Ana içeriğe atla

SÜ Burs Fonu Yararına Asya'dan Avrupa'ya

13 Kasım Pazar günü 38.’si düzenlenen İstanbul Maratonu’nda öğrencilerimiz, mezunlarımız, çalışanlarımız ve SÜ Dostları Sabancı Üniversitesi Burs Fonu yararına koştular!

Bu çabalarına aileleri, arkadaşları ve sevdikleri; Burs Fonu yararına bağışlarıyla destek oldular ve böylece 2 ihtiyaç sahibi öğrencimizin bir aylık nakit ihtiyaç  bursunu karşıladılar.

Maddi ve manevi  desteği olan tüm katılımcılarımıza fark ve farkındalık yarattıkları için teşekkür ederiz!

Daha fazla sayıda, başarılı ancak maddi imkanları kısıtlı öğrencilerimize destek olmak için kampanyamız  devam ediyor… 

Online Bağış için tıklayınız.
 
HAVALE/EFT için
Akbank
Sabancı Üniversitesi Şubesi
Şube Kodu: 713
Hesap No: 30727
IBAN: TR870004600713888000030727  

SÜ  İstanbul Maratonu katılımcıları:

Esin CerenAhıska
WaqarAhmad
Mert DenizAykas
Yunus EmreBahar
AtakanBaşdüzen
AakashDharma
Hakan BuğraErentuğ
KorayGüney
İlknurGüney
EceGüney
Ali ZainKara
Elif İnciKarataş
CanKartoğlu
Tahir FurkanKızır
MelihKurtalan
AhsanMahmood
MutashamOblokulov
BüşraÖz
BurakÖzkarakaşlı
ParveenQureshi
Caroline JaneRoss
AtiaShafique
Birden TuluğSiyahi
SevgiŞairoğlu
FatihTurhan
Buse İlayYıldız


İstanbul Maratonu’na SÜ Burs Fonu yararına katılanları destekleyen bağışçılar:

MerveBaşdemir
AylaGürleyen
SelinKanyas
CanKartoğlu
GökhanSezginer
Mehmet MansurSezginer
AyselŞairoğlu
ZelihaYaşar Algül

Tolga Sütlü: "Kanserle savaşta bağışıklık sistemi hücrelerini kullanıyoruz"

Röportaj: Merve Şahin /Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğrencisi

Fotoğraflar: Neslihan Kandolu /Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Öğrencisi

Kanser ve bağışıklık sistemi arasında önemli bir ilişki var. Tolga Sütlü de Sabancı Üniversitesi’nde, bağışıklık sistemindeki belli hücre tiplerini kullanarak tümörü yok etmeyi hedefleyen projeler üzerine çalışıyor. Sütlü ile Türkiye ve dünyada kanser üzerine yapılan araştırmaları ve projelerini konuştuk.

 

Tolga Sütlü, Kadıköy Anadolu Lisesi mezunu... Sabancı Üniversitesi’nin ilk öğrencilerinden, üniversite kurulduğu yıllarda Biyoloji Bilimleri ve Biyomühendislik lisansına başlamış.

Mezun olduktan sonra Acıbadem Hastanesi'nde iş hayatına atılmış ama kısa sürede akademik hayata dönmeye karar vermiş. İsveç’te yaptığı master ve doktoradan sonra araştırmacı olarak 2013 yılına kadar orada kalmayı tercih etmiş... Dokuz yılın ardından Türkiye’ye geri dönüşü için “Artık yuvaya dönmek mi yoksa kürkçü dükkanına mı dönmek dersiniz siz karar verin” diyor ve gülüyor... Biz de Tolga hocaya Sütlü Lab’ı ve kanserle ilgili son araştırmaları sorduk...

Yurtdışında bilimsel çalışmalara sağlanan imkanları bırakıp Türkiye’ye dönüşünüz nasıl oldu?

Aslında çok kişisel bir karar. İnsanın yaşı ilerledikçe öncelikleri yer değiştiriyor, özlediğim için dönmek istedim. İlk yurtdışına çıktığımda da ‘Bir noktada dönerim’ diye düşünüyordum zaten. Dokuz yıl sonunda öyle bir noktaya gelmiştim ki, orada önümde olan bir sonraki adımları atsam buraya dönmem 10 yıl daha sürebilirdi ya da hiç dönemeyebilirdim. O yüzden şimdi bir fırsat penceresi varken dönüp burayı denemek istedim. ‘Olmazsa da olmaz, tekrar kaçarım’ diye düşünerek geldim işin doğrusu. Ama neredeyse üç yıl oldu, artık tam anlamıyla yerleşmiş hissediyorum kendimi.

Merve Şahin ve Tolga Sütlü

Sabancı Üniversitesi’nde SütlüLab adını verdiğiniz bir laboratuvarınız var. Kendi adınıza bir laboratuvar oluşturup buraya nadir bulunan hücreleri getirmek zor olmadı mı?

Şu anda Sütlülab’da 6 doktora öğrencisi ve 2 yüksek lisans öğrencisi benim danışmanlığımda tez çalışmalarına yönelik araştırmalarını sürdürüyorlar. Sütlülab ayrı laboratuvar ya da ayrı bir şirket gibi değil, sadece ben de dahil 9 kişi olan bu araştırma grubumuza kendi verdiğimiz bir isim. Bu şekilde bir isimlendirme, akademik araştırma gruplarında sıklıkla kullanılan bir gelenektir. Genelde her araştırma grubu hocasının soyadıyla anılır. Dediğim gibi burada bütün hocaların böyle grupları vardır. Biz genç bir araştırma laboratuvarı olarak interneti ve sosyal medyayı yoğunlukla kullanıyor ve #sutlulab diye fotoğraflar paylaşıyoruz. Bu nedenle dışarıdan bakınca kurumsal bir yapı gibi durmuş olabilir ama biz esasen sadece bir yandan bilim yaparken bir yandan da eğlenmeye çalışıyoruz. Sütlülab ve araştırmalarımız konusunda daha fazla bilgiye web sitemizden (sutlulab.com) erişebilirsiniz.

“Bağışıklık sistemi hücreleri, yok etmeye planlanmış”

Sütlülab grubu Sabancı Üniversitesi’nde kanser üzerine hangi çalışmaları yürütüyor?

 Doktora sırasında, doktora sonrası araştırmalarımda, hep kanser üzerine çalışmalar yaptım. Orada da esas olarak en çok ilgilendiğim şey, kanser ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişkiydi. Burada yaptığımız çalışmalar da bu eksende devam ediyor. Bağışıklık sistemindeki belli hücre tiplerinin üzerinde çalışıyoruz ve bunları kullanarak tümörleri öldürmeye çalışıyoruz. Bir nevi mikroskobik cerrahi diyebilirsiniz. Ama tümörü yok edebilmek için neşter yerine bu hücreleri kullanmaya çalışıyoruz. Teknik açıdan çok daha zor ama önü çok daha açık bir yaklaşım çünkü bağışıklık sistemi hücreleri vücudun içinde yabancı bir şey bulup onu yok etmek üzere programlanmış hücreler. Başarılı olduğu takdirde neşterle erişilemeyecek, gözle görülemeyecek boyuttaki tümörleri bile çok erken safhada yakalayıp yok etme potansiyeline sahip.

Zaten bağışıklık sistemimiz kansere karşı normalde savaştığını düşündüğümüz bir sistem. Bunun en önemli örneklerinden birisi bağışıklık sisteminin tamamen ortadan kalktığı genetik hastalıkları taşıyan kişilerde kanser görülme riskinin artması. Bu tip ekstrem gözlemler bize bağışıklık sistemiyle kanser arasında bir ilişki olduğunu kesin olarak gösteriyor. Bu noktada biz ‘Bu hücrelere ne yaparsak tümörleri daha etkili bir şekilde öldürebilirler?’ ‘Hücreyi damardan hastanın vücuduna verdiğimiz zaman vücudun herhangi bir yerindeki bir tümörü nasıl bulup yok edebilir?’ ‘Bu hücreleri özel olarak o tümörün yapısında bulunan belli moleküllere hedefleyebilir miyiz?’ gibi soruların yanıtlarını arıyoruz... Bunun için hücreleri genetik olarak programlayarak ve bu programlamayı yaparken de virüsler kullanarak yeni bir tedavi şekli geliştirmeye çalışıyoruz. Bunun genel ismine ‘Kanser İmmünoterapisi’ ya da ‘Hücre Tedavisi’ diyebiliriz.

Gen tedavisi, hücre tedavisi ve kanser immünoterapisi... Bu üç alanda işler yapıyoruz. Gen tedavisi kısmında ‘Hücreleri nasıl genetik olarak daha iyi modifiye edebiliriz?’ sorusunun peşindeyiz. Hücredeki bir fonksiyonel bozukluğu giderebilmek veya o hücreye daha önce yapmadığı bir işlevi kazandırabilmek için dışarından hücrenin çekirdeğine bazı genler sokmaya çalışıyoruz. Bu gen aktarımını yapmak için de virüsleri kullanıyoruz. Virüslerin yaşam döngüleri kendi genlerini dışarıdan hücrelerin içine sokmak üzere evrimleşmiş durumdadır. Biz de bu mekanizmaları kullanarak virüs genleri yerine insan genlerini hücreye sokmaya çalışıyoruz.

“Hücrelerin genlerini değiştiriyoruz”

 

Biraz daha detaylandırabilir misiniz?

Şu anda geçerli olan teori, aslında bizim düzenli olarak mikroskobik düzeyde tümörlerimizin olduğu, bu tümörler gelişmeye başladığı zaman bunların bağışıklık sistemi tarafından temizlendiği. Ancak bazen kaçabilenler oluyor bu temizlikten, o zaman tümör belli bir boyuta ulaşıyor ve onu kanser olarak teşhis ediyoruz.

Kanser hastalarıyla sağlıklı insanları kıyasladığınızda bu hücrelerin kanser hastalarında aktivitelerin daha düşük olduğunu gözlemliyoruz. Çünkü tümör bağışıklık sisteminden kaçıp belli bir boyuta ulaştığında bu sefer işler tam tersine dönüyor, yani tümör bağışıklık sistemini baskılamaya başlıyor. Bizim İsveç’te başladığımız, burada devam ettiğimiz çalışmalarda işte bu hastaların Natural Killer Cell (NK hücresi) denilen bağışıklık sistemi hücrelerini alıp laboratuvar ortamında çeşitli modifikasyonlardan geçiriyoruz. Bunlar kimi zaman genetik modifikasyonlar olabiliyor. Yani o hücrelerin genlerini değiştirerek ya da oraya dışarıdan bir gen sokarak hücrenin bu aktivite düşüklüğünü geri çevirmeye çalışıyoruz. Ya da hücrelere farklı ilaçlar, proteinler, farklı besinler ya da farklı aktivasyon sinyalleri vererek laboratuvar kültür ortamında, onları tekrar savaşabilir hale getiriyoruz. Bu hücreleri belli bir miktarda da büyüttükten sonra hastalara geri veriyoruz. Fakat hastalara geri verme kısmını henüz Türkiye’de yapmıyoruz, İsveç’te yapılıyor.

Bu yasalara aykırı bir durum mu? Bu nedenle mi Türkiye’de yapılmıyor?

Hayır, doktora çalışmalarım sırasında İsveç’te başlayıp devam eden bir çalışma çünkü patenti orada. Şu anda klinik denemeleri sürüyor, denemeler bittiğinde onaylanır ve tedavi şekli haline gelirse o zaman burada da uygulayabiliriz. Şu anda bu deneysel bir tedavi. Bir tedavi nerede keşfedildiyse önce orada, o hastanede bir denenir, buna faz 1 klinik deneme denir. Başarılı olursa, faz 2 klinik denemelere geçilir, daha fazla hasta üzerinde denenir. Kimi zaman faz 2 aşamasında tedavi birden fazla hastanede denenebilir. Faz 3, faz 4, böyle birkaç faz araştırma.. Her seferinde giderek büyüyen hasta grupları üzerinde denenir. En sonunda bütün fazlardan başarılı olarak geçen bir tedavi genel kullanım için onaylanabilir.

Kanserin şifrelerini çözmek...

Kanser üzerine hem yurtdışında hem de Türkiye’de araştırma ve çalışmalarınız var. Dünya genelinde kanser tedavisinin geldiği nokta nedir, Türkiye’de durum ne?

Hemen hemen her kanser tipi için çok daha başarılı tedaviler geliştiriliyor. Bunlar genetik biliminin gelişmesiyle ‘kanserin şifrelerini çözmek’ dediğimiz şeyi daha iyi yapabilmemiz sayesinde oluyor. Farklı alanlardaki gelişmeler de -nanomühendislik, bilgisayar- çok büyük katkılarda bulunuyor. 10-20 yıl önce yapılması neredeyse imkansız görünen, büyük paralar harcanan, çok uzun süren ve o kadar da kaliteli yapılamayan işler şimdi çok daha kaliteli bir şekilde, çok daha ucuz fiyatlara, çok daha hızlı yapılabiliyor.

Bu tarz projelere örnek verebilir miyiz?

2000’lerin başında İnsan Genom Projesi bitti ve açıklandı. Proje için ABD’nin İngiltere’nin, Avrupa’dan  ve Asya’yan birçok ülkenin katılımıyla yüz milyonlarca dolar harcandı. Projenin 10 yılda sonuçlanması planlanmıştı ama birçok farklı laboratuvarda çalışma yapılması ve proje sürerken yaşanan teknolojik gelişmeler sayesinde insan genomu dizilenmesi projesi 7-8 yılda bitti. Şu anda geldiğimiz noktada, genom dizilemek 1-2 bin dolara, tek bir laboratuvarda, tek bir günde yapılabiliyor. Bu adeta akıl almayacak derecede hızlı bir gelişme, aynı zamanda beraberinde çok büyük bir bilgi de getiriyor. 15 yıl önce tek bir insan genomunun dizilenmesi uluslararası boyutu olan dev bir projeydi. Şu anda ise birçok insan genomu tek bir laboratuvarda dizilenebiliyor ve burdan elde edilen bilgi kanser başta olmak üzere birçok hastalığın tedavisine yardım ediyor. Şöyle ki; kanser hastalarının sağlıklı hücreleriyle, kanser hücrelerinin genomları ayrı ayrı dizilenip karşılaştırılarak tümörün tam olarak ne şekilde oluştuğu moleküler düzeyde en ince ayrıntılarına kadar görülebiliyor. Kimyasal ve yapısal biyoloji alanındaki gelişmeler sayesinde de bu kanserde rol alan moleküllere karşı çok daha etkili, çok daha hedefli ilaç molekülleri geliştirilebiliyor.

Kanser hastalarının yaşam süresi uzadı

Bu gelişmeler tedavinin şeklini ve verimliliğini hangi ölçüde etkiliyor?

Bu tip alanlardaki gelişmeler, genel olarak bütün tedavilerin şeklini, verimliliğini yükseltti. Evet, ‘tedavisi bulundu’ diyebileceğimiz kanser tipi belki çok az ama en amansız kanserlerde bile hastalar eskisine kıyasla çok daha uzun süre yaşayabiliyor. Mesela benim üzerinde çalıştığım bir kanser tipi var Multipl Myelom diye. Ben doktoraya başladığım yıllarda bu kanseri ‘Teşhisten sonra ortalama yaşam süresi üç yıl civarı’ diye anlatırdım, doktoramı bitirdiğimde ise ‘beş yıl civarı’ diye anlatıyordum. Bu kadar kısa bir zaman diliminde teşhisten sonraki ortalama hayatta kalma süresinde bu denli büyük bir yükseliş, kanser tedavisi için geliştirilen yeni ilaçlar sayesinde oldu. Şu anda daha da yükseldi. Ama tabi ki kanserle savaşan ya da etrafında kanser hastası olan herkesin bildiği gibi bir geri gelme riski de oluyor. O yüzden kesin olarak ‘Evet, tedaviniz bitti ve kanserden kurtuldunuz’ çok nadir söylenilebilen bir şey.

Şu an geldiğimiz noktada tedaviyi daha kişiselleştirilmiş boyuta indirgeyebiliyoruz. Bir hastanın tümörüyle, başka bir hastanın tümörü hiçbir zaman aynı değil. Hatta bir hastanın tümörünün içindeki farklı hücreler bile birbirinden farklıdır. O yüzden bunların hepsinin incelenmesi, hastaya özel tedaviler üretilmesi lazım. Modern tıbbın gittiği yön de bu. Teknolojik gelişmeler sayesinde artık hastaya özel analizler çok daha kolay yapılabiliyor. Direkt olarak hastanın bir ilaca cevap verip vermeyeceğini öngörme fırsatınız oluyor. Ya da tam tersi, hiçbir fikriniz yokken “Bu hasta üzerinde hangi ilacın kullanılması gerekiyor?’ diye yaptığınız bir analiz sonucunda o tümörün hangi ilaca duyarlı olduğunu bulabiliyorsunuz. 

Türkiye bu anlattığınız tedavi imkanlarını karşılayabilecek teknoloji ve bütçeye sahip mi?

Evet… Ama bütçe kısmı tartışmalı. Çünkü bu tip tedavilerde genelde bütçe hastaya yansıtılıyor. Devlet bu tip analizleri karşılıyor, ama bir yere kadar... Gelişen teknolojiler karşısında devletteki prosedürler o kadar hızlı gelişemeyebiliyor. Yeni çıkan bir teknoloji olan ‘Yeni Nesil DNA Dizileme Teknolojileri’ni örnek verebiliriz. Eskiden belli bir metot kullanılarak DNA dizileri okunuyordu şimdi ise bambaşka makineler çok daha hızlı, çok daha verimli bu işi yapabiliyor. Ama devletin bu iş için ödediği para hala eski nesil teknolojiler üzerinden hesaplanıyor. Türkiye’de maddi sorunu olmayan birisi bu ücreti kendi karşılayarak maddi sıkıntısı olan bir kanser hastasına nazaran bu tedaviye daha rahat erişebilir. Bazen de örnekleri yurtdışına gönderip analizini yaptırdıktan sonra tedaviyi Türkiye’de uygulayanlar da var. Ama benim için önemli olan analizin nerede yapıldığı değil, o noktada hastaya doğru tedaviyi verebilecek bilgiyi sağlamaktır.

“Hurafelere değil modern tıbba güvenin”

 Kanserle savaşırken bireylerin üzerine düşen görev ve sorumluluklar neler? Hangi konuda bilinçlenmemiz gerekiyor? 

Dezenformasyon had safhada sağlık konusunda. Bazen giriyorum Facebook’a, “bilmem neyin kökü kanseri çözüyor” falan gibi, saçma sapan, bilimsel olmayan pek çok bilgi var. Bu yanlış bilgilerin yayılmasının engellenmesi konusunda toplumun yapması gereken çok şey var. Bu hepimize düşen bir görev. Aslında ben bunu biraz da toplumda genel olarak rağbet görmekte olan ‘cehalete övgü’yle ilgili bir şey olarak görüyorum. Giderek yayılmakta olan bir “bilimsel bilgiye düşmanlık” havası var. Sağlık gibi şakası olmayacak bir konuda insanların abuk sabuk hurafelere yüz vermelerini inanılmaz buluyorum. Zararsız olduğunu düşünebileceğimiz bir paylaşımın, bir bilginin -hani derler ya işte, aman canım ne olacak, onu da deneyelim, ne zararı olur-  bile zararı olabilir. Bu tip bazı bilimsel olmayan tedavi yöntemlerinin direkt bir zararı olmayabilir diye düşünseniz bile en büyük zararlarından birisi faydalı olan tedavi yöntemlerinden insanları uzaklaştırmasıdır. Kanser konusunda modern tıbbın ürettiği tekniklere, ilaçlara ve cihazlara güvenilmesinden ve bunlarla çözüm aranmasından daha mantıklı bir yol olduğunu düşünmüyorum. O yüzden bilimselliğe gereken önemi vermek lazım.

Popüler sağlık haberlerinde sıkça duyduğumuz ‘Genetik ve çevresel faktörlere müdahale ile kanserin önüne geçebilmek’ söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce böyle bir şey mümkün mü?

Günümüzde kanserin daha sık görüldüğünü hepimiz biliyoruz ama ‘Bunun sebebi nedir?’ sorusunun cevabı üzerinde herkes hemfikir olmayabiliyor. Genel olarak şöyle bir anlayış var; artık doğal olmayan bir ortamda yaşıyoruz, bir sürü kimyasal maddeye maruz kalıyoruz, yediğimiz sağlıklı değil, çok ilaç kullanıyoruz ve modern hayata dair stres faktörleri var. Ama elimizdeki tüm bulguları bunlarla açıklamak da mümkün değil. Elbette hayat tarzımızın kanser olma riski üzerinde bir etkisi var ama kanser görülme sıklığının bu kadar yükselmesindeki tek faktör olduğunu kesinlikle düşünmüyorum.

“Artık daha uzun yaşadığımız için kanserin görülme sıklığı artıyor”

 Başka hangi faktörler var kanseri artırdığını düşündüğünüz?

Çok eskiden insanlar 30- 40 yaşına kadar ancak yaşayabiliyorlardı. Bugün modern tıp sayesinde 70’leri, 80’leri, 90’ları gören insanlar çok daha fazla sayıda. Kanser zaten genel olarak bir yaşlı insan hastalığı. Evet, çocuklukta görülen kanserler de var, onlar da kalıtsal yolla geçtiği görülebilen kanser tipleri. Yaş ilerledikçe ise hücrelerin genetik yorgunluğundan ortaya çıkan bazı hatalar olabiliyor. Artık daha uzun yaşadığımız için de daha fazla kanser oluyoruz. Bir başka açıdan bakınca, ‘Modern tıp sayesinde 30 yaşında gribal enfeksiyondan hayatımızı kaybetmediğimiz için 70 yaşına kadar yaşayıp kanser olabiliyoruz’ gibi bir söylem geliştirmek de mümkün. Ayrıca teşhis yöntemlerimiz de çok gelişti. Mesela meme kanseri görülme sıklığı grafiğine bakarsanız belli bir noktada birden artış yaptığını göreceksiniz. ‘Vay birdenbire niye bu kadar meme kanseri artmış?’ diye düşünebilirsiniz. Ama aslında o grafikte artışın olduğu nokta, mamografinin keşfedildiği zamandır. Yani teşhis imkanları çoğalınca sayılar da artıyor. Kanser görülme sıklığı neden arttı diye düşünürken bu faktörlerin hepsini düşünmek lazım. Tamamen genetik şanssızlık faktörleri, yani genlerimizde rastgele olan mutasyonlar yüzünden de kanser olabiliriz. Çevresel faktörler de bu rastgele olan mutasyonların görülme sıklığını arttırabildiği için kanser ihtimalini arttırdığı düşünülüyor. Bunun dışında “Tamamen doğal bir yaşamda hiç kanser olmayacağız” gibi bir şeyden de bahsedemeyiz ne yazık ki. Bu riski artırmamak için elimizden geldiği kadar çevresel faktörlerin etkilerini azaltmak iyi olacaktır.

 Dünyada ve Türkiye’deki en yaygın kanser türleri hangileri?

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre erkeklerde akciğer, kadınlarda meme kanseri en sık görülen kanserler. Türkiye için baktığımızda, 2014 Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun verilerine göre erkeklerde akciğer, prostat ve kolorektal kanser. Kadınlarda meme, tiroid ve kolorektal kanser.

 

 

“Meme kanserinin tedavisi çok ilerledi”

Bazı kanser türlerinin kesin bir tedavisi yok diye biliniyor. Peki, “Kesin olarak engellenemez ya da “Tedavisinde hiçbir gelişme kaydedilmedi” dediğiniz bir kanser türü var mı?

En zorlarından birisi olarak pankreas kanserini söyleyebilirim, Steve Jobs'ın da hastalığı oydu. Çok kompleks hastalıklar olduğu için kolay yol alamıyoruz. Bütün kanserleri çözebilen tek bir yöntem henüz ufukta görünmüyor. Böyle bir yöntemin bulunup bulunamayacağı veya ne kadar gerekli olduğu da tartışılır. Her kanser tipi ayrı bir hastalık olarak değerlendirilerek tek tek çözülebilir. Kimisinde daha hızlı yol alınabiliyor. Örneğin şu anda meme kanseri tedavisinin geldiği nokta çok ilerlemiş durumda. Pankreas kanserinin de o düzeye gelmesi mümkün. Ama pankreas belki 5, 10, 20 yıl sonra gelecek bu noktaya. 

Kanser tedavisinde en başarılı ülke hangisi?

Kanser tedavisinde en başarılı ülke gibi bir ayrım yapılamaz. Ülkeye göre değil tedavinin nerede yapıldığına göre bakmak gerekir. Artık Türkiye’de uygulanamayacak tedavi yöntemi çok az. 

“Uzakdoğu’nun tıp araştırmalarında yükselişi söz konusu”

ABD Başkanı Barack Obama başkanlığa veda konuşmasında kanser tedavisi için ulusal bir girişim başlattı ve “ABD’yi kanseri tedavi eden ülke yapalım” dedi. Sizce kanserle savaş devletlerin kullandığı bir politika mı?

Kanserle savaş devletlerin kullandığı bir politika olmalı. Obama’nın bunu neden yaptığıyla ilgili bir sürü spekülasyon yapılabilir. Başkanlığı bırakmak üzere olduğu için tamamen politik bir hamle olarak bunu yaptığını söylemek biraz zor olur, yani herhangi bir oy beklentisiyle söylenmiş bir şey değil. Aslında sebebi de önemli değil zaten yapılması gereken bir şey. Devletlerin başka konulara, mesela savaşlara, ordularına ayırdıkları paraların yanında bu araştırmalara ayırdıkları paraları kıyasladığınız zaman ne kadar cüzi kaldığını görebiliriz. Bu bütçeler biraz artırılırsa çok büyük gelişmeler olabilir. Ama dediğim gibi ülkeye bağlı bir şey değil bu, daha çok hangi hastanede ya da hangi araştırma merkezinde yapıldığıyla ilgili. Artık dünya çok daha fazla birbirine bağlı.  Biz buradayız ama bizim günübirlik olarak İsveç’te beraber çalıştığımız insanlar var, ABD’de beraber çalıştığımız insanlar var. Sadece tıbbi araştırmalar değil, bütün alanlarda yapılan araştırmalar bu yöne doğru gidiyor. Burada yapılamayanı başka yerde tamamlamak, orada yapılamayanı başka yerde tamamlamak, uzmanları bir araya getirmek...

Ülkelerin yürüttüğü kanser tedavilerinde dikkatinizi çeken, sizi şaşırtıp heyecanlandıran gelişmeler var mı?

Uzakdoğu’nun son yıllarda ekonomik konuda olduğu gibi, tıbbi araştırmalarda da bir yükselişi söz konusu. Şaşırtıcı değil, ama enteresan bir durum. Özellikle biyobenzer ilaçlar konusunda Güney Kore’nin son dönemde geldiği nokta çok etkileyici. Belirli alanlara yoğunlaşıp yatırım yaparak o alanın lideri olmak üzerine stratejiler uygulamaya başladılar. Japonya da aynı şekilde. Örneğin 2012'de Nobel alan Shinya Yamanaka’nın bulmuş olduğu kök hücre teknolojisi... Doğrudan kanserle ilişkili değil fakat kanser araştırmalarını da çok etkileyecek bir gelişme. Bahsettiğim şey, yetişkin hücreleri tamamen embriyonik kök hücre düzeyine geri çevirebilen bir sistem. Daha sonra bununla ilgili Japonya’nın çok büyük atılımları oldu ve bir devlet politikası haline geldi. Tabii bu sistem bütün dünyaya yayıldı ama Japonya’da keşfedildiği ve bunun değerinin farkında oldukları için bu araştırmalar orada çok ileri düzeye gelmiş noktada.

“Bilim insanları öncelikle birbirini ikna etmeli”

Toplumun sağlıkla ilgili doğru bilgileri alabileceği bir web sitesi öneriniz var mı?

Bilimsel anlamda Türkiye’de, Türkçe yayın yapan çok az site takip ediyorum, evrimagaci.com bunlardan birisi. Bu site spesifik olarak kanserle ilgili değil de genel olarak bilim haberleriyle ilgili makaleler yayınlıyor. Popüler medyada genel olarak çıkan sağlık haberlerinin seviyesi zaten malum. Bilimsel kaynak göstererek haber yapan sitelere bakmak lazım. Yani bir konuyla ilgili bir şey okuduğunuz zaman, ‘bilimsel bir kaynak var mı, hangi makaleden bahsediyor, hangi bilimsel dergide yayımlanmış’ belirtilmiş olması gerekiyor. Ben Türkiye’deki haber organlarında böyle bir referans göremiyorum. Oysa BBC’nin, CNN’nin sitelerine girin, haberi genel olarak belli bir çalışmaya atıfta bulunarak yaparlar. Bence haberin tam olarak hangi kaynaktan geldiği değil, haberin nereye atıfta bulunduğu önemli. Bizde bu tip haberler genelde referanssız ve yarım yamalak yapılıyor. Çoğu zaman bilimsel bir makalesi bile yayınlanmamış bir çalışma, ilgili araştırmacıların ve/veya üniversitenin kurumsal iletişim çabalarıyla basın yayın organlarına reklam niyetine haber olabiliyor. Makalesi yayınlanmamış bir çalışmanın bilimsel kıymeti yoktur. “Peer review” dediğimiz bir sistem var, Türkçe’de hakemli bilimsel dergi olarak geçiyor. Siz bilimsel bir makale yayınlamak istediğiniz zaman bir dergiye gönderdiğinizde, sizin gibi diğer bilim insanları tarafından kritik ediliyor bu çalışmalar. Aynı şekilde başkalarının çalışmalarını da siz kritik ediyorsunuz. Hakemlerin tüm sorularına cevap verip ikna edemezseniz makaleniz yayınlanmaz. Tabiri caizse ‘kurtlar sofrasından’ sapasağlam çıkıp bir makale yayınlamak kolay iş değil! Gerçekten herkes düzgün olanın, bilimsel olanın peşinde ve biz bilim insanları öncelikle birbirimizi ikna etmeliyiz bir şeyleri yayınlamadan. Bu tip bir hakemlik süzgecinden geçmemiş bir çalışma, yazan bilim insanlarının fikirlerini sunduğu bir “köşe yazısı” olabilir ancak, bir bilimsel makale değil. Bu yüzden rağbet edilmesi gereken sadece ve sadece hakemli dergilerde yayınlanmış bilimsel makaleler üzerinden yapılan haberlerdir. Bu noktada elbette makalede sunulan bilimsel verinin haberi yapan kişi tarafından ne kadar doğru yorumlanıp aktarıldığını, haberin sansasyonel olması için nelerin ön plana çıkarılıp nelerin göz ardı edildiğini de değerlendirmek gerekir. O konu ise sadece bizde değil tüm dünyada içler acısı...

Kanserin kesin tedavisinin bulunduğu ancak sektörler arasındaki dengenin bozulmaması için açıklama yapılmadığı gibi spekülasyonlar sıkça duyuluyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hurafeler ve komplo teorileri olarak görüyorum. Kanserin tedavisini bulan bir şirket, bir bilim insanı ya da bir ülke çok büyük bir avantaja sahip olur; hem maddi, hem manevi açıdan dünyada kimsenin kolay kolay gelemeyeceği bir nokta… Birisinin ‘Ben kanseri çözdüm’ dediğini varsayalım. İlaç şirketlerinin ya da büyük devletlerin yaptığı komplolarla bunun gizlenebilir olacağını düşünebilen insanları gerçekten anlamıyorum. Zaten bu tedaviyi bulmuş olan kişi dünyanın en zengin insanı olacak ya da bu şirket dünyanın en zengin şirketi olacak. Bunu kim niye saklasın, başka nereden daha fazla para kazanabilirsin ki? Modern tıbba güvenin. Gidin doktorunuza, o size en uygun tedavi şeklini söyleyecektir.

Bu oldukça bilgilendirici sohbet için Tolga Sütlü'ye teşekkür ederiz...

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde yarın:

Batu Erman: "Kanserli hücrelere özel ilaç için çalışıyoruz."

Diğer röportajları okumak için tıklayınız



En hızlı dönen yıldızlar

Haber: Selin Eyüpoğlu

Fotoğralar: Deniz Beren Akura        

AstroSU’nun 21 Kasım’da düzenlediği, Mehmet Ali Alpar’ın nötron yıldızları, pulsarların doğası ve gök cisimlerinin hareketleriyle ilgili merak edilenleri anlattığı ‘En Hızlı Dönen Yıldızlar’ etkinliğine katıldık, konuşulanları sizler için derledik.


Öncelikle en basit momentum, kütle çekim ve yörüngeler tanımlandı. Enerji ve açısal momentum hakkındaki bilgilerimiz tazelendi, nitekim evrenin en karmaşık yapıları bile basit fizik kanunları etrafında dönmekte. Özellikle enerji ve açısal momentumun korunumu gök cisimlerinin hareketlerinin incelenmesinde temel prensiplerdendir. Bu prensip aynı zamanda Dünya’nın Güneş’e yakın olduğunda neden daha hızlı döndüğünü açıklar. Kuramsal fizik ve soyut cebir konularında çığır açmış Alman matematikçi Emmy Noehter’ın sözüyle devam ediyoruz. ’Uzayda bir simetri varsa zaman geçerken sabit kalan bir şey(ler) vardır.’ Bu sözle gökbiliminin aslında disiplinlerarası prensipleri ve bilgi birikimini kucaklayan bir bilim olduğunu anlıyoruz.

Tek gök cisimlerini toplayarak sistemleri incelemeye başladığımızda ‘denge’ adında yeni bir kavramla karşılaşıyoruz. İkili, üçlü, dörtlü vs. etkileşimler yıldızların daha karmaşık yollar izlemesine neden olurken yıldız sayısı 100’e ulaştığında sistem daha kararlı bir hal alıyor, bunun nedeni de ortak kütle çekim alanı oluşması, yıldızların bu ortak alanda hareket etmesi ve bazı simetrik kuvvetlerin birbirini dengelemesi. 

Yengeç nebulası

Orion açık yıldız kümesi ve Samanyolu galaksisini inceliyoruz, bu sırada birçok efsane ve halk türküsüne konu olmuş Ülker/Süreyya açık yıldız kümesine rastlıyoruz. Ülker, çıplak gözle görülebilen 7 mavi yıldızdan oluşan Dünya’ya en yakın açık kümelerden biridir.

Seminerin ilerleyen dakikalarında evrenin dönme ekseninin olmaması ve sürekli genişlemesi üzerine bilgiler ediniyoruz, aynı zamanda hiçbir galaksinin evrenin hareket merkezi olmadığını öğreniyoruz. Sonrasında, Güneş’in hidrojen yakıtının bitmesi yani demirden sonra hidrojenin dönüşebileceği bir element kalmaması durumundan ve yıldızların nasıl kara deliğe dönüştüğünden söz ediliyor.

Seminerin son bölümünde etkinliğin asıl konusu olan nötron yıldızları ve pulsarlara giriş yapıyoruz,bilinen en hızlı nötron yıldızının saniyede 716 defa döndüğünü öğreniyoruz. Pulsar, diğer adıyla atarca, kalp gibi atan anlamına gelmektedir. Pulsarlar nebulanın çekirdeğinde bulunurlar ve kalp atışları gibi belli ritmlerde uzaya radio dalgaları gönderirler. Dönüş hızı ve periyodu pulsarların manyetik kutbundan çıkan seslerin farklı olmasına neden oluyor. Seminerin sonunda farklı pulsarların seslerini ayrı ayrı ve sonrasında birlikte çıkardıkları sesleri dinledik, adeta bir yıldız senfonisi gibiydi. Mehmet Ali Alpar hocamız bu seslerin farkını müzik terimleriyle açıklıyor, astronominin iç içe olduğu bilim ve sanat dalları listesine müziği de ekliyoruz. 

Siz de galaksiler, yıldızlar, gezegenler kısacası astronomiyle ilgileniyorsanız, astroSU’nun etkinliklerini mutlaka takip edin.

EDU’dan iş dünyasında ufuk açıcı iki eğitim

Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi EDU, birikimlerini ve tecrübelerini daha geniş kitleler ile paylaşmak, sürekli gelişime inanan profesyonellere güvenilir bir destek sağlamak amacıyla genel katılıma açık eğitim programlarına başladı. Bu kapsamda farklı sektörlerden profesyonellere ve KOBİ’lere yönelik iki eğitim programı sunuyor.


“İletişim Zekası” başlıklı ilk eğitim modülü 25-27 Kasım 2016 tarihleri arasında tipoloji uzmanı, eğitmen, yazar Ethem Kocabaş ve Hece Özyaman tarafından verilecek. Hilton ParkSA’da düzenlenecek eğitim; iletişim zekası, duygusal zeka ve iş hayatında doğru imaj ve etki yönetimi ilişkisi üzerine odaklanıyor.


“Bütünsel İşletme Yönetimi ve Finansal Etkileri” başlıklı ikinci modül de 26 Kasım – 11 Aralık 2016 tarihleri arasında Hilton ParkSA’da gerçekleşecek. Dersler  Dr. Yusuf Soner, Game Solution Türkiye Operasyon Müdürü Cenk Enhoş ve Dr. Murat Buket tarafından verilecek.  Bu modülde konular “Bütünsel İşletme Yönetimi”, “Finansal Yönetim” ve “Ökonomikus, Simülasyon, Fasilitatör” ana başlıkları altında ele alınacak.

Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi – EDU Genel Katılıma Açık Eğitimleri
Genel katılıma açık programlarında Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinin yanı sıra en güncel araştırmalara ve trendlere hakim, akademik ve profesyonel dünyadan gelen konu uzmanları eğitim verecek. Eğitimlerde alanlarında uzman kişiler ile katılımcıları buluşturarak “bilgi”nin pratik iş süreçlerine yansıtılmasında verimli bir öğrenme platformu oluşturmak amaçlanıyor. Eğitimler sırasında öğrenmeyi pekiştirmek için, vaka çalışmaları, hazırlık çalışmaları, ödevler, forumlar, simülasyonlar, grup çalışmaları, rol play’ler vb gibi çeşitli öğrenme araçları kullanılıyor.
Detaylı bilgi ve kayıt için: http://edu.sabanciuniv.edu/tr/genel-katilima-acik-egitimler

İPM Araştırmacıları Marakeş İklim Zirvesi-COP 22 izlenimlerini paylaştı

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM)-Stiftung Mercator Girişimi tarafından “2016 Marakeş İklim Zirvesi – COP22’den İzlenimler” başlıklı bir panel düzenlendi.

Panelde COP22 zirvesine katılan İPM Kıdemli Uzmanı ve İklim Çalışmaları Koordinatörü Ümit Şahin, 2014/15 Mercator-İPM Araştırmacısı Ethemcan Turhan, 2016/17 Mercator-İPM Araştırmacıları Sarah Louise Nash ve Tuğba Ağaçayak ve Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi ve MURCIR Direktörü Semra Cerit Mazlum, Türkiye'nin iklim değişikliği rejimi konusunda resmi tutumunu ve genel izlenimlerini katılımcılar ile paylaştı.

Panelde ilk sözü alan Ümit Şahin, COP 22 Marakeş’in Paris COP21 Zirvesi gibi çok önemli ve çok güçlü bir toplantıdan sonra uluslararası camia tarafından daha çok bir “ara COP” olarak görüldüğüne değindi. ABD’de başkanlığa seçilen Donald Trump’ın savunduğu iklim politikalarının iklim değişikliğiyle mücadele için ağır bir darbe olduğunu ve bu sonucun uluslararası mücadeleyi olumsuz etkileyeceğini ifade etti. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün açıklamasına göre 2016 yılının açık arayla en sıcak yıl ilan edildiğini söyledi.  Paris Anlaşması’yla konan ısınmayı 2 derecede sınırlama hedefinin önemini vurgulayan Şahin, son araştırmalarda 2 derecenin iklim değişikliğinin buzulların erimesi, mercan resiflerinin yok olması gibi etkileri için geri dönülmez nokta olduğunun ortaya konduğundan bahsetti. Bu seneki emisyon açığı raporunda G-20 ülkelerinin de değerlendirildiğine dikkat çeken Şahin, Türkiye’nin 2030 yılına kadar emisyonlarını en fazla arttırmayı hedefleyen ülke olarak eleştirildiğini, ekonomisinin karbon yoğunluğunu artırmaya devam eden tek G 20 ülkesi olmasının da şaşkınlıkla karşılandığını vurguladı.

Ulusal katkı niyet beyanlarının, ülkelerin azaltım ve uyum stratejilerini belirleyerek Birleşmiş Milletler’e sundukları bir belge olduğunu belirten Tuğba Ağaçayak ise, burada asıl hedefin ülkelerin kendi kapasiteleri ve koşulları dahilinde küresel sıcaklık artışını 2 derece altında tutacak hedefler belirlemek olduğuna dikkat çekti. Nüfus artış hızının ve büyüme hızının 2012’den sonra azaldığını fakat emisyonların INDC'de hızla artış gösterdiğini belirtti. Ağaçayak, Çevre Bakanlığının bu konuda yapması gerekenin emisyon artış hızını gözden geçirerek, her bir sektörün azaltım potansiyelinin değerlendirilmesini sağlamak olduğunu vurguladı. INDC’de yapılacak revizyonun iklim değişikliği ile mücadele ve müzakerelerde ülkenin güçlenmesini sağlayacağını söyledi.

İklim değişikliği müzakerelerinde ana tartışmanın 1992’de çerçeve sözleşme açıldığından beri hep azaltım üzerine olduğunu belirten Ethemcan Turhan, uyum meselesinin de çok önemli olduğunu ifade etti. İklim değişikliğinin önlenemeyecek etkilerine uyumun hem Paris Antlaşması sırasında hem de Paris’ten sonra ciddi bir önem kazandığını vurgulayan Turhan, küresel iklim finansmanı miktarında artış olsa da yeterli düzeyde olmadığını söyledi. Kopenhag zirvesinden bu yana gelişmekte olan ülkelerde uyum için 100 milyar dolarlık bir iklim finansmanının ihtiyacından bahseden Turhan, bu konunun Marakeş’te de konuşulduğunu söyleyerek gelişmiş ülkelerin ellerini cebine atması gerektiğini bir kez daha vurguladı. Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı imzalamayı iklim finansmanı şartına ısrarla bağlamasını riskli bulduğunu belirten Turhan, yeni bir dönem açıldığını ve Türkiye’nin bu dönemde yerini alması gerektiğini söyledi.

Sarah Louise Nash, “Marakeş’te düzenlenen iklim değişikliği konferansı COP22, ‘Taraflar Konferansı’nın (Conference of the Parties (COP)) 22. seansı, geçtiğimiz yıl imzalanan Paris Anlaşması’nın uygulanmasına yönelik bir yol haritası niteliğinde olduğu için “uygulama COP”u olarak adlandırıldı. Söz konusu anlaşmanın 4 Kasım’da hızlı bir şekilde yürürlüğe girmesi bu görevini daha geçerli bir hale getirdi. Yol haritasının oluşturulması ve geri kalan önemli görevlerin tamamlanması için ilk adımlar Marakeş’te atıldı. Benim Marakeş’te özellikle ilgilendiğim kısım “kayıp ve zararlar” hakkındaki tartışmaydı. Bu tartışma, iklim değişikliğinin tüm olumsuz sonuçlarını atlatmanın mümkün olmayacağını ileri sürmekle beraber, sonucunda oluşacak kayıp ve zararların nasıl üstesinden gelinebileceği üzerineydi. COP22’de bu çalışma kapsamında iki karar alındı. Alınan ilk karar, Kayıp ve Zarara ilişkin Varşova Uluslararası Mekanizması’nın (WIM) periyodik olarak bir beş yıllık çalışma planı çıkarmasına yönelikti. Aynı zamanda yavaş gelişen etkiler, ekonomi ile ilgili olmayan kayıplar ve insan hareketliliği gibi konular da bu plana dahil edildi. Alınan ikinci karar, biraz daha tartışmalı olarak, WIM’in 2019 yılında ve en az her beş yılda bir değerlendirilmesini öngörüyor. Bu değerlendirmelerde WIM’in yapısı, etkililiği ve yetkileri gözden geçirilecek. Önümüzdeki zamanlarda Paris Anlaşması’nın detayları belli olduğunda, yeni belirlenecek kurallar WIM’in çalışmalarını etkileyeceğinden, WIM’in düzenli gözden geçirilmesi daha çok önem kazanabilir.” dedi.

Semra Cerit Mazlum, COP22’nin bir uygulama ve eylem konferansı olduğunu vurgulayarak, prosedürle ilgili müzakerelerin kolay geçmediğine dikkat çekti. Konferans'ta alınan Uyum Fonu ve uzun dönemli iklim finansmanı hakkındaki kararlar yanında, Paris Anlaşması uygulama kurallarının 2017-2018 yıllarına yaygın şekilde yan organlarda görüşülmeye devam edileceğini söyledi. İklim jeopolitiğinin ve rejim içindeki güç ilişkilerinin değişime uğradığını belirten Mazlum, ülkelerin pozisyonlarını geride bırakıp yeni bir sisteme geçmeleri söz konusu olduğundan, görüşmelerin bu hassasiyeti gözetme ihtiyacı olduğunu söyledi. Türkiye'nin de 2018'e kadar sürecek görüşmelerin içinde yerini alması gerektiğini ekledi.

Marakes İklim Zirvesi-COP22
7-18 Kasım 2016 tarihleri arasında Marakeş’te gerçekleşen COP22 (BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 22. Taraflar Toplantısı)’nin COP21’de atılan önemli adımların uygulanması için öncü olması hedeflendi. Zirvede, özellikle Paris Anlaşması’nda yer alan uyum, şeffaflık, teknoloji transferi, azaltım, kapasite geliştirme ve kayıp zarar konularındaki öncelikleri gerçekleştirmek amacıyla aksiyon maddeleri üzerine odaklanıldı. Ülkeleri düşük karbon ekonomisine cesaretlendirme, “evrenselliği yeniden keşfetme” ve Paris Anlaşması’nın onaylanması zirvenin temel tartışma konularını oluşturdu.

Hüveyda Başağa: "Kanser tedavisi kişiye özel olmalı"

Röportaj: Neslihan Kandolu / Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Programı öğrencisi

Hüveyda Başağa, kanser hücrelerinin büyümek ve yayılmak için kullandıkları glikolizi durdurmayı amaçlayan bir projeyi yürütüyor. Başağa, kanserden ölüm oranının düştüğünü ancak kanserin görülme sıklığının arttığını söylüyor.

 

Hüveyda Başağa

TED Ankara Koleji’ni bitirdikten sonra eczacılık eğitimi alan ardından Londra’da biyokimya doktorası yapan Hüveyda Başağa, 2000 yılında TED Eğitim Ödülü’ne layık görülen bir akademisyen. Sabancı Üniversitesi’nde kanserle ilgili çalışmalar yürüten Başağa, “2030 yılında 13 milyon insanın kanserden öleceği tahmin ediliyor. Bu anlamda araştırmalar çok önemli” diyor.

Kanser araştırmalarının dünyada ve Türkiye’de dünü ve bugünü hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Son 50 yılda çok şey değişti. Kanser bilinmeyen ölümcül bir hastalık olarak düşünülürken, şimdi üzerinde çalıştığımız kompleks, multi-faktöriyel bir hastalık halini aldı. Onkoloji alanında heyecan verici gelişmeler var. En büyük amaç kişiye yönelik tedavi yaklaşımı- bu daha efektif ve hedefe yönelik-. Tümör biyolojisindeki bilgi birikimimiz arttıkça bu binlerce insanın tedavisine katkı sağlıyor. Yeni ilaçlar geliştirilmekte ve onaylanmakta. Kanser hastalarının ‘kanser’den ölüm oranı günümüzde düştü, ancak ne yazık ki kanserin görülme sıklığı artmakta. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, 2030 yılında 21 milyon yeni kanser vakası görüleceği ve 13 milyon insanın kanserden öleceği tahmin ediliyor. Bu bağlamda kanser araştırmaları büyük önem taşıyor.

Bağışıklık Sistemi Güçlü Tutulmalı

Kanser hastaları için daha kolay bir tedaviyi nasıl sağlayabiliriz? Bu konuda toplumu oluşturan her bireye düşen görev ve sorumluluklar nelerdir?

Kanser hastaları için hedeflenen ve kişiye özel tedavi olmalı. Bunun için çeşitli tarama ve sınıflandırma yöntemleri geliştirilmeli ve hastaya en uygun tedavi seçilmeli. Toplumu oluşturan bireylere düşen görev ve sorumluluklar çevresel stres faktörlerini olabildiğince minimuma indirmek (sigara ve alkol kullanımına dikkat etmek, fast-food tüketimine, çevre kirliliğine dikkat etmek vs.), kişisel sağlığı örneğin bağışıklık sitemini güçlü tutmak (spor, düzenli uyku ve sağlıklı yaşama dikkat etmek), uygun tedavi yaklaşımını takip etmek.

Hüveyda Başağa - Neslihan Kandolu

Popüler sağlık haberlerinde sıkça duyduğumuz “Genetik ve çevresel faktörlere müdahale ile kanserin önüne geçebilmek” söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Genetik deformasyonun kanserde sadece %5-10 gibi bir payı var, geri kalan %90-95 çevre ve yaşam stili (sigara kullanımı, diyet, alkol, güneş ışınlarına maruz kalmak, çevre kirliliği, enfeksiyon hastalıkları, stres, obezite ve fiziksel in-aktivite). Bu bağlamda teknik olarak sadece genetik modifikasyonla kanserin önüne geçmek çok da efektif bir yaklaşım olmayacaktır. Kişinin kalıtsal hastalıklara yatkınlığını bilerek buna göre bir yaşam stili sürdürmesi kanserin önüne geçmede önem taşır.

 

Bahriye Karakaş - Hüveyda Başağa - Ahmet Can Timuçin

Başağa’nın Dört Önemli Araştırması

1) Kanser üzerine yaptığı çalışmalar

“Warburg etkisini durdurmayı hedefliyoruz”

Hüveyda Başağa kanser çalışmalarını şöyle anlatıyor: Kanser hücreleri, büyümek ve yayılmak için gerekli enerjiyi mitokondri yerine, basit glikoliz ile üretmeyi tercih eder. Bu tip bir etkiye biz Warburg etkisi diyoruz. Bu durum, ilk aşamada, kanser hücrelerinin oksijensiz ortamda büyüdükleri için mitokondriyel genleri kapanması ile açıklanıyor. Bizim projemiz Warburg etkisini, yani, kanser hücrelerinin yapacağı glikolizi durdurarak, onları durdurup durduramayacağımızı araştırıyor. Burada, yeni bir aday ilaç, glikoliz inhibibitörü olan 3-bromopirüvat ı kullandık ve kanser hücrelerinin, bu ilaçla AMPK adlı bir protein tetikleyerek programlı hücre ölüme gittiğini bulduk. Bu çalışmanın sonuçları Molecular Carcinogenesis Dergisi’nde yakın zamanda yayınlandı.

2) Diyabet üzerine yaptığı çalışmalar

“Diyabetin komplikasyonlarını engellemeye çalışıyoruz”

Diyabetin yarattığı komplikasyonlar günümüzde birçok insanın hayat kalitesini derinden etkiliyor. Geçmişte birçok çalışma, diyabetin vasküler komplikasyonlarını yöneten Aldoz redüktaz enzimine karşı ilaçlar geliştirdi fakat bu ilaç denemelerin çoğu başarılı olamadı. Bu noktada bizim araştırmalarımız, Aldoz Redüktaz miktarınının hücre tarafından nasıl kontrol edildiği üzerine yoğunlaştı. Aldoz redüktazın, hücre içinde bir başka faktör olan NFAT5 ile beraber çalıştığı bilinmekteydi. İşte tam bu kısımda, grubumuz NFAT5 i etkileyebilecek başka bir faktör olan SIRT1’i tanımladı. Böylece, gelecekte SIRT1’e karşı geliştirilecek ilaçlar ile hücre içi aldoz redüktaz miktarını kontrol ederek, diyabetin vasküler komplikasyonlarını engellemek mümkün olabilecek. Bu çalışmamızın sonuçları da yakın zamanda Cellular Signalling Dergisi’nde yayınladı.

3) İlaç taşıyıcı sistem

“Amacımız ilaç taşıyıcı bir sistemle kanser hücresine ulaşmak”

Halen devam etmekte olan bir diğer projemizde ise nanopartiküle bağlı bir antioksidan molekülün hücre içinde etki mekanizmasını araştırıyoruz. Bu antioksidan aslında toksik ama nanopartküle bağlanınca toksik etki kalmıyor ancak antioksidan etki aynı kalıyor. Bir tür ilaç taşıyıcı sistem gibi düşünebilirsiniz.

4) Kanser hücresini tanıyan yaklaşım

AB’nin desteklediği proje

Avrupa Birliği (AB) tarafından desteklenen diğer projemiz ise teranostik yaklaşım, yani bir nanopartikül hem kanser hücresini tanıyor hem de üzerindeki taşıyıcı olduğu ilacı hücre içine veriyor. Diagnostik ve terapi aynı nanopartikül tarafından sağlanıyor.

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde yarın:

Tolga Sütlü: "Kanserle savaşta bağışıklık sistemi hücrelerini kullanıyoruz"


 

 

NS-FUTURE Joint Seminar by Erşen Kavak

NS-FUTURE Joint Seminar: "The Effect of Cloud Based Genome Analysis Platform SEQ to the Genetics Society" by Erşen Kavak, PhD, CEO of Genomize

Academic Support Program Team is pleased to invite you to attend our NS-Future Joint Seminar "The Effect of Cloud Based Genome Analysis Platform SEQ to the Genetics Society" by Erşen Kavak, PhD, CEO of Genomize.

The seminar will be held in English on 23 November, 2016 at 13.40 in FENS L062. 

Should you have any questions or suggestions regarding the event, please contact us at adp@sabanciuniv.edu

Please encourage your students to participate in this event.

We very much look forward to welcoming you to the seminar.

Toz Bezi Film Gösterimi

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında Toz Bezi film ekibini Sabancı Üniversitesi kampüsünde ağırlayacak.

Filmin yönetmeni Ahu Öztürk, başrol oyuncuları Nazan Kesal ve Asiye Dinçsoy’un katılımı ile 24 Kasım 2016, Perşembe günü, saat 17.00’de Sinema Salonu’nda film gösterimi yapılacak. Filmin ardından yönetmen ve başrol oyuncularının konuşmacı olduğu söyleşiye geçilecek.

Toz Bezi Filmi Hakkında
İki gündelikçi kadın, temizliğe gittikleri evlerdeki insanlarla kurdukları ilişki, gündelik çatışmalar, kendi arkadaşlık-kardeşlikleri ve bu yakın arkadaşlığın hiyerarşisi, hayata tutunma çabası, kadınlık, annelik, temizlik ve yoksulluk… Nesrin ve Hatun şehrin yoksulluğu ve zenginliği arasındaki bir vagonda gelip giderken, hayatı anlamaya ve kendilerine gidecek yollar bulmaya çalışırlar. Hatun temizliğe gittiği mahallede bir ev almak için para biriktirmeye çalışırken, Nesrin önce onu terk eden kocasının yokluğuyla, kendi yalnızlığıyla yüzleşir, ardından da 5 yaşındaki kızıyla hayata tutunmanın yollarını arar. Yolları birbirine benzemez ama yoldaşlık bakidir. İki kadın birbirine benzemez hayallerle tutunmaya çalışırlar.

35. İstanbul Film Festivali - Ulusal Yarışma
Altın Lale En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Asiye Dinçsoy), En İyi Senaryo

21. Nürnberg Film Festivali
En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy)

* 7 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. Olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir.
•    Yönetmen: Ahu Öztürk
•    Oyuncular: Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy, Mehmet Özgür, Serra Yılmaz, Didem İnselel, Gökçe Yanardağ
•    Ülke: Türkiye, Almanya
•    Dağıtım: M3 Film
•    Yapım: Roni Film, Ret Film
•    Web: http://toz-bezi.com/

Program:
Tarih:
24 Kasım 2016, Perşembe
Saat: 
17:00 – 19:30
Yer:   
Sinema Salonu

* Etkinlik herkesin katılımına açıktır.

* Film gösterimi İngilizce altyazılı olacak; ancak söyleşi Türkçe yapılacaktır.

* Etkinliğe kampüs dışından gelecekler için servis saatleri: http://sabanciuniv.edu/sites/default/files/shuttle/2016-2017-winter-shuttle-scheduleV9.pdf

* Filmle ilgili bilgiye ulaşmak için: http://www.toz-bezi.com/



Sabancı Üniversitesi desteklediği 11 girişimi yatırımcılarla buluşturdu

Sabancı Üniversitesi’nin Teknoloji Tabanlı Girişimleri Hızlandırma Merkezi SUCOOL ve Türkiye’nin ilk teknoloji ticarileştirme ve çekirdek fon şirketi Inovent, Sabancı Üniversitesi destekli girişimcileri yatırımcılarla tanıştırmak üzere 19 Kasım 2016, Cumartesi günü, Karaköy Minerva Palas’ta bir buluşma düzenledi.

Sabancı Startups etkinliğinde; Sabancı Üniversitesi Teknoloji Tabanlı Girişimleri Hızlandırma Merkezi (SUCOOL) hızlandırma programından mezun olarak ürün çıkartan ve/veya şirketleşen girişimler ile Inovent A.Ş portföyünde yer alan ve kuluçka hizmetlerinden faydalanan 11 start-up sunum yapma fırsatı buldu. Sunumlar; melek yatırımcılar, risk sermayesi şirketleri temsileri, ekosistemdeki diğer kuluçka ve hızlandırıcı kuruluşların temsilcilerinden oluşan bir kitleye yapıldı.

Toplantının açış konuşmalarını Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu Akademik Direktörü Dilek Çetindamar ve Inovent Direktörü Merih Pasin gerçekleştirdi. Dilek Çetindamar konuşmasında Sabancı Üniversitesi’nin girişimcilik anlayışından ve vizyonunundan bahsetti. Çetindamar üniversite bünyesinde, girişimciliği desteklemek ve geliştirmek için gerçekleştirilen faaliyetleri anlattı. "Üniversitemiz, kurulduğu günden beri üniversitemiz öğrencilerine ve ülke çapındaki girişimcilere çok yönlü hizmetler vermektedir" diyen Çetindamar, Sabancı Üniversitesi’nin Türkiye’nin En Yenilikçi ve Girişimci Üniversitesi olmasının bir tesadüf olmadığını belirtti. Dilek Çetindamar,"Sabancı Üniversitesi siz girişimciler gibi surekli yenilikler yapmaya devam ediyor. 2017'de Sabancı Üniversitesi şehirde açacağı ofisle sizlerle birlikte çalışmaya devam edecek. Yeni ofisimiz İstanbul Kalkınma Ajansı desteği ve Siemens ile Girişimcilik Vakfı ortaklığıyla girişimlerin uluslararasılaşması için çalışacak."diyerek sözlerine son verdi.

Inovent Direktörü Merih Pasin konuşmasına İstanbul’un girişimciler için birçok fırsat barındırdığını belirterek sözlerine başladı. Bunun da birçok girişimci oluşturması gerektiğini ancak Küresel Girişimcilik ve inovasyon endekslerine baktığımızda bunun öyle olmadığını da sözlerine ekledi. Bununla beraber Küresel inovasyon endeksinin verimlilik oranında çok iyi bir sıralamamız olması ve üniversite mezunlarının yüzde 72’sinin girişimciliğe olumlu bakması göz önüne alındığında umutlu olmamız gerektiğini belirtti.

Sunum yapan start-uplar
Birlikte.Al: Bireylerin gayrimenkul varlıklarına ortaklaşa yatırım yapabildiği ve gayrimenkul portföyü oluşturabildiği gayrimenkul kitlesel fonlama platformu. (www.birlikte.al)
Chefteam: Mutfak ekipleri ile HORECA (Hotel/Restaurant/Cafe) sektörünü buluşturan kariyer platformu. (www.chefteam.org)
FazlaGıda: Üretim fazlası ve son kullanma tarihi yaklaşan gıda ürünlerinin gıda bankaları ve derneklere bağışlanmalarını sağlayarak fazla gıdayı faydalı kılan platform. (www.fazlagida.com)
Shopier: Kendi internet sitenizden, blogunuzdan veya sosyal medya hesaplarınızdan satış yapıp, ödeme almanızı sağlayan platform. (www.goshopier.com)
Helpy by Appcent: Mobil uygulama sahipleri için müşteri şikayet yönetim platformu. (helpy.appcent.mobi)
HizmetTalebi: Kurumsal firmaların tüm etkinlik ve organizasyon ihtiyaçlarını karşılamak için firmaları hizmet sağlayıcılarla buluşturan bir pazaryeri. (www.hizmettalebi.com)
Innovamed: Kronik ağrıları kesici giyilebilir tekstil teknolojileri.
MentalUp: Çocukların zeka potansiyellerini keşfetmelerine ve zihinsel becerilerini geliştirmelerine yardımcı omak için tasarlanmış, oyunlaştırılmış beyin egzersizleri. (www.mentalup.net)
Peek: Konum bazlı canlı hikaye ve mekan içi etkileşim uygulaması. (www.peek.rocks)
PureMilk: Anne sütündeki istenmeyen maddeleri uzaklaştıran ve ölçen filtre sistemi.
Raklet: Topluluklar için yönetim ve ödeme platformu. (http://www.raklet.com)

SUCOOL Hakkında
Sabancı Üniversitesi'nin teknoloji ve yenilik odaklı girişimcilere destek veren girişim hızlandırma merkezidir. Girişimcilerini eğitim, mentorluk, iş geliştirme, çalışma alanı, hukuki destek, müşteri ve yatırımcı tanıştırmaları ile destekler, girişimleri uluslarası tanıtmak için yurtdışı turlar düzenler. 2013'te kurulan SUCOOL, bu zamana kadar 30'dan fazla startup'a destek verdi. SUCOOL start-up şirketlere, fikir aşamasından şirketleşmeye giden süreçte eğitim, mentorluk, ön kuluçka, yatırımcı ve müşteri görüşmeleri ile iş fikri validasyonu konularında destek sağlar.

INOVENT A.Ş. Hakkında
Sabancı Üniversitesi tarafından 2006 yılında kurulan, Türkiye’nin ilk teknoloji ticarileştirme ve çekirdek fon şirketidir. Portföyünde 20 teknoloji şirketi bulunmaktadır.




Geleceğin Gözde Meslekleri: Mekatronik

Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyemiz Kemalettin Erbatur CNN Türk'te, Geleceğin Gözde Meslekleri dosya haber dizisinde Mekatronik mühendisliği iş imkanlarını ve bu daldaki yeni alanları anlattı.

CNN Türk "Geleceğin Gözde Meslekleri" dosya haber dizisinde yeni ve yükselmekte olan gözde meslekler haber konusu ediliyor, mekatronik alanında da robot teknolojileri üzerine konuşan Kemalettin Erbatur, "Robotlar işimizi elimizden alır mı?" sorusunu yanıtlıyor:

Kemalettin Erbatur röportajlarını buradan izleyebilirsiniz.

Abone ol