hatta salgınların uzun vadeli etkilerinin ilk başta göze çarpmaması nedeniyle adeta bu değişimlerin ardında yatan bir “gizli özne” olarak görüyorlar. Örneğin, Orta Çağ Avrupa’sında krallıkların politik güçlerinin daha küçük coğrafi bölgeleri kapsaması ve ekonomide büyüme yerine kendi kendine yetme dönemine geçilmesinde o dönemin her toplumsal ve ekonomik kesiminden yüzlerce can alan Veba’nın büyük bir rolü var. Soylu aileler, kendilerini yalnızca düşman ordulardan veya haydutlardan değil, halkı kasıp kavuran Veba’dan da korumak için kalın ve yüksek duvarlı kalelerin ve şatoların arkasına çekiliyorlardı bu dönemde. Salgınların aynı zamanda, kendilerinden önce de varolan toplumsal ve politik eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları da arttıran bir yapısı var. Yine Ortaçağ Avrupa’sında Veba’nın Uzak Doğu’dan geldiğine dair bir inanış, Uzak Doğu ülkeleriyle ticaret yapan çoğu Yahudi tüccarların Veba’yı Avrupa’ya taşımakla suçlanmalarına ve bu yüzden bir kısmının yakılarak öldürülmesine yol açıyor. 

20.yüzyıla gelindiğinde fizyoloji, farmakoloji, halk sağlığı ve bulaşıcı hastalıklarla aşı ve hijyen gibi kolay uygulanan önlemlerle bulaşma öncesi etkin bir şekilde savaşan koruyucu/önleyici tıp gibi alanlardaki gelişmelerin, sağlıkçılara özellikle bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemede önemli başarılar ve bu başarıların yol açtığı büyük bir özgüven kazandırdığını görüyoruz. Bu özgüven ne yazık ki 1980’lerde yeni bir küresel salgın yani pandemi olarak HIV/AIDS’in ortaya çıkması ve hızla yayılmasıyla önemli ölçüde sarsılıyor. Bugün bile tam olarak tedavi edilemeyen, ancak HIV aşamasında ilaçlarla kontrol altına alınan bu hastalık yine toplumun her kesiminden bir çok kişiyi öldürmesi nedeniyle büyük bir korku ve paniğe yol açıyor. “Havuzdan bulaşıyormuş” veya “hasta insanlar sağlıklı insanlara zorla bulaştırıyormuş” şeklinde, günümüzde bile hala bazı kişilerin inanabildiği, hiçbir tıbbi dayanağı olmayan şehir efsanelerinin de doğmasına yol açan HIV/AIDS hastalığı yüzünden, tıpkı Ortaçağ Avrupa’sında Yahudilerin suçlandığı gibi, Türkiye dahil dünyanın çeşitli yerlerinde de hastalığın ilk dönemlerinde yaygın olarak görüldüğü eşcinseller suçlandı. Bu suçlama ilk etapta onların toplumdan iyice dışlanmalarına ve ayrıştırılmalarına yol açarken, zaman içinde bu konuda farklı toplumsal eğilimler de oluşmaya başladı. Örneğin, İngiliz doktorlar bu hastalığın insanlara nasıl bulaştığını, vücutta nasıl ilerlediğini ve hangi aşamalarda ne gibi sorunlara yol açtığını anlamak için eşcinsel hastalar ve onların yakınlarıyla işbirliğine giderek, onların gözlem ve hastalık deneyimlerinden faydalandı. Aynı dönemde, toplumsal olarak dışlanan ve ayrımcılığa uğrayan eşcinseller hem bu konuda hem de HIV/AIDS’le yaşamda birbirlerine destek olmak için etkin örgütlenme mekanizmaları geliştirerek LGBTI+ haklarını savundular ve toplumsal cinsiyeti “kadın ve erkek” şeklinde ikili bir anlayışla dayatan heteronormatif sistemin önemli ölçüde sorgulanmasına yol açtılar.    

Bugün yine bir pandemiyle karşı karşıyayız: Yayılma hızıyla dünyayı derinden sarsan, 14.000’e yaklaşan ölüm sayısıyla hepimizi panikleten ve evimize kapanıp, gerekmedikçe dışarıya çıkmamızı engelleyen COVID-19 isimli bir virüs var artık hayatımızda ve uzun bir süre de hayatımızı etkileyecek gibi gözüküyor. Bu virüsün de ortaya çıkmasının ve yayılmasının epey önemli ve gözden kaçırmamamız gereken bazı toplumsal nedenleri ve sonuçları var. Bu toplumsal neden ve sonuçlar o kadar önemli ki belki de- ve umarım- kişisel olarak bugüne kadar varolan günlük hayatımızda yaptığımız seçimleri sorgulamamıza; hastane, üniversite ve sivil toplum kuruluşları gibi kurumların işleyişini ve devletlerin politik mekanizmalarını yeniden düşünmelerine yol açacak. Bu nasıl olabilir, önce bu çerçevedeki en küçük birimden, yani bizden başlayarak anlatayım: Günlük yaşamımızda artık bizi rahatlatan bir rutin oluşturduğu için farketmediğimiz bir çok karar alıyoruz. Arkadaşlarımı eve mi çağırayım, yoksa lokantaya mı gidelim? Lokantaya yürüyerek mi gideyim, arabayla mı yoksa taksiyle mi? Lokantada yine aynı, o çok sevdiğim hamburgeri mi ısmarlayayım, yoksa bugün “vejeteryan takılıp” salata mı yiyeyim? Akşam geç mi dönerim? Kaç gündür annemle konuşmadım, erken dönersem annemi aramaya vaktim olur mu? Bunun gibi bir çok sorunun yanıtını verirken yaptığımız seçimler hayat tarzımızı ve kimliğimizi belirliyor. Peki dünyadaki 7.7 milyar insan olarak günlük yaşam kararlarımızı verirken ne ölçüde başka insanları veya başka türden canlıları düşünüyoruz? Bu kararların dünyanın dengesi ve bu dengenin sürdürülebilirliği açısından nasıl bir önemi var? COVID-19’un benim lokantada akşam yediğim hamburgerle ya da akşam annemi arayıp aramadığımla ilgisi ne? 

Bu soruların yanıtını verebilmek için öncelikle bu virüsün tam bir antroposen yani insan çağı virüsü olduğunu söylemeliyim. Dünyanın her yerine yayılarak, doğa üzerinde giderek daha fazla dönüştürücü ve tahripkar olan insan; konutları, barajları, limanları ve sanayisiyle dünyayı hızla kirleterek, bitkiler, hayvanlar, bakteriler ve virüsler gibi diğer canlı türlerinin yaşam alanlarını önemli ölçüde sınırladı. Bu sorun Sanayi Devriminden başlayarak, Küreselleşme çağında hızlanan bir egemenlik savaşı haline geldi, ve diğer türlerin yaşaması insanın varlığına, seçimlerine ve vicdanına bağlı olmaya başladı. Bu yüzden COVID-19’un Dünyanın en kalabalık ülkesi ve son yıllarda küresel sanayide önemli bir aktör haline gelen Çin’de çıkması bir tesadüf değil. Tabii bu konuda Ortaçağ’dan kalma bir refleksle Çinlilileri suçlamak da hiç doğru değil, çünkü diğer canlı türlerinin yaşam alanını kısıtlama ve yaşamlarını sürdürmeyi zorlaştırmada neoliberal küreselleşme sistemi etkisinde yaşayan, kendileri farketmese de günlük yaşam seçimleri bu sistemin dayatmaları tarafından belirlenen tüm insanlar, yani hepimiz, farklı ölçülerde sorumluyuz. 

Ancak biz insanlara tutunarak ve insandan insana geçerek yaşayabilen COVID-19’un ortaya çıkmasında insanların günlük hayat seçimleri kadar bunlara yön veren devlet ve kurum politikaları da sorumlu. Ekonomik büyüme odaklı politikalar, her ölçekte dayatılan rekabetçi yaklaşım, her konuda yapılan listeler ve listelerin en başında, o da olmazsa üst sıralarında olmak için birbirleriyle kıyasıya rekabet eden insanlar, kurumlar ve ülkeler… Kendilerini diğerlerinden üstün gören devletler, başka ülkelerin insanları istenmediği için devletler arasında giderek daha kalın çizgilerle belirlenen, yüksek çitler ve duvarlarla vurgulanan sınırlar…Tüm bu rekabetçi ortamda hayatı bireyci bir yarış olarak algılarken belki de COVID-19 gerçeğiyle kelimenin tam anlamıyla burun buruna gelince aslında bu yaşam tarzının ne kadar yıpratıcı ve yalnızlaştırıcı olduğunu anladık hepimiz.  Tıp ne kadar ilerlese de, bazı hastalıklar ve ölüm karşısında hala kırılgan ve çaresiz hissediyoruz kendimizi ve bu yeni, distopik dünya düzeninin getirdiği yalnızlık hissi de bu olumsuz hisleri pekiştiriyor. 

Biliyorum bu son paragrafta çok karanlık bir tablo çizdim ve buraya kadar okumayı başardıysanız, bile eminim bu son paragrafta okumayı bırakmayı ciddi ciddi düşündünüz. Ama hemen pes etmeyin, bu bireyci, rekabetçi ve yalnızlaştırıcı eğilimlerimizin dünyayı daha da tahrip eden kısır döngüsünü kırmanın bir yolu var. İnsanlık tarihinde yüzyıllar boyunca nice salgınları, felaketleri, savaşları ve kırımları atlatarak sağ kalmanın da en önemli yöntemi bu aslında: Birbirimizle dayanışma, yani ortaklaşa hareket etme, günlük hayat seçimlerimizi kendi eğilimlerimiz, zevkimiz ve rahatımız kadar diğer insanları ve canlıları da düşünerek yapma. Bu virüs yüzünden toplumsal hayatımızın sekteye uğramasını ve bunun bizde yol açtığı yalnızlık hissini, ancak Halk Sağlığı uzmanı Dr. Yeşim Yasin’in dediği gibi “diğerkam” olarak aşabiliriz. Hastalık ve ölüm karşısındaki çaresizliğimizi ancak hep birlikte, dayanışarak hafifletebiliriz, sadece diğer insanlarla değil, diğer canlı türleriyle de.  Biliyorum hepimiz evlere kapandık, ama 65 yaşının altındakiler market alışverişi gibi temel ihtiyaçlar için dışarı çıkabiliyorlar. Ailemizde ya da çevremizde 65 yaşının üstünde, marketten bir ihtiyacı olan var mı? Lokantalar ve bir çok dükkan kapanınca onların beslediği sokak kedilerini ve köpeklerini bizler besleyebilir miyiz? 

Eve kapanmak altyapısı sorunlu olan eski evlerde kalabalık düzende oturanları ve aile içi şiddet görenleri daha çok zorluyor. Aynı şekilde mülteciler ve hapislerde tutuklu olanlar COVID-19 korkusunu çok daha farklı bir boyutta yaşıyorlar, diğer yaşam zorluklarına ek olarak. Onlar için ne yapabiliriz? Onlarla nasıl dayanışabiliriz? Sosyal medyada sıklıkla okuduğumuz gibi hepimiz toplumun en zayıf halkası kadar güçlüyüz ve sağlıklıyız. O yüzden bir diğerimizin yaşam ve sağlık koşullarının iyileşmesine sağladığımız minicik bir katkımızın bize de olumlu etkileri olacak, sadece vicdanımızı rahatlatmak için değil, bu ekosistemde “hepimiz aynı teknede olduğumuz”, yaşamımızı sürdürebilmek adına birbirimize bağımlı olduğumuz için. Umarım COVID-19’un uzun vadeli toplumsal sonuçları küresel, neoliberal sistemin dayattığı rekabetçi, bireyci ve yalnızlaştırıcı düzeni biraz kırarak, dayanışmacı ve paylaşımcı eğilimlerin artması yönünde olur. Salgının ilk çıktığı Çin’in bugünlerde salgından en çok etkilenen İtalya ve İran’a yaptığı tıbbi ekip ve malzeme yardımları ve bir balkondan diğer balkonlara verilen konserler bu eğilimlerin ilk göstergeleri belki de. Ama çok daha fazlasına ve etkin, örgütlü dayanışmalara ihtiyacımız var artık. 

Haydi, bu çağrı hepimize! 

KAYNAKLAR:

Bu yazıyı yazarken kullandığım kaynaklar bu konularda daha çok bilgilenmek isteyenlerin de işine yarayabilir.

Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji Bölümünde lisansüstü eğitimim sırasında okuduğum ve Sağlık Antropolojisi alanında uzmanlaştırma isteğimi pekiştiren bu alanda bir klasik:

Epidemics and Ideas: Essays on the Historical Perception of Pestilence, Terence Ranger & Paul Slack (derleyenler), Cambridge University Press, 1992. 

Veba hakkında daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler için tıp tarihçisi Nükhet Varlık’ın podcast’i:

https://soundcloud.com/ottoman-history-podcast/tracing-plague-in-the-ottoman-empire-nukhet-varlik 

Küresel ve neoliberal düzenin İstanbul’a etkilerini daha ayrıntılı incelemek için:

Yeni İstanbul Çalışmaları, Ayfer Bartu Candan&Cenk Özbay (der), Metis Yayınları, 2014 

COVİD-19 karantinası sürecinde ruh ve beden sağlığımızı nasıl koruyacağımız ve nasıl dayanışacağımız hakkında iki önemli yazı, Uzman Psikolog Leyla Navaro ve Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Yeşim Yasin’den:

http://www.diken.com.tr/uzman-psikologdan-corona-gunlerinde-ruh-sagligini-korumak-icin-dokuz-oneri/?fbclid=IwAR3fBTr3pAuxv63RTmFMleb2OO8u-XFy3ng-XRFviVTDwCxHYl3DPtVH70s

http://bianet.org/bianet/yasam/221757-covid-19-artik-hayatimizda

SUNUM Covid-19 kiti üreticilerine alt yapısını açıyor

In-vitro tanı kitleri konusunda profesyonel bir kurguya, bilgi birikimi ve alt yapıya sahip olan Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM), COVID-19 mücadelesinde aktif rol alan kit geliştirici, antikor/biyolojik ajan üreten firmalar ile kamu kuruluşlarına alt yapısını açıyor. 


SUNUM, ulusal araştırma altyapısı ve tüm stratejik paydaşları ile COVID-19 mücadele sürecine katkı verme çerçevesinde her türlü işbirliğine hazır olduğunu web sitesi ve sosyal medya kanalları aracılığıyla duyurdu.  

Halihazırda değerlendirme aşamasında olan NANOSIS projesi kapsamında SUNUM, “Sağlık için takip ve tanıya yönelik hızlı, ekonomik ve özgün nanoteknolojik bileşen, ürün ve sistemlerinin geliştirilmesi” teması ile enfeksiyon hastalıklarının basit, hızlı ve ekonomik tanısı odağında çalışmalar planlanmakta. Bu kapsamda 24 stratejik ortak ile birlikte tanı kitleri, biyosensörler ve evde sağlık kavramları gibi önleyici tıp çalışmaları ve sağlığı olumsuz etkileyen ajanların moleküler yöntemlerle saptanmasına yönelik ihtiyaçları göz önünde bulundurarak bir sanal işbirliği platformu kurgulandı. 

NANOSIS projesi kapsamında kanser tanısı için düşünülen in-vitro kitlerinin Covid-19 tanı kitlerine dönüştürülebileceğini vurgulayan SUNUM yetkilileri, fiziko-kimyasal/biyolojik analizlerini yapmak, üretimlerini gerçekleştirmek için gereken cihazlara sahip olmayan kurum ve kuruluşlara alt yapısını açarak kendilerini işbirliğine davet ediyor. 

SUNUM Direktörü Fazilet Vardar konuyla ilgili olarak şunları söyledi:

Biz SUNUM olarak örnek olmak için öncelikle kendi alt yapımız açtık.

Ardından, talep ile arzı birleştirmek için bir hareket başlattık. SUNUM, #corbadatuzunolsun hashtag’i ile COVID-19 TR Yetkinlik haritası*" nı oluşturmak üzere bir çağrı başlattık. Böylece ulusal düzlemde; mevcut ürün, teknoloji ve hizmetleri ile katkıda bulunmak isteyen kurumlar ve ekiplere open-source denilen açık kaynaklı bir platform üzerinden bir koordinasyon iletişim yapısı kurarak destek vermeği hedefledik 

Bu platformu kurmaktaki amacımız COVİD-19 ile mücadelede yeni projeler ve işbirlikleri için bütün resmi görebilmemizi sağlamak.

İlave olarak COVID-19 mücadelesinde aktif rol alan kit geliştiriciler veya geliştirecek olanlar, antikor/biyolojik ajan üreten firmalar veya kamu kuruluşları üreticileri ile temasa geçilerek SUNUM altyapımızı açmayı planlamaktayız.

*https://docs.google.com/spreadsheets/u/1/d/1g79F1gcbHPPwqB7vAFljOF_A0K_-WCQwvJ3NXOBv5Yc/edit?usp=sharing

Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) Hakkında

T.C. Kalkınma Bakanlığı ve Sabancı Vakfı ortak yatırımı ile 2011 yılında kurulan SUNUM’da ileri malzemeler, nano biyoteknoloji, nano tıp, nano elektronik, nano optik, mikro-nano-akışkanlar, mikronano- elektro mekanik sistemler, yenilenebilir enerji sistemleri, üçboyutlu baskı, biyosensörler ve biyomedikal uygulamalar, gıda güvenliği ve kablosuz geniş bant iletişim teknolojileri gibi alanlarda disiplinler arası araştırmalar yapılmaktadır.

https://sunum.sabanciuniv.edu/

 

Öğretim Üyemiz Nebi Sümer'den Covid-19'un etkileri

Akademisyenlerimiz her yönüyle Covid-19'un etkilerini değerlendirdi. Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Psikoloji Programı Öğretim Üyesi Nebi Sümer'in “Koronavirüs Kaygısı” konulu yazısını aşağıda okuyabilirsiniz.

Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Psikoloji Programı Öğretim Üyesi Nebi Sümer

Salgın hastalıklar, özellikle yeni Koronavirüs gibi tedavisine ilişkin henüz kesin bilginin olmadığı pandemiler, belirsizlik nedeniyle doğal olarak toplumda yaygın korkuya, kaygıya ve endişeye yol açar. Yaşadığımız korku ve stres aslında ilk kez başımıza gelen olağanüstü bir duruma verdiğimiz olağan bir tepkidir.

Tehlike durumunda yaşanan korku ve kaygı, panik düzeyine çıkmadıkça, aslında tehlikeden kurtulma yollarını aramamız ve zamanında eyleme geçmemiz için gerekli bir uyarı sistemidir. Bizi savunmasız bırakan yüksek kaygının psikolojik nedeni, dışarıdan gelen bir tehdit karşısında kontrolün elimizde olmadığı duygusu, belirsizlik, yani geleceği öngöremememizdir. Normal koşullarda çoğumuz farkında olmadan kendi davranış ve duygularımızın, hayatımızın, hatta yakın çevremizin yine kendi kontrolümüz altında olduğuna inanır ve böyle hissederek yaşarız. “Algılanan kontrol” dediğimiz bu duygu ve beraberinde getirdiği geleceğimizin öngörülebilir olduğuna ilişkin inancımız sayesinde kaygılarımızı dizginler, günlük rutinimizi yürütür, işimize konsantre oluruz. Böylece, gerçekte her daim irili ufaklı risklerle, tehditlerle (örneğin, trafik kazaları) karşılaşma ihtimalimiz olduğu halde, başımıza hiçbir şey gelmeyecekmiş gibi “kontrol illüzyonu” altında yaşarız.

Küresel Koronavirüs salgını, farkında olmadan güvencesi altında yaşadığımız kontrol duygumuzu ve geleceğin öngörülebilir olduğuna dair inancımızı sarsarak kaygımızı depreştirdi, tahammül sınırlarımızı zorlayan bir belirsizlik yarattı. Bir de işin içine kaygıya yatkınlık, takıntılı olma, mükemmeliyetçilik, belirsizliğe katlanamamak gibi bireysel farklılıklarımız girince, bazılarımız bu kaygıyı neredeyse panik düzeyinde yaşamaya başladı. Semptom göstermeyenlerin taşıyıcı olması ve başkalarına bulaştırma riski de çok büyük bir kaygı kaynağı olmaya başladı.

Diğer bir deyişle, kontrol edilemeyen yüksek kaygı, tehlike algısı eşiğini düşürür ve normalde yapmadığımız şeyleri yapmaya başlarız. Yaşadığımız salgında her şeyden şüphelenmemiz, her öksürüğü, hapşırmayı virüse bağlamamız, nötr durumları bile adeta bir felaket gibi yorumlamamız işte bu yüzdendir.

“Bilmek Egemen Olmaktır!”

Böylesi bir tehditten kaynaklanan yüksek kaygıyla ve stresle baş etmek için öncelikle kontrol duygusunu güçlendirecek ve belirsizliği azaltacak adımların atılması gerekiyor. Güvenilir bilgi kaynakları tarafından sağlanacak nesnel, somut, saydam, yol gösterici bilgi ve buna eşlik eden sosyal destek en önemli baş etme silahımızdır. Aydınlanma dönemini başlatan düşünürlerin söylediği gibi “bilmek egemen olmaktır!” Ne olup bittiğinin doğru anlatılması, anlaşılması, belirsizliği azaltır. Yönlendirici bilgi kişiyi eyleme geçirerek kontrol duygusunu güçlendirir. Ancak, unutmayalım, bilginin kaynağı güvenilir değilse, inandırıcılığı ve kontrolü güçlendirme etkisi zayıftır. Bu nedenle, bilginin güvenilir kaynaklardan, kimseyi dışlamadan, nesnel ve herkesin erişebileceği araçlarla iletilmesi gerekir.

Virüsle mücadelede sosyal izolasyon, sokağa çıkma sınırlamaları ve karantina aşamalarına geçildiğinde bilgilendirme, etkili iletişim kanallarının kurulması ve sosyal destek daha da önem kazanır. Uzun süren karantina yalnızlık, yalıtılmışlık ve dışlanmışlık duygusuna yol açtığından, başta depresyon olmak üzere çok sayıda psikolojik sorunu tetikleyebilir. Test yaparak virüsün dağılımını ve yoğunluğunu tam olarak kestirme ve zamanında bilgilendirme konusunda gecikmeler yaşansa da, mücadelenin Bilim Kurulu inisiyatifinde başlatılması (güvenilir kaynaktan bilgi aktarma bakımından) çok doğru bir adımdır. Bilgilendirme kısa sürede önemli oranda başarılı olmuştur. KONDA’nn 15 Mart 2020’de yaptığı araştırmada halkın % 85’inin alınması gereken önlemeleri bildiği, yüzde 55’inin de bunları uyguladığı bulunmuştur. Bu arada, bilginin etkin olabilmesi için mesaj bombardımanı yerine kısa ve etkili, davranışsal değişime odaklı bilgilerin verilmesi gerektiği akılda tutulmalıdır.

Kısaca, Koronavirüs kaygısını kontrol altında almak için ilk etapta en etkili iki yol, doğru ve etkin bilgilendirmenin yapılması ve virüsten korunmak için önlemlerin alınmasında toplumun gönüllü katılımının ve kurullara uyumunun sağlanmasıdır. Korkutmaya dayanmayan, kişinin yetkinlik duygusunu güçlendiren, soruna ilişkin çözüm yollarını gösteren, umut veren, ikna edici bilgi, hem sağlık önlemlerine uyumu kolaylaştırır hem de psikolojik destek sağlayarak kaygıyı yatıştırır.

Bilgilenme Dışında Ne yapmalı?

Günlük rutini etkileyecek düzeyde sürekli Koranavirüs hakkında okumak, konuşmak ve saplantılı şekilde ilgili haberleri izlemek doğru bir baş etme yöntemi değildir. Hatta zararlı bile olabilir. Edinilen bilgiyle yeni koşullara uygun olarak, günü planlamak, yeni rutinler oluşturmak ve uyumu kolaylaştırıcı düzenlemeler yapmak gerekir. Günlük planlar, zaman yönetimi, özbakıma özen gösterme vb. bireysel etkinliklerimiz aslında farkında olmadan uyumu kolaylaştıran faaliyetlerdir. Yani, dikkati daha çok kontrol edilebilen alanlara yöneltmek, bu alanlarda aktif olmak, kontrolümüz altında olmayan konularda ise uzmanlara, bilime güvenmek gerekiyor. Güven, başkasına güven, zaten hem kişiler için en önemli psikolojik özkaynaktır, hem de toplumlar için en kıymetli sosyal sermayedir.

Bir işte çalışmanın, gelir dışındaki en önemli psikolojik etkileri kişinin gününü yapılandırması, düzenli sosyal ağlara girme fırsatı (sosyal aidiyet) sağlaması ve değerlilik duygusu kazandırmasıdır. Böyle bir zorunluluk nedeniyle eve kapanılması durumunda, iş ortamında olmanın bizlere otomatik olarak sunduğu bu fırsatlardan kısmen mahrum kalırız (aslında, işsizliğin olumsuz psikolojik etkileri de daha çok bu yüzdendir).  Covid-19 nedeniyle eve kapandığımız bu günlerde, işin ve çalışmanın beraberinde getirdiği disiplini, kendi bilinçli farkındalığımızla yeniden oluşturmamız gerekiyor. Yemek saatlerinden, konsantre çalışma sürelerine kadar işte yaptığımız faaliyetlerin eşdeğerini ev ortamında yeniden kurguladığımızda yeni hayata uyum kısmen kolaylaşacaktır. Küçük çocuğu olanlar, bakıma muhtaç yakınları olanlar, ev ortamı çalışma düzenine çok uygun olmayanlar için bu zorlayıcı olabilir. Onlara sunulacak destek konusunda duyarlı olmak gerekir.

Meşgalesiz olmak ve kaygının kaynağına odaklanma, öz farkındalığı gereksiz yere artırarak kaygıyı pekiştirir. Çoğumuz “beyaz ayı” deneyini duymuştur. Deneklere “beyaz ayıyı hiç aklına getirmeden bu işlemi yap” derseniz, dikkatlerini beyaz ayıdan koparamaz, bunu akıldan çıkaramazlar. Bir duyguyu, düşünceyi bilinçli olarak sürekli bastırmaya çalışanlar hep o duygunun, düşüncenin etkisi altında kalırlar. Virüsten korunmak için sürekli “elimi ağzıma götürmemem, yüzüme dokunmamam” lazım diye düşünenlerin hep yüzü kaşınır! Ama bu bilgiyi öğrendikten sonra dikkatini başka işlere yönlendirenler muhtemelen daha az yüzüne dokunur!

Ev ortamından sosyal ilişkileri yürütmek ise yeni dünya düzeninde, sosyal medya sayesinde artık pek zor değil. Akşam yemeğinde arkadaşlarla dışarıda buluşmanın yerini tam olarak tutmasa da, sosyal ilişkiyi korumak ve irtibatta kalmak artık çok kolay! Uzak mesafeli romantik ilişkiler üzerine yapılmış araştırmalar, sevdiklerimizle düzenli görüntülü konuşmanın neredeyse yüz yüze görüşmeye yakın doyum sağladığını ve ilişkilerde mutluluğu koruduğunu gösteriyor. Bu nedene, her türlü sosyal medya aracılığı ile ilişkileri sıcak tutmak, hatta toplu görüntülü sohbet programları ile muhabbet ortamı oluşturmak çok faydalı. Unutmayalım, yakın ilişkiler hem psikolojik hem de fiziksel sağlığımızı koruyan, güçlendiren en önemli dayanaklarımızdır.

Yeni beceriler öğrenerek ve gelişerek çıkacağımız bu dönemin kısa sürmesi dileğiyle...

Abone ol