Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi (SGM) yeni sezona perdelerini güzel bir konserle açıyor!
SGM 2019-2020 sanat sezonuna başlıyor. SGM’de birbirinden güzel konserler, tiyatro oyunları ve çeşitli etkinlikler ile sanat dolu bir döneme merhaba denecek. Sezonun ilk sanat etkinliğinde Türk müziğinin önemli bir sesinin vereceği konser var.
“DİLEK TÜRKAN” Konseri
08 Ekim 2019, Salı saat:20:00’de
Türk müziğinin önemli sesi Dilek Türkan, yeni albümü "An" ve unutulmaz eski şarkılarıyla SGM’de sezonun ilk konserini verecek.
Türk müziği tınılarını modern bir bakış açısı ile geniş kitlelere taşıyan sevilen sanatçı Dilek Türkan, büyük ilgi gören yeni albümü “An” ile müzikseverler ile buluşuyor.
“An” albümü içinde yer alan iki farklı CD çalışmasıyla sanatçının kendi sözlerinin ağırlıkta olduğu yepyeni şarkılara, birçoğu ilk defa gün yüzüne çıkmış geleneksel müziğimizden örnekler de eklenerek müzikseverler zamanda bir müzik yolculuğuna çıkıyor. Her birinin bir hikayesi ve anlatısı olan yeni şarkılara repertuvarda unutulmaz eski şarkılar da eşlik edecek.
“YARALARIM AŞKTANDIR” Tiyatro oyunu
10 Ekim 2019, Perşembe saat:20:00’de
Nazan Kesal “Yaralarım Aşktandır” adlı tek kişilik oyunuyla, İran’ın güçlü kadın şairi Füruğ Ferruhzad’ı oynuyor.
Yazar Şebnem İşigüzel’in kaleme aldığı ve Berfin Zenderlioğlu’nun yönettiği oyun, İran şiirinin isyankar sesi Füruğ Ferruhzad’ın nefesini, tiyatro sahnesine taşıyor. Prodüksiyonunu Poyraz Yapım’ın üstlendiği oyunda anlatılan, aynı iklimde açıp solanların, baskı altında yaşayanların, hep eksik bulunanların ve her şeye rağmen yaşamaya devam edip sözünü esirgemeyenlerin hikayesi. Toprağa emanet edilmeyi bekleyen, ölüsüne bile tahammül edilemeyen, Füruğ Ferruhzad kendi arafında ömrünün şiirini yazacak ve akıllardan çıkmayacak sözler fısıldamak üzere sahnede olacak.
Özgür Sevinç yönetimindeki senfoni orkestrasının konserinde Sevim Ateş ve Ali Murat Erengül solist olarak yer alıyor.
Sevim Ateş, 1984 yılında Antalya'da doğdu. Müzik çalışmalarına 1998 yılında Antalya Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi keman bölümünde başladı.2002 yılında Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera-Şan Anasanat Dalı'na kabul edilip 2009 yılında okul üçüncüsü bölüm birincisi olarak mezun oldu. 2007 yılında Profesyonel Ses Derneği'nin düzenlediği Genç Ses Yarışması'nda ikincilik ödülünü kazandı.2009 yılında İstanbul Devlet Opera ve Balesine kabul edilip 2011 yılında kadro sınavını kazandı. Ateş halen çalışmalarını İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nde solist sanatçı olarak devam ettiriyor.
Ali Murat Erengül, 1991 yılında Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde başladığı müzik eğitimine 1994 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera ve Şan Bölümü’nü 2000 yılında tamamlayana kadar devam etti. 2001’de İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne Tenor ses olarak girdi. Halen İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde sanat hayatına devam ediyor.
“MFÖ” Konseri
22 Ekim 2019, Salı saat:20:00’de
1965'te tanışan Mazhar Alanson ve Fuat Güner'in birlikte yer aldıkları ilk grup, içinde Ali Serdar, Semih Oksay ve Fikret Kızılok'u da barındıran Kaygısızlar'dı. Bir süre sonra Barış Manço'yla çalışmaya başlayan ikilinin o sıralar tanımadığı Özkan Uğur; Kurtalan Ekspres, Erkin Koray, Ersen ve Dadaşlar gibi müzisyenlere eşlik etmekteydi.
Yola Mazhar-Fuat olarak başlayan grup, içinde sonradan ünlenecek parçaları Güllerin İçinden'i de barındıran ilk albüm Türküz Türkü Çağırırız'ı 1973'te yayınladı. Özkan Uğur'un katılması, 1976'da Ayhan Sicimoğlu ve Galip Boransu'nun da dahil olduğu İpucu Beşlisi'nin kurulmasıyla gerçekleşti.
İpucu Beşlisi'nin dağılmasıyla bir süreliğine ayrı yollara giden üçlüden Fuat Güner ve Özkan Uğur, Ferhan Şensoy'un oyunlarına müzik bestelemeye başladı. Daha sonra bir araya gelerek Sezen Aksu, Ajda Pekkan ve Seyyal Taner'in arkasında çaldılar
1984'te çıkan Ele Güne Karşı albümüyle birlikte toplam 13 albümde (3 best of, 10 stüdyo albümü) dillere dolanan sayısız şarkıya imza atan, ülkenin dört bir yanında dopdolu konserlerde sahne alan MFÖ, 1985 ve 1988'de iki defa Eurovision Şarkı Yarışması'na katıldı. İlerleyen dönemde Fahir Atakoğlu ve Yavuz Çetin gibi değerli müzisyenlerle çalışan grup, özellikle hep aynı dizilimle yer aldıkları eğlenceli ve dinamik canlı performanslarıyla ön plana çıktı. Ele Güne Karşı, Ali Desidero, Güllerin İçinden, Sarı Laleler, Sakın Gelme, Mazeretim Var Asabiyim Ben, Sude, Yalnızlık Ömür Boyu ve Buselik Makamına gibi şarkılar, grubun efsane statüsüne ulaşacağı yolun temellerini attı.
“TARTUFFE” Tiyatro oyunu
24 Ekim 2019, Perşembe saat:20:00’de
Moliere'in ölümsüz eseri Tartuffe, Mam’art Tiyatro’nun yapımında, Emrah Eren’in yenilikçi yorumuyla SGM’de seyirci karşısında yer alıyor.
Emrah Eren yönetiminde sahneye konan eserde, Beyti Engin, Fatih Al, Feri Baycu Güler, Goncagül Sunar, Cemil Büyükdöğerli, Sefa Tantoğlu, Sevi Demirçivi ve Ziver Armağan Açı rol alıyor.
Zengin Pernelle Ailesi’nin başı, babaları Orgon yüzünden evlerine çöreklenen Tartuffe’le belada. Dünyanın en imanlı sofusu gibi görünen Tartuffe, Orgon’u parmağında oynatmaya, ailenin malını, mülkünü, namusunu sömürmeye devam etmekte. Yüzyıllardır olduğu gibi...
Ancak devir değişti. Moliere’in uygun gördüğü gibi Pernelle’leri kurtaracak bir kral bulunmuyor ki! Öyleyse kim durdurabilir Tartuffe’ü sizce? Hem Pernelle’ler kurtarılmaya layık mı bi kere ? Aldatanların gözü dönmüştü de, düşündük mü hiç aldananların hayatı pür-i pak mıydı diye?
“BİR ZİYARET” Tiyatro oyunu
31 Ekim 2019, Perşembe saat:20:00’de
SU Oyuncuları tarafından İsmail Sağır yönetiminde sahneye konan Friedrich Dürrenmatt’ın eserinde, Ahmet Yazıcı, Belin Gül, Berna Yıldıran, Beyza Gürbüz, Can Küçükyılmaz, Demet Eda Akar, Deniz İncereis, Elif Demiralp, Eren Açar, Ezgi Şen, Ferruh Tan Güremek, Gülce Kurt, Hakan Büyüktopçu, İrem Erdoğan, Kerem Güneş, Kerem Özdemir, Nazlı Gülşah Önen, Okan Dündar, Serra Budakda, Tan Çetiner, Tan Deniz, Umut Sarp Günüç, Yağız Ay, Zeynep Bafralı rol alıyor.
İflasın eşiğini çoktan aşmış bir kasabanın fakir ama gururlu insanları büyük bir sabırla bir zamanlar burada yaşamış, ama talihsiz bir olay sonucu kasabayı terk etmek zorunda kalmış eski bir sakin olan Madam Clara Zağanasyan’ın ziyaretini dört gözle beklemektedir. Zira koskoca bir milyarderin doğduğu şehrin sefil kalmasına gönlü razı olacak değildir. Fakat elbet hiçbir şey karşılıksız değildir ve Madam Zağanasyan da kasaba halkından onlara bağışlayacağı servete karşılık tek bir şey istemektedir.. ADALET! Peki adalet satın alınabilir mi? Ya da şöyle de sorulabilir: Kasaba halkının adalete biçeceği fiyat nedir?
Bilet Fiyatları:
Sabancı Üniversitesi Öğrenci: 12.50 TL.
Sabancı Üniversitesi Çalışan: 25 TL
Tam: 35 TL
Birbirinden keyifli bu etkinliklerin biletleri hafta içi Akbank karşısındaki "SGM Gişe"den ya da biletix kanalından temin edilebilir.
TÜBİTAK’ın 1001 programı kapsamında Sabancı Üniversitesi’nden 12 proje destek kazandı. TÜBİTAK 1001 Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı kapsamında, yeni bilgiler üretilmesi, bilimsel yorumların yapılması veya teknolojik problemlerin çözümlenmesi için bilimsel esaslara uygun olan projeler destekleniyor.
Sabancı Üniversitesi ve SUNUM’un TÜBİTAK 1001 programına yaptığı başvuru sayısına göre başarı oranı %36 oldu.
Desteklenen oniki projenin toplam bütçesi yaklaşık 7,5 milyon TL değerindeki bütçesi ile 3 lisans, 3 yüksek lisans, 18 doktora öğrencisi ve 7 doktora sonrası araştırmacının desteklenmesi planlanıyor.
TÜBİTAK Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı (1001) kapsamında desteklenmesine karar verilen projelerimiz:
Kısaltmalar:
MDBF: Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi
SUNUM: Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi
SSBF: Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi
SU-IMC: Sabancı Üniversitesi Tümleştirilmiş Üretim Teknolojileri Uygulama ve Araştırma Merkezi
Sabancı Üniversitesi “VA345 Yaratıcı Kodlama” dersi öğrencilerinin yeni eserlerinden oluşan “Recipher 2” sergisi 27 Eylül Cuma günü ODTÜ Bilim ve Sanat Buluşuyor etkinliğinde sanatseverler ile buluşuyor.
Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı’nda 2018 yılından bu yana verilmekte olan VA345 Yaratıcı Kodlama dersi, kodlamayı bir kavram olarak benimseyerek bilgisayar ile hesaplamayı yaratıcılıkta bir araç olarak kullanabilmeyi hedeflemektedir.
Küratörlüğünü Öğretim Üyemiz Selçuk Artut’un, sergi tasarımını Ezgi Yılmaz ve Tuğrul Veli Şalcı'nın yaptığı sergide “VA345 Yaratıcı Kodlama” dersi öğrencilerinden Adnan Burak Ayaz, Arda Semercioğlu, Azra Yaprak Müldür, Berk Emre Sarıbaş, Berk Tunç, Elif Rahmiye Külünk, Emir Suat Darman, Gamze Öcal, Irmak Pehlivan, İsmet Baran Sürücü, Kayra Ezgi Topkara, Mine Gündüz, Naz Neyir Bektaş, Nazif Can Akçalı, Tamara Elif Kozok, Yunus Şamil Yavuz’un işleri sergileniyor.
ODTÜ Bilim ve Sanat Buluşuyor etkinliği hakkında bilgi almak için tıklayın.
Sabancı Üniversitesi, 16 Eylül 2019 tarihinde, ABD, Avrupa ve Asya’nın önde gelen üniversitelerinden 23 uluslararası enerji teknolojisi AR-GE merkezi direktör ve uzmanlarını bir araya getirerek, üst düzey bir enerji teknolojisi AR-GE yol haritası toplantısı düzenledi.
Sabancı Üniversitesi Kurucu Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı ev sahipliğinde ve Rektör Prof. Dr. Yusuf Leblebici’nin başkanlığında gerçekleşen toplantıya Uluslararası Enerji Ajansı Başkanı Dr. Fatih Birol da katıldı.
Toplantıya ayrıca TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal; TÜBİTAK Başkanı Danışmanı Doç. Dr. Şiir Kılkış; Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Mehmet Yıldız ve Prof. Dr. Fuat Keyman; Genel Sekreter Rasim Karas, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Danışmanları Dr. Oğuz Can ve Barış Sanlı; Sabancı Holding CEO'su Cenk Alper; Sabancı Holding Enerji Grubu Başkanı Kıvanç Zaimler; Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC) Direktörü Prof. Carmine Difiglio; Araştırma Direktörü Bora Şekip Güray; Koordinatör Dr.Mehmet Doğan Üçok da katıldı.
Mevcut merkezlerini yıllar içinde geliştiren ve araştırma alanında liderliğini sürekli pekiştiren Sabancı Üniversitesi, yeni bir Enerji Teknolojileri Ar-Ge Laboratuvarı (Ar-Ge Lab) kurarak, Türkiye'de temiz enerji teknolojilerinin gelişimini desteklemeyi hedefliyor. Söz konusu Ar-Ge Lab’ın enerji geleceğini şekillendirecek yenilikçi bilim alanları ile, temiz enerji teknolojilerine önemli katkıda bulunması amaçlanıyor. Sabancı Üniversitesi, böylesi önemli hedefe doğru atılan ilk adımlardan biri olarak; 16 Eylül 2019 tarihinde, ABD, Avrupa ve Asya’nın önde gelen üniversitelerinden 23 uluslararası enerji teknolojisi merkezi direktör ve uzmanlarını bir araya getirerek, üst düzey bir enerji teknolojisi AR-GE yol haritası toplantısı düzenledi.
Toplantıya, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve TÜBİTAK’tan da üst düzey yetkililer katılarak, enerji teknolojisi araştırmalarının Türkiye'nin temiz enerji geleceğini nasıl geliştirebileceği konusunda görüşlerini aktardı. Toplantıda, hangi temiz enerji teknolojileri üzerinde yoğunlaşılması gerektiği hakkında ve diğer ilgili konular üzerinde görüş alışverişinde bulunuldu. Enerji teknoloji merkezinin performansını değerlendirmek için hangi başarı faktörlerinin tanımlanması gerektiği, en yetkin araştırmacıların nasıl konumlandırılabileceği ve sanayi ile ne tür işbirlikleri oluşturulabileceği başlıkları kapsamlı olarak ele alındı.
Sabancı Üniversitesi, en son teknolojiye sahip, yetkin ve donanımlı bir Enerji Teknolojisi Ar-Ge Laboratuvarı tasarlayıp geliştirebilmek amacıyla, mevcut kapasite ve rekabet avantajlarını da dikkate alarak, temiz enerji araştırmalarında önde gelen paydaşlarla görüşmeye devam edecek.
Dünyanın en hızlı büyüyen ve gelişen enerji ekonomilerinden biri olan Türkiye’de enerji teknolojileri odaklı yeni bir araştırma merkezinin kurulması; Türkiye’nin yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının artırılması, gelişmiş enerji verimliliği ve enerji teknolojilerinin yerelleştirilmesi üzerine kurulmuş enerji stratejisi ile de, zamanlama açısından uyum gösteriyor. Türkiye'deki yerli Ar-Ge çalışmalarının, kurulacak olan bu merkez ile hız kazanması hedefleniyor. Teknoloji ve araştırma alanlarında lider olan Sabancı Üniversitesi, enerji ve sanayi alanında ulusal stratejileri destekleyerek, aynı zamanda küresel temiz enerji çözümlerine de katkıda bulunmayı hedefliyor.
Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Leblebici “IICEC’in, 16 Eylül 2019’da İstanbul’da organize ettiği Enerji Teknolojileri Ar-Ge Yol Haritası Toplantısı son derece başarılı oldu. Toplantıda, çeşitli enerji alanlarında, dünyaca ünlü uzmanlardan oluşan bir grup katılımcının yanı sıra Sabancı Üniversitesi yönetimi ve Sabancı Grubu şirketlerinin üst düzey temsilcileri de yer aldı. Bu toplantının enerji teknolojileri araştırmasındaki avantajları ve fırsatları keşfetmek için çok verimli bir temel oluşturduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda toplantıda ileri sürülen görüş ve düşünceler Sabancı Üniversitesi'nde öncü Ar-Ge faaliyetleri için uygun bir yol haritası oluşturmamıza yardımcı olacaktır. Bu toplantının sonuçları, üniversitemizde lider bir araştırma ve geliştirme merkezinin temeli olarak hizmet edecektir.” dedi.
Toplantıya yurt dışından katılanlar ise: Prof. Simone Hochgreb, Cambridge Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Profesörü, İngiltere; Prof. Bilge Yıldız, Nükleer Bilim ve Mühendislik Bölümü Profesörü ve Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Bölümü, MIT, ABD; Prof. Donald Sadoway, Malzeme Kimyası Profesörü, MIT, ABD; Prof. Jimmy Chen, Energy 3.0 Genel Müdürü, Precourt Enerji Enstitüsü, Stanford Üniversitesi, ABD; Prof. Gary Brudvig, Enerji Bilimleri Enstitüsü Müdürü (ESI), Yale Üniversitesi, ABD; Prof. Andrew M. Rappe, Blanchard Kimya Profesörü, Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Profesörü, Pennergy, ABD, Pennsylvania Üniversitesi, ABD; Prof. Sergio Kapusta Rice Üniversitesi, Rice Enerji ve Çevre Girişimi Geçici Direktörü, ABD, Rice Üniversitesi; Prof. Pulickel Ajayan, ABD, Rice Üniversitesi, Malzeme Bilimi ve Nano-Mühendislik Bölümü Kurucu Başkanı; Prof. Hamid Arastoopour, Wanger Sürdürülebilir Enerji Araştırmaları Enstitüsü Müdürü (WISER), Illinois Teknoloji Enstitüsü, ABD; Hindistan Teknoloji Enstitüsü (IIT) Delhi, Hindistan, Enerji Araştırmaları Merkezi Güneş Enerjisi Profesörü Prof. Tara Chandra Kandpal; Prof. Jun Arima, Tokyo Üniversitesi'nde Enerji ve Çevre ve Prof. Kıdemli Üye, ASEAN ve Doğu Asya Ekonomik Araştırma Enstitüsü (ERIA), Endonezya; Prof. Serdar Sarıçiftçi, Fiziksel Kimya Profesörü, Johannes Kepler Üniversitesi (JKU) Linz, Avusturya; Prof. Suren Erkman, Prof. ve Endüstriyel Ekoloji Grubu Başkanı, Laussane Üniversitesi, İsviçre; Prof. AbuBakr S. Bahaj, Enerji ve İklim Değişikliği Bölümü Müdürü ve Sürdürülebilir Enerji Araştırma Grubu, Southampton Üniversitesi, İngiltere; Prof. Erik Schaltz, Enerji Teknolojisi Bölümü, Mühendislik ve Fen Fakültesi Güç Elektroniği Sistemleri, Aalborg Üniversitesi, Danimarka; Prof. Philip Eames, Yenilenebilir Enerji Sistemleri Teknolojisi Merkezi (CREST) Direktörü, Loughborough Üniversitesi, İngiltere; Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi Direktörü Prof. İskender Gökalp, Orléans Üniversitesi, Fransa; Prof.Xudong Zhao, Araştırma Direktörü (Enerji ve Çevre Enstitüsü) Hull Üniversitesi, İngiltere; Prof. Detlef Stolten, Enerji ve İklim Araştırmaları Enstitüsü Direktörü, Enerji ve İklim Araştırmaları Enstitüsü, Jülich, Almanya; Prof.Mark Modera, Geçici Fakülte Direktörü, Enerji ve Verimlilik Enstitüsü (EEI), UC Davis, ABD; Prof. Jian Sun, New York Eyaleti Gelecek Enerji Sistemleri Merkezi (CFES) Direktörü, Rensselaer Politeknik Enstitüsü, ABD; Prof. Douglas Halliday, Enerji ve Çevre Platformu Başkanı, Enerji ve Çevre Platformu (EUA), Belçika; Prof. George Chen, Nottingham Ningbo Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Elektrokimyasal Teknolojiler Başkanı.
Toplantının ertesi günü Prof. George Chen, Sabancı Üniversitesi öğretim üyeleri ve yüksek lisans öğrencilerinin katılımcı oldukları, ileri enerji depolama teknolojileri hakkında bir de konferans verdi.
Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği Programı 2019 Mezunlarımız Ethem Tunal Hamzaoğlu, Yusuf Sar ve Elif Pınar Ön, Sanayi Odaklı Projeler ENS 491 Mezuniyet Programı kapsamında Kuveyt Türk ile gerçekleştirdikleri projelerini anlattı. Sizler de mezun olmadan önce Sanayi Odaklı Projeler ENS 491 programı ile profesyonel hayatı deneyimleyebilirsiniz.
“Doğru bir bölüm seçtiğimi, proje için araştırma yaparken daha yapılacak çok şey olduğunu gördüğümde anladım.”
Kuveyt Türk ile gerçekleştirdiğiniz projenizden bahsedebilir misiniz?
ETH-YS-EPÖ: Projemizi kısaca şu soruyu cevaplamak için yaptığımızı söyleyebiliriz, “Http header bilgilerini kullanarak makine öğrenmesi algoritmalarıyla yaklaşık eş zamanlı malware analizi yapıp, güvenlik ekibinin üzerindeki yükü azaltabilir miyiz?”. Bu proje bize birlikte çalıştığımız Kuveyt Türk’teki süpervizörlerimiz tarafından yönlendirildi. Projeyi yaparken bir alt soru olarak “Makine öğrenmesi algoritmalarını kullanarak HTTP header bilgilerinden eğer var ise malware türünü de tahmin edebilir miyiz?” sorusunu da araştırdık.
Modellerimizi oluştururken karşılaştırma için 3 farklı algoritma kullandık bunlar; Decision Tree, Random Forest ve Multinomial Naive Bayes algoritmaları oldu. 2 farklı tahmin modeli oluşturduk. Bunlar ilki ‘İkili Sınıflandırma Modeli’ yani malware var mı yok mu tahmini yapmamıza yarıyor. İkincisi ise malware’in türünü ve olup olmadığını tahmin etmeye yarayan ‘Çoklu Sınıflandırma Modeli’. Algoritmaların tahmin yaparken kullandığı ayırt edici öznitelikleri (attributes) olarak yaptığımız araştırmalarımızda öğrendiğimiz bazı HTTP başlıklarını kullandık, bunlar “CONNECTION”, “ACCEPT”, “ACCEPT- ENCODING”, “ACCEPT-LANGUAGE”, “COOKIE”, “CONTENT TYPE”, “CACHE- CONTROLS”, “IF- MODIFIED-SINCE” başlıkları oldu.
Verimizi Çek Üniversitesi’nin malware içeren pcap dosyalarını toplamak ve arşivlemek üzerine olan projesi “the Stratosphere Project” üzerinden elde ettik. Normal ve malware trafikleri içeren pcap dosyalarını Bro Network Security Monitor isimli uygulamayı kullanarak ihtiyacımız olan HTTP başlıklarını filtreleyip tek satır haline getirerek modifiye ettik. Algoritmalar sayısal değerler üzerinden çalıştığı için “Count Vectorizer” kullanarak yazı halindeki veriyi sayısal değere çevirip kullandık. Elde ettiğimiz sonuçlar her iki model için umut verici. İkili sınıflandırma modellerimizinin hepsinin 0.99 doğruluk puanı (accuracy score) var. Çoklu sınıflandırma için ulaşabildiğimiz verilerin sınırlılığı yüzünden sadece 4 farklı malware çeşidi kullandık.
Bunlar: “Neris”, “Virut”, “Webcompanion” and “Emotet” isimli malwareler oldu. Çoklu sınıflandırma modellerimizin doğruluk puanları Multinomial Naive Bayes için 0.93, Decision Tree için 0.92, Random Forest için 0.93 oldu. Tahminimizce doğruluk puanının düşük olmasının sebebi Virut ve Neris malwarelerinin ürettiği trafiğin benzerliği.
Çalışma ekibinizden ve sürecinizden biraz bahseder misiniz?
ETH-YS-EPÖ: Öğrenci ekibimiz 3 kişiden oluşuyor ve üçümüz de Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği öğrencileriyiz. Tunal ve Yusuf bitirme projesi olarak yaparken, ben (Pınar)PURE projesi olarak yapıyorum.
Danışmanımız Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Albert Levi ve Kuveyt Türk’teki süpervizörlerimiz Ahmet Han, Ferhat Karakoç ve Furkan Danış ile birlikte çalıştık. Albert hocamız projenin sürecini yakından takip etti ve bize karşılaştığımız problemlerde yardımcı oldu. Her hafta toplantı yaparak projemizdeki gelişmeleri sunduk ve hocamızın geri dönüşlerine göre haftalık hedefler koyarak çalıştık.
Kuveyt Türk süpervizörlerimizle de sürekli olarak iletişim halinde kaldık ve projeyi şekillendirme ve veri toplama sürecinde bize yardımcı oldular. Bizi şirketlerine davet ettiler. Orada projemizin ayrıntılarını tartışıp, projenin ilerleyeceği yön hakkında kararlar verdik.
EPÖ: Bu projenin içeriğini ilk okuduğumda gözümün ne kadar korktuğunu anımsıyorum hala. Projenin sadece başlığı bile ‘Threat Hunting’, ‘Machine Learning’ gibi çok terimsel ve hakkında daha çok şey öğrenmem gereken konuları içeriyordu. Ancak, şimdi projenin sonu yaklaştıkça bilgisayar konsepti hakkında birçok şey öğrendiğimi fark ediyorum. Sadece bölümüm ile ilgili değil, kendimi grup içinde çalışmak konusunda da geliştirdiğime inanıyorum. Ayrıca bu projenin bir SOP projesi olması, bizim üzerimizdeki baskıyı artırırken, projeye ciddiyet kattı. Bu proje benim için PURE projesi olduğundan benim not ortalamamı etkilemiyor ancak bana en az bitirme projem kadar çok sorumluluk hissini öğrettiğini söyleyebilirim. Hem süpervizörüm Albert Hoca’ya karşı, hem de Sabancı Üniversitesi’ni Kuveyt Türk’e temsil ederken bu sorumluluğu hissettim. Bilgisayar mühendisi olarak kendime olan güvenimi arttırdığını da söyleyebilirim. Doğru bir bölüm seçtiğimi, proje için araştırma yaparken daha yapılacak çok şey olduğunu gördüğümde anladım.
ETH: Bu projenin en çok süre alan bölümü, daha önce aldığım derslerde öğrendiğim konseptleri daha detaylı araştırıp birleştirme ve birlikte kullanma kısmı oldu. Bir yandan veri düzenleme ile ilgili araştırmalar yaparken bir yandan internet protokolleri hakkında çalışmalar yapmamız gerekti. Ancak bu problemle başa çıkabilmek için grup içerisinde ve süpervizörümüz Albert Hoca ile her hafta buluşuyor olmamız ve projenin tüm aşamalarına herkesin hâkim olması bizim için çok büyük bir avantaj haline geldi. Aynı zamanda projenin Sanayi Odaklı Proje olması projenin grup üyeleri ve süpervizörümüz üzerindeki baskıyı arttırması aynı zamanda bizim motivasyonumuzun da artmasına sebep oldu. Bitirme projesi başlığı altında yaptığımız bu proje ayrıca araştırma ve geliştirmeye olan ilgimi keşfetmemi sağladı.
YS: Siber güvenlik alanına olan ilgimden dolayı bitirme projemi bu konuda yapmak istiyordum ve Kuveyt Türk’ün sunduğu bu projeye Albert hoca supervizorlüğünde 2 arkadaşımla beraber başladık. Projeyi incelediğimizde “machine learning” algoritmalarının projenin önemli bir kısmını oluşturduğunu farkettik ve açıkçası bu konuda ben çok kendime güvenmiyordum. Projenin sonuna geldiğimizde “machine learning” konusunda kendimi geliştirdiğimi ve terminolojiye artık daha hakim olduğumun farkındaydım. Bunun haricinde diğer büyük bir katkı ise grup olarak çalışmanın ve Albert hocayla olan görüşmelerimizde belirlenen haftalık hedefler doğrultusunda düzenli bir şekilde ilerlememizdir. Normal bitirme projelerinden farklı olarak sorumlu olduğumuz sadece okuldaki süpervizörümüz değildi. SOP projesini bize sunan Kuveyt Türk’e de olan sorumluluğumuz bizi bu projedeki motivasyonumuzu arttıran önemli bir etkendi.
ENS 491 Dersi içinde Sanayi Odaklı Projeler Programı
Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi 4. Sınıf öğrencilerinin, mezun olmadan önce profesyonel hayat ile tam anlamıyla tanışmalarını ve kariyerleri için önemli bir adım atmalarını sağlayan, ENS 491 Mezuniyet Projesi dersi çerçevesinde yürütülen Sanayi Odaklı Projeler Programı için son başvuru tarihi 25 Eylül 2019.
Sizler de mezun olmadan önce Sanayi Odaklı Projeler Programı ile profesyonel hayatı deneyimleyebilirsiniz.
Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Mikroelektronik Mühendisliği 2005 lisans, Sanayi Liderleri Elektronik Mühendisliği ve Bilgisayar Bilimi 2007 yüksek lisans mezunumuz Ergi Şener, Apple’ın 10 Eylül tarihinde gerçekleştirdiği tanıtım etkinliğine yönelik gözlemlerini gazeteSU için derledi.
Apple’ın her Eylül ayında gerçekleştirdiği ve son iPhone, iPad ve Apple Watch modelleri ile birlikte birçok yeni özelliği tanıttığı etkinlik, bu sene 10 Eylül 2019 tarihinde gerçekleşti. Tam anlamıyla teknoloji dünyasının kalbinin attığı etkinlikte, yeni ürünlerin beklentiyi karşılayıp karşılamadığı soru işareti. Ancak bu etkinlikte tanıtılan ürünlerin teknoloji dünyasına hareket getireceğini ve kullanıcılar nezdinde de merak ve istek uyandıracağını tahmin etmek güç değil.
Bu etkinliğe yönelik gözlemlerimi GazeteSU için derledim…
Ergi Şener
Tehlike çanları Apple için mi çalıyor?
Mayıs ayında, Silikon Vadisi ziyaretim sırasında, uzun süredir Apple HQ’da çalışan, Sabancı Üniversitesi Mikroelektronik mezunu bir arkadaşım ile görüşme imkânım oldu. Bu görüşmede, “5 sene sonra Apple nerede olacak?” diye sorduğumda, aldığım cevapla şaşkınlık yaşamıştım: “5 sene sonra, Apple bu denli önde gelen bir marka olmayabilir! Beklenen inovasyonlar gerçekleşmiyor…” Bu yorumu, Apple’ın R&D’sinde çalışan, içeriden birinin söylemesi oldukça ilginçti, ancak benim düşüncelerim ile örtüşüyordu. (Takip edenler hatırlayacaktır, özellikle son Apple event’lerini ciddi biçimde eleştirmekteyim, kullanıcı olarak da memnuniyetsiz olduğum pek çok uygulama var, sanırım pek çok Apple kullanıcısı gibi…)
Bu etkinlik Apple’ın, Steve Jobs’un oluşturduğu inovasyon ve tasarım odaklı kültürün de yavaş yavaş yok olmaya başladığını göstermesi açısından da oldukça kritik. Yeni iPhone’ları en basit tanımıyla, “tasarım olarak zayıf, ancak donanım olarak güçlü" olarak nitelendirmek mümkün…
Steve Jobs sonrası Apple’ın inovasyon liderliği, arzu objesi olma, şaşkınlık ve hayranlık yaratma vizyonlarının ciddi anlamda düşüşte olmasında, bence asıl sorun bu düşüşün standartlaşması. Yeni ürünler ilk etapta bir hareket getirecek olsa da uzun vadede, Apple; ürünlerinin yeni versiyonlarını belirli periyotlarda tanıtan ve radikal ya da “disruptive” (yıkıcı) inovasyondan ziyade, üründe, özellik bazında küçük inovasyonlar gerçekleştiren bir üreticiye dönüştüğü izlenimi veriyor. Öte yandan, etkinlikte kullanılan videolar da oldukça sönük ve heyecan uyandırmaktan uzaktı. Yeni ürün geliştirme ve tanıtma anlamında Tim Cook ve ekibinin ciddi problemleri bulunduğu tekrar gün yüzüne çıktı.
Bununla birlikte, her ne kadar, gecenin yıldızının yeni iPhone Pro’lar olacağı düşünülse de, benim favorim, pek çok eksiklerin giderildiği ve tasarım odağında geliştirmelerle öne çıkan Apple Watch oldu. Iphone'un baskın tasarım ve lider özelliği bayrağını Apple Watch alıyor gibi duruyor. Gelelim, 10 Eylül Apple etkinliğinde öne çıkan diğer başlıklara:
Yeni iPhone lar Beklentilerin Altında:
Güzel özellikler yok mu; var, ancak gerçekten "disruptive" diyebileceğimiz, çarpıcı etki yaratacak pek bir özellik yok… Ancak diğer üreticilerde bu gerileme sürecinde hamle yapacak gibi görülmüyor, yani yeni iPhone’ların yine satış rekoru kırması oldukça büyük bir olasılık…
iPhone 11 Pro’ların (iPhone’un ilk “pro” olarak adlandırılan cihazı olduğu belirtildi) 3 kamera ve 2 modeli bulunurken, iPhone 11, 6 farklı renk seçeneği ile 2 kamera ile gelmekte. Özellikle iPhone 11 Pro’ların 3 kameralı tasarımı pek çok kullanıcı tarafından traş makinesi modeline ya da elektrikli ocağa benzetilmesi ile ti’ye alındı.
Öte yandan, iPhone Pro’larda öne çıkan özellikler dayanıklık (hem sert yüzeylere, hem de suya), gece resim çekme özelliği, slow-motion selfie video opsiyonu, gelişmiş kamera, daha hızlı FaceID ve daha uzun pil ömrü. Ancak, bir kullanıcı olarak, kamera ve pil ömrünün hala gelişime oldukça açık olduğunu düşünmekteyim. Pil ömrü uzasa da yeni gelen diğer özellikler ve donanımdaki güçlendirme ile birlikte, her yeni lansman sonrası bu iyileştirmeyi yeterince gözlemleyememekteyiz. Kamera yetenekleri, yeni iPhonePro’ların “killer app”ı (vurucu uygulaması), ancak kaç iPhone’dur devasa billboard’larda “bu resim iPhone’la çekildi” yazısını gördüğümü unuttum, ancak ben bir kullanıcı olarak bu resimleri bir türlü çekemiyorum… Bunun yanında, iPhonePro’ların kutusundan çıkan hızlı şarj ise, uzun süredir beklenen bir özelliğin hayata geçmesi.
Kamera özelliklerinde “machine learning”e (makine öğrenmesine) oldukça atıfta bulunulmasına rağmen, bence kamerada “deep learning”e (derin öğrenme) geçilmesi gerekli, yani kamera teknolojilerinde hala daha çok gidecek yer var.
Yeni iPhone 11 Pro'lar da bir önceki modelde olduğu gibi nanoSIM ve eSIM opsiyonu ile gelmekte. eSIM, iPhone'un öncü olduğu, fiziksel bir SIM kart ihtiyacı olmaksızın, telefonun şebekeye bağlanmasını ve operatör seçmesini sağlayan yenilikçi bir yaklaşım, ancak Türkiye'de henüz regulasyonun hazır olmaması nedeniyle, eSIM kullanılamamakta. Bir sonraki iPhone'ların ise tamamen eSIM özelliği ile gelmesi beklenmekte.
Apple Watch Gelişmeye Devam Ediyor:
Belirttiğim üzere, benim bu etkinlikteki favorim yeni Apple Wach oldu. Şu ana kadarki en şık Apple Watch olan Watch5, aynı zamanda sürekli açık ekran ve pusula özellikleri ile geliyor. Yeni Apple Watch videosunda kullanılan “bu saat zamanı gösteriyor, pek çok farklı uygulama ile birlikte…” mottosu ile belirtilen ve öne çıkan özellikler şunlar: Tüm pil ömrü, sağlık uygulamaları (kalp krizini tahmin, gürültü seviyesi uyarısı ve kadın sağlığına yönelik gelişmeler), IoT uygulamalarını kontrol etme (evin kapısını açma, ışıkları açık kapama, etc) ve NFC uygulamaları (temassız mobil ödeme ve toplu taşıma bilet uygulamaları)
Etkinlikte tanıtılan ürün ve uygulamalar arasında, Apple TV+’ın aylık 4,99 USD’lik oldukça rekabetçi fiyatı ve yeni iPad’in daha iyi klavye ve kalem entegrasyonu ile gelmesi dikkat çekiyor. Yeni iPad ile hedeflenen dizüstü bilgisayar kullanımını iPad ile değiştirme, ancak bu konuda da beklenti şimdiye kadar tam olarak karşılanmış değil…
Bununla birlikte, bu etkinlikte lanse edilmesi beklenen Apple kablosuz şarj, yeni AirPods ve Home Pod hakkında herhangi bir gelişme olmaması da hayal kırıklığına yol açtı. Ben özellikle AirPods lara yönelik bir yenilik bekliyordum…
Bu etkinlikte tanıtılan yeni özellikleri, sadece teknik özellikler odağında anlatıldığı üzere yorumlamamak gerekiyor. Steve Jobs’un noktaları birleştirmek vizyonunu akılda tutup, her bir yeniğin ileride çok farklı uygulamalar için tamamlayıcı bileşenler olacağının farkında olup; bu yeniliklerin yeni trendler ile harmonisini düşünerek, fırsatları gözlemlemek ve uygulamaya çalışmak bambaşka açılımlar getirecektir…
Akademik Destek Programı tarafından organize edilen "The FUTURE Seminars" ve "Subject-Based Discussions" seminer serileri başlıyor. The Future Seminar Series'ın ilk semineri 2 Ekim tarihinde, Kağan Kurşungöz tarafından “Ramanujan’s Perpetual Impact on Mathematics” konusunda, Subject-Based Discussions'in ilk semineri 8 Ekim tarihinde Gürol Irzık tarafından "How Gender Matters to Children’s Interests and Behavior" konusunda gerçekleşecek.
Sabancı Üniversitesi öğrencilerinde farkındalık ve küresel dünyaya entegrasyon yaratmayı amaçlayan ADP Seminer Serileri'nde, güncel yerel ve küresel konular inceleniyor ve tartışılıyor. Seminerler öğrencilerin doğrudan FENS, FASS ve SOM’daki farklı programlardan öğretim üyeleriyle tanışabilecekleri; sosyal bilimler, doğa bilimleri ve teknoloji alanlarında üniversitemizde yürütülmekte olan araştırma projeleri hakkında bilgi edinebilecekleri bir platform sağlayarak disiplinlerarası eğitimi destekliyor.
Subject-Based Discussions
Subject-Based Discussions güncel yerel ve küresel konuları tartışır ve sosyal bilimler (psikoloji, tarih, siyaset bilimi, iktisat, uluslararası ilişkiler vs.) alanında öğrencilerde farkındalık yaratır.
Seminer Programı:
8 Ekim 2019 - Gürol Irzık - How Gender Matters to Children’s Interests and Behavior
7 Kasım 2019 - Ali Nihat Eken – Film As Text: Hitchcock’s Psycho
21 Kasım 2019 – Ümit Şahin – Our House Is On Fire: How To Come Out Of The Climate Crisis?
11 Aralık 2019 – Bahri Yılmaz – Why Has China Succeeded? Does China’s Success Contradict Acemoğlu and Robinson’s Thesis In “Why Nations Fail?”
The Future Seminar Series
The FUTURE Seminer Serisi doğa bilimleri (fizik, kimya ve biyoloji) ve teknoloji alanında devam etmekte olan araştırmaları ve son gelişmeleri inceler ve tartışır.
Seminer Programı:
2 Ekim 2019 - Kağan Kurşungöz - Ramanujan’s Perpetual Impact on Mathematics
23 Ekim 2019 – Cleva Ow-Yang – Materials Emitting Light Long After The Sun Goes Down
13 Kasım 2019 – Erdinç Öztürk – Practical Cryptography
4 Aralık 2019 – Ogün Adebali – Molecular Biology in the Light of Evolution
18 Aralık 2019 – Andrew Berry, Harvard University – Born to Ride: Ancient DNA and The Genetics of Mongolians and Their Horses
Bütün seminerler İngilizce yapılmaktadır ve Sabancı Üniversitesi'ndeki bütün lisans ve lisanüstü öğrencilere ve çalışanlara açıktır.
Malzeme Bilimi ve Nano Mühendislik Programı 2019 Mezunlarımız Çağla Girişken ve Ceyda Yanmaz, ENS 491 Mezuniyet Programı kapsamında Ravago Petrokimya ile gerçekleştirdikleri projelerini anlattı. Sizler de mezun olmadan önce Sanayi Odaklı Projeler ENS 491 programı ile profesyonel hayatı deneyimleyebilirsiniz. Son başvuru tarihi 25 Eylül 2019.
Mezunlarımız Ravago Petrokimya ile gerçekleştirdikleri projelerine ait poster çalışmasıyla, polimer endüstrisinin öncü organizasyonlarından biri olan Uluslararası Polimer İşleme Mühendisliği Konferansı kapsamında düzenlenen PPS-35 Öğrenci Poster Yarışmasında birinci seçildi.
“İlk defa bir projenin baştan sonuna kadar kurgulanmasında,
yürütülmesinde ve sonuca ulaşmasında büyük rolüm oldu”
Ravago Petrokimya ile gerçekleştirdiğiniz projenizden bahsedebilir misiniz?
ÇG-CY: Projemiz sanayi odaklı bir proje olup Ravago Petrokimya şirketiyle birlikte gerçekleştirilmiştir. Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Malzeme Bilimi ve Nanomühendislik öğretim üyesi Yusuf Menceloğlu önderliğinde bu projeyi gerçekleştirdik. Projemizi, polimerlerin içine katkı malzemesi olarak organik dolgu eklemek üzerinedir. Günümüzde, otomotiv endüstrisinde otomotivlerin iç aksamlarında kullanılan plastik parçalar için düşük ağırlıkta ama yüksek dayanımlı polimerlere olan ihtiyaç giderek artmaktadır. Bu parçalarda kullanılan plastik malzemenin ağırlığının düşük olması, otomotivin toplam ağırlığını düşürerek daha az yakıt harcamasını böylece karbon salınımının da azalmasını sağlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda otomotiv endüstrisinde en çok kullanılan polimer olan polipropilenin içindeki inorganik olan ve dolayısıyla daha yoğun ve ağır olan talk isimli dolgunun yerine polimerin mekanik özelliklerini bozmadan hatta geliştirerek organik bir dolgu ekleyerek yoğunluğu azaltmayı amaçladık. Bunun için öğütülmüş fındık kabuğu, öğütülmüş yer fıstığı kabuğu, talaş ve ağaç lifi gibi birkaç organik dolgu denedik. Mekanik özellik olarak en iyi sonuçları ağaç lifinden elde ettiğimiz için çalışmamıza onunla devam ettik. Ağaç lifini çeşitli oranlarda polimerimizin içine ekleyerek denemeler yaptık ve bu denemelerin sonucunda elde ettiğimiz üründe yoğunluğu 14% azaltırken mekanik özelliklerde artış elde ettik. Böylece otomotiv sanayinde kullanılabilecek hem çevre dostu hem de sağlam plastik malzeme elde etmiş olduk.
Çalışma ekibinizden ve sürecinizden biraz bahseder misiniz?
ÇG-CY: Ekipte iki öğrenciydik. Süpervizörümüz Yusuf Menceloğlu’nun projemize çok katkıları oldu. Bize her zaman destek oldu ve bizi en iyi şekilde yönlendirdi. Sanayi odaklı bir proje olduğu için şirketin de önemli yardım ve katkıları oldu. Gerek projemiz boyunca yaptığımız denemeler ve testlerdeki yardımlarıyla, gerek bize verdikleri taysiyelerle bizim bu projede başarılı olmamıza çok büyük katkı sağladılar. Bu nedenle bu projede bize destek veren, yardımcı olan herkese teşekkür ederiz.
ÇG: Bu proje benim akademik hayatım boyunca yaptığım en önemli projeydi çünkü ilk defa bir projenin baştan sonuna kadar kurgulanmasında, yürütülmesinde ve sonuca ulaşmasında büyük rolüm oldu. Bana bir proje yürütme ve organizasyon yapma becerisi kattı. Bir sonucu farklı açılardan değerlendirip, daha çok sorgulamayı öğretti. Bunların yanında da polimerler ve polimerlerin işlem ve karakterizasyon teknikleri ile pratik yapma fırsatı sunarak kendimi bu konularda geliştirmemi sağladı.
CY: Öncelikle bir mühendislik öğrencisi olarak sanayi odaklı bir bitirme projesinde çalışma imkânı bulabildiğimiz için okulumuza ve arkasındaki ekibe teşekkür etmek istiyorum. Mezun olmadan önce edindiğiniz bilgileri sanayinin herhangi bir dalında uygulayabiliyor ve güzel sonuçlar elde edebiliyor olmanız çok güzel. Projenin başlangıcında market ve literatür araştırması yapmak, ürün teminatı sağlamak ve en uygun seçeneğe karar vermek en çok zaman alan süreç oldu aslında. Bu adımda zaman kaybetmemek adına hep bir adım ötesini düşünmek, zaman yönetiminde ve organizasyon sürecinde kendimi geliştirebildiğim en iyi becerilerimden biri oldu diyebilirim. İlerleyen süreçlerde deneylere başladığımızda, teknik açıdan aslında ne kadar çok değişkene dikkat etmeniz gerektiğini görüyorsunuz çünkü projenin içeriği gereği üretim süreci oldukça hassas. Bu noktada projenin bana kattığı ise bilgilerimi üretim sürecinde ne kadar uygulayabildiğim ve uygulayamadığımda ne gibi çözümler üretebileceğim oldu. Elbette tüm bunların yanında elde ettiğimiz sonuçları yorumlamamızı sağlayan üretim ve karakterizasyon cihazlarının pratiğini de kazanmış oldum. Kısacası bu proje beni daha organize, çözüm konusunda daha üretken ve daha birikimli bir mezun adayı yaptı diyebilirim.
ENS 491 Dersi içinde Sanayi Odaklı Projeler Programı
Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi 4. Sınıf öğrencilerinin, mezun olmadan önce profesyonel hayat ile tam anlamıyla tanışmalarını ve kariyerleri için önemli bir adım atmalarını sağlayan, ENS 491 Mezuniyet Projesi dersi çerçevesinde yürütülen Sanayi Odaklı Projeler Programı için son başvuru tarihi 25 Eylül 2019.
Sizler de mezun olmadan önce Sanayi Odaklı Projeler Programı ile profesyonel hayatı deneyimleyebilirsiniz.
#AkademisyeneSor'un yeni konuğu Sabancı Üniversitesi Rektörü Yusuf Leblebici oldu.
Sabancı Üniversitesi Rektörü Yusuf Leblebici
MÜ-ED:Merhaba, akademisyen olmaya nasıl karar verdiniz? Çalışma konularınızı belirleyen faktörler nelerdi?
YL: Akademisyen olmaya çok geç karar verdim. Şöyle söyleyeyim, doktorayı bitirdiğimde bile akademisyen olmaya henüz karar vermiş değildim. Akademisyen olmak aslında böyle insanın karar verip de olacağı bir şey değil. O konuda kabiliyetinizin olup olmadığını sizin anlamanız bile uzun zaman alıyor. Akademisyen olmak çok farklı nitelikler gerektiriyor. Öncelikle insan ilişkisi; öğrencilerle, çalışma arkadaşlarınızla, diğer araştırmacı ve akademisyenlerle sürekli olarak ilişki içerisindesiniz. Bu konuda verimli iletişim sağlayamıyorsanız zaten iyi bir akademisyen olma şansınız da pek fazla yok. İnsanın bunu anlaması, o konuda kabiliyeti olup olmadığını fark etmesi uzun bir süreç.
“Kendinizi geliştirmek ve araştırma potansiyelinizi
maksimize etmek için doktora yapmak aslında güzel bir seçenek”
Onun için bir kişinin öğrenciliğinin ilk yıllarından itibaren “ben akademisyen olacağım” diye kendini o yönde kilitlemesi aslında doğru değil. Bu doktora yapmak ya da yapmamak konusundaki kararınızı aslında etkileyen bir şey değil. Çünkü belli bir konuda doktora yapabilirsiniz. Kendinizi geliştirmek ve araştırma potansiyelinizi maksimize etmek için doktora yapmak aslında güzel bir seçenek ve doktorayı yaptıktan sonra çalışma hayatına atılıp bir şirkette, bir ARGE laboratuvarında çalışabilirsiniz veya bir akademisyen olabilirsiniz. Yani o anda bile akademisyen olmak hala seçeneklerden sadece bir tanesi.
Çalışma alanı diyorsun, o daha da ilginç bir şey çünkü çalışma alanıma (liseden sonra üniversiteye yönelirken Sabancı Üniversitesi gibi bir sistemde okumadığım için) baştan karar vermiştim. Yani elektronik konusunda ilerlemeye karar vermem, aşağı yukarı lise yıllarımda ortaya çıkan doğal bir sonuç. Geçenlerde radyoSU röportajında da aynı soruyu cevapladım. Benim elektroniği seçmem neredeyse son dakikada oldu. Çünkü bizim üniversiteye girdiğimiz dönemde iki değil, tek sınav yapılıyordu. O tek sınava da girmeden önce zaten seçiminizi yapmanız gerekiyordu. Yani sınava girmeden seçiminizi yapıyorsunuz, sıralamanızı yapıyorsunuz ve ondan sonra sınava giriyorsunuz. Aldığınız puana göre de sizi yerleştiriyorlar. Hepsi tek seferde oluyor. Ben sınava girmeden önce ciddi ciddi biyoloji, genetik, biyokimya, tıp gibi seçeneklerin arasında dolaşıyordum, çünkü bu konulara çok ilgi duyuyordum. Özellikle de genetik ve gen mühendisliği o sıralarda (1980’den bahsediyoruz) yeni çıkmakta olan bir alandı. O alanlara yönelmeyi samimi olarak çok istiyordum. Ama o tarihte Türkiye’deki üniversitelerde biyoteknoloji ve gen mühendisliği gibi alanlar yok. Bunlara en yakın ve size dört dörtlük bir eğitim verebilecek tek seçenek tıp eğitimiydi. Ama tıp eğitimi de 6 senelik ve çok meşakkatli bir eğitim olduğu için (biraz da ondan çekindim aslında) son dakikada birinci tercihime tıp yazmak yerine elektronik yazdım ve bu şekilde elektroniğe yöneldim.
Bunu tesadüfen olmuş gibi anlatıyorum ama aslında öyle değil, çünkü matematik ve fiziğim her zaman kuvvetliydi. Bu konulara ilgi duyuyordum. Elektroniği yazdıktan sonra elektronik alanında bocalamadan keyifle adapte olup, bu alanda ilerledim. Hepiniz buralardan geçtiniz veya geçiyorsunuz… Liseden sonra bir öğrencinin üniversiteye başlarken alanını seçmesi gerçekten çok ilginç bir süreç. Bizim liseden mezun olduğumuz tarihlerde (yani 1970’lerin sonu 80’lerin başı) seçenekler çok fazla değildi.
MÜ-ED: Sabancı Üniversitesi’nde Mikroelekronik Program Koordinatörlüğü süresince yaptıklarınızdan bahsedebilir misiniz?
YL: Tabii, o benim için çok güzel ve hoş bir dönem oldu. Beni Sabancı Üniversitesi’nin kuruluş dönemine çağırdıklarında Amerika’da öğretim üyesi olarak çalışıyordum. 1997-1998 senelerinden bahsediyoruz, henüz o sıralarda ortada hiçbir şey yok. Programlar henüz ortaya çıkmış değil, dersler belirlenmiş değil. Kampüs hiç yok. Üniversite sadece Karaköy’de bildiğiniz Minerva Han’ın birkaç katından ibaret. Böyle bir ortam… Ama benim için çok güzel bir dönem oldu. Çünkü o sırada Amerika’dan gelip bu çalışmanın içine girdiğimde Türkiye’de şimdiye kadar hiç yapılmamış, hatta dünyada da hiç yapılmamış bir çalışmanın içinde buldum kendimi.
Bütün üniversitenin vizyonunu yansıtan yepyeni bir yaklaşımla, ders programlarının ve içeriklerinin sıfırdan ortaya çıkartılması ve tanımlanması, laboratuvarların donatımı bütün bunların hepsinin planlanması gerekiyordu. Bu aslında çok hoş, çok keyifli bir iş. Aynı zamanda çok zamanınızı alan ama keyifle zamanınızı verebildiğiniz bir iş. Bu benim için 1999 senesinde başlayıp, 2001’in sonuna kadar devam ettirdiğim bir uğraş oldu. İlk başta daha kampüs ortada yoktu, kampüsün binaları planlanırken; hatta Mühendislik binasının iç planlarını bile masaya serip laboratuvarlar burada olsun, koridorlar şuradan geçsin tarzında bütün detaylara kadar mimari proje üzerinde de çalıştık. Daha sonra cihazların alınması, yerleştirilmesi, çalışır hale getirilmesi, ders programlarının hazırlanması, ders içeriklerinin tanımlanması ve ilk derslerin açılması gibi bütün o çalışmaların içinde bulundum. En önemlisi de mikroelektronik diye bir program o ana kadar zaten hiçbir yerde yoktu. Diğer bütün üniversitelerde Elektrik- Elektronik adı altında geçerdi. İlk defa mikroelektronik diye çok spesifik bir yönelimde program açıyorduk. Bunun nasıl yapılması gerektiği konusunda elimizde yönlendirici doküman da yoktu. O anda bazı şeyleri icat etmeniz gerekiyor, bunu da diğer arkadaşların da yardımıyla yaptık. Çok keyifli bir ortamdı ve gerçekten de şunu gördük; bugün bile hala ders programlarında bizim ilk yaptığımız programın izlerini görebiliyorum. Bu da çok hoş bir şey tabii ki, ders isimlerinde bile bunu görebiliyorum.
“Kişinin bilimsel verimliliği her dönem aynı olmuyor”
YL: Kısaca toparlamaya çalışacağım çünkü İsviçre’de 20 senemi geçirdim ve orada bulunduğum süre bana çok şey kattı. Her şeyden önce çok güzel bir araştırma ortamı vardı. Özellikle benim konumda, mikroelektrik ve genel olarak elektrik konularında çok geniş kapsamlı araştırma yapılabilecek bir ortam. Zaten orayı seçmemin sebebi de buydu. Sabancı Üniversitesi’nin kuruluşunda yer aldıktan, kuruluşu bir noktaya getirdikten sonra 2002 senesinde İsviçre’ye gitmeye karar verdim. Onun öncesinde de İsviçre ile sürekli ve çok yakın bir ilişkim vardı. Nasıl bir yer olduğunu biliyordum, araştırma ortamının nasıl imkânlar sunduğunu biliyordum ve o dönemde o ortamdan maksimum şekilde faydalanabilmek benim birinci önceliğimdi. O yüzden de oraya gittim. Bu seçimde de doğru karar verdiğimi düşünüyorum, çünkü kişinin bilimsel verimliliği her dönem aynı olmuyor. Kariyerinizin çeşitli dönemlerinde farklı verimliliğe sahip oluyorsunuz ve en azından benim için bilimsel verimliliğin maksimum olduğu zamanı bu mükemmel araştırma ortamının olduğu yerde geçirdim. O dönem bundan oldukça yararlandım, ayrıca sadece ben değil öğrencilerim de yararlandı. Benim zamanımda yetişmiş çok sayıdaki lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencisi bu ortamdan faydalandı. Orada bulunduğum süre içerisinde 45 doktora öğrencisine doktorasını verdim. Ve halen doktorasına devam eden 15 öğrencim var. Onlarla beraber bu sayı 60’a çıkıyor ki, bu sayı 20 senelik dönem için epeyce iyi bir ortalama, özellikle bizim konularda. Onun dışında 120 kadar master öğrencisinin de tezlerini yaptırdım. Bütün bu öğrenciler bizim kazancımız. Bunu toplam kariyerin bir ürünü olarak görebilirsiniz. Benim gözümde bir akademisyenin en önemli çıktısı insan yetiştirmektir. Biz aslında doğrudan doğruya insan yetiştirme işindeyiz, araştırma vs. bunun yan ürünleri. Yetiştirdiğimiz insanların yardımıyla yapılan araştırmalardan ortaya yayınlar çıkıyor. Böyle olduğu için İsviçre’de geçirdiğim 20 seneye yakın zamanın bu açıdan epey verimli geçtiğini düşünüyorum.
MÜ-ED: Türkiye’ye dönüşünüz ve Sabancı Üniversitesi’ne gelişiniz nasıl oldu?
YL: Geçen yaz olan oldukça kısa bir süreç. Sabancı Üniversitesi’ni zaten yakından takip ediyordum ama buraya bu kadar çabuk gelmeyi de düşünmüyordum. 2018 yazında Güler Hanım’ın inisiyatifiyle birkaç görüşmemiz oldu ve Güler Hanım’ın kendi vizyonunu tanıma fırsatı buldum. Şu anda ve bundan sonra üniversitenin nasıl bir yönelime girmesini öngördüğünü birinci elden onun ağzından dinledim ve bundan çok etkilendim. Bu çok önemli bir nokta çünkü böyle bir kurumun gelecek vizyonuna sahip olması lazım ve o vizyonun da benimkiyle uyumlu olmasını beklersiniz. Bunun da gerçekleştiğini gördüm ve bu benim için bir dönüm noktasıydı. Güler Hanım’ın ve daha sonra tanıştığım Mütevelli Heyeti Üyelerinin vizyonuyla benim vizyonumun uyuştuğunu gördükten sonra Sabancı Üniversitesi’ne dönme arzum süratli bir şekilde arttı. Ağustos-Eylül aylarında kararımı verdim ve Kasım ayında da göreve başladım. Çok hızlı bir süreç oldu aslında. Sürecin hızlı oluşunda Sabancı Üniversitesi’nin geçmişini ve başlangıç noktasını bilmemin de bir payı oldu.
“En büyük isteğim tekrar ders vermeye başlamak”
MÜ-ED: Rektör olmanız akademik çalışmalarınızı nasıl etkiliyor?
YL: Çok etkiliyor. Hatta şunu söyleyebilirim rektör olduktan sonra akademik çalışma yapamaz hale geldim. Şu anda devam ettirdiğim yegâne akademik çalışmam Lozan’da kalan grubumun çalışmalarını uzaktan da olsa takip etmek, artık ona indirgenmiş durumda. Elimden geldiği kadar gidip gelip onların çalışmalarını izliyorum. Neyse ki o grupta bu doktora öğrencilerinin çalışmalarını günlük takip edebilecek bir çekirdek akademik kadromuz da var. Ama benim de zaman zaman oraya gidip çalışmalarını izlemem gerekli. Bunun dışında akademik çalışma olarak etkinliğim kalmadı. Bu da doğal, çünkü geçtiğimiz 30 sene boyunca akademik dünyada bir şeyler üretmeye çalıştım. Kendi çapımda da bir noktaya kadar başarılı olduğumu düşünüyorum. İnsan akademik kariyerine de aynı şekilde devam edebilir, bu da gayet doğal. Beklenen bu akademik üretkenliğinizi, yayınlarınızı, etkinliklerinizi sürdürmeniz… Böyle bir yönetim görevini üstlendiğinizde bunların çoğuna artık vaktiniz kalmıyor. Ama yakın gelecekte en büyük isteğim tekrar ders vermeye başlamak. Çok kapsamlı araştırma projeleri yürütmeye vaktim olacağını zannetmiyorum, belki katkım olabilir. Bir iki dersi önümüzdeki dönem vermeye başlamak istiyorum. Ama şu anda baktığımızda akademik etkinliğim sıfıra yakın, bu da işin gereği.
MÜ-ED: Sabancı Üniversitesi’nin dünyadaki bilinirliğini artırmak için neler yapmayı düşünüyorsunuz? Rektörlüğünüz süresinde hangi gelişimleri hedefliyorsunuz?
YL: Güzel... Çok şey hedefliyoruz. Bir kere Sabancı Üniversitesi’nin en büyük ihtiyacı olan şey dünya çapındaki görünürlüğünü artırması. Sadece kâğıt üzerindeki performansımıza baktığınızda aslında çok çok iyiyiz. Hem akademik üretkenlik, bilimsel kalite, yayınlar, çıktılar ve projeler konularında gerçekten iyiyiz. Sadece Türkiye’de değil, dünya çapında adı bilinen bir üniversite olma yolundayız. Ama adımız yeterince biliniyor mu? Hayır. Sabancı Üniversitesi olarak hak ettiğimizin çok altında. Benim birinci görevim aslında bunu düzeltmek. Akademi ve eğitim dünyasında, adı geçen ve kabul görmüş üniversite kategorisine girmemiz lazım. Bunu sağlamak istiyorum. Bunu nasıl yapabiliriz? Kaliteli öğrenci ve dünya çapında öğretim üyelerini çekerek yapabiliriz. Sadece Türkiye’den değil; dünyadan en iyi öğrencileri almaya çalışmamız lazım. Şu anda yurtdışından gelen öğrencilerimizin yüzdesi halen oldukça düşük ve hala çok az sayıda ülkeden geliyorlar. Ama bizim bu spektrumu genişletmemiz lazım. Dünyanın her yerinden, Avrupa’dan, Amerika’dan, Asya’dan en kaliteli öğrencileri çekebilir duruma gelmemiz lazım. Bunu yapabileceğimize inanıyorum. Bu sadece üniversitenin tanınırlığını daha çok artırarak sağlanabilir ve o üniversiteye daha da fazla görünürlük kazandırır. Zorlu bir süreç ama yapabileceğimize inanıyorum.
“Lisans eğitimi kişiliğinizin oluştuğu bir dönem”
MÜ-ED: Akademik kariyer düşünenler sizce lisans hayatında nelere yoğunlaşmalı?
YL: Bence lisans sırasında bu konuyu düşünmeye ihtiyacınız yok. Çünkü akademik kariyer düşünseniz bile lisans eğitimi benim gözümde kişiliğinizin oluştuğu bir dönem. Sadece akademik yetkinliği kastetmiyorum, tüm kişiliğiniz... İlgi alanlarınızın, bilginizin, becerilerinizin mümkün mertebe genişletilmesi, sadece tek konuya odaklanarak değil daha geniş bir perspektiften dünyaya bakabilmeniz gibi yetkinlikleri lisansta kazanıyorsunuz.
“Üniversitenin size sunduğu geniş
imkânlardan yararlanarak kendinizi geliştirin”
Akademik kariyer tanım gereği kişinin belli konulara derinleşerek özelleşmesini gerektiriyor. Bu da daha ileri safhalarda olan bir şey. Yani yüksek lisansın ardından doktora yaptığınızda, doktoranın sonlarına geldiğinizde... Doktora öğrencilerime söylediğim bir şeyi burada da söyleyeyim: doktorayı ne zaman bitirdiğinizi şu noktada anlayacaksınız; ne zaman ki siz doktora öğrencisi olarak hocanıza kendi konunuzda bir şeyler öğretebilecek bir konuma geleceksiniz, ne zaman ki siz benden daha iyisini biliyor olacaksınız, o zaman sizin doktoranız bitmiş oluyor. Bu doktora öğrencisi doktoranın sonuna ulaştığında artık bir akademik kariyer adayıdır, hocasından daha iyi konusunu bilen kişidir. Ama lisans düzeyinde sizin böyle bir derinleşmeye ihtiyacınız yok, doğru da değil. Siz mümkün olduğu kadar geniş açıdan kişiliğinizi geliştirmek durumundasınız. Liseden mezun olduktan sonra Sabancı Üniversitesi gibi kendinizi geliştirme imkânını sunan bir ortamdasınız, buradan maksimum faydalanmanız lazım.
Belli konulara sadece akademik beklentiyle odaklanmaya çalışmak yerine üniversitenin size sunduğu geniş imkânlardan ki bu sosyal bilimler olabilir, sanat olabilir, mühendisliğin değişiklik alanları olabilir, ders dışı aktiviteler olabilir, bunların hepsinden yararlanarak kendinizi geliştirebilirsiniz. Ondan sonra belli bir konuya odaklanabilirsiniz çünkü odaklanmaya her zaman vaktiniz olur. Ama önce kişiliğinizin sağlam bir şekilde yerine oturmuş olması lazım ki, daha sonra seçmiş olduğunuz konuya rahatlıkla odaklanıp o konuda bir etki yapabilirsiniz. O yüzden lisansta ben akademik dünya için ne yapayım ya da akademik dünyaya yönelmek için lisans düzeyinde ne yapabilirim diye sorduğunuzda kendinizi çok önceden hizalamaya çalışıyormuşsunuz gibi algılıyorum. Başka üniversitelerde böyle davranılıyor biliyorum, bence bu yanlış. Liseden mezun olduktan sonraki dört sene kişiliğin gelişmesi için aslında bence son fırsat. Bunun en iyi şekilde kullanılması lazım. Akademik derinleşme ondan sonra gerçekleşebilir, bence doğrusu da bu zaten.
MÜ-ED: Okulumuzda elektronik derslerine girmeyi düşünüyor musunuz?
YL: Evet, elektronik dersleri benim çok sevdiğim bir konu bahsetmiştim. Tebeşirle kara tahtada elektronik dersi anlatmayı da çok severim. Öğrencilerimin de bundan çok memnun olduklarını biliyorum. Çünkü yıllar boyunca aldığım bütün öğrenci geri dönüşleri bunu söylüyor. Benim sahne performansım fena değildir. O konuda iddialıyım ama dediğim gibi şu sıralarda pek ders verebilecek vaktim olmadığı için ara vermek zorunda kaldım. En kısa zamanda buna geri dönmek istiyorum. Döndüğümde ileri düzeyde bir elektronik dersi vermek yerine olabildiği kadar birinci ya da ikinci sınıf derslerine yönelmeyi tercih ederim. Çünkü bu şekilde öğrencilerin daha geniş bir kesimine dokunmak ve onları mühendisliğin değişiklik perspektifleriyle tanıştırmayı arzuluyorum. O konuda bir ders açmayı çok isterim. Bu bir fakülte dersi olabilir, ikinci sınıf dersi olabilir. Elektronik sadece belli noktalarından değil, bir mühendislik disiplini olarak ele alınabilir. Umarım yakın zamanda hayata geçirebilirim.
MÜ-ED: Mikroelektronik ve tümleştirilmiş devre tasarımı konusunda uzmanlaşanlar Türkiye’de neler yapabilir?
YL: Çok güzel… Ben elektronik okuyalı üzerinden neredeyse 40 sene geçti. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde lisans eğitimimi 1984’te bitirdim, daha sonra 1986’da yüksek lisansımı, sonrasında da doktoramı yaptım. 1990’da doktoramı bitirdiğimde Türkiye’de elektronik, mikroelektronik ve yarı iletken konularında çalışma olanağı neredeyse sıfıra yakındı. Ona rağmen bu konuya gönül verdik. Bu konularda çalıştık. Türkiye’de elimizden geleni yaptık, ama yapılabileceklerin sayısı kısıtlıydı. Yetiştirdiğimiz öğrencilerin de çoğu yurtdışına gittiler. Çünkü Türkiye’deki çalışma olanakları gerçekten kısıtlı. Bugüne bakıyorsunuz, durum nasıl, bundan sonra nasıl olacak? Şu anda hala çalışma olanaklarının kısıtlı olduğunu görüyoruz. Bizim alanlarda yetişen öğrencilerin büyük bir kısmı daha sonra sistem tasarımına yöneliyor. Öğrendikleri temelleri iyi kullanarak doğru giden bir yolda sistem entegrasyonu onlara çok iyi kariyer imkânı sunuyor. Bu şekilde Türkiye’de değişik şirketlerde çok başarılı olmuş öğrencilerimiz var. Ama bu gerçek anlamda mikroelektronik yarı iletken konusunda Türkiye’de çalışan insanların sayısının arttığı anlamına gelmiyor. Çünkü o sayı hala çok kısıtlı. Bugün için soracak olursanız, Türkiye’de mikroelektronik konusunda, gerçekten çalışan insan sayısı 100’den biraz fazla belki 150’dir, 200’ü bulur mu bilemiyorum. Bu çok küçük bir sayı düşünecek olursanız. Türkiye’de iyi elektronik mühendisi yetiştiren sadece Sabancı Üniversitesi değil, çok sayıda üniversite var. Buradan yetişen insanların çoğu ya başka alanlara kayıyor veya yurtdışına gidiyor. Bu değişecek mi, evet biz değişmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Nasıl? Türkiye’de bu endüstrinin gelişmesi lazım. Çünkü üniversiteler bu konularda iyi yetişmiş insanları ortaya çıkarttıkça, bu insanları absorb edebilecek bir endüstrinin de var olması lazım. Biz bir taraftan da o endüstriyi ayağa kaldırmaya çalışıyoruz. Yani mikroelektronik konusunda gerçekten iddia sahibi ekosistemin Türkiye’de oluşması lazım. Bu konuda da çaba gösteriyoruz. Bunun değişik perspektifleri var. En önemlisi de üretim yapabilmek, Türkiye’de mikroelektronik üretimini hayata geçirebilmek, bu benim uzun zamandır istediğim, takip ettiğim bir proje ve bu projeyi önümüzdeki birkaç sene içerisinde ayağa kaldırmak istiyoruz.
Akademisyene Sor proje ekibinden Merve Üre, Sabancı Üniversitesi Rektörü Yusuf Leblebici, Akademisyene Sor proje ekibindenEcem Dinçdal
“Mezunlarımızın önemli bir kısmı bugün gerek
Türkiye’de gerek yurtdışında çok değerli pozisyonlarda çalışıyorlar”
MÜ-ED:Başka neler eklemek isterdiniz?
YL: Benim için üniversitenin öğrenci kalitesi çok önemli. Çünkü Türkiye’nin en iyi öğrencilerini alıyoruz. Aynı zamanda demin söylediğim gibi bu öğrencilere de Türkiye’de başka hiçbir üniversitenin vermediği bir ortamı veriyoruz. Bu kendi içinde çok değerli. Yetiştirdiğimiz öğrencilerin de ileride buradan çıktıktan sonra çok başarılı işler yaptıklarını biliyorum. Bunların hepsini biliyorum demekle kalmayıp, ben bu öğrencilerin hepsini tanıyorum. Bir kısmı doğrudan benim öğrencim oldular. Yüksek lisans ve doktorada benim en başarılı öğrencilerimin bir kısmı zaten Sabancı Üniversitesi’nden mezun olanlardı. Daha sonra Lozan’a gelip benim yanımda doktora yaptılar. Onların dışında da mezunlarımızın önemli bir kısmı bugün gerek Türkiye’de gerek yurtdışında çok değerli pozisyonlarda çalışıyorlar. Bu zaten üniversitenin insan çıktısının ne kadar kaliteli olduğunun bir göstergesi.
“Öğrencilerin de üniversitenin vizyonunun bir paydaşı olması lazım”
Sabancı Üniversitesi’nin yeni döneminde yapmaya çalıştığımız bu kaliteli insan potansiyelini kullanarak, artık Türkiye’nin iyi üniversitesi olmaktan dünyanın en iyi üniversitelerinden birisi olmaya doğru adım atmak. Bunu da hep beraber yapabiliriz. Sadece benim ya da birkaç öğretim üyesinin ya da az sayıda insanın çabası, yönlendirmesiyle olacak iş değil. Bunu birlikte yapmamız gerekecek. Bu biraz üniversitenin sloganını tekrar etmek gibi oluyor ama aslında üniversitenin sloganı çok doğru bir slogan; “Birlikte yaratmak”. Çünkü bunu ancak öğrencilerimizle birlikte yapabiliriz. O yüzden de öğrencilerimizin bu vizyonu içselleştirmelerini isteriz. Yani Sabancı Üniversitesi’ne geldiklerinde “Sadece Türkiye’nin iyi bir üniversitesine geldim, yaşasın! Çok güzel bir yer, müthiş bir kampüs, bana şöyle imkânlar sunuluyor, harika! Ben burada 4-5 senemi geçireceğim”in ötesinde, bu vizyonu paylaşarak, bizimle birlikte bunun gerçekleşmesine katkıda bulunmalarını istiyoruz ve öğrencilerimizi bunun için motive edebilmek istiyoruz. Bu yüzden de öğrencilere dokunmamız, onlarla bir arada olmamız ve bu vizyonu verebilmemiz gerekiyor. Bunun yapılabileceğini düşünüyorum.
Bu, bugüne kadar pek üzerinde durulmamış olan bir nokta çünkü şimdiye kadar gerçekten Türkiye’nin en iyi üniversite ortamı olmasına odaklanılmış, çok da başarılı olunmuş, ama şimdi dünya üniversitesi olmak, dünyanın en iyilerinden birisi olmak ve bu yolda gerek öğretim üyeleri, gerek tüm kadromuz ve tabii ki öğrencilerimiz... Öğrencilerimiz deyince öğrencilerimiz de bir fanusda bulunmuyorlar onların da geri planında aileleri ve diğer tüm paydaşlar, aslında ülkenin tamamı var. Bu vizyonun paylaşılması lazım ki başarılı olabilelim. Türkiye’de kendini bu şekilde tanımlayan başka bir üniversite olduğunu zannetmiyorum. Bunu ilk defa yaptığımız için de yolumuz zor. Ama zor olanı başarmak da kendi içinde çok hoş bir şey. Zaten hiçbirimiz kolay bir şeyi yapmak için burada bulunmuyoruz; sizler de öyle. Bu üniversiteye girebilmek ve burada başarılı olmak için ne kadar çaba harcadığınızı biliyorum. Benzer şekilde öğretim kadrosunun da ne kadar özveriyle çalıştığını biliyorum. Ama zoru başarmak için de birlikte hareket etmemiz gerekecek. Bu vizyonu öğrencilere, sadece öğrencilere değil bütün bu ekosisteme verebilmek ve paylaşabilmek için bunu tekrar ve tekrar anlatmam, anlatmamız gerekiyor. Sadece benim bir şey söylemem yeterli değil, sizlerin de bunu alıp paylaşmanız lazım. Ve bu bir tür git gel içinde gerçekleşir, çünkü bizden gelecek olan bir mesaj, sizden güçlenerek tekrar geri gelir. Bizden tekrar güçlenerek size gider, sizden diğer paydaşlara dağılır, oradan geri gelir ve bu şekilde artarak çoğalır. Bu hakikaten zaman alan bir süreç; ama bunun yapılabileceğini düşünüyorum. O mesaj herkes tarafından alınıp içselleştirildiğinde başarılı olunacağına inanıyorum.
Yurtdışında hakikaten başarılı olmuş, isim sahibi olmuş üniversitelere baktığımızda bunun gerçekleştiğini görüyorsunuz. Yani o üniversitenin gerek mezunları, gerek öğretim kadrosu, gerek yönetimi, gerek öğrencileri, gerek o öğrencilerin aileleri, gerekse bulundukları ekosistemin tamamı o üniversitenin (üniversitenin adını ne isterseniz koyun, Harvard deyin, MIT deyin, Caltech deyin) tamamını zaten belli bir yerde görmeyi içselleştirdikleri için bu gerçekleşiyor. Yani sizin hayal ettiğiniz sunumda gerçek olabilmesi için ilk önce o vizyonu sizin kafanızda şekillendirebilmeniz lazım. O olduğunda zaten yolun yarısını gitmiş oluyorsunuz. Bu çok çok önemli bir şey. İlk başta “Yok canım, biz oraya nasıl varırız ki?” diyebilirsiniz ama ilk önce o hayali anlayıp, başkalarına izah edebilecek duruma geldiğinizde zaten yolun yarısını geçiyorsunuz. Bu uzun bir süreç ama ben başarılı olacağımıza inanıyorum.
Bu vizyonun paylaşılması için tabii öğrencilerle bir araya gelmemiz lazım. Benim doğrudan öğrenciler ile bir araya gelmem, sadece sahneye çıkıp bir şeyler söylemek değil, değişik ortamlarda, bunun ötesinde sohbet anlamında öğrencilerle bir araya gelmem gerekli. Bunu yapmaya gayretliyim ama şu ana kadar o kadar yoğun bir tempo içerisindeyim ki, çok da fazla fırsat bulamadım. Bundan sonra daha fazla olanak çıkar diye ümit ediyorum. İçinde bulunduğum rektörlük ofisinden ne kadar çıkabilirsem, o kadar iyi aslında. Buna gayret edeceğim. Bunun ötesinde fırsatlar yaratmaya da çalışıyorum. Derslerin başladığı günlerde Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi'nde bir toplantı düzenledik, öğrencilerle bir araya gelmek için. Çok az öğrenci katılabildi doğal olarak, çünkü tam o sırada öğrencilerin derslere kayıt ve benzeri programları vardı. Öğrencilerimizle tanışmayı o sırada çok istiyordum, hala da çoğu ile tanışabilmiş değilim, farkındayım. Hatta onların "Bu rektörü hiç göremedik" dediklerini duyar gibiyim. Öğrencilerle vakit geçirmeyi ben de çok istiyorum. Öğrencilerin kampüs ve yurtlar hakkında çok sorusu var biliyorum. Önümüzdeki akademik yıl ile birlikte belki daha sık townhall meeting tadında sohbet şeklinde toplantılar yaparak, sorularını elimden geldiğince not alır, cevaplamaya çalışır veya cevaplayabilecek insanlara iletirim. Önemli olan diyaloğun başlaması ve devam etmesi.
“Mezunumuz olarak vizyonumuzu
dünyaya taşıyacak olan kişiler sizlersiniz”
Söylediğim gibi, öğrencilerin de üniversitenin vizyonunun bir paydaşı olmanız lazım. Sadece kapıdan girip, sonunda da diplomanızı alıp çıkacak kişiler değil, siz kurumun artık ilelebet bir parçasısınız. Bundan sonra da mezunumuz olarak vizyonumuzu dünyaya taşıyacak olan kişiler sizlersiniz. Bakın bir örnek vereyim: Geçtiğimiz bir kaç ay içinde dünyanın çeşitli ülkelerinde toplantılar yapmaya başladık. Londra, Amsterdam, Boston, San Francisco ve Münih şehirlerinde toplam 430'dan fazla mezunumuzla bir araya geldiğimiz beş toplantı yaptık. Bu arkadaşlarımızın hepsi bulundukları ülkelerde, gerek akademik gerek iş dünyasında en güzel pozisyonlardalar. Büyük bir motivasyon ve özveri ile mezuniyetlerin üzerinden 10-15 sene geçmiş olmasına rağmen, kendilerini Sabancı Üniversitesi'nin bir üyesi olarak görüyorlar. Şu andaki öğrencilerimiz de öyle olacak. Bizlerin de sizinle vizyonumuzu paylaşmamız lazım ki -ister Türkiye'de ister farklı ülkelerde, ister akademik dünyada ister iş dünyasında- Sabancı Üniversitesi'nin bir parçası olarak hayatınızın devamında bu vizyona katkı sağlamaya devam edebilesiniz. O yüzden tüm öğrencilerimizle daha yakın olmak için elimden geleni yapmaya çalışacağım.
“Hem Türkiye'nin hem de dünyanın en iyi üniversitelerinden birisi olmak istiyoruz”
MÜ-ED: Son olarak, sizce neden Sabancı Üniversitesi?
YL: Sabancı Üniversitesi 20 sene önce de böyleydi, bugün de hala böyle... Türkiye'de ve dünyada da pek eşi benzeri olmayan bir üniversite. Bunun şöyle bir gerekçesi var; tamamen sıfırdan ve yeni bir zihniyetle, vizyonla bir üniversite kurulması Türkiye'de ve dünyada sık rastlanan bir durum değil. Böyle durumlarla siz belki 20-30 senede ancak bir kere karşılaşırsınız. Şu anda Türkiye'de her sene kurulan "n" tane üniversite var, ben ondan bahsetmiyorum. Sabancı Üniversitesi yeni vizyonla kurulan ve kurulmadan önce de dünya çapında uzmanlara danışılıp "bu iş en iyi nasıl yapılmalı ve yenilikçi bir ortam nasıl kurulur?" sorusu sorulup araştırılarak kurulmuş çok nadir kurumlardan birisi. Zaten bunun sonucunu üniversitenin içinde olarak en iyi siz görüyorsunuz. Türkiye'deki diğer bütün üniversitelerden farklı olduğunu şu ana kadar anlamış olmanız gerekir. Sadece siz değil, Türkiye içinde ve dışında da insanlar bu üniversiteye baktıklarında aynı şeyi görüyorlar. Bu benim için birinci neden. Yani çok farklı ve özel bir kurumda çalışıyorsunuz veya okuyorsunuz.
İkinci önemli neden de şu; Sabancı Üniversitesi boyut olarak on binlerce öğrencisi olan devasa bir üniversite değil. Hiç bir zaman da öyle olma niyetimiz ve planımız da yok. Ama hem Türkiye'nin hem de dünyanın en iyi üniversitelerinden birisi olmak istiyoruz. Her konuda ve her alanda söz sahibi olmak gibi bir iddamız da yok. Bazı alanlara yoğunlaşıp, o alanlarda 1 numara olmak istiyoruz. Böyle iddası olan kurumlar ses getirme ve iz bırakma konusunda çok daha geniş kapasiteye sahip kurumlardır. Büyük kurumlara nazaran odaklanıp bu şekilde çalışabilenler çok daha başarılı olabiliyorlar. O yüzden de ben hayatımda Sabancı Üniversitesi'ni iki defa tercih ettim. Birincisi az önce anlattığım gibi üniversitenin kuruluş aşamasında buradaki çalışmalara destek olarak, ikincisi de üzerinden 20 sene geçtikten sonra yeni rektör sıfatıyla gelip burada görev alarak. İkisinde de asıl tercih nedenim tam tamına bu. Birinci tercihimde de ikinci tercihimde de düşüncelerim değişmedi. Sabancı Üniversitesi'ni o bakımdan hem Türkiye için hem dünya için çok farklı bir yerde görüyorum.
Akademisyene Sor: Yusuf Leblebici
#AkademisyeneSor nedir?
Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 2019 mezunumuz Merve Üre ile Yönetim Bilimleri Fakültesi 2019 mezunumuz Ecem Dinçdal tarafından hazırlanan Akademisyene Sor serisinde, öğretim üyelerimiz kendileri hakkında merak edilen soruları yanıtlıyor. Akademisyene Sor, öğretim üyelerimiz ile öğrencilerin sorularını buluştururken, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi’nin değerlerinin tanıtılmasını ve dışarıdan daha iyi anlaşılmasını amaçlıyor. #AkademisyeneSor videolarını Instagram hesabımızdan izleyebilir, öğretim üyelerimize merak ettiklerinizi sorabilirsiniz.