Ana içeriğe atla

Devrim Gözüaçık'tan kanserden korunmak için küçük sırlar

Devrim Gözüaçık'la sohbetimiz kaldığı yerden devam ediyor...

“Ömür uzadıkça kanser riski artıyor”

Kanser her geçen sene daha mı çok yayılıyor?

Dediğim gibi kanser, hayat olan her yerde var. Yıllar önce dinozorlarda da vardı, günümüzde de var. Çok yayılıyor gibi olmasının en önemli nedenlerinden birisi daha hassas yöntemlerle ‘tanı’ konulması. Son yıllardaki imkanlar sayesinde tanı konulmaya başlayınca ‘Aaa ne kadar sıkmış’ deniyor. İkinci sebebi ,ortalama ömrün dünya genelinde artmış olması. Yaş ilerledikçe, özellikle 50-60 yaşlarından itibaren kanser oranı artıyor. Bunun da çeşitli nedenleri var. İlerleyen yaşlarda hem bağışıklık sisteminin zamanla zayıflaması, hem de bazı onarım ve yenileme mekanizmalarının daha kötü çalışması gibi. 

A. Atakan Demir ve Devrim Gözüaçık

Röportaj: A. Atakan Demir / Sabancı Üniversitesi Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği öğrencisi

Fotoğraflar: Ece Naz Kırkıl / Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri öğrencisi

Yani yaşam süresinin uzaması ve tanı bize kanser oranının hızla arttığını düşündürüyor…

Evet, özellikle gelişmekte olan ve gelişmiş toplumlarda ömür uzuyor. Eskiden, 1940’lar öncesinde insanların birçoğu enfeksiyon hastalıklarından ölürken, antibiyotiklerin keşfi sayesinde enfeksiyon hastalıklarından ölmemeye başladılar. Kalp-damar hastalıkları da artık ilaçla tedavi edilebiliyor. Böylece son yıllarda ömür giderek uzuyor. Türkiye’de de bu gözle görülür bir şekilde oluyor. Çocukluğumda 60 yaşında bir insan çok yaşlı olarak düşünülüyordu. Şimdi 70'e kadar orta yaş, ülkemizde 80-90 yaşlarına varanlar var rahatlıkla. Fakat ömür uzadıkça da kanser riski artıyor. O yüzden biraz daha görünür olabiliyor kanserle ilgili konular.

Diğer taraftan, ilk bahsettiğim noktaya değinecek olursak tanı yöntemleri daha hassas şimdi. Artık daha küçük tümörleri de yakalama şansı var. Patolojiler, biyopsiler, mamografiler, yeni CT ve MR yöntemleri tanı oranlarını artırmakta. Mesela kolonoskopiler çok daha yaygın yapılıyor ileri yaşlarda. Kanserin erken tanısı için kullanılabilecek bazı belirteçlerin sayısı artmakta, bunlar kanda tetkik edilebiliyor. Biz de Sabancı Üniversitesi'nde, öğretim üyeleri Ali Koşar, Burç Mısırlıoğlu ve diğer bazı arkadaşlarımızla, kansere erken tanı koyabilmek amacıyla nano teknolojik yöntemler geliştirecek ve EFSUN adını verdiğimiz yeni bir mükemmeliyet merkezi kurduk. Bütün bu yeni ve ileri tetkikler sayesinde biraz daha da erken yakalamaya başlıyoruz birçok kanseri. Bilimsel çalışmalar sayesinde tanı alanındaki başarılar daha da artacaktır. Böyle olunca da sanki kanser çok yaygınlaşmış gibi görünüyor. Ama aslında sadece aynı sayıda bulunan kansere, daha fazla tanı koyuyoruz, daha fazla yakalıyoruz, yoksa kanser birden bire çoğalmıyor. Erken tanı, kanserin yayılmadan yakalanması ve tedavi başarısı için çok ama çok önemli tabi ki.

 

“Bazı baharatlar kanser riskini azaltıyor”

Kansere yakalanma olasılığını en aza indirmek için neler yapılabilir?

Sağlıklı beslenmek başta gelen şeylerden biri. Spor da aynı şekilde… Kişi bir fiziksel olarak aktifse, spor yapıyorsa, kilosuna dikkat ederse kanserden daha iyi korunabilir. Başka ipuçları da var, onları da söyleyebilirim. Onlar biraz daha mesleki sırlar (Gülüyor).

Değinebilir miyiz mesleki sırlarınıza da hocam?

Mesela bazı baharatlar, besin maddeleri var… Bunları tükettiğiniz zaman kanser riski gerçekten bir miktar düşüyor. Mesela 30-35 yaşlarından sonra alınan düşük doz aspirinin kolon (kalın bağırsak) kanserini önlediği biliniyor. Kurkumin diye bir madde var, nerede bulunur bu kurkumin? Zerdeçalda! Bununla ilgili birçok yayında da aktarılmış olduğu gibi kanserli hücreleri intihara sürüklediği düşünülüyor. Yemeklere bir parça zerdeçal serpiştirdiğiniz zaman kanser riskinizi düşürüyor! Kanserle savaşta antioksidan içeren sebzeler meyveler tüketilebilir. 

Ben sebze tüketmiyorum hocam üç yaşımdan beri.

Ama meyve yiyorsundur?

Evet meyve yiyorum.

Dengelemek lazım bir şekilde. İhtiyacın olan vitaminleri (özellikle A ve D vitaminleri), mineralleri dengeledikten sonra sorun yok. Dengelemenin ötesinde bazı aktif maddeleri tüketmekte de yarar var. Mesela yeşil çay! Yeşil çayla ilgili de çok çalışma var. Biz normal çay içiyoruz, antioksidanlar onda da var. Ama yeşil çay içinde, özellikle fermente yeşil çay veya beyaz çay denilen bazı çaylar içinde çok etkili polifenoller, antikanser maddeler olduğu düşünülüyor. Amerikan Kanser Kurumu’nun anti kanser olarak duyurduğu 20 besin arasında bir tane Türk yemeği var. Hangisi olduğunu tahmin edemezsin bile.

Hangisi hocam?

Mercimekli köfte!

Gerçekten mi?

Evet, neden? Çünkü hem proteinden zengin, hem içinde baharatlar var, hem de yeşillik, soğan, maydanoz içeriyor. Bir de limon sıkıyorsun üzerine! Bu nedenle Türkiye’den anti kanser yiyecek olarak mercimekli köfte seçilmiş. Benim de en sevdiğim yemeklerden bir tanesidir. Geleneksel tarzda kebaplardan bahsetmiyorum ama sebze, meyve, baharatlar, balık açısından Türk mutfağının geleneksel tatları anti kanserdir genellikle. Ama vurgulayım ki yüzde yüz garantisi yok hiçbir şeyin kanser konusunda, şans faktörü de hakim.

Gözüaçık Lab'da araştırmalar devam ediyor...

“Erkeklerde akciğer, kadınlarda meme kanseri birinci sırada”

Erken tanı için neler önerirsiniz?

Ailesel olarak akrabalarda çok yaygın görülen kanser tipleri varsa, bu bir yatkınlığa işaret ediyor olabilir, orada yakın takip gerekir. Ama ailede bir sağlık problemi ve herhangi bir bireysel şikayet yoksa çok da kafaya takmamak lazım öyle söyleyeyim. Ama ilerleyen yaşlarda, mesela sigara tiryakisiyse öncelikle sigarayı bırakması ve sürekli kontrole gitmesi lazım insanın. Siroz veya kronik hepatit (sarılık) hastası olanların düzenli olarak kontrole gitmesi lazım özellikle karaciğer kanseri açısından. Erkeklerde en çok akciğer kanseri, ondan sonra kolon kanseri, prostat kanseri diye gidiyor görülme sıklığı. Kadınlarda birinci sırada meme kanseri var. 8 kadından 1 tanesi ömrü boyunca kanser geliştiriyor. Muayene ve mamografiler belli bir yaştan sonra düzenli yapılmalı.

Hangi belirtileri dikkate almak gerekiyor? 

Kansızlık, anormal bir kitle, ağrı, kanama, gece ateşleri-terlemeleri, kısa zamanda kilo kaybı, güçsüzlük, halsizlik gibi uzun süren belirtiler bir kanserden dolayı ortaya çıkıyor da olabilir. Vücutta daha önce olmayan bir yerde kitle tespiti özellikle çok önemlidir. Eğer bu tip sorunlar yoksa, düzenli check-up yaptırmak lazım ama sürekli çok ufak ihtimalleri düşünerek kafaya çok takmamak lazım. Tıp fakültesine ilk girdiği zaman insan birden böyle hastalık hastası oluyor. Sürekli bir yerlerini muayene etmeye ve bir de hastanede erişim olduğu için gidip sürekli testler yapmaya başlıyor. Ama sağlıklıysanız çok da kafaya takmamak gerekiyor tekrar vurgulayayım. Şunu unutmamak gerekir ki ne olursa olsun bağışıklık sistemini en çok etkileyen şeylerden bir tanesi insanın psikolojik durumu, morali yüksek tutmak önemli. Sağlıklı besleniyorsa, spor yapıyorsa, ailede böyle bir yatkınlık yoksa, bir şikayeti de yoksa kanseri düşünmemeli insan. Ama belli bir yaştan sonra tabi ki check-up kontrolüne gitmek lazım, kadınlar için mamografi, pap smear, erkekler için prostat muayenesi önemli… 

“Dünyadaki tekniklerin çoğu Türkiye’de de kullanılıyor”

Kanser konusunda ülkemizde yapılan yatırımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de inanılmaz bir potansiyel var! Çok iyi eğitimli doktorlar, çok iyi hastaneler var. Dünyada kullanılan tekniklerin birçoğu Türkiye’de de çok kısa zamanda kullanılmaya başlanıyor. Hatta SGK da karşılıyor birçoğunu. Son dönemde araştırmalarla ilgili çok büyük yatırımlar da yapıldı ve bu atılımlar devam ediyor. Mesela 1-2 yıldır devam eden ve son dönemde hızlanan bir durum var… Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) kuruldu, şimdi onun altında Kanser Araştırmaları Enstitüsü dahil bazı enstitüler kuruluyor. Devlet tarafından bu enstitülere çok büyük destekler verilecek. İlaç şirketleri için de çok büyük teşvikler, destekler ve AR-GE merkezleri açma konusunda çok büyük kolaylıklar söz konusu. Tabii ki 80 milyona yakın nüfusa sahip olan bir ülkede birçok kanser enstitüsü bulunması gerekiyor, çok daha fazla araştırma ve buluş yapılması gerekiyor. Bina ve alet sağlamak da yetmez: Batı düzeyine ulaşmak için, kaliteli bilim insanı ve tıbbi araştırmacı sayısının artırılması ve bunların çalışma koşul ve imkanlarının en üst düzeye taşınması lazım.

Yatırımların ve sözünü ettiğiniz çalışmaların zamanı hakkındaki düşünceleriniz neler?

Biraz geç kalındı ama potansiyelimizin yüksek olmasından dolayı inanılmaz bir ilerleme mevcut. Çok değerli hocalarımız var temel çalışmalar yapan fakat projelerde bazı aksaklıklar söz konusu olabiliyor. Bir eksiklik hayvan deneyleri yapılamamasıydı. Bizim üniversitede çok uğraştık ama hayvan laboratuvarı kurduramadık. Fakat İstanbul’daki başka üniversitelerin imkanlarından faydalanmak bir yere kadar mümkün olabiliyor. Hayvan deneyleri tıbbi araştırmalar için çok önemli. Karaciğer kanserli, akciğer kanserli, hatta Alzheimer’lı, Parkinsonlu aklına gelebilecek her türlü hastalığın hayvan modeli var ve bunların birçoğu genetiği değiştirilmiş fareler. İnsandaki hastalığı hayvanda taklit ediyorsun ki ilaç tedavisini hayvanlarda geliştirebilesin. İnsanlara deneysel olarak ilaç vermek etik olarak mümkün değil. Hayvanlarda ümit veren ilaçları klinik aşamalarda test ediyorsun. O yüzden hayvanlar vazgeçilmez derecede önemli.

Artık Türkiye’den temin edilebiliyor mu bu hayvanlar?

Yurtdışından Türkiye’ye getirip üretiyorlar. Türkiye’de genetiği değiştirilmiş ‘hastalık modeli’ hayvan yapmak için birkaç girişim oldu ama göze batan bir örnek yok. Zahmetli bir yol da olsa, ABD’den hayvan modellerini buraya getirtip çalışmak mümkün. Hayvanseverlerin bize kızmaması için altını çizmeliyim ki bunların hepsi etik kurallar, etik onaylar ve belli çalışma kuralları dahilinde, hayvanlara eziyet etmeden, insanlık adına yapılan çalışmalar.

“Hedef çok iyi laboratuvarlar düzeyine gelmek”

Laboratuvar imkanlarınız nasıl?

Bizim laboratuvar imkanlarımız Avrupa’daki, ABD’deki, Japonya’daki herhangi bir laboratuvarın imkanlarından az değil. Bazı çok özel, pahalı yöntemler, teknikler, cihazlar var ama onları da zaten her gün kullanmıyoruz, işbirlikleri ile idare ediyoruz. Mesela, Almanya’da bir arkadaşım var, ihtiyacımıza göre bazı asistanımlarımı oraya gönderiyorum, 1-2 ay o pahalı cihazları ve altyapıyı kullanıyor, sonuçları alıp geliyor. Fakat altını çizeyim: Projelerimizin en önemli ve ağır kısımlarını burada çalışıyoruz. Mesela, bir asistanımı Hollanda’ya gönderdim orada 1-2 ay kaldı ve oradaki bir imkanı kullandı. Elde ettiği sonuçlarla geri döndü ve asıl çalışmayı Sabancı Üniversitesi'nde yaptık. Başka bazı teknikler, yöntemler var, para vererek hizmet alımı olarak satın alabiliyorsunuz. Dünyada da artık herkes herşeyi kendi yapmıyor. Mesela tüm genom analizleri gibi rutin ve ağır analizler gerektiren işleri şirketlere yaptırıp, önemli sonuçları en yoğun şekilde kendi laboratuvarlarında inceliyorlar. Böylece iş gücü, vakit ve enerjiden kazanılıyor. Bizim üniversitede en çok önem verilen, öncelikli hedef alanlardan birisi biyoteknoloji ve sağlık araştırmaları olmalı, bu potansiyel mevcut. Etki, yankı ve topluma yönelik çıktıları en güçlü ve önemli olan alanlar bunlar. Maddi ve manevi getirileri çok yüksek olabilir. Gözüaçık Laboratuvarı olarak bu alanlarda güçlüyüz, yayınlarımızla dünyadaki iyi laboratuvarlar düzeyindeyiz. Uluslararası konferanslara, derneklere davet ediliyoruz, önemli dergilere editörlük yapıyoruz. Batı'daki en meşhur üniversitelerdeki, enstitülerdeki en üst düzey laboratuvarlar ile hem işbirliği yapıyor, hem de yarışıyoruz.

Laboratuvarda hangi imkanların olmasını önemsiyorsunuz?

Laboratuvarımız çok iyi durumda. Fakat daha çok başarılı öğrenci ve doktora sonrası araştırmacılar çekebilmemiz lazım. Çalışan ve başarılı hocalara-araştırmacılara daha iyi imkanlar sağlanması gerekiyor. Yurtdışına hem öğrenci hem de hoca düzeyinde beyin göçü büyük sorun. Daha cazip çalışma koşulları gerek. Üniversitede hayvan laboratuvarı gibi imkanlar da sağlamak gerekir. Programda ve fakültede eksik cihazların sağlanması, bozulan cihazların tamiri veya yerine yenilerinin alınması, teknisyen sayısının artırılması gibi üzerine gidilmesi ve iyileştirilmesi gereken bazı konular da mevcut. Bozulan cihazların tamiri büyük problem. Hem bütçe hem de hzılı tamir konusunda sorunlar var. Cihazların yedekli olması bir çözüm olabilir.Biraz önce bahsettiğim EFSUN mükemmeliyet merkezi YÖK'ten onay aldı, kuruluşu Resmi Gazete'de yayınlandı, şu an aktif. Kanser ve diğer hastalıkların erken tanısı ile ilgili yeni bilgi ve yeni teknolojiler üretme hedefimiz var. Çok interdisipliner bir grup. Büyümesi, gelişmesi ve başarılı olması için her açıdan destek olunması lazım. EFSUN üniversitenin en önemli ve örnek projelerinden birisi olma potansiyeline sahip.

Şu an kaç öğrenciniz var doktora ve lisansüstü?

Şimdi benimle çalışan yedi tane doktora öğrencisi, üç tane master öğrencisi, iki tane de doktora sonrası araştırmacı var. Şimdiye kadar on doktora sonrası araştırmacı yetiştirdik, üç doktora mezunumuz oldu, sekiz de master öğrencisi mezun ettik. Çok sayıda lise öğrencisi geldi, stajyer öğrenciler geldi. Hem yurtiçinden, hem yurtdışından yaz stajlarına geldiler. Zaten laboratuvarlarımız ve çalışmalarımız lisans öğrencilerine fiziki ve maddi imkanlar dahilinde açık. Toplamda hepsine bakarsan son 10 sene içinde, lisans öğrencilerimizin yanı sıra, en az 100-150 öğrencinin hayatına değmişizdir. Mezunların hepsi çok başarılı oldu. Gözüaçık Laboratuvarı mezunlarından çeşitli üniversitelerde hoca, araştırmacı olanlar var, ilaç firmalarında önemli görevlerde çalışanlar var.

Devrim Gözüaçık'a bu keyifli sohbet için teşekkür ederiz...

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde yarın:

Ali Koşar ve Devrim Gözüaçık'la "Kansere karşı Türk patentli cihaz SUTAB"

Diğer röportajları buradan okuyabilirsiniz:

 

 

Teachers Are Human'da yeni konuk Albert Levi

RadyoSU'nun en sevilen yayınlarından "Teachers Are Human" 5 Aralık Pazartesi akşam saat 20.00'de Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyemiz Albert Levi'yi konuk ediyor. RadyoSU'yu dinleyicilerini bu keyifli sohbete davet ediyor. 

Radyosu dinleyicileri gelecek programlarda sohbetini dinlemek istediği konukları Speak'ten, Campusnet'ten, RadyoSU sosyal medya hesaplarından paylaşabilir. Aynı zamanda dinleyiciler program esnasında "sesini duyur" köşesinden veya kampüs içi 9475 dahili hattan arayarak sorularını gönderebilir.

RadyoSU’yu nereden dinlerim?

radyosu.sabanciuniv.edu , Speak - on air, Mysu, TuneIn, RadyoSU App

Devrim Gözüaçık: “En az 400 kanser tipi var”

Röportaj: A. Atakan Demir / Sabancı Üniversitesi Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği öğrencisi

Fotoğraflar: Ece Naz Kırkıl / Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri öğrencisi

Sabancı Üniversitesi’nde kanserle ilgili bilimsel araştırmalar yapan Doç. Dr. Devrim Gözüaçık “Kansere yakalanmayan canlı yok. Bitkilerin bile kendi tümörleri, kanserleri var. Hayat olan yerde kanser var, bundan kaçış yok” diyor.

 

Devrim Gözüaçık, Hacettepe İngilizce Tıp Fakültesi'nde öğrenciyken Türkiye'de ve Hollanda'da tek gen bozukluğuna bağlı kalıtsal hastalıklar ve lösemi üzerine çalışmalar yaptı. Paris Ecole Polytechnique'de biyokimya yüksek lisansı sonrası, moleküler biyoloji ve kanser biyolojisi doktorasını Paris Pasteur Enstitüsü'nden aldı. Wezmann Bilim Enstitüsü’nde 5 yıl boyunca kanser araştırmacısı olarak çalıştıktan sonra 2006 yılında Sabancı Üniversitesi’ne geldi. Moleküler tıp araştırmaları ve özellikle kanser, kalıtsal hastalık ve nörodejeneratif hastalık oluşum mekanizmaları ile hücresel stress ve ölüm yanıtları konularında çalışmalarına devam etti. Karşımızda bazen hekim, bazen de hoca kimliğine bürünen ama her daim bilim insanı çizgisini koruyan Doç. Dr. Devrim Gözüaçık ile konuştuk.

Kanser konusuyla ilgilenmeye nasıl başladınız?

Liseden beri bir bilim insanı olma hevesi içindeydim. Tıp fakültesine girdikten sonra da vazgeçmedim. Birinci sınıftan itibaren fakültenin tıbbi biyoloji ve biyokimya bölümlerinden dersler aldım, laboratuvarlara girdim. İlk defa o sırada bilimsel projelerde çalışmaya başladım ve eğitim hayatım boyunca da devam ettim. Tıp fakültesinde bir yandan hastanede klinik çalışmalara devam ederken, diğer taraftan da boş zamanlarımda laboratuvara kaçıyordum. Tıp öğrencisi olarak zorunlu olmamasına rağmen, doktora düzeyinde dersler aldım. Hastanede çalışırken birebir hasta takibi yaparsınız ve ben de yaptığım bütün stajlarda dahiliye, cerrahi, kadın doğum, çocuk hastalıkları olsun hep kanser hastalarını takip etmeyi seçtim. Böylece, kanserin klinik bulgularını daha iyi öğrenmek yanında, bu dramının, hem klinik hem de insani tarafını görerek kanserin yaptığı yıkımı ve tedavi sürecinin hasta ve aileler üzerine etkilerini daha yakından görmüş oldum. Laboratuvarımda yeni kanser tanı ve tedavi yöntemleri ararken, hastalar ve aileler aklımdan çıkmıyor. Şahit olduğum dramın ciddiyetini ve buluşların önem ve aciliyetini hala derinden hissediyorum.

A. Atakan Demir ve Devrim Gözüaçık

“Aslında tıp alanında çok ilkeliz”

Bilimsel araştırmanın size cazip gelen yönleri neler?

En önemli nedenlerden bir tanesi şu: Çağımızda insanlığın vardığı noktayla, uygarlığımızla çok övünüyoruz ama maalesef hala birçok alanda olduğu gibi tıp alanında da aslında çok ilkel durumdayız. Birçok hastalığın nasıl oluştuğu ve birçok ilacın etki mekanizması aslında hala bilinmiyor. Mesela aspirin 1800’lerde keşfedildiği halde etki mekanizmasının tanımı 1980-1990’larda yapıldı ve üzerinde çalışmalar hala devam ediyor. Aslında bazı en basit ilaçların bile nasıl etki yaptığını tam olarak bilemiyoruz. Tıp Fakültesi'nde ders çalışırken benim kafama dank etti ve dedim ki: ‘Biz modern tıp olarak bunları okuyoruz, ezberliyoruz. Bugün hastalıkların tanısı ve tedavisi için kullanılan yöntemler bunlar. Fakat aslında biz aslında hala ampirik dönemdeyiz, yani deneme-yanılma dönemindeyiz. Normal bir vücut nasıl işliyor, normal hücreler nasıl çalışıyor ve hastalıklara hangi bozukluklar yol açıyor? Bunların mekanizmaları nedir, arkasında yatan gerçekler nelerdir? Hala tam bilmiyoruz.’ Çoğu tıp öğrencisi tanı ve tedavileri sorgulamadan ezberlerken, ben asıl bunlara ilgi duyuyordum. Çok merak ediyordum ve daha ayrıntılı olarak anlama isteği ve merak sayesinde bilimsel araştırmalara yoğunlaştım. Tabii ki klinisyen olarak devam edip etmemeye karar verme aşaması çok sancılı oluyor. Çünkü benim arkadaşlarımın yüzde 95’i, belki daha fazlası hekim olmayı tercih etti. Şu an neredeyse hepsi klinisyen, özellikle cerrahi branş seçen çok var ve birçoğu Türkiye ve yurtdışında klinisyen olarak çok önemli başarılara imza attı ve atıyor. Benim yolum biraz daha sıradışı oldu.

Sabancı Üniversitesi’ne geldiğiniz yıl, 2006’da biyobilimin geleceğe yön verecek liderlerinden biri seçildiniz. O yıllardan bu yana kanser konusunda Türkiye’de ve dünyada gelinen nokta nedir?

Temel bilimsel araştırma olarak üzerinde durduğumuz konu hücresel stres ve ölüm mekanizmaları. Aslında kanser biyolojisinin temel alt başlıklarından biri, kanseri ve başka birçok önemli hastalığı anlamakla ilgili. Bu konularla ilgili son yıllarda çok gelişme oldu, bizim de önemli katkılarımız oldu. Biliyorsunuz, 2016 Nobel Tıp Ödülü de otofaji araştırmalarına verildi ve Yoshinori Ohsumi aldı. Ben en başından beri uluslararası düzeyde otofaji alanın aktif üyelerinden biriyim, Ohsumi ve alanın diğer liderleri arkadaşlarımız. Özellikle yoğunlaştığımız otofaji-kanser, otofaji-hastalık bağlantısı konuları dünyada da hala emekleme aşamasında ve Sabancı Üniversitesi'ndeki laboratuvarım alana dünya çapında katkılar yapma çabası içinde: Biz sağlam bir temel bilim altyapısı sonucu ortaya koyduğumuz ve patentlenebilir buluşlarımızdan yola çıkarak sonuçlarımızın hastalık tanı ve tedavisi açısından bir önemi olabilir mi şeklinde yaklaşıyoruz. Yurtdışında çalışmalarımız ve sonuçlarımız nedeniyle çok olumlu geri bildirimler alıyoruz, takdir görüyoruz.

Devrim Gözüaçık, Otofaji üzerine yaptığı çalışmaları ile 2016 Nobel Tıp Ödülü sahibi olan Japon hücre biyoloğu Yoshinori Ohsumi ile birlikteyken.

“Kanserin üç klasik tedavisi var”

Yeni kuşak yaklaşımlar neler?

Hücre ölümü konusunda bazı ilaçlar var, şimdilerde test edilen ve ileride kanser tedavisinde kullanılması düşünülen. Genel olarak baktığımız zaman, az önce bahsettiğim ampirik dönemden bu döneme aslında daha bilinçli, daha hedefli bir şekilde ilerliyoruz. Moleküler biyoloji ve genetik araştırmaları, hedefli ve bilinçli bir şekilde tasarlanmış ilaçlara sahip olmamızı sağlıyor. Yeni kuşak ilaçların hemen hepsi hastalıklarla alakalı proteinleri hedefliyor. Bazı yeni ilaçlar organik kökenli, örneğin antikor yapısında. Kanserin üç tane klasik tedavisi var aslında: Kemoterapi, radyoterapi ve ameliyat, yani operasyon. Tümör eğer sınırlı bir çerçevedeyse tümörü alıp çıkarıyoruz. Asıl problem ana tümörün alınması değil, o tümörden kopan hücrelerin dokulara ve hatta uzak dokulara kan damarları yoluyla ulaşıp oralarda yeni tümörler oluşturması. Biz buna metastaz diyoruz yani kanserin yayılması…

Yani asıl problem metastaz…

Evet, asıl problem bu! Tümör hücreleri çabuk bölünen hücreler olduklarından tedavi yöntemleri de buna göre geliştiriliyor. Radyoterapi dediğimiz radyasyon tedavisi, kemoterapi dediğimiz ilaç tedavisi hızlı bölünen hücreleri hedefliyor. Bu tedavi yöntemleri vücuttaki sağlam hücreleri de etkilediklerinden inanılmaz yan etkileri var. Öncelikle bağışıklık sistemini, kök hücreleri, dokuları etkiliyorlar ve akciğer, mide-bağırsak sistemiyle ilgili de çok ağır yan etkileri oluyor. Bazen tedavi nedeniyle oluşan ikincil kanserler oluyor. Acaba kanser ilaçları ve radyasyonun dozu azaltılabilir mi, dozlar düşürülerek aynı tedavi elde edilebilir mi? Hasta tamamiyle sağlıklı kalacak ama tümör hücreleri ölecek diye ümit ediyorsun.

“Kişinin kanserine özgü tedavi yöntemleri geliyor”

Kişinin kanserine özel tedaviler son dönemde çok konuşuluyor…

Üzerine yoğunlaşılan kanser tedavi yöntemlerinden en önemlilerinden birisi hedefli tedaviler. İlacı sadece tümör hücresini tanıyacak şekilde hedefleyebilir miyiz? Amacımız ilacın normal hücreleri diğer yöntemlere nazaran daha az etkileyip daha çok tümör hücrelerini etkilemesi. Bazı örnekler var ama hala şu anda klasik kemoterapi ilaçlarıyla kombinasyon halinde kullanılmaya çalışılıyor. Ama iki kanser silahı birden kullanıldığı için bu kombinasyon tedavileri, kemoterapinin veya radyoterapinin dozunu düşürme şansı veriyor. Birçok başka gelişme de var. Bağışıklık sistemini güçlendiren tedavilerde de başarı elde edilmeye başlandı. Artık giderek, kişinin kanserine özgü tedavi yöntemleri geliyor ve modern tıbbın bir parçası olma yolunda. 

Kaç çeşit kanser tipi ve kaç çeşit tedavi var diyebiliriz?

Kanser dediğiniz zaman en az 400 hastalıktan bahsediyoruz, en az 400 kanser tipi var. Her hastanın kanseri de birbirinden farklı. 400 kanser tipi içinde her tipin davranışı farklı. Mesela 8-9 çeşit meme kanseri tipi var ve bu meme kanseri tiplerinden bazılarının tedavisinde çok güzel sonuçlar elde edilmeye başlandı. Lösemilerde tanı aşamasına bağlı olarak tedavi yöntemleri var. Kronik lösemiyle ilgili çok etkili ilaçlar ortaya çıktı, artık tedavi edilebiliyor. Öte yandan akciğer kanserinin bazı türleri, karaciğer kanseri, pankreas kanseri gibi bazı kanser tipleri var ki hala tedavide başarı düzeyleri çok düşük. Ama bu konularda da çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Örneğin tedavisi zor olan pankreas kanseriyle ilgili olarak pek çok araştırmaya rastlıyorum. Bu konuda da hem tedavi, hem tanı açısından çalışmalar yoğun bir şekilde sürüyor. Bizim de devam eden tanı ve tedaviye katkıda bulunabileceğini düşündüğümüz çalışmalarımız var.

İnsanların kanser olma sebebi nedir?

Kanserin birçok sebebi olabilir. İlki genetik yatkınlığınız. Bir zamanlar komşunun tavsiyesiyle ilaç alıp ‘Ona yaradı bana yaramadı’ derlerdi. Peki bunun sebebi neydi? Çünkü sizin yapınız ve tedavilere verdiğiniz yanıtlar farklı, genetik yapınız farklı, karaciğer enzimleriniz farklı, bu nedenle de başkasına etki eden şey size etmeyebiliyor. Diğer taraftan mesela sigara içmekle akciğer kanseri arasında kesin bir bağlantı var. Sigara kullanımı azalan ülkelerde akciğer kanseri oranları azalıyor. Solaryuma gitmek ve güneşle deri kanseri arasında bağlantı var. Şişmanlarda, spor yapmayanlarda, aşırı yağlı beslenenlerde, meyve-sebze tüketmeyenlerde kansere yatkınlık riskinin arttığı düşünülüyor. Fakat ilk söylemiş olduğum genetik yatkınlığımız kanserle ilgili olarak en önemli şeydir. O yüzden şimdi tümöre özgü, kansere özgü, kişiye özgü tedaviler geliyor, bunlar da giderek yaygınlaşacaklar. 

Avatar tedavisi

Kişiye özgü tedavi yöntemlerinin belirlenmesinde deneme-yanılma yapmadan ilerlemek mümkün mü?

Bu konuda fütüristik bazı çalışmalar var ve avatar tedavisi bunlardan biri. Tümörden bir örnek alınıyor, önce genom analizleri yapılıyor. Eskiden yıllar süren bu analizler artık günler içerisinde tamamlanabiliyor. Tümörün bütün genlerini analiz etmek ve bozukluklarını görmek mümkün. Örneğin avatar tedavisinde, alınan parçayı 200'e bölüp, 200 tane fareye enjekte edip ondan sonra çeşitli ilaç kombinasyonlarıyla tedavi etmeye çalışıp en iyi sonuç veren kombinasyonu hastaya verme gibi bir yaklaşım da söz konusu. Bu tip yaklaşımların yanında doku mühendisliği ile tümör dokularını çipler üzerinde üretip onların ilaç kombinasyonlarıyla tedavilerini denemek de söz konusu olabiliyor. Geçen yılın en büyük gelişmelerinden biri olan bağışıklı tedavisi de (bağışıklık sisteminin o kişinin kanserine karşı eğiterek kanser hücrelerinin yok edilmesi) çok ümit verici sonuçlar vermeye başladı.                                                                     

“Bitkilerin bile kendi kanserleri var”

Kanser yakalanmamak mümkün olacak mı?

Kanser geliştirmeyen ve buna yatkınlığı olmayan canlılar var, fakat günümüzde onlarda bile bazı kanserlerin olabildiği görülüyor. Kansere yakalanmayan canlı yok. Bitkilerin bile kendi tümörleri, kanserleri var. Hayat olan yerde kanser var, bundan kaçış yok.

Niçin kaçış yok?

Çünkü kanserin ortaya çıkması için milyarlarca hücre arasından bir tek hücrenin çıldırması, genetik kontrolden çıkması yeterli. Aslında kanserli hücreler sürekli olarak, her an vücudumuzun çeşitli yerlerinde oluşuyor. Güneşe çıktığımız zaman yüzlerce kanser hücresi oluşuyor derimizde ama onlar ya onarılıyor ya da yok ediliyor. Yani tamir ve temizleme mekanizmaları var. Eğer DNA hasarı tamir edebiliyorsa kanser ortadan kalkıyor. Tamir edilemediği durumlarda hücrenin intiharı veya eğer bağışıklık sistemi tarafından tanınabilirse yok edilmesi söz konusu. Yoksa kanser ortaya çıkıyor.

Bağışıklık sistemi çok önemli diyebiliriz değil mi?

Kanserin önlenmesi için sağlıklı hücresel mekanizmaların çalışır durumda olması ve bağışıklık sisteminin güçlü olması çok önemli. Ayrıca bir örnek de şu şekilde vereyim: Bir sinema dolusu insan düşünün. Herkes düzen içerisinde filmini izliyor. Sonra aralarından biri ayağa kalkıp düzeni bozmaya başlıyor. Hücrelerde de durup aynen bu şekilde ilerliyor. Dış etkenlerden bağımsız bir şekilde, dokuya zarar verecek halde kontrolden çıkan hücrenin durdurulması gerekiyor. Normal şartlar altında çıldıran hücrenin kendi içindeki kontrol mekanizmaları durumu farkedip ‘En iyi ben intihar edeyim’ diyor. Bunu dedirten sistem bizim çalışma alanımız hücre ölümü mekanizmaları oluyor. Ya da görevlilerin (bağışıklık sistemi) bu kişiyi hizaya sokması lazım. Bu mekanizmalar düzgün çalışmazsa kanser ortaya çıkıyor.

 Devam edecek...

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde yarın:

Devrim Gözüaçık'a sorduk: "Kansere yakalanma olasılığını en aza indirmek için neler yapılabilir?"

Diğer röportajları buradan okuyabilirsiniz:

NS-FUTURE Joint Seminar by Meltem Elitaş

What Causes Antibiotic Resistance and Is It a Coming Crisis?

In 1940s Albert Einstein told, “I know not with what weapons World War III will be fought, but World War IV will be fought with sticks and stones.” Why? What has changed since Paul de Kruif’s book “Micro Hunters” where Spallanzani, Koch, Metchnikoff, Paul Ehrlich, and Pasteur were on the stage in 1924? Who is on the stage today, in 2010s? What is the current state-of-the-art for antibiotic development, are we really saturated, why? How seriously antibiotic resistance threat to global public health and how do we contribute it? What is our next plan, What World Health Organization reports? Let’s talk and discuss about antibiotic resistance and its serious risks. 

Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat Söyleşileri devam ediyor

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat Söyleşileri devam ediyor.


Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu, eğitim buluşmalarına bu yıl "Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat Söyleşileri” başlıklı seminerin altıncısı ile devam ediyor. Eğitimler Cumartesi günleri, Karaköy Minerva Palas’ta, 10:00-13:00 saatleri arasında gerçekleşecek. Kontenjan sınırı bulunan eğitim 3 Aralık 2016, Cumartesi günü başlayacak.

“Toplumsal Cinsiyet ve Eğtim Söyleşileri”nde; kadın ve erkek yazarların yapıtlarında toplumsal cinsiyetin nasıl konumlandığını, toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl kurgulandığını irdelenecek. Eserlerdeki alt-metinlere ve söylemlere “toplumsal cinsiyet” merceğinden bakılacak. Eğitimler sırasıyla Sabancı Üniversitesi öğretim üyeleri; Ayten Sönmez, Reyhan Tutumlu, Tuğba Yıldırım ve Ruken Alp tarafından verilecek.

Bu modülde Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”, Sevgi Soysal’ın “Yürümek”, Adalet Ağaoğlu’nun "Ölmeye Yatmak" ve Orhan Pamuk’un "Kafamda Bir Tuhaflık" eserleri üzerinde durulacak.

Toplumsal Cinsiyet ve Edebiyat Söyleşileri 2016 Programı

3 Aralık  Ayten Sönmez - Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları
10 Aralık Reyhan Tutumlu - Sevgi Soysal, Yürümek
17 Aralık Tuğba Yıldırım - Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak
24 Aralık Rûken Alp - Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık

Yer: Karaköy Minerva Palas
Saat: 10:00 - 13:00

Katılım Ücretleri:
Öğrenci/ Öğretmen/ SU Mensubu: 150 TL
Yetişkin: 250 TL

Kayıt İçin: genderforum@sabanciuniv.edu adresine mail atabilir ya da 0216 483 9330 telefonundan bize ulaşabilirsiniz.

Akbank Girişimci Geliştirme Programı 13. dönem mezunlarını verdi

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu (SUGK) ve Akbank işbirliği ile girişimcilere destek olmak amacıyla yürütülen “Akbank Girişimci Geliştirme Programı”na 50 girişimci katıldı. 18 Kasım 2016, Cuma günü Karaköy Minerva Palas’ta bir sertifika töreni düzenlendi. Bu yıl 13’üncüsü sunulan eğitim programı kapsamında Türkiye çapında farklı alanlarda çalışmalar gerçekleştiren girişimciler mezun olup sertifika aldı.

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu (SUGK) ve Akbank işbirliği ile girişimcilere destek olmak amacıyla yürütülen 5 günlük “Akbank Girişimci Geliştirme Programı” 2016 yılı mezunlarını verdi. Katılımcılar sertifikalarını, Karaköy Minerva Palas’ta düzenlenen törenle aldı.

Sertifika töreninin açılış konuşmasını Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu Akademik Direktörü Prof. Dr. Dilek Çetindamar yaptı. Ardından, Sabancı Üniversitesi Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktörü Prof. Dr. Cengiz Kaya ve Akbank KOBİ Bankacılığı Pazarlama Bölüm Başkanı Cem Martı birer konuşma yaptılar. Programa destek veren diğer kurumların temsilcileri olarak KAGİDER Yönetim Kurulu Üyesi Şule Yüksel ve Endeavor Türkiye Eğitim Programları Müdürü Utku Tuncay da söz aldılar. Törenin ana konuşmasını Çaycı ve PayPad gibi ses getiren işlerin kurucusu Veysel Berk gerçekleştirdi.

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu Akademik Direktörü Prof. Dr. Dilek Çetindamar “Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının indeksinde Türkiye'nin "En Girişimci ve Yenilikçi Üniversitesi" olmanın getirdiği sorumlulukla sürekli yeni faaliyetlerle girişimcilere katkıda bulunmaya devam ediyoruz. Akbank Girişimci Geliştirme Programı’nı 2003 yılından beri yürütüyoruz.  2009 yılından itibaren sadece Program’a işini kurmuş, büyümeyi hedefleyen girişimcilere eğitim veriyoruz. Bu yıl yepyeni bir içerikle girişimcilerle buluştuk. Akbank Girişimci Geliştirme Programı ile Türkiye'nin yenilikçi ve yaratıcı girişimlerin yeteneklerinin geliştirilmesine çalışıyoruz. O yüzden, sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme aşamasına gelmeye çalışan ve kendini "yalnız" hisseden girişimcilerin hem modern girişimcilik ve yönetim teknikleri hakkında haberdar olmalarını hem de kendi gibi olan birçok girişimciyle tanışmalarını hedefledik. Akbank ile birlikte yürüttüğümüz beş gün süreli eğitim sayesinde 22-58 yaş grubundan, farklı illerden ve çok farklı sektörlerden gelen vizyoner girişimcilerle birlikte olmaktan çok mutlu olduk, bu dinamik girişimcilerle eğitim sonrasında da sanal ortamda devam edecek olan işbirliğimiz Türkiye ekosistemini güçlendirecektir” dedi.

Sabancı Üniversitesi Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktörü Prof. Dr. Cengiz Kaya son yıllarda ülkemizde de girişimcilik ekosisteminin oluşması için farklı mekanizmalar çalıştığını belirterek sözlerine başladı. Cengiz Kaya Sabancı Üniversitesi’nde ‘Girişimcilik’ kültürünün oluşması için gerek lisans/lisansüstü eğitim programlarında teorik bilgilendirmeyi ve gerekse SUCool ve İnovent kanalıyla mentörlük, iş planı geliştirme, projelendirme ve önkuluçka alanlarıyla da mekan imkanlarının sağlandığını ifade etti. Yatırımcı ekosisteminin oluşturulmasının girişimciler için kritik konulardan biri olduğuna dikkat çeken Cengiz Kaya özellikle yabancı sermayeye ulaşmada ülkemizde ciddi sorunlar yaşanabildiğini veya bizde varolan teknolojilerin dışarıya yeterince tanıtılamamasının da kısıtlayıcı etkenlerden biri olduğunu söyledi. Cengiz Kaya Amerika ve Avrupa’da daha zor olan girişimcilik fırsatlarının Uzakdoğuda çok daha fazla olduğunun da altını çizdi. Girişimcilere tavsiyede bulunan Cengiz Kaya “Başarısız olmaktan korkup, risk almaktan çekinmeyin, çok uluslu ortaklıklar her zaman avantajlı, fikri mülkiyet çok önemli, bununla ilgili eğitimleri almak çok yararlı olacaktır. Silikon Vadisi'nde yer alan şirketlerin %54’ü yabancı, o nedenle mutlaka dış piyasalara açılma vizyonunda olmak gerekecektir.” dedi.

Türkiye’nin  gelişmiş ülkeler arasına katılabilmesi için bugünkünden çok daha fazla girişimciye ihtiyacı bulunduğunu vurgulayan Akbank KOBİ Bankacılığı Pazarlama Bölüm Başkanı Cem Martı, "Bu nedenle, Akbank olarak her zaman en önemli odak alanlarımızdan biri de girişimcilik ve girişimciliğin desteklenmesi oldu” dedi ve şöyle ekledi:

“Öncelikli görevimizin Türkiye ekonomisinin istikrarlı büyümesini desteklemek olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle, büyüyen ekonomilerin en önemli bileşenleri arasında haklı bir yeri olan girişimciliğin desteklenmesine büyük önem veriyoruz ve girişimcilik ekosistemine değer katmak için farklı alanlarda çözümler üretmeye devam ediyoruz. Akbank olarak her yeni girişimin, geleceğin başarılı KOBİ’sine dönüşmesi için, yeni ürün, hizmet, finansman modelleri, eğitim programları, yarışmalar, işbirlikleri gibi çok geniş bir çözüm yelpazesi ile girişimcilerimizin yanında oluyoruz. Sabancı Üniversitesi ile birlikte hayata geçirdiğimiz KOBİ’ler için mini MBA programı olan “Akbank Girişimci Geliştirme Programı” ile de girişimcilerimizin işlerini daha büyüterek yarının iş dünyasında önemli bir yer edineceklerini umuyoruz. Girişimciliği teşvik eden çalışmalara öncülük ederek, ülkemizde daha fazla girişimci yetiştirilmesine ve girişimciler için fırsatların artırılmasına yönelik çalışmalarımızı sürdüreceğiz.”

Programın destekçileri arasında bulunan KAGİDER’in Yönetim Kurulu Üyesi ve Eğitim, Mentorluk Strateji Grup Başkanı Şule Yüksel,  “Araştırmalar, kadın girişimcilerin yüzde 82’sinin hizmet sektöründe faaliyet gösterdiğini söylüyor. Kadın girişimcilerin yüzde 40’ı işkolu olarak ticaret ve satış alanında yoğunlaşıyor, yüzde 70’i ise mikro işletme sahibi. Kadınların yüzde 75’i işlerini 2000 yılı ve sonrasında kurmuş durumda. Girişimci Geliştirme Programı kapsamında girişimciliğe ilk adım atan kadınların işlerinin devamlılığı ekonomik büyüme ve kalkınma için bir gerekliliktir.” dedi.

Endeavor Türkiye Eğitim Programları Müdürü Utku Tuncay "Girişimcilik son dönemde ülkemizde ve dünyada ekonomik kalkınmayı sürdürme ve istihdam yaratmada büyük önem kazandı. Sabancı Üniversitesi ve Akbank bu yolda girişimcilere ışık tutarak Girişimci Geliştirme Programı’nı düzenliyor. Biz de Endeavor olarak bir yandan etkin girişimcileri desteklerken bir yandan da yine Akbank’la kol kola düzenlediğimiz CaseCampus Programı ile daha erken aşamadaki genç girişimci adaylarıyla buluşuyoruz. Bu anlamda destekçisi olmaktan büyük mutluluk duyduğumuz GGP ile birlikte bu değer zincirinin tamamlayıcıları olduğumuza inanıyoruz. Dünya hızla evriliyor, ya bu hızlı değişimin aktığı yönde savrulacak ya da hep birlikte tüm kurumlarımız ve girişimcilerimizle bu değişimi yönlendiren aktörler haline geleceğiz. Bunun için de hep birlikte daha fazla çalışmalıyız” dedi.

Girişimci Geliştirme Programı’nın ana konuşmacısı Çaycı ve Paypad gibi ses getiren işlerin kurucusu Veysel Berk oldu. Berk konuşmasında “Türkiye’de girişimcilik daha çocukluk evresinde, emeklemenin bir tık ilerisinde. Yeni yeni başlıyor aslında her şey. Bu durum, bir anlamda girişimciler için büyük bir fırsat. Akbank’ın da bu proje ile yeni girişimcilerin yolunu açması muhteşem bir şey, çünkü ileriyi görebilmek demek bu. Emeği geçen herkesin eline sağlık. Genç girişimcilere en büyük tavsiyem basit düşünsünler! Çünkü, büyük buluşlar hep basit işlerden çıkıyor. Basitlikten kastımız burada ‘yalınlık' dediğimiz şey aslında. Etrafınıza bakın ve gerçek bir dünya problemi tespit edin ve buna bir çözüm üretin. Sonra bakın bakalım insanlar bu çözüme para veriyorlar mı? Veriyorlarsa tamamdır, alın size bir startup şirket hem de gerçek işi olan sürdürülebilir bir şirket!” dedi.

Akbank Girişimci Geliştirme Programı Hakkında:
2003 yılından beri devam eden ve Endeavor, KAGİDER ve Inovent tarafından da desteklenen “Akbank Girişimci Geliştirme Programı”; girişimcilere başarılı, verimli bir işletme kurmalarını sağlayacak sağlam bir altyapı sunabilmek, gerekli eğitimleri vermek ve uygulamalı proje çalışmaları gerçekleştirmek için planlandı. 2003 yılında ilk uygulaması gerçekleştirilen proje, dünya örneklerinin sonuç ve deneyimlerinden yola çıkarak Türkiye koşullarına göre tasarlandı ve süreç içinde sürekli geliştirildi. Program; girişimciliğe adım atmış/bir süredir faaliyette bulunan ve büyüme aşamasına gelen girişimcilere büyümeyi nasıl gerçekleştireceği konusunda bilgi birikimi kazandırmayı amaçlıyor.

Sabancı Üniversitesi tarafından verilen eğitimler ile kuruluşlarını büyütmek isteyen girişimcilere bu fırsatı sunan programın seçici jürisi, başvuruları fikir aşamasındaki girişimcilerden değil, en az 2 yıl faaliyette olan şirketleşmiş ancak büyüme aşamasında sorunlar yaşayan girişimcilerden seçiyor. Akbank Girişimci Geliştirme Programı’nda Türkiye’nin her yerinden gelen KOBİ’lere 5 gün boyunca ücretsiz eğitim veriliyor. Eğitimlere hali hazırda şirketleri bulunan girişimciler katılabiliyor.

Katılımcılar, Akbank Girişimci Geliştirme Programı kapsamında şirketlerin büyüme dönemindeki finansal hesaplamalarından farklı iş modellerine göre pazarlama ve operasyon planlarının yapılmasına kadar çok geniş bir çerçevede eğitim alıyorlar, seminerlerde kredi ve öz sermaye ihtiyaçlarının karşılanması, iç ve dış pazarlarda büyüme konularında da bilgi alma fırsatını yakalıyorlar. Program kapsamında başarılı girişimciler ziyaret ediliyor veya derslere konuk edilerek başarı hikayeleri anlatılıyor. 2016 yılında düzenlenen Akbank Girişimci Geliştirme Programı’nın sertifika töreninde katılımcılar Veysel Berk’in başarı hikayesini dinleme fırsatını yakaladılar.

Sabancı Üniversitesi Girişimcilik Kurulu Hakkında:
Girişimcilik konusunu "Araştırma Temelli Girişimcilik" olarak değerlendiren Sabancı Üniversitesi, tüm bu çalışmalarını tek bir çatı altında toplamak, Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen kurumlarıyla işbirlikleri geliştirmek için 2013 yılında Girişimcilik Kurulu’nu Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktörlüğü bünyesinde kurdu ve Girişimci Geliştirme Programı’nı kurul çalışmalarına dâhil etti. Türkiye’de her tür girişimcinin arkasında duran SUGK, fikir aşamasındaki iş fikirlerini ve girişimcileri geliştirmek için Girişimcilik Okulu, teknoloji girişimcileri için SUCOOL girişim hızlandırma merkezini, KOBİ Girişimcileri için Girişimci Geliştirme Programı’nı sunuyor ve fikri mülkiyet tabanlı projeleri ticarileştirmek için INOVENT ile stratejik danışmanlık ve çekirdek fon sağlıyor.
 

Batu Erman: “Kanserli Hücrelere Özel İlaç İçin Çalışıyoruz”

Röportaj: Cansu Özdemir / Sabancı Üniversitesi Moleküler Biyoloji, Genetik ve Biyomühendislik Öğrencisi
Fotoğraf:
Nazım Eren Yanık

Batu Erman, Sabancı Üniversitesi’nde ekibiyle birlikte kanser üzerine birçok araştırma yürütüyor. Bitkilerden gelen proteinleri insan hücrelerine aktarıp kanserli hücreler arası sinyali baskılamak, sadece kanserli hücrelere özel ilaçlar tasarlamak, bu araştırmalardan birkaçı.


Sabancı Üniversitesi; araştırma, çalışma ve yayınlarıyla hem Türkiye hem de dünya listelerinde her zaman ön sıralarda yer alıyor. Ancak, gerek sosyal bilim, gerekse fen bilimlerinde son derece saygın profesörlerin çalıştığı okulumuzda yapılan araştırmaların pek çoğundan haberdar olamayabiliyoruz. Bu röportajımı, biyomühendisliği seçmemde etkisi ve bölümdeki desteğiyle bende önemli bir yeri olan Prof. Dr. Batu Erman ile gerçekleştirmek istedim. Batu Hoca gerek Türkiye’de Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanı Ödülü, gerek yurtdışında Marie Curie Mükemmelliyet Ödülü’nü ilk kez alan bir Türk bilim insanı olması gibi başarılarıyla, ülkemizde ve yurtdışında kendini kanıtlamış bir isim. Şimdilerde ise laboratuvar ekibiyle kanser üzerine önemli araştırmalar yapıyor.

Sabancı Üniversitesi’nde kanser konusunda önemli araştırmalar yürüten bir isim olarak, ‘kanser’ hakkındaki görüşünüzü öğrenmek isterim. Öncelikle, kanser tam olarak nedir? Nasıl ve neden ortaya çıkıyor?

Kanser, hücrelerdeki genlerin mutasyona uğramasıyla ortaya çıkan bir hastalıktır. Mutasyona uğramış gene sahip hücre, diğer hücrelerden daha avantajlı hale geliyor, yani daha hızlı çoğalmaya başlıyor ve tümör ya da kanser oluşumuna neden oluyor. Normalde vücudumuzdaki tüm hücrelerin genom dizileri tıpatıp aynı iken, tümör hücrelerini saflaştırıp genom dizileme teknikleri ile baktığımız zaman, diğer hücrelerden farklılıklar gözlemliyoruz ve bunların mutasyonlardan kaynaklı olduğunu tespit ediyoruz.

Cansu Özdemir ve Batu Erman

Bu mutasyonlar neden oluyor? Kanser vakalarının her geçen yıl hızla artmasının temel sebepleri sizce nelerdir?

Gelişen teknolojiyle birlikte, insanların ortalama yaşam süresi uzuyor. Yaşam süresi uzadıkça, kansere yakalanma ihtimali de elbette artıyor. Bir diğer neden de çevresel faktörler olabilir. Kanser ne sadece genetik, ne de sadece çevresel faktörlerden kaynaklanan bir hastalık... İkisinin kombinasyonu! Bütün çevreyi kontrol etmek elbette mümkün değil, ancak maruz kaldığımız bir takım kimyasalların, radyoaktif maddelerin genlerde mutasyona neden olduğu biliniyor. 1970’lerin başında, Richard Nixon zamanında ABD’de kansere karşı savaş açılıp ‘National Cancer Institute’ kurulmuş. 45 yıldan fazladır kansere bir çözüm bulmaya çalışıyorlar. Bunun için hayvanlardan yararlanıp modellemeler yapılıyor ve kansere neden olan mutasyonlar araştırılmaya çalışılıyor.

“Kanser diye ortak bir hastalıktan söz edemeyiz”

Peki ‘kanserin çözümü’ sizce mümkün mü? Her tür kanseri her tip hastada önleyecek veya tedavi edecek tek bir yöntemden söz edebilir miyiz?

Şu an yaygın olarak izlenen yol; kanserin çözümünü değil, nedenlerini bulmak. Tabii ki çözümü üzerine de çalışmalar yapıyoruz ancak; kanser diye ortak bir hastalıktan söz edemeyiz. Her organın, her sistemin kanseri farklı oluyor. Kan kanserinin mutasyonu, oluşma mekanizması beyin kanserinden farklı olduğu için çözümleri de elbette farklı olacak. Üstelik sadece bir kansere baktığımızda bile kompleks bir olaydan söz etmemiz gerekir. Bir tümörün içinde bile her hücrenin çoğalma hızı, her hücrenin şeker tüketimi vs. birbirinden farklı. Tümörün çeperindekiler daha hızlı, iç kısımlarındakiler daha yavaş bölünüyor. Doğal olarak; çok iyi bir kanser ilacı bulunsa da kanser hastası bu ilacı kullanmaya başladıktan iki yıl sonra bile, ilaca rağmen vücudunda ölmemiş, halen bölünebilen hücrelerle karşılaşılabiliyor. Çünkü diğer hücreler ilaçtan etkilenirken, bazı hücreler bakterilerin antibiyotiklere bağışıklık kazanması gibi kemoterapiye direnç gösterebiliyor.

 

Peki kanser oluşmadan önce, kanseri önlemenin bir yolu var mı?
İnsan genomunda, 20 binden fazla gen yer alıyor. Tek tek bu genleri kontrol edip mutasyonları tespit etmek, düzeltmek çok zor. Onun yerine, şu anki teknolojiyle ancak kanser oluştuktan sonra, kanser hücrelerini vücuttan gidermek için yaklaşımlar üretebiliyoruz.

“Amacımız, kanserli hücreler arası sinyali baskılamak”

Araştırmalarınızda, bitki genlerini insan hücrelerine aktarma yöntemine rastladım. Bu yöntemi açıklayabilir misiniz?

Bizim biyomühendislik programımızı seçen üç tip öğrenci var... İlki bilgisayar programlamaktan hoşlanan, biyoinformatik çalışmak isteyen öğrenciler. İkincisi moleküler biyoloji, kanser, gelişim gibi sağlık ile ilgili konularla ilgilenenler. Üçüncü olarak da bitki konusunda çalışmak isteyen öğrenciler. Hepsinin aldığı temel eğitim aynı; çünkü bitkilerde de insanlarda da aynı işleyen hücre mekanizmaları mevcut. Dolayısıyla, 12 sene önce Sabancı Üniversitesi’ne geldiğimde bitki hücresindeki bir proteini, insan hücresine aktararak, insan hücresindeki olayların mekanizmasını araştırma fikrim gelişti. Bitkilerden gelen proteinleri insan hücrelerine aktararak, kanserli hücreler arası sinyali baskılayabilir miyiz diye araştırdık, halen de araştırmaktayız.

Araştırmalarınıza bakarken, kanserin p53 adlı bir proteinin temelinde şekillendiğini öğrendim. p53 proteini nedir ve kanserde önemi nedir?

p53, onkogen diye adlandırdığımız gruptan bir tümör baskılayıcı gen. Yani, bu gen vücudumuzu kansere karşı koruyan bir gen. Kanserli hücrelerin %50’sinde bu gende mutasyon olduğunu gözlemliyoruz, yani bu gen normalde tümör oluşumunu baskılarken, mutasyona uğradığında tümörü baskılayamıyor ve, kanser büyümeye başlıyor. Biz bu mutasyonun neden hücreyi bölünürken diğerlerinden daha avantajlı duruma getirdiğini araştırıyoruz.

“Bazı mutasyonlar genetik olarak aktarılabiliyor”

Sizce kanserde, ailemizden gelen genetik mirasımızın yeri nedir? Bu konuyla ilgili yapılan istatistikler ne anlatıyor?

Kansere neden olan pek çok gen biliniyor. p53 genindeki mutasyon bunlardan biri. Meme kanserine neden olan BRCA1 de ilk keşfedilen gen. p53’teki veya BRCA1’daki bazı mutasyonlar genetik olarak aktarılabiliyor. Bu mutasyonların aktarılması mutlaka kansere olacak anlamına gelmiyor. Anne veya babadan mutasyonlu gen miras almış olabilirsin ama bu sadece kanser olma ihtimalini istatistiksel olarak artırıyor. Ancak sadece çevresel koşullardan ortaya çıkmış, örneğin deri kanserinde (melanom) önemli olan Braf genindeki mutasyon genetik olarak aktarılmıyor.

“Genlerdeki mutasyonu tersine çevirmeye çalışıyoruz”

Kanser ilaçları, yararlarıyla birlikte zararları da beraberinde getiriyor. Sizce, immün sistemimize zarar vermeden, sağlıklı hücreleri de öldürmeden yapılabilecek bir yöntemden söz edilebilir mi?

İlaç şirketleriyle birlikte yürüttüğümüz projelerimiz var. Kanser oluştuktan sonra o kanserli hücrelere özel, diğer hücrelere zarar vermeyen ilaçlar tasarlıyoruz. Bunun için üç yöntem var. İlk yöntem, bitki kökenli kimyasal moleküller sentezlemek. Biz şu an, bilgisayar üzerinde, doğrudan p53 genine bağlanacak moleküller tasarlıyoruz. TÜBİTAK destekli, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’yle ortak yürüttüğümüz bir çalışma var. Onlar bu molekülleri sentezliyorlar, biz de bu molekülleri laboratuvarda p53 üzerinde deniyoruz. İkinci yöntem, kanser hücresinin yüzeyindeki bazı proteinlere karşı antikorlar geliştirip, ilaçların sadece kanserli hücrelere bağlanmasını sağlamak. Şu an yurtdışından satın alınan, bazı kanser hücreleri üzerinde de çok iyi işleyen antikor ilaçları var; biz bunları bir ilaç şirketi ile ortaklaşa Türkiye’de üretmeye çalışıyoruz. Üçüncü yöntem ise gen terapisi. Genlerdeki mutasyonları tersine çevirmeye çalışıyoruz. Bununla ilgili yeni yöntemler var... Crispr/Cas9 denilen genom mühendisliği teknikleri kullanarak, istediğimiz kromozomdaki istediğimiz genleri değiştirebiliyoruz. Genom mühendisliğini Türkiye'de ilk kullanan gruplardan biriyiz. Bu deneyler sonucunda, hücrenin büyüme hızını arttıran kuralları belirleyipkanseri iyileştirmeyi amaçlıyoruz.

Ufuk açıcı sohbeti için Batu Erman'a teşekkür ederiz.

Batu hocamızın laboratuvarındaki araştırmaları hakkında daha fazla bilgi için: http://ermanlab.weebly.com/research.html

Kanser araştırmaları dosya haber dizisinde 29 Kasım Salı:

Devrim Gözüaçık: "En az 400 kanser tipi var!"

Diğer röportajları okumak için tıklayınız

 

Toz Bezi filminin gösterimi yönetmen ve başrol oyuncusunun katılımıyla yapıldı

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında Toz Bezi film ekibini Sabancı Üniversitesi kampüsünde ağırladı.

Film gösterimi, filmin senaristi ve yönetmeni Ahu Öztürk, başrol oyuncularından Nazan Kesal’ın katılımı ile 24 Kasım 2016, Perşembe günü, Sinema Salonu’nda gerçekleşti. Filmin ardından söyleşiye geçildi. Söyleşinin moderatörlüğünü Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Proje Koordinatörü Begüm Acar yaptı.


Ahu Öztürk, orta ve alt sınıftaki kadınların ev gibi özel bir alanda karşılaşmaları ve burada iktidarı yeniden üretmelerinin ele alındığını söyledi. Filmin yazım aşamasında çektiği zorluklardan bahseden Ahu Öztürk “En büyük zorluk, birçok mağduriyet halkasının bulunması oldu” dedi.

Filmin başrol oyuncularından Nazan Kesal da bu filmin kendi hayatında iz bırakan filmlerden biri olduğunu dile getirdi.

Toz Bezi Filmi Hakkında
İki gündelikçi kadın, temizliğe gittikleri evlerdeki insanlarla kurdukları ilişki, gündelik çatışmalar, kendi arkadaşlık-kardeşlikleri ve bu yakın arkadaşlığın hiyerarşisi, hayata tutunma çabası, kadınlık, annelik, temizlik ve yoksulluk… Nesrin ve Hatun şehrin yoksulluğu ve zenginliği arasındaki bir vagonda gelip giderken, hayatı anlamaya ve kendilerine gidecek yollar bulmaya çalışırlar. Hatun temizliğe gittiği mahallede bir ev almak için para biriktirmeye çalışırken, Nesrin önce onu terk eden kocasının yokluğuyla, kendi yalnızlığıyla yüzleşir, ardından da 5 yaşındaki kızıyla hayata tutunmanın yollarını arar. Yolları birbirine benzemez ama yoldaşlık bakidir. İki kadın birbirine benzemez hayallerle tutunmaya çalışırlar.

35. İstanbul Film Festivali - Ulusal Yarışma
Altın Lale En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Asiye Dinçsoy), En İyi Senaryo

21. Nürnberg Film Festivali
En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu (Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy)

* 7 yaş ve üzeri izleyici kitlesi içindir. Olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir.
•    Yönetmen: Ahu Öztürk
•    Oyuncular: Nazan Kesal, Asiye Dinçsoy, Mehmet Özgür, Serra Yılmaz, Didem İnselel, Gökçe Yanardağ
•    Ülke: Türkiye, Almanya
•    Dağıtım: M3 Film
•    Yapım: Roni Film, Ret Film
•    Web: http://toz-bezi.com/

Akbank Aile Şirketleri Akademisi ile firmalar gücünü yeni nesillere taşıyor

Akbank’ın, Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi EDU işbirliğiyle hayata geçirdiği “Akbank Aile Şirketleri Akademisi”nin güz dönemi mezunları sertifikalarını aldılar.


Akbank, Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi EDU işbirliğiyle hazırladığı “Akbank Aile Şirketleri Akademisi”nin yedincisini gerçekleştirdi. Akbank Aile Şirketleri Akademisi, aile işletmelerinin rekabet gücünü artırma ve sağlıklı büyümelerini sağlama, sürdürülebilirlik ve kurumsallaşma çalışmalarına destek olmayı hedefliyor.

Dünyadan ve Türkiye’den örneklerle teori ile pratiği birleştiren bilgilere yer verilen program kapsamında; stratejik yönetimden iş geliştirme ve inovasyona, finanstan kurumsallaşmaya, şirketlerde iyi yönetim uygulamalarından, hukuki konulara ve insan kaynağı yönetimine kadar pek çok konuda aile şirketi temsilcilerinin ihtiyaç duyacağı başlıklar ele alındı.

Aile şirketleri için tasarlanan program kapsamındaki dersler; her biri konusunda uzman ve iş dünyasında üst düzey yöneticilik yapmış EDU danışmanlarının yanı sıra, program ortakları olan Deloitte Türkiye ve Pekin&Bayar Ortak Avukat Bürosu eğitimcileri tarafından verildi. Ayrıca Sabancı Holding şirketlerine fabrika ziyaretleri de düzenlendi.

Şirketlerde kurumsallaşmanın devamlılık açısından büyük önem taşıdığını vurgulayan Akbank KOBİ Bankacılığı’ndan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Bülent Oğuz, "Bazı aile şirketlerinin devam edememesinin nedenlerinin başında, nesilden nesile geçiş planının ve tanımlanmış bir sürecin olmaması geliyor. Aile şirketlerinde şirket içi kuralların yanısıra doğal olarak duygular da devreye giriyor. Duyguların yoğun olduğu bu ortamda şirketlerin gelecek nesillere sağlıklı olarak devam etmesi için kurumsallaşması şart.  Uzun vadede aile içi anlaşmazlıklar, profesyonellerin bu şirketlerde yaşadığı zorluklar gibi birçok sorun nedeni ile büyüme ve finansal başarı sürdürülemiyor. Firma sahipleri şirket içi sorunlarla uğraşırken bir yandan da rekabetle başa çıkmak zorunda kalıyorlar. Yıllarca alın teri ile çalışıp büyük bir özveriyle devam ettirdikleri şirketleri işte bu ortamda yok olma noktasına gelebiliyor. Biz de bu gerçeklerden hareketle, uzun çalışmalar sonucunda “Akbank Aile Şirketleri Akademisi”ni tasarladık. Program, 2014 yılında ilk mezunlarını verdi. Katılımcılardan alınan son derece olumlu geri dönüşler nedeniyle programı devam ettiriyoruz. Aile şirketinin yöneticileri ya da ortakları, günümüzün yoğun rekabet koşullarında nasıl ayakta kalınabileceğini ve şirketlerinin gelecek kuşaklara nasıl aktarılabileceğini uygulamalı olarak görüyorlar. Bu programı çok önemsiyoruz çünkü aile şirketlerinin büyümesinin Türkiye ekonomisinin gelişmesi için kritik olduğuna inanıyoruz.” dedi.

Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi, EDU Direktörü Dr. Cüneyt Evirgen ise program hakkındaki görüşlerini şöyle dile getirdi: "Sabancı Üniversitesi Yönetici Geliştirme Birimi, EDU ve Akbank olarak fayda üreten bir işbirliği anlayışı ile Akbank Aile Şirketleri Akademisi’nin yedincisini gerçekleştirdik. Aile şirketlerine kurumsallaşma ve sürdürülebilir büyüme yolculuklarında destek sağlamak son derece önemli. Bu misyondan yola çıkarak iyi örneklerin devamlılığını sağlamayı ve bu sayede Türkiye özel sektörünün büyük çoğunluğunu oluşturan aile şirketlerinin etki alanını genişletmeyi amaçladık. Bu program ile farklı sektörlerden 2. ve 3. kuşak şirket sahipleri ve ortakları bir araya gelerek şirketlerini nesiller boyu kalıcı kılmak adına çok önemli bir adım atmıştır."

Katılımcılar dilerlerse firmalarının kurumsallaşmaları için almaları gereken aksiyonları ve aile anayasasının oluşturulmasını içeren danışmanlık hizmetlerini program ortaklarından indirimli olarak alabiliyor.


Genç Girişimciler Kulübü’nden Startup Pitching Etkinliği

Sabancı Üniversitesi Genç Girişimciler Kulübü, startuplarla tanışmak, fikirlerinin çıkış aşamasını yakalamak ve ilham almak isteyenler için, 26 Kasım 2016, Cumartesi günü, Sinema Salonu’nda Startup Pitching Etkinliği düzenliyor.

Sabancı Üniversitesi’nin Teknoloji Tabanlı Girişimleri Hızlandırma Merkezi SUCOOL’un desteğiyle düzenlenecek etkinlikte, ilham verici 11 startup, 15 dakikalık sunum yapacak. Kurucular startuplarını tanıtacak, nasıl kurulup şu anda hangi aşamada olduğunu, kariyer tercihlerinde girişimciliğin önemini anlatıp, gençlere ışık tutacaklar. Etkinliğin stand alanında ve kokteylde ise katılımcılar startupların kurucuları ile birebir tanışma ve sohbet etme fırsatını yakalayacak.

Not: Sınırlı kontenjan nedeniyle kayıt işleminin yapılması zorunludur.  Kayıt işlemlerini standlardan ve kapıdan yapabilirsiniz. Kayıt ücreti kulüp üyeleri için ücretsizdir. Kulüp dışından katılım 20 TL'dir.

Program
Tarih: 26 Kasım 2016, Cumartesi
Saat: 10:00 – 15:00
Yer: Sabancı Üniversitesi Sinema Salonu
Kayıt Linki: https://sabanciggk-startups.eventbrite.com

Ulaşım Sabancı Üniversitesi Shuttle'ları aracılığıyla Kadıköy ve Taksim'den sağlanacaktır.

Sabancı Üniversitesi Genç Girişimciler Kulübü
http://www.sabanciggk.com/
Facebook: https://www.facebook.com/SabanciGGK
Instagram: sabanciggk
Linkedin: https://www.linkedin.com/groups/8172961

Abone ol