Ana içeriğe atla

"Kariyerde başarının yolu kişisel gelişime verilen önemden geçer"

Deniz Kurtoğlu Eken: “İşte şimdi itiraf ediyorum, aslında hep sahne insanı olmak istedim. İçimde yarım kalmış bir sahne merakım var. Elimden tutan biri olsaydı kimbilir neler yapardım.” “ Yöneticilik insana daha önce hiç düşünmediği şeyleri düşündürtüyor, soru sormayı, sorgulamayı ve kendinize dönüp bakmayı öğretiyor.”



Sabancı Üniversitesi Diller Okulu’nun Direktörlüğünü 10 yıl boyunca yapmak sana ne öğretti?
Yöneticilik belki isim olarak, unvan olarak çok önemli değil ama, sonuçta yapılan iş insanlarla çalışmak, gerek hocalar olsun, gerek öğrenciler, gerekse de aileler, başka insanlar...sürekli insanlarla iletişimde olmak, herkesin beklentilerinin, düşüncelerinin, inançlarının farklı olması, eğitimden tutun da sosyal ortamlardaki beklentilerine kadar, daha önce hiç düşünmediği şeyleri insana düşündürtüyor bence; zaman geçtikçe kendinize de, onlara da verdiğiniz seçeneklerin arttığını görüyorsunuz. Yani düşünmediğiniz birtakım şeyleri düşünmeye başlıyorsunuz, bir sürü şeyin siyah-beyaz olmadığını anlıyorsunuz, bunun grisi de varmış diyorsunuz, daha esnek hale geliyorsunuz.

Bence en önemli şeylerden biri de, soru sormayı, sorgulamayı işle ilgili biraz kendinize de dönüp bakmayı öğreniyorsunuz. Aslında bilmiyorum, bu herkes için geçerli midir, bu görevde büyümeme en çok faydası olan, kendimle ilgili sürekli soru sormam oldu. Yalnızca yönetici olarak da değil, bir sürü şey yaptım idareciliğin dışında, yıllarca öğretmenlere eğitim programlarımızı yürüttüm, kurumsal bir sürü araştırma yaptık, takımlar kurarak koordineli çalıştık ama hep soru sorarak, nasıl yaptığıma, yaptığımıza bakarak.
Bir de, bazı şeyleri de kafaya takmamayı öğreniyorsunuz ki bu iyi bir şey. Çünkü bir sürü meşguliyet var, onu düşün, bunu düşün, onu mutlu et, bunu mutlu et, kimse üzülmesin, kimse darılmasın diye çaba harca, ama bir o kadar da sorunlarla boğuştukça ya da sürekli çözüm üretmeye çalıştıkça bazı şeylerin de artık eskiden kafaya taktığınız gibi olmadığını görüyorsunuz, bu da güzel bir şey. Hatta yıllar geçtikçe birlikte çalıştığım  arkadaşlarım da bu kadar sakin olabildiğime şaşırıyorlardı. Sakin olmak zorundasınız, ama bu özellik de birdenbire gelişen bir şey değil, zaman içinde, yaşadıkça öğrendiğiniz bir şey.

Bir de neyi öğrendim? Bir şey var ki aslında onu doğrudan öğrendim diyemem, çünkü zaten çok inandığım bir şeydi, hala da çok inanıyorum ve olmazsa olmaz diye düşünüyorum. Mesleki alanlarda bir çok seminerler oluyor, ayrıca liderlik, yöneticilik programlarımız var, masterlar, doktoralar yapılabiliyor ama bence kişisel gelişime, insanların huzuruna yatırım yapmadan mesleki gelişimden söz edilemez. Yani insanlardaki potansiyele inanmadan, onların mutluluğuna, huzuruna inanmadan ve onun için mücadele vermeden bireyleri istediğiniz kadar mesleki açıdan, akademik anlamda doyurun, maddi ya da başka faktörler, bir yere kadar gidecektir diye düşünüyorum. Bireyin kişisel gelişimine verilen önemin kariyerinde başarıyı sağlamada etkin olacağını düşünüyorum. Bu, öğrenciler için de geçerli elbette. Yani öğrenci okula mutlu gelmiyorsa, isteyerek gelmiyorsa, huzurlu bir ortamda değilse, sevildiğini, sayıldığını görmüyorsa, o da etkin bir şekilde öğrenemeyecektir. Ama akademisyenler ya da idari çalışanlar için böyle düşünmüyoruz maalesef, onlara yaptığımız yatırımlar daha çok mesleki boyutta oluyor.



Halbuki insan, tüm kişilik özellikleri ile bir bütün, farklı kompartımanları olan makine değil.
Elbette. Bir de, hayatımızın neredeyse yüzde 80’i işte geçiyor. Dolayısıyla, iş ortamını biz her açıdan, sadece mesleki değil, kişisel, sosyal açıdan da zengin tutacağız ki insanlar mutlu gelip mutlu gitsinler. Diller Okulunda 2004 yılından itibaren her yıl gelen bir psikoloğumuz var. Hem grup semineri veriyor hem de isteyen hocalarla birebir görüşmeler yapıyor. Onlarla mesleki, ailevi ya da kişisel olmak üzere istedikleri her konuda konuşuyor. Bizim ona olan ihtiyacımız hiç azalmadı, tam tersi artmaya devam ediyor. Duyurusu yapılır yapılmaz tüm görüşme saatleri hızla doluyor. Kişisel gelişime olan ihtiyaç tüm alanlarda artacak, artıyor. Biz  bunu öğrencilerde de görüyoruz, o kadar çok sıkıntılar var ki hep içe gömülmüş, derinlere itilmiş. Niye itilmiş? Konuşmak ayıptır, paylaşmak ayıptır, babam kızar, annem kızar, öğretmene bu söylenmez gibi yargılardan ötürü. Yani onları aşmak, öğrencilerin onu aşmasını sağlamak zaten başlı başına bir adaptasyon çabası, bir mücadele. Diller Okulu olarak rolümüzün önemli bir parçası da - özellikle öğrencilerimizin her yıl üçte ikisinin TGY (Temel Geliştirme Yılı) programına geldikleri düşünülürse - dil öğretiminin dışında, öğrencilerimizin üniversiteye olan adaptasyonlarına katkıda bulunmak, onlara sadece bilişsel ve akademik değil duyuşşal anlamda da destek olmak, ki mutlaka eksiklerimiz vardır ama bunu tüm arkadaşlarımızla birlikte yine de çok iyi başarabildiğimizi düşünüyorum.
Bir de şimdi teknolojinin getirdikleri var, yani ben kendi oğlumdan biliyorum,  öyle bir dönemdeyiz ki, Ipad’den kafasını kaldırmıyor mesela. Oğlum gel, bir bak, sarılalım, öpüşelim, Ipad sana sarılamaz diyorum. Başını uzatıp, “Tamam tamam, hadi öp kafamı” diyor. Yani bu, bir yandan  kaçınılmaz, ama bir yandan da ürkütücü bir şey, çünkü bize gelen öğrencilerin de duyuşsal ihtiyaçları bir yana, çıktıkları eğitim ortamları da git gide  bu türden teknolojik donanımı yoğun eğitim ortamları ve bunlar olmaya da devam edecek. Bunu nasıl aşarız, bilmiyorum. Yani bir yandan teknoloji kullanımı olacak, ama bir yandan da kural koyarak, mesela, “Oğlum, tamam, o zaman günde 2 saat oynayacaksın” şeklindeki kısıtlamalarla engellenecek bir şey değil, çünkü onların gerçeği. Bizim bir şekilde onları daha iyi anlamamız, daha makul yollar bulmamız gerekiyor. Birtakım şeyleri olduğu gibi kabul etmemiz lazım. Yani insanları değiştireceğiz diye yola çıkılmaz, bu ne öğrenci, ne hoca açısından doğru bir şey değil. Hocaları da, başka çalışanları da değiştiremezsiniz, yani birinin başka birisini değiştirmeye kalkışması kadar yanlış bir yol, yöntem olamaz bence. Kişi ancak kendi isterse değişir.

Biz eğitimci, yönetici olarak ne yapabiliriz? Biz belli destekleri verebiliriz, koşulların oluşmasını, fırsatların oluşmasını sağlayabiliriz. Ama insanlara “değişeceksin” talimatı veren unsurlar var ne yazık ki. Okuduğunuz kitapta da var, duyduğunuz konferans sunumunda da. Mesela bir akademisyen çıkıyor, “Maalesef hocaların inançlarını değiştiremedik” diyor. Bu ne demektir? Böyle bir şey olamaz, bu bana göre çok yanlış ve üzücü.

On yıl Diller Okulunun direktörlüğünü yaptın. Bu, ondört yıllık geçmişi olan bir kurumda önemli bir süre. Bir çok yeniliğe, gelişmeye imza atmış olmalısın.
İşimi çok severek yaptım doğru, ama bir o kadar da yoruldum. Şimdi düşünüyorum da geri dönüp baktığımda, gerçekten gerek eğitim sisteminde beklentilerden dolayı verilen mücadeleler, gerekse hocası, öğrencisi, velisi, idari çalışanı olmak üzere tüm insanların memnuniyetini sağlamaya çaba harcamak. Hakikaten bir anlamda göbeğim çatlamış gibi ama yöneticilik yaparken bir o kadar da çok şey öğrendim. İyi ki Sabancı’ya  gelmişim, iyi ki böyle bir görevde bulunmuşum ve aslında iyi ki İstanbul’a da gelmişim diyorum. Böylelikle kendime her açıdan çok daha fazla gelişim imkanı yaratmışım.

Keşfedilmeyi bekleyen kadın…

Dans, tiyatro, müzik... bunlarla epey ilgilisin
Evet şimdi itiraf ediyorum, aslında hep sahne insanı olmak istedim.  Elimden tutan olsaydı, ben de sahne insanı olabilirdim belki. Mesela bir yıl şan dersi aldım konservatuarda, özel hocam vardı. Sonra annemler Belçika’daydı, parasını da ödemeyemediğimiz için kaldı o dersler. Birçok göbek dansı gösterilerine çıktım.  Hatta kendi kostümümü diktim. Bu pek bilinmez, benimle ilgili. Galiba içimde yarım kalmış bir sahne merakım var. Yakın arkadaşlarım beni teselli etmek için, “Sen zaten sahne insanısın, sürekli sahnedesin. Gerek sosyal anlamda, gerek mesleki anlamda sunum yapıyorsun” derler ama bence  aynı şey değil. Şimdi mesela bazı şeyleri seyredince böyle ağzım açık bakıyorum işte bu şarkıcılar, sanatçılar, film artistleri. Bu yaştan sonra, gerçi yaşım çok ileri değil ama karakter oyuncusu olabilirim diye ümitliyim. Bir fırsat çıkabilir belki!

Neden olmasın? Bir çok amatör topluluk var, oradan profesyonelliğe geçiş olabiliyor.
Ama yok ben artık biraz kısa yoldan olmak istiyorum öyle çok çalışarak değil, biri beni keşfedecek :))

Keşfedilmeyi bekleyen kadın Deniz Kurtoğlu Eken diye başlık atacağım.
Evet yani bir fırsat verilse mesela ne bileyim en azından iyi bir reklam filmi falan da olabilir.



Anlıyorum, evet. Edebiyata ilgin var edebiyatçı olmak istiyordun zaten ve şiirler yazıyorsun, Facebook’ta gördüm İngilizce yazıyorsun. Bilgi merkezinin yaptığı o şiir gününde okudun şiirlerini o konuda neler söylemek istersin?
Gençliğimde de yazıyordum aslında öyle çok ciddi değil. Herkesin ergenlik döneminde bir şeyler çiziktirdiği gibi falandı herhalde. İngilizce yazmamın sebebi de,  çocukluğum İngilizceyle yoğrularak geçtiği için. Bunun öğretmen olmamla ilgisi yok. İngilizce ifade etmeyi sevdiğim için İngilizce yazıyorum. Şiir yazmam ciddi anlamda annemin vefatından sonra başladı. Annemizi biz 3,5 yıl önce 2009 Eylül’ünde kaybettik ve ondan sonra ilginç bir şekilde hemen değil, ama birkaç ay sonrasında anormal bir şiir yazma isteği başladı bende. Hatta tığ, örgü ve elişi merakı da o zaman geri geldi. Yani artık stres atma mıydı bir yandan, bir yandan ifade edilememiş bir takım şeyleri ifade etme şekli miydi bilmiyorum ama  annemle ilgili değil illa ki. Ama galiba bir kayıptan dolayı, önemli bir kayıptan dolayıydı.

Ortaya çıkan ruh haliyle.
Evet yani bir vesile oldu herhalde şimdi de ara ara yazmaya devam ediyorum, hoşuma da gidiyor. Bazen dört satır oluyor, bazen işte çok daha uzun mısralar oluyor. Ve onu da istiyorum annem adına o gün söylüyordum sana partide. Annem adına hatta kardeşlerim de katılacak; çocuklara bağışlanacak küçük de olsa bir şiir kitabı bastırıp yani onu bir şekilde değerlendirmek. Annem adına bir şey yapamadım çünkü o beni üzüyor. Uğurkan Kurtoğlu hani Google'da yazsanız hiçbir şey çıkmaz. Yani bu tür şeyler işte onun için diyorum belki çok karamsar bir şey olacak ama insanların birbirine alınması, darılması falan bunlar çok boş geliyor bana. Yani oraya gidecek olduktan sonra herkes dini, inancı, düşünceleri, yaptıkları, yapmadıkları ne olursa olsun geriye kalacak hoş bir seda. İnsanın kendisiyle ilgili hoş bahsedilmesi, güzel anılması bundan büyük ödül olamaz hakikaten. Onun için de, annemin bir dikili ağaç gibi ne bileyim bir şeysi olsun işte hani ona ithaf edilmiş, adanmış... Keşke imkanım olsa... annem çocukları çok severdi, kapıcı çocuklarını okuturdu, öğretmen olmamasına rağmen okuma yazma öğretirdi. Onun adına mesela bir okul yaptırmak hani bir sürü yaptıran var ama ben de isterdim, çok isterdim öyle bir şeyler.



Peki hayatta ne umdun ne buldun?
Vallahi ben çok şanslı olduğumu düşünüyorum, hem de  çok. Belki bir çok insan bunu söyleyemez ya da inansa bile söylemek istemez. Kimisi de işte ben feleğin çemberinden geçtim der, hep tokat yiyorum der, hiçbir zaman olumlu düşünemez çeşitli sebeplerden ötürü. Yani ben çok güzel bir hayatım olduğunu düşünüyorum. Gerek ailem açısından - tabii ki tatsızlıklar geçirdik bir takım hastalıklar oldu başka şeyler oldu -  ama hani geneline baktığımda 47 yaşındayım, gerek mesleki anlamda, gerekse duygusal anlamda,  çocuk anlamında, arkadaşlık anlamında yani çok şanslıymışım ve çok şanslıyım diye düşünüyorum. Çok sevdim ve sevildim, daha ne isteyebilirim ki? Bundan sonra peki ne kaldı geriye derseniz? Mesela bazen söylüyorum insanlar bana kızıyorlar ama şu gün - Allah korusun diyeceğim  - adet yani bana birşey olsa, ne okul anlamında gözüm geride kalır ne başka şey olarak; bir tek oğlumu düşünürüm küçük olduğu için. Cüssesi büyük kuzumun ama o daha çok küçük. Onun dışında, "Ya tüh şunu da yapamadan gittim” falan, çok şükür diyecek bir şeyim yok. Ama işte şu sahne olayını Nesrin'ciğim, onu halletmemiz lazım :))

Bu hoş sohbet için teşekkür ediyorum.

Kasa Galeri’de yeni sergi

Kanıt: Yaşam ve Ölümün anlamları üzerine karmaşık sorularla yüzleşme



Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri’de Britanyalı sanatçı Tom Corby’nin Gavin Baily işbirliğiyle hazırladığı Kanıt sergisi 21 Mart – 20 Nisan tarihleri arasında gezilebilecek.

Sergide tıp, veri, dokümantasyon, ekonomi ve sanat arasındaki sınırları sorgulayan yeni enstalasyonlar yer alıyor. Sergi Sabancı Üniversitesi, Goldsmiths College ve University of Westminster işbirliğinde gerçekleştirilen serginin Baş Küratörlüğünü Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi ve aynı zamanda Kasa Galeri Direktörü de olan Lanfranco Aceti yapıyor. Aceti’nin yanı sıra sergide Vince Dziekan konuk küratör, Özden Şahin küratör ve Jonathan Munro da küratör asistanı olarak görev alıyorlar.

Tom Corby yaklaşık iki yıl önce kanser tedavisi görmeye başladı. Şu anda kemoterapi görüyor. Sanatçının süregelen kanser tedavisinden yola çıkarak, hastaneden gelen verileri sanat eserine dönüştürürerek hazırladığı enstalasyon ağırlıklı sergide, bedenin hassasiyeti ve sınırları konu ediliyor. Kanıt sergisi, sanatçının yaşam ve ölümün anlamları üzerine olan karmaşık sorularla yüzleştiği Kan ve Kemikler (Blood and Bones) projesinin bir parçası.

Yüzlerce yıldır sanatın konu edindiği yaşam ve ölüm üzerine olan temel soruların Tom Corby’nin sergisinde işlenmesi, fiziksellik ile veri, materyal olan ile olmayan, tıbbi müdahale ile metastaz arasındaki ilişkiye dair sorunları gündeme getiriyor.

Veri görselleştirmesine kendine özgü bir yaklaşım getiren sanatçı Tom Corby, enstalasyonlarında tedavisi için kullanılan nesneleri, tedavisi sırasında hastalığının ürettiği verinin bir görselleştirmesi olarak sunuyor. Sanatçının titizlikle seçtiği ve belli bir metodoloji çerçevesinde şekillenen yaklaşımı, izleyenleri duygusallıktan uzaklaştırmaya davet ediyor. Sergi için bedene ait veriyi seçme, gruplandırma ve çerçeveleme prosedürleri ve süreçleri, bedeni büyük bir taksonomik esere dönüştürüyor. Bu açıdan bakıldığında, sergi Britanyalı düşünme biçiminin belli bir karakteristik özelliğini yansıtmakta, özellikle de Victoria devrinin büyük bilimsel kaşiflerine atfolunabilinir bir indeksleme fetişini hatırlatmakta.

Tom Corby’nin bu sergi için keşfettiği şey daha önce haritalarda bulunmayan bir okyanus, bir kara parçası ya da daha önceden görülmemiş/ulaşılamamış bir fiziksel gerçeklik değil. Kanıt sergisinde sanatçı tıbbi müdahaleye maruz kalmış bedenin/nesnenin varoluşa dair verisini keşfederken ve bedeni kapanırken veri üretmeye devam eden bir sistem olarak ele alıp kendi bedeninde ve ruhundaki yolculuğun dökümünü yapıyor.

Kahramanca ve aynı ölçüde saplantılı olan bu proje ölüm ve hastalığa karşı olan tavırlara daha geniş bir bakış açısı sunmakta, yani bedenin yok olması gerçekliğini aşmak ve bu duruma dair duygularla uzlaşmak için yollar, süreçler ve yöntemler bulmak istemekte.

Tom Corby

Tom Corby University of Westminster Sanat ve Medya Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde (CREAM) halen Doktora Programı’nın başkanı ve merkezin yönetici vekili olarak görev yapıyor. Middlesex University’de Güzel Sanatlar bölümünde 1987 yılında lisans eğitimini, Chelsea College of Art & Design’da 2001 yılında doktorasını tamamlamış. Sanatçının Gavin Baily ve Jonathan Mackenzie işbirliği ile hazırladığı disiplinlerarası sanat eserleri uluslararası sergilerde sergilenmiş, birçok ödül kazanmış.

“Kanıt”
21 Mart – 20 Nisan 2013
Pazar hariç her gün 10:00 - 17:00
Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri, Bankalar Cad. No: 2 Karaköy 
Açılış: 21 Mart 2013 Perşembe 18:00

Mekatronik Öğrencilerinin Başarısı

Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Mekatronik Mühendisliği Lisanüstü öğrencileri ve aynı zamanda Sabancı Üniversitesi Kontrol, Görme ve Robotik Araştırma Grubu (http://cvr.sabanciuniv.edu) üyeleri Barış Can Üstündağ, Taygun Kekeç ve Mehmet Ali Güney Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından verilen Teknogirişim Sermaye Desteğini almaya hak kazanmışlardır.

Başarılı lansman/re-lansman kampanyaları mercek altında

Sabancı Üniversitesi MBA Kulübü farklı sektörlerde başarılı lansman/re-lansman kampanyalarını inceliyor



Sabancı Üniversitesi MBA Kulübü tarafından bu yıl dokuzuncusu düzenlenecek "Pazarlama Sohbetleri" etkinliğinde farklı sektörlerin bugüne kadarki en başarılı lansman ve re-lansmanları konusu ele alınacak.

23-24 Mart 2013 tarihlerinde kampüste düzenlenecek “Pazarlama Sohbetleri 9”da vaka çalışmaları ve çeşitli aktivitelere yer verilecek.

Etkinlikte, farklı sektörlerden firmaların üst düzey yöneticileri, geleceğin marka yöneticileri ile bir araya gelecek. Etkinlik, Sabancı Üniversitesi öğrencilerinin yanı sıra; sektörün profesyonellerine, akademisyenlerine, tüm üniversite öğrencilerine, MBA ve doktora öğrencilerine de açık olacak.

‘Pazarlama Sohbetleri 9’un ilk gününde; Coca-Cola Aromalı Gazlı İçecekler Pazarlama Müdürü Yiğit Yokuş, İsko Uzman Pazarlama Yöneticisi Banu Yenici, Kimberly-Clark Pazarlama Direktörü Esra Selçuk, Hasbro Türkiye Pazarlama Müdürü Arzu Çeltekoğlu, Vodafone Mass Segment Regional Marketing Manager Onur Gargılı ve Talent&Performance Executive Sezai Kayaoğlu konuşmacı olacaklar.

Sabancı Üniversitesi MBA Kulübü, pazarlama ve marka yönetimine ilgi duyan, bu alanlarda kariyerlerini planlayan öğrencilerin, farklı sektörlerdeki pazarlama ve markalaşma uygulamaları hakkında fikir edinmelerine yardımcı olmak ve onlara farklı bir vizyon kazandırmak amacıyla gerçekleştirdiği “Pazarlama Sohbetleri” etkinliğinin programı şöyle:

Etkinliğin ikinci günü, ilk gün seçilecek 30 kişi için İsko’nun atölye çalışması ile başlayacak. Ardından; Finansbank’tan bir temsilci, Nielsen Head of Telecoms Kağan Korcan Çakır, Toyota’dan Pazarlama İletişim Müdürü Ziya Burnaz, Doğuş Yayın Grubu’ndan GQ Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Mirgün Cabas ve Dergi Projeler ve Pazarlama Direktörü Ahu Terzi, Arçelik Marka Grup Yöneticisi Özlem Akbayır konuşmacı olacaklar.

Katılım ücretsiz olacaktır. Ulaşım için Taksim ve Kadıköy’den gidiş-dönüş servisler kaldırılacaktır. Katılımcılara sertifika verilecektir.

Katılım için tıklayınız (katılım kontenjanla sınırlıdır)
 
Program Akışı:
23 Mart Cumartesi:
10:10 – 10:30 Açılış Konuşması
10:30 – 11:30 Coca-Cola (Yiğit Yokuş - Aromalı Gazlı İçecekler Pazarlama Müdürü)
11:30 – 11:45 Mola
11:45 – 12:45 İsko (Banu Yenici - Uzman Pazarlama Yöneticisi)
12:45 – 13:45 Yemek Arası
13:45 – 14:45 Kimberly-Clark (Esra Selçuk - Pazarlama Direktörü)
14.45 – 15:45 Hasbro (Arzu Çeltekoğlu - Pazarlama Direktörü)
15:45 – 16:00 Mola
16:00 – 17:00 Vodafone (Onur Gargılı - Mass Segment Regional Marketing Manager ve Sezai Kayaoğlu - Talent&Performance Executive)
 
24 Mart Pazar:
09:30 – 10:30 İsko Workshop (Sadece başvurular sonrası seçilecek 30 kişi içindir, başvurular ilk gün yapılacaktır)
10:30 – 11:30 Finansbank
11:30 – 11:45 Mola
11:45 – 12:45 Nielsen (Kağan Korcan Çakır - Head of Telecoms)
12:45 – 13:45 Yemek Arası
13:45 – 14:45 Toyota (Ziya Burnaz - Pazarlama İletişim Müdürü)
14.45 – 15:45 Doğuş Yayın Grubu (Mirgün Cabas - GQ Türkiye Genel Yayın Yönetmeni ve Ahu Terzi - Dergi Projeler ve Pazarlama Direktörü)
15.45 – 16:00 Mola
16:00 - 17:00 Arçelik (Özlem Akbayır - Marka Grup Yöneticisi)

19 Mayıs'ta Gelibolu'dayız!

HIST 191-192 dersleri kapsamında yapılan geleneksel Gelibolu gezisinin 12. 19 Mayıs 2013'de pazar günü yapılacak.

Bütün öğrencilerimiz, çalışanlarımız ayrıca dışarıdan arkadaşlarınız, aileniz bu geziye katılabilir.

19 Mayıs pazar sabahı erkenden Bostancı'dan deniz otobüsüyle Gelibolu'ya doğru yola çıkılacak.

Deniz otobüsünde Gelibolu'nun öyküsünü Cemil Koçak, Halil Berktay ve Akşin Somel'den dinlenecek.

Özel olarak hazırlanmış tur kitapçığı gezinin başında temin edilebilir.

Cemil Koçak, Halil Berktay, Akşin Somel ve tarih yüksek lisans öğrencilerinin rehberliğinde Gelibolu yarımadasında savaşların gerçekleştiği alanlar dolaşılacak.

Akşam yemeği Gelibolu'da deniz kenarındaki balıkçılarda olacak ve 20:30 civarında İstanbul'a doğru yola çıkılacak.

Bostancı'da bekleyen servisler tekrar kampüse ve ihtiyaca göre Kadıköy ve Taksim'e devam edecekler.

Kayıt olmak için tıklayınız

Geleneksel olarak her yıl düzenlenen "Gelibolu" gezisine katılanlar anlatıyor:

Nakiye Boyacıgiller / Dean / FMAN
If you haven't gone on the Gelibolu trip, GO! I can't tell you how much I learned, and how privileged I felt to be in the SUi group while touring the site. Walking the grounds, map in hand, with Halil Berktay's incisive commentary, I felt sorry for all those who were touring with other groups. We were learning what really happened, how it happened, why it happened. This trip is a Sabanci treasure. Go, you won't regret it.



Yasemin S. Birben / Üniversite Hizmetleri
Ben geçen yıl katıldığım Çanakkale gezisinden çok etkilenmiştim. Bu gezi sırasında hissettiklerimi birkaç satıra sığdırmak güç, ancak, gidecek olan herkes, nasıl olsa kendi iç dünyasında da bir yolculuğa çıkacağından, detaylı anlatmak yerine yaşamalarını tavsiye edebilirim. Tabii benim deneyimimde Halil Hoca’nın özgün anlatımının rolü çok büyüktü
                                               
Bilindiği gibi Çanakkale zaferi, Türk askerinin, milli irademizin ve inancımızın gücünü tüm dünyaya gösterdiği bir “dönüşüm” destanıdır. Bu destan içinde o kadar çok şey barındırır ki, bulunduğunuz yerden okuduklarınız, dinledikleriniz, izledikleriniz, hepsi yetersiz kalır. Ancak bu destanın yazıldığı topraklara ayak basmakla tüm bildiklerinizden ayrı bir yolculuğa çıkarsınız. Kendinizi bir anda Mustafa Kemal’in 57. alayıyla, Conk Bayırı’nda karmakarışık duygular içinde bulursunuz. Bazı yerde iki tarafın siperleri birbirine bir kaç metreye kadar yaklaşmış, çatışmanın şiddetinden mermiler havada çarpışmıştır. Birbirine geçmiş bu mermiler bir yerde ruhunuzu da ele geçirir ve Çanakkale’yi öyle bir içinize kazır ki, o anda bu vatan uğruna can vermiş şehitlerimize minnetiniz az gelir.

İşte yüreğiniz böyle pek çok “an”la dolu dolu bu topraklardan ayrılırken, yazılan bu destanın hala dünyalar değiştirdiğine şahit olur, hayatınız boyunca bu gerçekle yaşarsınız.
Benim hayat yolculuğuma değer katan en anlamlı gezilerden biri olmuştur.

Özlem Oral / MDBF Doktora Üstü Araştırma Görevlisi
Yabancı bir arkadaşımın ısrarı üzerine katıldığım Çanakkale gezisi gerçekten çok güzeldi. Kampüsün yoğun iş temposundan sonra, Gelibolu Yarımadası; masmavi denizi, dik yamaçlı kıyıları, girintili çıkıntılı koyları, uzun kumsalları, dağları ve ovalarıyla beni kendine hayran bıraktı. Tabii tepelerden izlenilebilen, eşi bulunmayan boğaz manzarasının verdiği rahatlık ve huzur hissinin yanında, Halil hocanın kendine özgü anlatımıyla bize yaşattığı çetin ve kanlı geçen Çanakkale Savaşları’nın tarihi gururunu da unutmamak gerek. “Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal”in, “Büyük Kitabelerin”, “Seyit Onbaşı”nın, “Siperler”in yanında olmak tarifi imkansız bir duyguydu benim için. Öyle ya, koca bir imparatorluğun, ölüm kalım savaşı verdiği, dünya tarihini değiştirdiği bu yerin manevi anlamı da oldukça büyüktü. Yağmurlu bir günde başlarken, şarkılı ve türkülü bir yolculukla sona eren bu gezi katıldığım en anlamlı gezilerden biriydi. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. 



Mine Göknar / SUMED
Geçen yıl (2010) Gelibolu gezisine ilk defa katıldım. İlk defa da Gelibolu’ya gitmiş oldum. Bence kaçırılmaması gereken son derece özel ve farklı bir gezi.

Herşeyden önce aynı gün içinde yorulmadan "yaşayarak öğrenebileceğiniz"  tek ve yegane gezi diyebilirim.

Deniz otobüsü fikri bence herşeyin ötesinde bir düşünce, yolculuğu çok kolaylaştırıyor. Giderken Deniz otobüsündeki konferans düzeni ve bilgilendirme gerçekten çok güzel düşünülmüş.

Hocalarımıza ve tüm hazırlık ekibine ailem ve şahsım adına teşekkür etmek isterim.

Sevgi Bal / Üniversite Hizmetleri
Geçtiğimiz yıl eşim ve oğlumla katıldığımız Çanakkale gezisinde Halil Berktay'ın derin ve özgün anlatımıyla, Çanakkele zaferimizi içimizde tekrar yaşadık.
Bilindiği üzere tarihimizin  en şanlı zaferlerinden biri ve binlerce şehit verdiğimiz yer.. türk olan olmayan her insanın içini acıtıyor ve bu topraklarda
gösterilen kahramanlıkları dinledikçe tüylerimizi diken diken ediyor..
okuduklarımız, dinlediklerimiz, izlediklerimiz, bu geziden sonra biraz hafif kaldı.
Tüm duygularımızla başbaşa kalabileceğimiz paha biçilemez bir gezi olduğunu düşünüyorum.

Çanakkale gezisini organize eden herkese teşekkürler..

12. Geleneksel Gelibolu Gezisi - 19 Mayıs 2013 Pazar günü!


Geleneksel olarak her yıl düzenlenen "Gelibolu" gezisine katılanlar anlatıyor:

Nakiye Boyacıgiller / Dean / FMAN
If you haven't gone on the Gelibolu trip, GO! I can't tell you how much I learned, and how privileged I felt to be in the SUi group while touring the site. Walking the grounds, map in hand, with Halil Berktay's incisive commentary, I felt sorry for all those who were touring with other groups. We were learning what really happened, how it happened, why it happened. This trip is a Sabanci treasure. Go, you won't regret it.



Yasemin S. Birben / Üniversite Hizmetleri
Ben geçen yıl katıldığım Çanakkale gezisinden çok etkilenmiştim. Bu gezi sırasında hissettiklerimi birkaç satıra sığdırmak güç, ancak, gidecek olan herkes, nasıl olsa kendi iç dünyasında da bir yolculuğa çıkacağından, detaylı anlatmak yerine yaşamalarını tavsiye edebilirim. Tabii benim deneyimimde Halil Hoca’nın özgün anlatımının rolü çok büyüktü
                                               
Bilindiği gibi Çanakkale zaferi, Türk askerinin, milli irademizin ve inancımızın gücünü tüm dünyaya gösterdiği bir “dönüşüm” destanıdır. Bu destan içinde o kadar çok şey barındırır ki, bulunduğunuz yerden okuduklarınız, dinledikleriniz, izledikleriniz, hepsi yetersiz kalır. Ancak bu destanın yazıldığı topraklara ayak basmakla tüm bildiklerinizden ayrı bir yolculuğa çıkarsınız. Kendinizi bir anda Mustafa Kemal’in 57. alayıyla, Conk Bayırı’nda karmakarışık duygular içinde bulursunuz. Bazı yerde iki tarafın siperleri birbirine bir kaç metreye kadar yaklaşmış, çatışmanın şiddetinden mermiler havada çarpışmıştır. Birbirine geçmiş bu mermiler bir yerde ruhunuzu da ele geçirir ve Çanakkale’yi öyle bir içinize kazır ki, o anda bu vatan uğruna can vermiş şehitlerimize minnetiniz az gelir.

İşte yüreğiniz böyle pek çok “an”la dolu dolu bu topraklardan ayrılırken, yazılan bu destanın hala dünyalar değiştirdiğine şahit olur, hayatınız boyunca bu gerçekle yaşarsınız.
Benim hayat yolculuğuma değer katan en anlamlı gezilerden biri olmuştur.

Özlem Oral / MDBF Doktora Üstü Araştırma Görevlisi
Yabancı bir arkadaşımın ısrarı üzerine katıldığım Çanakkale gezisi gerçekten çok güzeldi. Kampüsün yoğun iş temposundan sonra, Gelibolu Yarımadası; masmavi denizi, dik yamaçlı kıyıları, girintili çıkıntılı koyları, uzun kumsalları, dağları ve ovalarıyla beni kendine hayran bıraktı. Tabii tepelerden izlenilebilen, eşi bulunmayan boğaz manzarasının verdiği rahatlık ve huzur hissinin yanında, Halil hocanın kendine özgü anlatımıyla bize yaşattığı çetin ve kanlı geçen Çanakkale Savaşları’nın tarihi gururunu da unutmamak gerek. “Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal”in, “Büyük Kitabelerin”, “Seyit Onbaşı”nın, “Siperler”in yanında olmak tarifi imkansız bir duyguydu benim için. Öyle ya, koca bir imparatorluğun, ölüm kalım savaşı verdiği, dünya tarihini değiştirdiği bu yerin manevi anlamı da oldukça büyüktü. Yağmurlu bir günde başlarken, şarkılı ve türkülü bir yolculukla sona eren bu gezi katıldığım en anlamlı gezilerden biriydi. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. 



Mine Göknar / SUMED
Geçen yıl (2010) Gelibolu gezisine ilk defa katıldım. İlk defa da Gelibolu’ya gitmiş oldum. Bence kaçırılmaması gereken son derece özel ve farklı bir gezi.

Herşeyden önce aynı gün içinde yorulmadan "yaşayarak öğrenebileceğiniz"  tek ve yegane gezi diyebilirim.

Deniz otobüsü fikri bence herşeyin ötesinde bir düşünce, yolculuğu çok kolaylaştırıyor. Giderken Deniz otobüsündeki konferans düzeni ve bilgilendirme gerçekten çok güzel düşünülmüş.

Hocalarımıza ve tüm hazırlık ekibine ailem ve şahsım adına teşekkür etmek isterim.

Sevgi Bal / Üniversite Hizmetleri
Geçtiğimiz yıl eşim ve oğlumla katıldığımız Çanakkale gezisinde Halil Berktay'ın derin ve özgün anlatımıyla, Çanakkele zaferimizi içimizde tekrar yaşadık.
Bilindiği üzere tarihimizin  en şanlı zaferlerinden biri ve binlerce şehit verdiğimiz yer.. türk olan olmayan her insanın içini acıtıyor ve bu topraklarda
gösterilen kahramanlıkları dinledikçe tüylerimizi diken diken ediyor..
okuduklarımız, dinlediklerimiz, izlediklerimiz, bu geziden sonra biraz hafif kaldı.
Tüm duygularımızla başbaşa kalabileceğimiz paha biçilemez bir gezi olduğunu düşünüyorum.

Çanakkale gezisini organize eden herkese teşekkürler..

12. Geleneksel Gelibolu Gezisi - 19 Mayıs 2013 Pazar günü!


Girişimcilik; ekonomiyi değiştirmenin yoludur

Sabancı Üniversitesi Bilim ve Kültür Cumartesileri’nin ikinci döneminde 2 Mart 2013 Cumartesi günü Ziya Boyacıgiller, Girişimcilik ve Başarı dersini verdi.

Derste, “İnsanı girişimci olması için ne motive eder? Kimler girişimci olur? Ne şartlarda girişimci başarılı olur? Her girişimci başarılı mıdır?” gibi girişimcilik konusunu anlamaya yarayacak bilgileri katılımcılarla paylaştı

Girişimciliğin bir pazarlama, finans vb. gibi bir meslek olduğunu belirten Boyacıgiller, katılımcılardan gelen soruları da yanıtladı.

“Girişimcilik; iş, refah ve zenginlik yaratmanın lokomotifidir”
Ziya Boyacıgiller “Girişimcilik bir meslek. Bu süreçten geçerken hesaplayamadığınız, duygusal olarak ekonomik olarak nasıl çözümler ürettiniz? Girişimci üzülemez mi?” sorusunu şöyle yanıtladı: O kadar çok çalışıyorsunuz ki bilemiyorsunuz. Haftalarca çalıştığımız zamanlar oldu. Masaların altında uyuduğumuz zamanlar oldu.

Boyacıgiller sözlerine girişimciliğin iş, refah ve zenginlik yaratmanın yolu olduğunu söyleyerek devam ederken, ekonomiyi değiştirmenin bir yolu olduğunun altını çizdi.

Katılımcılardan gelen “Dünyadaki en girişimci ülke neresi?” sorusuna ”İlk akla gelen Amerika Almanya ama değil. Verecek iş olmadığı için dünyadaki en az gelişmiş ülke olan Nijerya’da herkes kendi şirketini kuruyor” şeklinde yanıt verdi.

Girişimciliğin geniş yelpazesi olduğuna dikkat çeken Ziya Boyacıgiller, “Bir bakıyorsunuz ki Mark Zuckenberg zengin oldu fakat simit satan adam da girişimci. Bir yandan ihtiyaç nedeniyle girişimci var. Öbürü fırsat nedeniyle iş başlatan girişimci, daha çok üniversiteli orta yaş kesiminden geliyor” dedi.

“Başarılı olmak için zekâ yetmiyor, değişken düşünce yapısına sahip olunması gerek”
Girişimcilikte başarı için zekâ, iştah / arzu, sabır ve şans faktörlerinin etkili olduğunu belirten Boyacıgiller, “Zekâ tek başına yetmiyor. Zekâ, düşünce yapısı katı ve gelişken olmak üzere ikiye ayrılıyor. Katı düşünen insanlar zeki olsalar bile risk almıyorlar, geliştiremeyeceklerini düşünüyor fakat gelişken olan yapamayacağını bilse bile deniyor tecrübe kazanıyor” dedi ve başarılı olmak için zekânın yeterli olmadığını, değişken düşence yapısına sahip olunması gerektiğini ekledi.

Robert Kiyoraki’nin iş hayatı modelini anlattı
Ziya Boyacıgiller, Robert Kiyoraki’nin dört aşamada ele aldığı iş hayatı modelini anlattı. İlk aşamada çalışan olarak başlanıyor ve deneyim kazanılıyor. İkinci aşamada küçük iş sahibi fırsatı çıkıyor, üçüncü aşamlada büyük iş sahibi olunuyor, dördüncü ve son aşamada yatırımcı olunabiliyor.

Ziya Boyacıgiller derse, girişimcinin amacının ihtiyacı en iyi şekilde karşılamak olduğunu ve girişimcinin labirente koyulmuş gibi çıkar yol bulmaya çalıştığını çünkü o yolu bilen olmadığını söyleyerek son verdi.

Liselerarası Matematik Yarışması ilk turu başladı

Bu sene beşincisi düzenlenecek olan Sabancı Üniversitesi Liselerarası Matematik Yarışması, İstanbul’daki lise öğrencilerinin olimpiyat seviyesindeki Matematik bilgilerini ölçmenin yanı sıra, öğrencilere matematiği sevdirerek onları çalışmaya teşvik edecek.


5. Sabancı Üniversitesi Liselerarası Matematik Yarışması’nın ilk turu 15 Mart 2013 Cuma günü 14.00-16.00 arasında, ikinci turu ise 22 Mart 2013 Cuma günü düzenlenecek.

İlk tura katılması beklenen 350-400 lise öğrencisi arasında 2 saat sürecek olan birinci aşama sınavı sonrası yapılacak olan sıralamada en yüksek dereceyi elde eden ilk 20 öğrenci, ikinci aşamaya katılmaya hak kazancak.

İkinci aşama ise 2 bölüm halinde toplam 3 saat sürecek olup, yazılı sorulardan oluşan, öğrencilerin seviyelerinin biraz daha farklı alanlarda ölçüleceği bir tur olacak.

2. Aşama’nın sonunda ise yarışmanın ödülleri sahiplerini bulacak.



Şen kahkahaları ile pozitif ve mutlu bir eğitimci: Deniz Kurtoğlu Eken

Deniz Kurtoğlu Eken: “Edindiğin bilgileri, deneyimleri paylaştıkça ve insanlardan enerji anlamında olumlu geri dönüş aldıkça dünyalar sizin oluyor.  Düşünüyorum da zaten başka ne için yaşıyor olabiliriz?" 

“Özür dilemesini bilmek çok önemli ve çok özel bir şey, bir güç kaybı ya da zayıflık değil. Yani ‘Galiba seni kırdım, üzdüm özür dilerim’ diyebilmek çok güzel bir şey. Bu konuda hem kendime hem başkalarına örnek olmaya çalışıyorum.”

2002 -2012 yılları arasında Sabancı Üniversitesi Diller Okulu’nun direktörlüğünü yaptı. Öğretmen olmayı, dil eğitimi alanında uzman olmayı bilinçli olarak tercih etmiş. Her zaman canlı, kendine özel giyim tarzı, çevresi ile sıcak ve pozitif iletişimi, şen kahkahaları ile Çarşamba Sohbetlerinin ikinci konuğu Deniz Kurtoğlu Eken oldu. Deniz Kurtoğlu ile geçmişten, eğitimden, Türkiye’deki ve Sabancı Üniversitesi’ndeki dil okullarının durumuna, çocuk eğitiminden, içinde kalan sahne aşkına kadar çok çeşitli konularda rahat bir sohbet gerçekleştirdik. Bugün birinci bölümü, haftaya da ikinci bölümü okuyacaksınız.

Eğitimci olmayı bilinçli olarak mı tercih ettin yoksa rastlantı sonucu mu oldun?
Üniversitede İngiliz dili ve edebiyatı okudum.  Benden üç yaş büyük ablam Hacettepe’de İngiliz dili ve edebiyatı okuyordu ve çok mutluydu. Benim için o bir rol modeldi. Onunla, ilkokuldan üniversite sonuna kadar gittiğimiz bütün okullar, sonra da meslek, hep aynıdır. Şimdi de hala öyle. Dile olan sevgim zaten ilkokulda, ortaokulda ve lisede çoktu. Ablamın bu meslekte ne kadar mutlu olduğunu görünce, üniversite giriş sınavında ben de dille ilgili bölümleri yazdım. Çok severek okudum edebiyatı, hatta bölümü birincilikle bitirdim. Tam o yıl, 87’de Bilkent Üniversitesi ilk defa dil öğretmeni alımlarına başlamıştı; hazırlık okuluna İngilizce öğretmeni alıyorlardı.  Sonuçta dil olarak zaten seviyorum, niye olmasın dedim ve başvurdum. Mesleğimin kapısından giriş öyle oldu, böylece dil eğitimcisi oldum. Edebiyatı düşünürken dil eğitimi oldu, şimdi dönüp baktığımda hiç pişman değilim. Mesleğimde, öğretmen eğitiminden idareciliğe kadar birçok değişik roller üstlendim.  Araştırma boyutu içeren müfredatta, değerlendirme çalışmalarında birçok çalışmalar yaptım, durduğum yerde durmadım ve bu sayede de büyüdüm. O şekilde oldu eğitime girişim.


Mutlu bir eğitimci misin?
Mutluyum, evet. Bir de, üretmek, paylaşmak, sunmak, yaratmak, paylaşmaktan da korkmamak. Bu açıdan baktığımızda Türkiye’de geldiğimiz yerden çok mutluyum. Yöneticiliğimin ikinci yılında, değişik üniversitelerin hazırlık okulu sistemlerini öğrenelim, tüm okullar bilgilerini birbiriyle paylaşsın diye bütün üniversitelere anket gönderdim. Cevaplar için epey uzun zaman aralığı vermeme ve sonra da bu süreyi uzatmama rağmen toplam  36 veya 37 yerden cevap geldi. Ben bunun az olduğunu düşünüyordum ve mutlu değildim ama  o zamanki Rektörümüz Tosun hoca, “Memnun olmalısın, bu Türkiye koşullarında epey iyi bir sayı” dedi.

Şimdi ise Türkiye’deki tüm yabancı diller yüksek okulları ile çok sıkı iletişim halindeyiz. İnsanlar çok daha paylaşımcı, açık, çalışmalarını ve deneyimlerini aktararak birbirlerine görüşlerini soruyorlar. Anket cevaplandırma sayısı yine düşük çünkü insanlar üşenip doldurmuyor ama artık çok daha fazla paylaşılan şeyler oluyor, bu beni çok mutlu ediyor, iyi örnekler paylaşılıyor. Sabancı Diller Okulu olarak kendimize baktığımda, bilgi paylaşımı açısından çok açık davrandığımızı görüyorum. İnternet sitemize çok doküman koyuyoruz ve “Gelenleri alın, bakın, biz bunu yaptık, işinize yarayacaksa bu dokümanı siz de kullanın” diyoruz. Bu bize hem mutluluk, hem gurur veriyor. “Bir dakika, o bizim materyalimiz ya da kitapçığımız, kullanamazsınız” diyen kurumlar hala var ama, gittikçe azalacaklarını düşünüyorum. Mesleğimizde paylaşımın artması çok hoşuma gidiyor.

Diller Okulu binasına girdiğim zaman, burası bana kampüs içinde ayrı bir dünya gibi geliyor. Öncelikle çok ferah buluyorum, müthiş renkli, okulun tüm çalışanları, hocaları, çalışma odalarının kapıları açık olduğunda bakıyorum insanda güzel duygular uyandırıyor. Bazı odalardan çok güzel müzik sesi işitiyorum. Kadınlar ağırlıkta burada, yanılıyor muyum? Bu okulun direktörlüğünü on yıl boyunca sen yaptın,  senden sonra da bir kadın oldu, halef-selef her ikinizde de renklilik var. Özel hayatını bilemiyorum ama, okuldaki eğitim dışındaki alanlarda, sosyal ortamda da çok renkli, neşeli, canlı bir insansın. Bu renklilik üzerine biraz konuşsak, ne dersin?
O renkler olmasa zaten herhalde yaşayamazdım diye düşünüyorum, yani çeşit anlamında da, değişiklik anlamında da. Kariyerimde işte çok örnekleri var, hiç unutmuyorum, Bilkent’te bir defa müdürün odasına çağrılmıştım; ’91 yılında Amerika dönüşü müdire hanım odasına çağırmış ve taktığım hızmanın ne ifade ettiğini sormuştu, tatlı tatlı uyarmıştı beni. Bir  defa da öğretmen eğitimi mülakatım başarılı geçmesine rağmen  verilen geri bildirimde, kıyafetimle ilgili bir yorum vardı. “Biraz kıyafetine dikkat etsen” diye uyarı almıştım. Ama bana sorarsanız, renkli giyinen, değişik giyinmeyi seven bir insandım. Renklilik bazen insanın başını tatlı belaya da sokabiliyor demek ki ama ben renkliliği hem mecazi hem de kelime anlamı olarak çok seviyorum.
El becerisi gerektiren işlerle uğraşmayı da çok seviyorum. Bu aralar deli gibi tığ işi yapıyorum. O yün senin, bu ip benim, parlak olsun, renkli olsun, battaniye, paspas gibi şeyler örüyorum, boncuk işliyorum, yüzük yapıyorum. Yaptığım objeleri insanlara hediye ediyorum. Bazen tanımadığım insanlara da. Bu beni çok mutlu ediyor. Bunlar değişik ve hayatıma anlam katan şeyler. Hani renklilik derken, renklilik sadece obje, masama koyduğum bir eşya falan değil, insanlarla olan iletişim, mesela geçenlerde hastanede çalışan çok fazla tanımadığım, son derece güler yüzlü, her işim düştüğünde hatır soran kibar bir çalışan hanımın güzel yüzünü görünce o kadar mutlu oluyorum ki orada bir dükkan vardı, gittim ona bir fular aldım, “Güler yüzün hiç solmasın” diyerek hediye ettim, elini tuttum. Tabii ki çok mutlu oldu, ama inanın belki ben ondan daha çok mutlu oldum.  

       

İnsanın kendi uzmanlık alanı dışındaki konularda okuması da ayrı bir zenginlik sağlıyor. Çünkü ilham başka şeylerden geliyor. Gittiğim her toplantıda, her yaptığım sunumda, yalnızca kendi alanlarında okumamalarını, bambaşka konulara ilgi duymanın insanın ufkunu açtığını meslektaşlarımla paylaşıyorum. Okuduğum kitaplar arasında psikoloji kitapları var, kuantum fiziğini anlamaya çalışıyorum, çok değişik fikirler buluyorum. Düzenli okuduğum popüler psikoloji, sosyoloji, kişisel gelişim kitapları var. İngiliz dili eğitimi konusunda aslında çok az okuyorum diyebilirim. Mesela yöneticilikle ilgili okuyorum, ama daha ziyade insanın kendisini geliştirmesine yönelik kitaplar ilham veriyor ve bundan çok mutlu oluyorum. Ama bu bilgileri paylaşmadan olmuyor, paylaşmazsak kendi içinizde kalıyor, paylaştıkça ve insanlardan enerji anlamında olumlu geri bildirim alınca dünyalar sizin oluyor.  Düşünüyorum da zaten başka ne için yaşıyor olabiliriz? İş, aile ya da arkadaşlık ilişkilerinde küçük kişisel hırslar tamamen yok edilemez ama huzur, refah ve insanın mutlu gelip, mutlu gidebilmesi için kişisel gelişimin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.

İnsanın kendisiyle barışık olmasını kastediyorsun.
Evet ama işte o hemen pat diye olacak bir şey değil.



Mümkün değil elbette, herhalde insan ölene kadar,  çocukluk, gençlik, ergenlik, olgunluk yaşamının tüm evrelerinde kişiliğindeki sivri taraflarını törpüleme çabası içinde oluyor.
Evet kesinlikle öyle. Mesela, özür dilemesini bilmek yani bu o kadar önemli bir şey ki ben bilinçli olarak hep kendimi bu anlamda sorguluyorum. Oğlumdan özür dilemek mesela. Yani bu niye bizi bu kadar zorluyor diye düşünüyorum ve o konuda da hem kendime hem de başkalarına örnek olmaya çalışıyorum. Yani özür dilemek bir güç kaybı ya da bir zayıflık değil. Tam tersi aslında çok özel bir şey. Yani “Galiba seni kırdım, üzdüm özür dilerim” diyebilmek çok güzel bir şey. “Ama o benden özür dilemiyor, onun için ben de özür dilemem” diye düşündüğün anda o kısır döngü dediğimiz başı sonu olmayan çarkın içine düşüyoruz. Bazı davranışları hep başkalarından beklemek doğru değil. Her yıl seminer için okula gelen psikoloğumuzdan, insanın kendisi ile davranışının ayrı olduğunu öğrendik.  Yani benim davranışım ben değil. Sen davranışımı görüyorsun, beni görmüyorsun. Böyle düşünmeye başladığınız zaman, size gelen ters bir şey varsa o kişiden ya da o bireyden dolayı değil, davranıştan dolayı diye düşündüğünüzde olayı biraz daha kişiden ayırabiliyorsunuz.  Yani Deniz’in davranışını beğenmedim demek başka, Deniz’i beğenmiyorum demek başka. Bu  gerçekten çok güçlü bir düşünce tarzı, ben bunu yıllardır arkadaşlarımla paylaşıyorum, insanları bu yönde düşünmeye teşvik ediyorum. Öteki türlü “Yahu sen ne biçim adamsın?”, “O ne biçim insan” demek en kolay yol. İşin kolayına kaçarsan “Boş ver onunla da uğraşılır mı?” diye düşünebilirsin. Uğraşılır elbette. Sen kişiyle uğraşmıyorsun ki, her kişi özel, her kişi kendine özel bir birey. Ama bizim gördüğümüz düşünce tarzları, davranışlar seninkine uyar ya da uymayabilir, genelde biz bu davranışları görüyoruz. Çenem düştü!



Bildiğim ve gördüğüm kadarıyla ayakkabıya düşkünsün. Bu bizim ortak noktamız gibi.
Bu konuyu sormasaydın şaşardım doğrusu.

Kaç çift ayakkabın var?
Bak bu ilginç bir soru, inan fazla yok.



Öyle mi sanki çok varmış gibi algılanıyor.
Senin kaç tane var? Yazlık, kışlık beraber mi sayacağız?

Emin değilim ama sanırım 30-40 tane var.
Benim o kadar yok. Ayakkabılarım göze çarpan renk ve değişik modelde olduğu için dikkat çekiyor. Yazın iki hafta Sabancı dışında hocalara yaptığımız öğretmen eğitimi kursumuz var. 3-4 yıl önce bir yaz kursu sırasında Kadıköy’den pembe bantlı bir ayakkabı almıştım. Çok matah bir şey olmamasına rağmen öyle bir sükse yaptı ki kursa katılan dört öğretmen arkadaş Kadıköy’deki dükkana gitti ve açık kahverengi, yeşil, sarı, pembe tüm renklerden satın aldı. Sonra rengarenk ayakkabılarımızla fotoğraf çektirdik ve çok eğlendik. Böyle bir ayakkabı muhabbeti yaşadık. Herhalde bu da renkliliğin bir parçası olsa gerek. El işini, bir şeyi başka bir şeye uydurmayı seviyorum. Evde de oğlum bir eşyayı getirip “Anne bunun bilmem nesi kopmuş nasıl yapacağız?” dediğinde hemen aklıma bir çözüm geliyor yapıyoruz, onun da benim de çok hoşumuza gidiyor. Oğlum da başka şeylerde, “Anne bak, şunu şuraya taktım, bunu buraya yapıştırdım” diyor.



Evet sanırım böyle şeylerle uğraşmak çocuklarda yaratıcı zekayı  geliştiriyor. Giysilerin, ayakkabıların ve takıların ile okulun en renkli kadınlarından birisin. Bir de kampüsteki yılbaşı partilerinde dans figürlerinle de hafızalardasın.
Evet ama dans meselesinde eskiye göre formdan düştüm. Dans etmeyi eskiden beri çok severim. Şimdi biz Ali Hoca’yla yani eşimle evlenmeden önce o da Bilkent’teydi, onunla çok uzun yıllar sınıf  paylaştık. Ankara’da o zamanlar Paradise Disko vardı. Cuma akşamı giderdik kapanış saati olan sabah dörde kadar deliler gibi dans ederdik. Cumartesi günü tekrar giderdik akşam yine orayı biz kapatırdık. DJ Uğur vardı, o paydos edene kadar mekandan çıkmazdık. Hatta bir gün ayakkabımın topuğu kopmuştu, Ali’yi orada bırakıp eve gidip ayakkabımı değiştirip diskoya dönüp dans etmeye devam etmiştim. Yani dans konusunda o kadar çılgındık ve bayılırdım uçarcasına dans etmeye. Hala da seviyorum dans etmeyi ama sanırım biraz duruldum. Dans etmeyi kendimi ifade etmemin bir başka yolu olarak gördüğüm için hoşuma gidiyor. Tiyatroyu da dans gibi kendimi ifade etmemin bir şekli olarak görüyorum. Üniversitede neredeyse her yıl tiyatroda oynadım. Hala rüyalarımda en büyük kabus olarak repliklerimi unuttuğumu görürüm. Uyandığımda bir süre, gerçekten de  oyuna çıkacakmışım, 10 dakika kalmış gibi telaşlanırım. Bu konuda kendime şaşırıyorum çünkü o yıllar çok geride kaldı artık. Tabii bunun psikolojik analizini bir uzman yapsa kimbilir ne söyler.

devam edecek...

Abone ol