Ana içeriğe atla

Farklı görüşlerin paylaşılabileceği ve akademik özgürlüklerin çok kuvvetli olduğu bir kurum

#AkademisyeneSor'un yeni konuğu Sanat ve Sosyal Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Özge Kemahlıoğlu oldu.  

Özge Kemahlıoğlu

Sanat ve Sosyal Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Özge Kemahlıoğlu 

"Farklı görüşlerin paylaşılabileceği ve

akademik özgürlüklerin çok kuvvetli olduğu bir kurum"

CE-ŞŞE-EM: Asya çalışmaların üzerine uzmanlaşmak isteyen bir kişi için Sabancı Üniversitesi yüksek lisans programları uygun olur mu?

ÖK: Siyaset biliminde Asya çalışmaları üzerine çalışan bir öğretim üyemiz yok. Benim kendi doktora programımda çalıştığım kişilerden aldığım görüş, bizim siyaset biliminde daha çok teori ve metot açısından yaklaşımı öğrenmemizin değerli olduğu üzerineydi. Sonra kendi çalıştığınız alanda değişik kaynaklara başvurarak kendinizi geliştirebilirsiniz. Örnek vermek gerekirse ben de aslında Fransa ve Avrupa üzerine çalışan bir siyaset bilimi danışmanına sahiptim. Ben Arjantin ve Türkiye üzerine doktoramı yaptım. Tez komitemde Arjantin ve Latin Amerika üzerine çalışanlar vardı ve onlardan da çok değerli bilgiler kazandım. Ancak asıl teori ve metot olarak çalıştığım danışmanım tamamen farklı bir alanda çalışmaktaydı.

Dolayısıyla burada özellikle Asya üzerine çalışan birisi yok ama siyaset bilimine gelip farklı metot ve teorileri öğrenip Asya üzerine kendisi okuyabilir. Siyaset bilimi programında yüksek lisans yapmak; daha çok belli bir teorik yaklaşım açısı, analitik bir şekilde nasıl çalışılabilir ve metot olarak bunlar nasıl yapılabilir diye odaklanıyor ve bunu öğretiyor, hangi özel konuda çalışacağı daha çok kişinin kendisine kalıyor.

CE-ŞŞE-EM: Gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkeler olarak nitelendirilen toplumlarda siyasi partileri desteklemek, futbol takımı tutmaya mı benzetiliyor?

ÖK: Bizde öyle bir düşünce var. Hatta Ersin Hoca’nın yaptığı anketlerde, ortak çalışmalarda “Bir siyasi parti tutuyor musunuz?” diye soruyorlar. Çünkü bu kişiye daha tanıdık bir soru formu olarak geliyor. Gelişmiş olan ülkelerde aynı soruyu bu şekilde soruluyor mu açıkçası bilemiyorum. Onlar bu şekilde algılıyorlar mı onu da bilemiyorum. Aslında ikisinin de nasıl oluştuğuna bakmak lazım. Mesela siyasi parti nasıl tutulur diye iki teori vardır. Bir tanesi çocukluktan beri içerisinde sosyalleştiğiniz bir ortamda bunu tutmayı öğrenirsiniz. Daha çok aileden gelir, onun üzerine eğitimin de etkisi olabilir. Diğer bir teori ise deneyimleriniz ile ilgili. Mesela o parti geçmişte başarılı olmuştur ve siz bunu deneyiminizde artı bir puan olarak yazarsınız. Başarısız bir partiye eksi yazılabilir ve böyle topladığınız bir değerlendirme sonucunda da parti tutmaya başlayabilirsiniz.

Siyasi partilere bakış açısı gelişmiş demokrasilerde bu iki şekilde anlaşılıyor. Bunu bir futbol takımı mantığında tutmak içinde sosyalleştiğimiz bir şey. Sonuçta bu kadar kuvvetli tutuyorsa vazgeçememe gibi bir durum oluyor. İkinci teoride eğer başarısız olduysa artık ben bundan vazgeçer başka partiye geçerim diyebilme ihtimali var. Sosyalleştiği ortamda edindiği bir destekleme ise, aileden veya hayatındaki yaşantısı sırasında daha da kuvvetlendiyse o zaman hemen hemen hiç vazgeçemeyebiliyor.  Benzer bir tutum aslında gelişmiş demokrasilerde de olabiliyor. Belki oranlar biraz daha farklı olabiliyor. 

CE-ŞŞE-EM: Gelişmekte olan ülke listesinde yıllardır aynı ülkeler var. Neden bu ülkeler hiç gelişim gösteremiyorlar?

ÖK: Gelişim gösterenler var, Güney Kore, Şili bunlar arasında. Az olmasının nedeni kaynakların gelişmesinin ve o atılımın yapılmasının zorluğu. Belli bir siyasi, ekonomik olarak bir düzen var. Dolayısıyla zaten avantajlı olan ülkeler ekonomik olarak pozisyonlarını koruyorlar. Ekonomik kaynak olduğu zaman siyasi açıdan her şey daha kolay. Ama bunun içinden hiç mi çıkılmaz, tabii çıkılabilir. Bunu yapan ülkeler var. İki güzel örnek Şili ve Güney Kore. Hem ekonomik açıdan hem siyasi açıdan daha bizim isteyebileceğimiz bir düzeyde oldukları söylenebilir. İkisi de daha otoriter bir sistemden demokrasiye geçebilmiş durumda. Ekonomik açıdan performansları daha iyi. Tabi sorunları yok değil, hala sorunlar devam ediyor. Ama belli bir atlama yaşayabilmiş bir durumdalar. Niye daha çok ülke yapamıyor, tabi gelişmiş olan ülkeler kendilerinde çeşitli açılardan o pozisyonları korumak için stratejiler seçiyorlar. O da doğal. Bir ülkenin gelişmesi demek, eşitsizlik olarak bakarsak belki başka bir ülkenin daha az etkili olması demek. Tabii o da onların kaybetmek istemediği bir pozisyon. Teknolojik birikimleri daha fazla olan ülkeler daha çok kazanıyor. Birçok ülke teknolojik birikimi ancak kopyalayarak alabiliyor, kendilerinin geliştirmesi için kaynak ayırmaları gerekiyor. Kaynak olmadığı için de hala gelişmekte olan ülke olarak kalıyorlar. Dolayısıyla ülkeler arasındaki sıralamayı değiştirmek çok zor ama imkansız da değil.

CE-ŞŞE-EM: Gelişmeyi önleyen yolsuzluk mu yoksa ülke gelişemediği için mi yolsuzluk var?

ÖK: Bunun ampirik çalışmasını yapmak çok zor. İki faktör arasında korelasyon bulunabiliyor ama hangisi hangisine neden oluyor bunun ampirik olarak gösterilmesi çok zor. Bu konuda deney yapmak hemen hemen imkânsız. Bazen doğal deney ortamlarından yararlanıp bunu anlamaya çalışan çalışmalar var ancak bu çok nadir karşılaşılan bir şey. Biz bunu açıklamaya çalışırken daha çok teorik açıklamalara odaklanıyoruz. Yolsuzluk tabi ki gelişmeyi zorlaştırıyor. Çünkü kaynak israfı var.

Gelişmemiş olmak yolsuzluğa yol açıyor mu, bu daha zor bir soru. Ekonomik olarak gelişmemiş olunca kaynaklar daha az oluyor. Kaynaklar üzerinde rekabet daha kuvvetli dolayısıyla yolsuzluğa bir anlamda yol açan bir sebep. Herkesin o dar kaynaklardan daha fazla almak için bir mücadelesi oluyor. Siyasi kurumlar gelişmemiş oluyor. Bu siyasi kurumların iyi hale gelmesi, yolsuzlukları sınırlayabilecek derecede iyi çalışabilmesi için zamana ve kaynağa ihtiyaç var. Ekonomik gelişmeye bağlı olan siyasi kurumların sonradan bu ülkelere gelmiş olmaları ve daha zamana ihtiyaçları olduğu için yeteri kadar yolsuzlukları sınırlayacak derecede kuvvetli olamayabiliyor.

CE-ŞŞE-EM: Latin Amerika siyaseti ile bizim siyasetimiz arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?

ÖK: Latin Amerika çok büyük bir alan. Kendi içinde de çok özellikleri var ama gerçekten çok benzerlikler de var ve ilgisini çekiyor insanların. Bu konuda çalışma yapan çok fazla kişi var. Bizim üniversitemizde Latin Amerika ile ilgilenen Oya Hoca var, ben varım, eskiden Işık Hoca vardı. Hemen hemen büyük siyaset bilimi programlarında mutlakta bir ilgilenen oluyor. Çünkü belli bazı konular çok ortak. Mesela demokratikleşme, eski tarihe bakarsak askeri darbeler, siyasi-ekonomik sorunlar, belli bir gelişmişlik düzeyini paylaştığımız için onunla ilgili sorular…

Literatürü de çok kuvvetli olduğu için çok insanın ilgisini çeken bir alan. Çok büyük farklılıklar da mevcut. En büyük farklılıklardan bir tanesi koloni geçmişinin olmaması, yani koloniyal bir geçmişleri var. Bu da oradaki eşitsizliği inanılmaz derece de artırıyor. Bizden farklı olarak yapısal çok büyük bir eşitsizlik mevcut. Biz o açıdan daha şanslıyız. Bizde eşitsizlik yok mu, var tabii ama Latin Amerika’da bu çok daha fazla. Son zamanlarda belki dinin siyasete etkisi açısından farklılıklar ortaya çıkabiliyor. Gerçi şimdi orada da mesela Brezilya’da etkili olmaya başladı, ama genel olarak kimlik siyasetlerinde daha ilerici kararların alınabildiği bir bölge. Orada dinin siyasete etkisine baktığımızda büyük farklılıklar görebiliyoruz. Hem vurgulanan konular açısından hem farklı grupların bakışları açısından… Birçok ülkede sivil toplum çok daha gelişmiş durumda. Bizde hala çok zayıf durumda.

CE-ŞŞE-EM: Siyasi partilerin günümüz dünyasında var olabilmesi için ne gibi yatırımlar yapması gerekir?

ÖK: Siyasi partilerin gençlere hitap edebilmesinde büyük bir sorun var. Hem siyasi hem ekonomik açıdan değişiklik isteniyor. Ülkelerde bunları sunabilen partiler var mı, genel olarak böyle bir sorun var. Daha etkili ve değişime yol açabilecek pozisyonlar alabiliyorlar mı? Siyasi partilerin kendi iç çalışmalarından dolayı değişiklik yapabilmeleri bazen çok zor olabiliyor. Bunlar çok uzun süredir gelişmiş kurumlar oldukları için aday seçimi, organizasyon gibi konularda değişiklik yapmaları zor olabiliyor. Mesela Amerika’da görüyoruz. Şimdi topluma hitap edebilen aday bulma konusunda sıkıntı çekiyorlar. Çıkardıkları adaylar da seçimlerde ne kadar başarılı olabiliyor? Parti içine hitap etmesiyle genel seçmene hitap edebilmesi konusunda farklılıklar olabiliyor. Yerleşmiş kurumlar, isteklere daha hızlı ve kuvvetli bir şekilde cevap veremeyebiliyorlar. Ne yapılabilir? Eskiden mesela kaynaklar da çok farklıydı. Parti üyelerinden gelen kaynaklara dayalı bir parti organizasyonu olabilirken, şu an hemen hemen imkânsız. Adayların getirdiği lobilerin getirdiği kaynakları üzerinden veya devlet kaynakları üzerinden çalışılıyor. Bu durumda belki birazcık daha parti üyelerinden kopuk bir yapı gelişiyor. Parti üyelerinin daha etkili olabileceği mekanizmalar getirilebilir. Çok farklı deneyimlerde mevcut. İspanya’da, Latin Amerika’da, parti üyelerinin hem kararlarda hem fonlama konusunda daha etkili olduğu örnekler de var. O zaman daha katılımcı bir siyaset oluyor. Belki parti üyelerinin etkisini artırabilecek daha katılımcı bir yapıya geçmeye çalışmak etkili olabilir. 

CE-ŞŞE-EM: Akademisyen olarak yaşadığınız en komik anınız nedir?

ÖK: Akademisyen olarak eğitimle belki alakalı değil de doktora araştırması için Arjantin’e gittiğimde, küçük bir şehre gitmiştim. Orada radyo programına katılmıştım çünkü çok ilginç gelmişti, Türkiye’den birisi gelmiş ne yapıyor burada ne çalışıyor diye. Bana Türkiye’den gelen birisi burada ne hissediyor gibi sorular sorulmuştu, komik anım olarak bu aklıma geldi.

CE-ŞŞE-EM: Neden siyasi arenada siyaset bilimciler az? Ağırlıklı olarak hukukçu, iş adamı vb alanlardan siyasetçiler görüyoruz.

ÖK: Aslında birçok akademisyen kendisi aktif olarak siyaset yapmak için bu alanı seçmiyor. Sonrasından ilgisi ve deneyiminden dolayı siyasetçi olanlar olabilir ama daha çok çoğu kişi bunu araştırmak, öğrenmek, öğrendiklerini paylaşmak için yapıyor. Neden daha çok avukat vardır mesela çünkü aslında hem siyasete yakın bilgilere sahipler hem de bence siyasette en önemli kaynak bir aday için, ne kadar sosyal çevresinin olduğu. Çünkü ne kadar çok kişi üzerinde etkisi varsa, siyaset için o kişileri mobilize edebiliyorsa, siyasette daha başarılı oluyor. Avukatlıkta zaten kendi meslek yapılarından dolayı, doktorluk da öyledir, daha çok sosyal bir çevresine sahip olmasını sağlayan, toplum içi ilişkileri kuvvetli olan meslekler.

CE-ŞŞE-EM: En sevdiğiniz kitap ve en son okuduğunuz kitap nedir?

ÖK: En son okuduğum kitap, Built on Sand. Berlin’deki değişimleri anlatan bir kitaptı. En sevdiğimi kitabı söylemek çok zor. Roman olarak, Dostoyevski’nin Budala isimli kitabı.

CE-ŞŞE-EM: Bir film öneriniz var mı?

ÖK: Pedro Almodóvar’ın Acı ve Zafer isimli filmi.

CE-ŞŞE-EM: En sevdiğiniz şarkı?

ÖK: El Choclo isimli bir tango.

CE-ŞŞE-EM: Sizce neden Sabancı Üniversitesi?

ÖK: En klasik cevaplardan bir tanesi, öğrenciler burada ne çalışacağına daha sonradan karar verebiliyor. Bence bu güzel bir şey çünkü liseden mezun olduklarında neye yönelmek istediğini bilmiyorlar. Dolaysıyla burada değişik alanlarla ilgili değişik dersleri almaları daha bilinçli karar vermelerine yardımcı olmakta.

Onun dışında burası çok özgür bir yer. Bir akademisyen olarak düşündüğümde çok özgürlükçü yapıda hissediyorum. Derslerimde hiçbir zaman şunları söylemiyim diye düşünmedim ve bence öğrenciler de düşünmüyor. Genel olarak herkesin daha rahat olduğu bilhassa bizim sosyal bilimler açısından bu çok önemli. Farklı görüşlere sahip insanların bunu paylaşabiliyor olduğu ve Türkiye’de duyduğumuz kutuplaşmanın getirdiği birbirini dinlememesi ve ters tepkiler vermesi gibi durumların hiç yaşandığını görmediğim bir ortam. Öğrenciler o olgunluğa sahip, birbirlerini dinleyip, farklı düşünüyorlarsa birbirlerini yapıcı bir şekilde eleştirebiliyorlar. Üniversite çok değişik alanlarda çok farklı bilgiler edinebildiğiniz bir dönem. Bunu özgürlükçü bir ortamda yapabiliyor olmak çok büyük bir şans.

Sabancı Üniversitesi’ni tercih etmemdeki sebep siyasi ve sosyal açıdan liberal bir kurum olarak görmem. Farklı görüşlerin paylaşılabileceği ve akademik özgürlüklerin çok kuvvetli olduğu bir kurum. Sonra neden akademisyen olarak Sabancı Üniversitesi dersem, beraber çalıştığım insanları da çok seviyorum. Katıldığımız seminerlerde birbirimizin çalışmalarına geri bildirimler yapıyoruz. Özetle akademik özgürlükler ve beraber çalıştığım meslektaşlarım diyebilirim.

Cenk Eligüzeloğlu, Şebnem Şevin Eraslan, Özge Kemahlıoğlu, Eren Mutlu

Akademisyene Sor: Özge Kemahlıoğlu

Özge Kemahlıoğlu Kimdir? 

Sanat ve Sosyal Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Özge Kemahlıoğlu hakkında detaylı bilgi edinmek için lütfen tıklayın.  

#AkademisyeneSor nedir?

Öğretim üyelerimizin kendileri hakkında merak edilen soruları yanıtladığı #AkademisyeneSor Projesi Sabancı Üniversitesi Endüstri Mühendisliği 2019 mezunumuz Merve Üre ile Yönetim Bilimleri Fakültesi 2019 mezunumuz Ecem Dinçdal tarafından hayata geçirildi.

#AkademisyeneSor’un yeni döneminde Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği Programı 3.sınıf öğrencisi Cenk Eligüzeloğlu, Endüstri Mühendisliği Programı 2.sınıf öğrencisi Eren Mutlu ve Endüstri Mühendisliği Programı 3.sınıf öğrencisi Şebnem Şevin Eraslan görev alıyor.

Akademisyene Sor, öğretim üyelerimiz ile öğrencilerin sorularını buluştururken, aynı zamanda Sabancı Üniversitesi’nin değerlerinin tanıtılmasını ve dışarıdan daha iyi anlaşılmasını amaçlıyor. #AkademisyeneSor videolarını Instagram hesabımızdan izleyebilir, öğretim üyelerimize merak ettiklerinizi sorabilirsiniz.

IICEC Energy Market Newsletter - 7

Sabancı Üniversitesi İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC), IICEC Energy Market Newsletter'ının yedinci sayısını yayınladı. 

IICEC Energy Market Newsletterını okumak için lütfen tıklayın.

2019-2020 BAHAR Dönemi Ücretleri ve Ödemeleri

Sevgili Öğrencilerimiz,

2019 - 2020 Akademik yılı BAHAR DÖNEMİ öğrenim-yurt ücretleri ve ödeme tarihleri için lütfen TIKLAYINIZ.

Sevgilerimizle,

Öğrenci Kaynakları Birimi

Nano Open Seminer Serisi'nin yeni konuğu Bekir Özyurt

Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUNUM) tarafından düzenlenen Nano Open Seminer Serisi 11 Mart 2020 Çarşamba günü Arçelik ARGE Merkezi Sensör Teknolojileri Yöneticisi Bekir Özyurt’un “Gaz Fazı Sensörleri” konulu semineri ile devam ediyor. 

 

Gaz fazı sensörleri gıda bozulmasından, hava kalitesine kadar birçok farklı alanda hayatımızı girmektedir. Son on yılda teknolojik gelişmeler alınan patentler ile güvenilir, hassas, düşük enerji tüketimine sahip ürünler piyasaya çıkmaktadır. Önümüzdeki dönem araştırma alanları özellikle gaz fazı sensörlerine seçici özellik kazandırılması üzerine yoğunlaşacağı düşünülmektedir. Nanosis Platformunda “Aeresol ve gaz fazında kontaminasyon uyarısı verebilen nanoteknolojik sensörlerin geliştirilmesi” başlıklı araştırma programı kapsamında ortak araştırma kurumları ile beraber toplum sağlığını etkileyecek kontaminasyonların gaz fazında algılanmasına yönelik sensör geliştirme ve validasyon çalışmaları üzerine çalışılmaktadır.   

*Seminere tüm Sabancı Üniversitesi öğrencileri, akademisyenleri ve çalışanları davetlidir. 

Dr. Bekir Özyurt 

Dr. Bekir Özyurt; Arçelik A.Ş. ARGE Merkezi’nde Sensör Teknolojileri Yöneticisi olarak görev yapmaktadır. Grubun ana çalışma alanları beyaz eşya ürünlerindeki sensör uygulamaları, sensör tabanlı akıllı ev ürünleri tasarlanması, sensör veri analitiği ve yapay zeka çalışmaları ve özgün sensör geliştirme çalışmalarını kapsamaktadır. Yaklaşık 20 yıldır Arçelik ARGE Merkezinde soğutucu, pişirici ve yıkayıcı cihazlar üzerine enerji tüketimi iyileştirme, matematiksel modelleme ve simülasyon, yeni özellik tasarımı, yeni ürün geliştirme çalışmaları gerçekleştirmiştir. 2015-2016 yıllarında Arçelik Cambridge Arge Merkezi kurucu yöneticisi olarak İngiltere’de görev yapmıştır.  Doktora çalışmasını 2011 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği bölümünde, MBA çalışmasını da 2013 yılında Bilgi Üniversitesinde tamamlamıştır. Yurtiçi ve yurtdışında birçok destekli araştırma projelerinde araştırmacı ve yürütücü olarak yer almıştır.

 

Dönüştürücü Aktivizm Programı

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi (SU Gender), Chrest Vakfı ve Sigrid Rausing Trust desteğiyle, toplumsal cinsiyet odaklı çalışan sivil toplum çalışanları ve aktivistlerin katılımına açık bir dizi atölye çalışması düzenliyor.

Dönüştürücü Aktivizm: Toplumsal Cinsiyet ve Siyaseti Yeniden Düşünmek
(Şubat 2020 - Aralık 2020)

Gündelik hayatımızda ve dahil olduğumuz, aidiyet hissettiğimiz çevrelerde toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve ayrımcılıklardan kaynaklanan çatışma ve sorunlar ile başa çıkma araçlarımız neler? Cinsiyetlendirilmiş bir dünya düzeni içinde oluşturduğumuz dayanışma ağları ve inisiyatifler; toplumsal cinsiyet farkındalığı yaratmak, ataerki ve heteroseksizm ile mücadele etmek için bir araya geldiğimiz sivil toplum kuruluşları ve dernekler içerisinde kendimizle ve çevremizdekilerle nasıl ilişkiler kuruyor, yaşadığımız iletişim problemlerinin üstesinden nasıl geliyoruz? Başka bir dünya mümkün derken nasıl bir gelecek, nasıl bir dünya ve nasıl toplulukların içerisinde yaşamayı hayal ediyoruz? Bu dünyayı inşa edebilmek için yöntemlerimiz neler? Bireysel ve toplumsal dönüşümü mümkün kılacak yeni yöntemler neler olabilir? 

Sosyo-kültürel, politik ve ekolojik gelişmelerin bedenlerimize, duygularımıza ve ilişkilerimize yansıyan negatif etkilerinin üstesinden nasıl geliyoruz? Hem kendimize hem de sosyal çevremize zarar verebilen kaygı, korku ve suçluluk gibi duyguları; sıkışmışlık, yorgunluk ve tükenmişlik gibi birlikte üretme ve yaratma pratiklerimize ket vuran durumları bireysel ve toplumsal dönüşüm için harekete geçirici güçler olarak düşünmemiz mümkün mü? 

Toplumsal cinsiyet farkındalığına dair yaptığımız çalışmaları sürdürülebilir kılmak; hassasiyet ve kırılganlıklarımızı paylaşabileceğimiz, şiddetsiz ve barışçıl bir şekilde bir araya gelebileceğimiz alanlar oluşturmak için bireysel ve toplumsal farkındalığımızı nasıl arttırabiliriz?

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi (SU Gender), Chrest Vakfı ve Sigrid Rausing Trust desteğiyle, toplumsal cinsiyet odaklı çalışan sivil toplum çalışanları ve aktivistlerin katılımıyla tüm bu sorulara cevaplar oluşturmayı amaçlayan bir dizi atölye çalışması düzenliyor. Atölye çalışmaları kapsamında sivil toplum çalışanları ve aktivistlerin duygusal ve fiziksel anlamda daha dengeli bir şekilde çalışmalarını sürdürmelerine destek olacak beden çalışmaları, yoga, meditasyon, dans, müzik, sanat terapisi ve hikaye anlatıcılığına odaklanan aylık buluşmalar gerçekleştirilecek.

Bu buluşmalarda; yerel ve uluslararası uzmanların desteğiyle bir araya gelerek düşünceler, duygular ve davranışlar arasındaki ilişkiyi fark etmeye, şiddet ve acının bedenler ve sosyal çevre üzerindeki etkilerini anlamaya ve dönüştürmeye yönelik çalışmalar yürütülecek; duygusal ve fiziksel bütünlüğü dengede tutacak, ilişkileri geliştirecek zihinsel ve fiziksel yöntemleri tecrübe etmek, yeni yöntemler keşfetmek ve bu süreçteki deneyimleri paylaşmak için kolektif bir alan açılacak.

Buluşmalara katılmak isteyen sivil toplum çalışanları ve aktivistler ayrıntılı bilgi için 20 Ocak Pazartesi gününe kadar ta@sabanciuniv.edu adresine yazabilirler. 


Katılım 20 kişi ile sınırlıdır ve tüm etkinlikler ücretsizdir. 
İstanbul dışından katılım için lütfen bizimle iletişime geçiniz.

İklim Değişikliği Bağlamında Türkiye’de Tarımın Dönüşümünün Politik Ekolojisi

"İklim Değişikliği Bağlamında Türkiye’de Tarımın Dönüşümünün Politik Ekolojisi” başlıklı çalışma kamuoyu ile paylaşıldı 

İklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkisine disiplinlerarası bir yaklaşımla bakılması gerekiyor 

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM), “İklim Değişikliği Bağlamında Türkiye’de Tarımın Dönüşümünün Politik Ekolojisi” başlıklı konferansa ev sahipliği yaptı. Konferansta, Türkiye tarımında 2000 sonrasında yaşanan dönüşümleri iklim değişikliği ve diğer ekolojik sorunlar bağlamında ele alan ve tarımda iklim değişikliğine dayanıklılık ve sürdürülebilirlik için farklı aktörlerin ortaya koydukları yaklaşım ve çabalara odaklanan proje çalışmasının ilk sonuçları paylaşıldı. 

İstanbul Politikalar Merkezi (İPM)-Sabancı Üniversitesi-Stiftung Mercator Girişimi, adil ve ekolojik bir tarım-gıda sisteminin kurulması için ortaya konan çabalara katkı sunmak amacıyla ana çalışma alanlarından biri olan iklim değişikliği kapsamında “İklim Değişikliği Bağlamında Türkiye’de Tarımın Dönüşümünün Politik Ekolojisi başlığıyla, Minerva Han’da bir konferans düzenledi.   

Fikret AdamanDuygu AvcıUmut Kocagöz ve Gökçe Yeniev’den oluşan araştırma ekibi; Türkiye tarımında 2000 sonrasında yaşanan dönüşümleri iklim değişikliği ve diğer ekolojik sorunlar bağlamında ele alan ve tarımda iklim değişikliğine dayanıklılık ve sürdürülebilirlik için farklı aktörlerin ortaya koydukları yaklaşım ve çabalara odaklanan proje çalışmasının ilk bulgu ve değerlendirmelerini katılımcılarla paylaştı. 

Çalışmanın amacı; politik ekoloji perspektifinden Türkiye’de iklim değişikliği-tarım ilişkisi Türkiye’de tarımının son 20 yıldaki dönüşümü ve ileriye yönelik senaryolar, teknolojik gelişmeler, tarımda yeni aktörler ile imkanlar, fırsatlar ve kısıtları değerlendirmek olarak özetlendi. 

Çalışmanın kapsamı ise; iklim değişikliğine uyum odaklı, gıda zincirinin tarımsal üretim halkasına odaklı, tarımsal üretim içerisinde bitkisel üretime odaklı Türkiye tarımındaki genel manzarayı anlamak, çeşitliliği/farklılaşmayı yakalamak ve iklim değişikliği-tarım ekseninde ileriki çalışmalara altlık oluşturmak şeklinde belirtildi. 

Türkiye’de tarımın yerine ilişkin olarak 1980 ile günümüz arasında yapılan kıyaslamada Gayrisafi Milli Hasıla’da tarımın kapladığı yerin %25’ten %7’ye düştüğü ve tarımın 1980’de istihdamın %50’sini karşılarken bugün %20’ye düştüğü ifade edildi.

Türkiye’de halihazırda yaklaşık 3 milyon adet tarım işletmesinin olduğu, işletmelerin %80’inin toplam arazinin %30’una karşılık gelen 100 dekardan küçük araziye sahip olduğu ve %25’sinin sulu tarım, %75’inin kuru tarım olarak işlem gördüğü ve tarımsal arazide 1980’lere göre %15’lik bir azalış olduğu ve bunun yarısından fazlasının konuta ayrıldığı belirtildi. 

Çalışmanın metodolojisi olarak; literatür taraması, saha çalışması, yerel atölyeler, akıllı tarım atölyesi ve konferans & panel katılımlarının benimsendiği ifade edildi.

Saha çalışmasında görüşülen aktörlerin ise; kamu kurumları, çeşitli üretici grupları, yerel yönetimler, alternatif tarım-gıda inisiyatifleri, sivil toplum örgütleri, özel sektör temsilcileri ve akademisyenler olduğu söylendi. 

Çalışmanın analitik çerçevesi olarak iklim değişikliği etkilerine karşı kırılganlıklar ve tarımda iklim değişikliğine uyum için farklı aktörlerin ürettiği cevapların üretim ilişkilerinin dönüşümü ve üretim süreçlerinde pazara bağımlılık ile üretim pratiklerinin değişimi üzerinden çözümlenmesinin benimsendiği belirtildi. 

Konferansta ayrıca iklim değişikliği çağında tarımdaki dönüşümlere yön vermesi beklenen kamu politikaları, yerel yönetimler, akıllı tarım ve alternatif gıda ağları görüşüldü. 

İklim Değişikliğine Uyum Politikaları başlığı altında; kamu politikalarında benimsenen gıda güvencesi yaklaşımı, iklim değişikliği ve su kaynaklarına etkileri üzerine modelleme çalışmaları, kuraklık yönetim planları ve su yönetimi planları, destekleme mekanizmaları, kuraklık ve hastalıklara dirençli bitki çeşitlerinin ıslahı çalışmaları ve tarım sigortası tartışıldı. 

Akıllı tarım kapsamında ise; tarım 4.0 ve dijital tarım olarak da ifade edilen bu yaklaşımın tarımda dijital teknolojinin kullanımını teşvik ettiği; tarımda verimliliği, dolayısıyla gıda üretimi ve üretici gelirlerini arttırırken aynı zamanda da iklim değişikliği azaltım ve uyum hedeflerine ulaşmak iddiasında olduğu; bu teknolojilerin tarım sektörüne giren teknoloji şirketleri tarafından üretildiği ve yaygınlaştırıldığı belirtildi. 

Alternatif gıda ağları konusunda ise; bu ağların dayanışmacı ilişkiler kurmayı, adil üretim ve aracısız tedarik ilişkileri inşa etmeyi, ekolojik tarım yöntemlerini (onarıcı, koruyucu, yerel) kullanmayı hedeflediği ve politik olarak gıda egemenliği yaklaşımına yakın durduğu ifade edildi. 

Konferansın açılışında konuşan ile İPM Direktörü ve Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Fuat Keyman, “İPM, demokrasiden sosyal konulara küresel düzeyde çalışmalar yürüten bir politika araştırma kuruluşu. Son 5-6 yıldır Mercator ile işbirliği çerçevesinde iklim değişikliği de önemli faaliyet alanlarımızdan birini oluşturuyor. İPM, Ümit Şahin liderliğinde önemli çalışmalara imza atan bir platform haline geldi. Bunu yenilenebilir enerjiyle genişlettik. Bugün de tarımla iklim arasındaki ilişkiye odaklanıyoruz” dedi. 

Türkiye’nin ürettiği sera gazlarının %12’si tarım kaynaklı 

Proje ekibinden Fikret Adaman, Türkiye’nin ürettiği sera gazlarının yüzde 12’sinin tarım kaynaklı olduğunu, bunun da yüzde 50’sini hayvancılığın oluşturduğunu söyledi. Adaman,Artan sıcaklık, yağış değişiklikleri, mevsim kaymaları, deniz seviyesinin yükselmesi ve artan şiddetli hava durumu (hortum vs) gibi iklim değişiklikleri tarımı etkilemekte” dedi. 

Proje sunumu sonrasında konuşan Zülküf Aydın, “Projede disiplinlerarası bir yaklaşımla meselelere bakılması beni çok mutlu etti” diyerek, şunları söyledi: “İklim değişikliklerini dünyada yerleşen küresel kapitalizmle iç içe ele almak gerekiyor. Sanayi devriminden sonra iklim değişikliği konuşulmaya başlandı  ve 1980 sonrası Neoliberal politikalar ile birlikte iklim değişikliği konuşmaları arttı. Türkiye’nin kendi başına bağımsız bir tarım politikası da söz konusu değildir. AB ve küresel politikalar da bu politikada etkilidir.” 

Huricihan İslamoğlu ise Türkiye’nin uyguladığı politikalarla küçük ölçekli tarımı bertaraf edip büyük ölçekli tarımı geliştiren politikalar uyguladığını söyledi. İslamoğlu, “Tarımda fakirleşme ve yoksullaşan çiftçiler arasında da eşitsizlik var. Tarımda kriz yaşanıyor. Toplumun diğer kesimleri bu krizden haberdar değil, tarımın dışlanmışlığı söz konusu. Yüksek borçlanma oranları krizin göstergesi” dedi. 

Konferansın sonunda yapılan genel değerlendirmede şu hususlara değinildi:

  • Tarımda iklim değişikliğine uyum için önerilen çözümlerin toplumu adil ve sürdürülebilir tarım-gıda sistemine doğru götürüp götürmediklerinin değerlendirilmesi gereklidir.
  • Pazara bağımlılığı arttıran çözüm önerilerinin eşitsizlikleri derinleştirmesi olasıdır.
  • Türkiye’de adil ve sürdürülebilir tarım-gıda sisteminin kurulmasının olanakları açısından alternatif gıda ağları politik potansiyelleri bağlamında önemlidir; ancak, etkileri en azından kısa vadede kısıtlıdır. Yerel yönetimlerin ise bu alanda önemli bir potansiyeli bulunmaktadır. Yerel yönetimlerin çiftçilerin üretim süreçleri üzerinde özerk denetimlerini desteklemekte olmaları olumludur; ancak, ekonomik ve ekolojik kaygıları dengelemekte yetersiz kalma riskleri de bulunmaktadır.
  • İklim değişikliğine uyum tartışmalarında risklerin toplumsal olarak adil bölüşümü ve bunu sağlayacak sosyal güvenlik mekanizmalarının ne olması gerektiği konuları mutlaka dikkate alınmalıdır.

Sabancı Üniversitesi TÜBİTAK BİGG+ desteği almaya hak kazandı

Sabancı Üniversitesi Araştırma ve Lisansüstü Politikalar Direktörlüğü (ALP), Sanayi İşbirlikleri ve Teknoloji Lisanslama Ofisi (İLO) ekibinin sunduğu ve yürütücüsü olduğu, 21 ay süreli ve 750.000 bütçeli AToMIC projesi, Mentor Arayüzü (BİGG+) çağrısı kapsamında desteklenmeye hak kazandı.

 

BİGG+ çağrısı, TÜBİTAK tarafından Araştırma ve Yenilik alanlarına ayrılan kamu kaynaklarının daha etkin ve verimli kullanılabilmesi amacıyla, TÜBİTAK TEYDEB Programları kapsamında desteklenen KOBİ’lerin ürün ve hizmetlerinin ticarileştirmesi, bu KOBİ’lerin yeni pazarlara girmesi ve ihracat kapasitelerinin artırılması için mentörlük mekanizması geliştirilip uygulanması gerekçesiyle açılmış.

Proje kapsamında İstanbul ve Kocaeli bölgesinde bulunan, belli kriterlere göre seçilecek 25 KOBİ ve büyüme aşamasındaki start-up’ın iş geliştirme ve yenilik kapasitelerini artırmaya yönelik mentorluk mekanizmaları oluşturulacak ve yürütülecek.

Projeden mentorluk hizmeti alan KOBİ’lerin aşağıdaki alanlarda gelişme göstermeleri bekleniyor:
·      Ciroda artış
·      Mevcut pazar payında artış
·      Yeni pazarlara giriş
·      Yurtdışına satış ya da mevcut yurtdışı satışlarında artış"  

Avustralya yangınları ve küresel ısınma

Avustralya'da bir aydır devam eden yangınlarının, onlarca insanın ve yarım milyara yakın hayvanın ölümüne yol açmasının derin üzüntüsünü yaşıyoruz.

Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) İklim Çalışmaları Koordinatörümüz Ümit Şahin:  

“Avustralya'da bir aydır devam eden benzeri görülmemiş orman ve çalılık yangınları onlarca insanın ve yarım milyara yakın hayvanın ölümüne yol açtı, canlıların yaşam alanlarını yok etti, alevler yüzlerce evi yok etti ve çok sayıda yerleşim yerinin tahliye edilmesine neden oldu.  

Bu felaketin nedeni; iklim değişikliği nedeniyle kıtada uzun süredir devam eden aşırı kuraklık ve yaz ayları daha tam olarak başlamadan sıcaklıkların 45 dereceleri bulduğu sıcak dalgalarıdır. Bu sıradışı iklim şartları nedeniyle kuruyan bitki örtüsü kıtanın dört bir yanında alev aldı ve şiddetli rüzgarın da etkisiyle hızla yayılarak kontrol altına alınamaz hale geldi, çünkü bu ölçekte bir felakete cevap verebilecek altyapıya hiçbir ülke sahip olamaz. Bu yangınların ilk olmadığını, daha birkaç ay önce Amazonlar'da, Sibirya'da, Kaliforniya'da, Afrika'da ve pek çok başka yerde milyonlarca hektar ormanın yine iklim değişikliği nedeniyle yandığını ve yanmaya devam ettiğini unutmamalıyız. 

Bu yaşananlar iklim krizinin neye benzediğini bize acı bir şekilde öğretiyor. Avustralya yangınları iklim değişikliğinde yıllardır korkulan eşik noktaların birinin gözlerimizin önünde aşılmakta olduğunu gösteriyor.  

Eğer küresel sıcaklık artışı 1,5 derecenin altında sınırlandırılmazsa bu yangınlarda olduğu gibi hayal bile edemeyeceğimiz daha çok iklim felaketiyle, kasırgalar, seller, kuraklık ve sıcak dalgalarıyla karşılaşacağız. Bu nedenle küresel iklim sistemini ayakta tutan bütün ekosistemler birer birer çökmeden, fosil yakıtları yerin altında bırakacak, karbonsuz bir ekonomik sistem kuracak, köklü bir enerji dönüşümü ve aynı zamanda tüketim ve yaşam biçimlerini de değiştirecek bir zihinsel dönüşüm şarttır. Bunun için de Greta Thunberg'in dediği gibi önce iklim krizine gerçekten bir krize nasıl yaklaşılması gerekiyorsa öyle yaklaşarak işe başlamalıyız.”

7 Ocak 2020 ELAE Sonuçları

7 Ocak ELAE sonuçları ile ilgili açıklamalar aşağıdaki gibidir:

SL (Satisfactory in the ELAE): 7 Ocak 2020 ELAE’de yeterli başarıyı sağlayan ve 2019-2020 Akademik Yılı Bahar  döneminde fakültelerine Freshman statüsünde başlamaya hak kazanan öğrencilerimizi gösterir.

UL (Unsatisfactory in the ELAE): 7 Ocak 2020 ELAE’de yeterli başarıyı gösteremeyen adayları gösterir.

NA (Non-attendance): Sınava katılmayan adayları gösterir. NA notu, “UL” notu gibi değerlendirilir.

Not Baremleri aşağıdaki gibidir:

   SL not baremleri

UL not baremleri

A-SL:85-100
B-SL:75-84
C-SL:65-74

D-UL:55-64
E-UL:45-54
F-UL: 0-44

7 Ocak 2020 ELAE’ ye giren lisansüstü adaylar, sınav sonuçlarını bağlı bulundukları enstitülerden öğreneceklerdir.

Beklemeli veya Dışarıda Hazırlanan Statüsünde olan öğrencilerden TGY’ye devam etmek isteyenlere 10 Ocak 2020 Cuma günü saat 10:00’da Seviye Belirleme Sınavı yapılacaktır. Sınava katılmak isteyen öğrencilerin 9 Ocak 2020 Perşembe günü (yarın) saat 12:00’ye kadar Diller Okulu Direktörlüğü ile iletişime geçmeleri gerekmektedir.

ELAE sonucunuzu görmek için tıklayınız.

Başarılar dileriz,

Diller Okulu Direktörlüğü

Uluslararası Lisansüstü İşletme Okulları Derneği’nin Türkiye’deki tek üyesiyiz

Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi dünyanın önde gelen lisansüstü işletme okulları derneği olan Graduate Management Admission Council’e ™ (GMAC ™) Türkiye’den üye olarak seçilen tek okul oldu.

Sabancı Üniversitesi

GMAC üyesi olabilmek için; komite tarafından aday gösterilme, yaklaşık üç yıl aktif olarak GMAC ile çeşitli konularda iş birliği gerçekleştirerek neticesinde okulun faaliyetlerini içeren bir rapor, GMAC üyesi iki farklı üniversitenin en az dekan veya dekan yardımcısı seviyesinden alınan referans mektubu ve okulun programlarının profili ve kabul şartları ile ilgili ayrı raporlamalar yapma şartları aranıyor.

Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi tarafından hazırlanan raporda; fakültenin akreditasyonu, uluslararası üyelikleri ve sıralamaları; sunduğu programlar, GMAC üyesi olarak yapabileceği katkılar; etik ve şeffaf eğitim konularına yer verildi.

Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Dekanı Nihat Kasap “3 senedir üzerinde emek verdiğimiz üyelik görüşmelerinin başarı ile sonuçlanması ve Türkiye’den üyeliğe kabul edilen tek üniversite olmaktan mutluluk ve gurur duyuyoruz. Bu üyelik küreselleşen dünyada uluslararası düzeyde eğitim kalitemizi tescillemekle birlikte ‘GMAC’in üniversitelerin birbirlerini keşfetmeleri ve değerlendirmeleri için gerekli araç ve bilgileri sağlama misyonuyla’ uyumlu olarak kendi tecrübelerimizin ve görüşlerimizin aktif olarak bu üyelik içerisinde paylaşılması üniversitemizin değerini bir kez daha ortaya koymuştur” dedi.

Abone ol